ALLAH İSMİNİN MANASI-3

Allah”

Besmele BİR KEZ GEÇER. "İnnehu Süleymane..." diye. Yani Kur'an'da bir tek BESMELE vardır, otuzuncu ayette... Rabb’im asla BESMELEYİ söylemedi: "Oku Rabb’inin adıyla" dedi İLK ÖNCE (El evvela), ama RABB’İNİN ADINI SÖYLEMEDİ. Rabb’in adı SÖYLENMEDİ ta ki "Elhamdülil(ALLAH)lahi Rabbil Alemin” denene kadar! O gün öğrendik ki Rabbin YENİ ve özel adı, Aloh değil, İlah değil, Eloim değil, ALLAH'dan ibarettir... Ki o Rahman-Baba, Rahim-Ana GİBİDİR. Gibidir demek ana-baba demek DEĞİLDİR. Adem ve Havva'nın ANASI-BABASI gibi demektir ama anne-baba demek değildir. Ana onun merhametini ve şefkatini alır. Baba ise O'nun esirgeyiciliğini alır. ANA BABA DEĞİL ama, ana-baba gibi.

Annem onun RAHİM adı için ANNE oldu, babam da onun Rahman adı için TALİM edilerek BABAM oldu. Allah annem babam gibidir ama biz onun asla ve asla ÇOCUĞU falan değiliz. O sizin anneniz-babanız olunca, siz ise onun çocuğu OLMAYINCA, bu özel ilişkiye ABD >>> İBAD >>> KULLUK deniyor. Siz-ben Allah'ın kullarıyız/çocuğu değiliz. KUL kelimesi KÖLE DEMEK DEĞİLDİR. SİZ ALLAH'IN kölesi değilsiniz, KUL'usunuz.

Allah sizi dostu/mutmain dostu olarak bağrına bassın. Mutmain olmak BİZLERİN DOĞAL HAKKIDIR. Hakkımızı kullanalım. Şimdiye kadar bizlere "Mutmain oldun mu?" demeden kandırdılar. Bizleri şeyhler-ruhbanlar sahte evliyalar eline verdiler. Bizlere dediler ki: "Şeyhe teslim olmazsan Allah'a teslim olmazsın". Ve Atatürk'e LAİK diye hakaret ettiler bu hergeleler. ALLAH LAİK dedik kaç kez! EN BÜYÜK LAİK ALLAH'tır!

Mutmainlik isteyin! Dabbet bunu sağlayacak güçtedir: Ancak “La Havle vela Kuvvete illa billahil Azim!”... Allah DİLERSE! Ondan başka kimse de dileyemez. Bizim istencemiz CÜZİDİR, küçüktür (kuantlaşmış küçülmüş ve yokluğa doğru ufalanmıştır), ama O BÜYÜK İSTENCE'nin sahibidir. Ondan başka da bir kuvvet/kudret yoktur.

Rabb’im KUDDÜS'tür, yani tertemizdir. O tertemiz olunca bizim için GÜNAHKARLIK doğal bir kader oliyor. Allah'ın nuru ile aklanalım. Settar bizi örtsün. Kirlerimizi göstermesin. O merhametlidir, affedicidir, bağışlayıcıdır, beraat ettiricidir. O MAĞFİRET sahibidir ve TEVVAB'dır. O SENİ AFFETTİ bile... İnanmazsan sırtına bak ürperiyor!!! Allah kullarını mutmain EDER MUTLAKA! Yeter ki, körü körüne ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARA TESLİM olma, sadece ALLAH'a teslim ol.

Allah'a teslim olmanın yolu da, onun AYETLERİNDEN, KELAMULLAH'TAN geçer! Ayetler dışında hiçbir şeye inanma! Hiçbir kaynağı okuma! KUR'AN Allah'ımızın "Konuşma balonu"dur. Kaba bir örnek ama doğrudur! Allah ile konuşursun DİREKT. Eğer KUR'AN'I İKRA ediyorsan mutmainlik bir HAKTIR. Hakkınızı alınız!

Sizler=Bizler birer minyatür İBRAHİM'İZ! Şunu bilelim! Ve Mutmainlik dileyelim!

Allah benim ANAM - BABAM olacak ve ben KENUD >>> NANKÖR olacağım ha! Doğrusu böyle bir insan NANKÖRDÜR! Kenud'dur! Allah'a layık olmadan olmaz! Allah'a layık olunuz! Milletimize, bayrağımıza, ana-babamıza layık olunuz! Olunuz >>> BEN >>> BİZLER!

Ana-baba MUKALLİT, yani taklitçi değilse ters düşülmemesi gerekir! Sizler muhakkik ana-babasınız! Muhakkik >>> HANS gibi. Yani Hans, kardeşleri gibi mukallit atalarının dininde kalmamış! Tahkik etmiş, aklen iman etmiş, ikinci kez iman etmiş. HANS'tan >>> BİZLERDEN çok iyi ATALAR ÇIKAR. Bizden hata çıkmayacaktır!

“Allah - Sünnetullah”

Külli şey'in SONSUZ YÜZEYLİ SONSUZ TANE zarın, SONSUZ KEZ ATILMASIDIR. Elif noktası bunun BİR ÜSTÜNDEDİR. Bunun da bir üstünde ELİF KEZ ELİF vardır... Ve onun üzerinde de bunun +1'i olan VAHİD ve EHAD olan ALLAH vardır. Herşey ölür VAHİD olan kalır. 1, 2, 3, ... sonsuz diye gitmeyin. Sonsuz ötesinden GERİYE sayın (Countdown), o zaman bizim ışık hızı (C) ile mutlak soğuk (sıfır derece Kelvin) arasında KISITLI sıkışmış, hapishane gibi bir yerde yaşadığımızı görürsünüz. İmkansızın ötesine geçerek MÜMKÜN olanı görürsünüz. Burada zor olan İMKANSIZIN ÖTESİNE geçmektir. Bunun diğer adını da biliyorsunuz: PARANORMAL. Ben normları, normaliteleri değil, paranormları işleyerek zaten BİZLERİ SONSUZ ÖTESİNE GEÇİRMEDİM Mİ? İmkansızın ötesine (Tekillik, “singularity” gibi) geçerek mümkün olanı (normali) betimlemedik mi?

"ALLAH KENDİ SURETİNDE YARATTI İNSANI", yani bunun öteki adı WHOLE-GRAMM, ya da KÜLLİ ŞEY'İN, insan faktörü ise Holy-Gram denen bir hologram formasyonu. Yani PAN-MATTER ya da METAMORPHUS denen hologramı kıvamlı biçimde dolgulama olayıdır.

FİZİK BİLİMİ ve bu yasaların bir diğer adı da SÜNNETULLAH'tır. Yani fizik yasalarına HÜKMETME. Hakim-Hakem ve Hakk olan Allah'ın hüküm ve hikmetler topluluğuna SÜNNETULLAH diyoruz. İbrahim ailesine verilen hikmetler: Süleyman'a verilenler İfritleri teshir etme bilimi, biyosfer canlılarının tümüyle konuşma bilimi, rüzgar ve yeli emrine verme bilimi, dalgıçlık bilimi. Davut için zırh bilimi, Yunus için denizaltı tekniği vb. HEPSİ FİZİKTİR. Mesela Nuh’a transatlantik-tersane bilimi, Tennur (Reaktör) bilimi vb. İlmi Hikmet'e bakarsanız sözlükteki karşılığı “PHYSICS” diye yazar.

“Subhan Allah”

Allah'ın yarattıkları üzerinde düşünün. Kendisini düşünmeyiniz. Bu yüzden sürekli Subhan Allah (Hiçbir şeye benzetilemez, eşsiz benzersiz ve biricik) Allah diyor melekler ve şimdi de arada bizler... Allah'ın üzerinde düşünmemeliyiz. Allah ile konuşmalıyız. O heryerde (Şunu bir anlasak!). Secde ettiğim YERDE, secde ettiğim seccadede, Allah kulağınız dahil herşey Allah'ın OL dediği ve kısmen de ÜFLEDİĞİ herşeydir. Allah şahdamarınızdan da yakın! (Ayet) Ve Allah bir kadın RAHİMİ mesafesi kadar uzakta: Berzah Alemi ki melekler ve RUH oraya bir günü 50 bin yıl olan BİR GÜNDE çıkmaktalar. Ama bir kadın RAHİM boyu kadar orası YAKIN. Ama orası çok uzak... Allah'ı bu haliyle MUHİT yani ihata edici diye düşünmeliyiz. Allah bizim içimizde biz Allah’ın içinde... YER TUTMADAN, çünkü o var, biz hologram köpüğüyüz yani sıfır ve bunun tersine biz maddi ağırlığa/kütleye sahibiz Rabb’imiz için böyle bir şey SIFIR. O kütleyi de yaratan. Kütlenin boyu enini betimleyen sayıları da yaratan. Sayıları yarattığı için, yaratılmış sayılar, yine yaratılmış mekan, yine kütle ve zaman, bunları yaratmıştır. Yarattığı sayılarla ve zaman boyutuyla Allah'ımız ölçümlenemez. Allah'a erkek (Rahman) diyemezsin çünkü dişi (Rahim) de odur. Dişi de diyemezsin, ALLAH DERSİN kurtulursun. Zaten kurtuluş ALLAH DEMEKTEDİR. O ama BEN ve SEN değil, illa ki O (Hüve/HU). Kurtuluş (felah, iflah olma) ALLAH'ı anmaktan ve tesbih etmekten geçmektedir.

Burada BİLİM adına Allah ile ilgili ANMALARIMIZ/tesbihlerimiz=Tesbitlerimiz, 33 kez Subhanallah demekten daha öğreticidir. Diğeri zamanla dilde sakız olur ama Allah'ı böyle tesbih ve tenzih etmek çok daha BİLİNÇLİ bir tesbihtir. Allah'ı bilimle zikretmek/anmak  zikr çekmekten de evladır. Çünkü Abid ve Alim'in yerleri çok farklıdır. Her Alim müslim-Abid olabilir ama her abid (kul) ALİM olamaz. Eğer elinden hiçbirşey gelmiyorsa, klasik usulde Allah'ı an/tesbih imle zikret... Ama sen Hanifsin ki bilim adamı/kadınısın ki, sen sadece herhalde 66 kere Allah diye kendini kısıtlamayıp, saatler boyunca Allah'ı anarsın ve hele ki bu toplulukta toplu bir zikir yapıyoruz ama meleklerden başka kimse farkında değil bunun! Yoksa boşuna HU demiyorum! “La mevcude İlla HU!”, derken çok bilinçliyiz elbette!

Aslında artık tasavvuf da bizden sorulur. Hanif dinde kandırılmayız! Allah'tan başka VELİ edinmeyiz. Şeriat diye insanları taşlatıp öldüren TASAVVUF bitmiştir. Artık bizim bir tasavvufumuz var. Bizlerde HANİFLİK var ki, Tarikatların mezheblerin tümünün yerine geçen bir nimet...Ve Sünnetullah var. Marifet yerine Malumat var... Ve Tasavvuf ile buluştuğumuz ortak payda >>> HAKİKAT var. Hakikat yani gerçeklerin tümünün üstündeki TEK GERÇEK olan HAKK+ıykat!

Yurt dışında yaşayan bir çok okurum ve izleyicim, yaşadıkları ülkelerde adımın bilim terminolojisinde çok az geçtiğini ya da hiç geçmediğini yazıyorlar ve nedenlerini soruyorlar. Gelin sizlere bir gençlik öyküsü anlatayım. Ama çok dikkatli okuyunuz, araştırınız, test ediniz ve bana bu konuda dilediğinizi sorunuz; çünkü sıkı durun, sırlar kapısı aralanıyor:

İlk gençliğimde, computer denilen bilgisayar sistemleri bulunmuştu ve bu sistemlerle birlikte büyüdük. Yani, bilgisayar denilen nimetin yaşıtı olduğum için, yaşlanmış emekli olmuşlar gibi bilişim ve iletişim dünyasından kopmadan, atbaşı birlikte geliştik. Dolayısıyla, bu alana meçhul asker anıtı gibi büyük katkıları olan biriyim. Meçhul kahraman ne demek, önce bunu irdeleyelim.

Kendi dönemimde, Univac, Enivac gibi markaları olan ve bir salon büyüklüğündeki bir konsola ancak yerleşebilen, çekirdeği ise üç buzdolabı büyüklüğündeki ilk bilgisayarlar bulunmuştu.Öyle ki, bazıları, dakikası bin dolardan kiralanıyor, hantal Cobol program diliyle ve analojiyle (benzeştirilerek) çalışıyorlardı. Muazzam bir enerjiçekiyor, yüzlerce flamanlı lamba ve bunları soğutmak için dev tesisler gerekiyordu.

Devasa bilgisayar teknolojilerinin içine ilk girişim, UCLA'ya bağlı, Berkeley Enstitüsü, Lawrance Laboratory'de, atomaltı parçacık çarpışmalarını görüntüleyen simülatöre sahip IBM firması sayesinde oldu. Bu dönem, gizli Müslüman olduğum günlerdi (Bkz. Al-i İmran Suresi,113 -114 ve 115.ayetler). Çok başarılı bulunduğum için, NASA (Houston) tarafından maalesef gizlice ve (Müslüman olduğumu fark ettikleri için) şantajla UCLA'dan ödünç alınırken, prosedür gereği adımı da değiştirerek, zorla buluş yapmaya zorlandım. Uzay dönüşü Dünya atmosferine giren kapsüllerin aşırı ısınmasına dirençli seramik ile alaşım yapılan Teflin-1 diye bir maddeyi ve uzay kazalarında olası vücut ısı kaybını, kanı mikrodalga ile ısıtarak ve yapay olarak yükselten Magneton'u istemeden buldum (Teflon tava patentini, Fransız Dupont firması; mikrodalga fırını ise, herkes, kendi patentiymiş gibi yağmaladı. Gizli Müslümanlık ile meçhul kahramanlık böyle berbattır; kimseye tavsiye etmem). 

Birleşik Amerika serüvenim WWW firmasının bana yaptığı bir teklifle son buldu. Sözkonusu müteahhit firma, (eski adıyla Yeşilköy) şimdiki adıyla Atatürk Hava Limanı tesislerini ve yeni terminalini inşa eden WWW (World Wide Wilcox) firması olup, onun radar-bilgisayar sistemlerini kuran taşeron Selenia firması adına "Bilgisayarı ve Türkçe'yi en iyi bilen" genç müdür olarak işbaşı yaptım. Dört ayak üstünde ve kendi yurdumdaydım. Bir yandan görevimi, diğer yandan da bilgisayar konusundaki yeni teknikleri ve bulgularımı geliştirecek ortamın içinde sessiz araştırmalarımı yaptım. Çünkü böyle bir ortamın patronu olmak için, birkaç yüz milyon dolarınız olması gerekiyordu. 

İlerleyen teknolojiyle birlikte flamanlı lambaların yüzlercesinin yerini tek bir transistor aldı. Böylece bilgisayar sistemlerinin boyutları küçüldü. Daha sonra binlerce transistor bir entegre devreye sığıştı. Mikro teknoloji ilerledikçe binlerce entegre tırtıl devre bir tek mikrochip'e (mini-yonga) ufaldıkça ufaldı; ufaldıkça ucuzladı.

Sonra, bu yüzyılın en büyük darbelerinden biri yapıldı. Apple'dan Johns (Macintosh markalı minicik monitorlu, 500 kilobayt hafızalı ve de siyah-beyaz) ilk masaüstü bilgisayarı yani ilk PC 'yi başardı. Apartman büyüklüğündeki devasa bilgisayarlar küçülüp, büro ve evlere girdi. Bunu izleyerek, başka formatlardaki diğer PC'ler evlerimizin konukları olmaya başladılar. Bu PC'lerin giderek monitorları büyüdü, renklendi, konfigürasyonları genişledi. Grafik bazlı şimdiki Win gibi tasarımlardan sonra, bilgisayarlar evlere, dizüstüne, avuçiçine indirgendi, günlük yaşamımızın bir parçası olmaya başladı. 

Bu anlattığım darbe işin bilişim yönüydü. Yani paranın yazı-turası olduğu gibi, bilişimin bir de arka yüzü olan iletişim vardı. Facimile'ler, fax'lar, optik kablolar derken, modem de bulununca, iletişim, yani haberleşme çağı başladığında sanki top bana atılmıştı. Etkim ve katkım, bilişim öğesi yanında, iletişim armağanı konusunda oluştu. 

Bunu t-quark'ının teorik kütlesini bulduğum yıl gerçekleştirdim. (T=Top=Tepe quark'ı = T ve H harfinden oluşan Ta-Ha Suresi'nin harfi mukataasıdır. Arapça dili beynin sol yarımküresinden yöneltildiği için ve bilindiği gibi, sağdan sola yazılır. Ama sayılar beynin sağ yarımküresinden yöneltildiği için, soldan sağa yazılır ki bu büyük bir kolaylıktır.

Karmaşık bulan okurlarım bu paragrafı okumadan atlayabilirler: Arapça'da üç türlü T (Tı, Ta ve Te) ile üç türlü H (Hı, Ha ve He) harfi vardır. Cifir denilen gizli bilimler gereği, TI-HI (Tıb = Lokman Hekim ve Hıdır = Hızır As. ikilisi), TA-HA (Tahayyül = Tahyon = Hayal ve HA = Halo Uzay = Hologram ikilisi ) ile TE-HE (Tekvir Suresi ve Hüve = Allah'ın O = Üçüncü tekil şahıs olan HÜ(we) tekil zamirinin, öznesinin şifresi) dir.  Bunun gibi, örneğin, TE=Tekvir Suresi ve HU (Tekvir Suresi 17.ayetteki HunnesH=Hunnes=Sıfır tekilliği) gibi türetmeler ve kombinezonlar kurabilirsiniz. Sesler (harfler) sayılara dönüştürüldüğünde, Ta-Ha tersine, HT olarak yazılır. 

Ancak, şimdi okurlarım bu bölümü dikkatle okumalıdır; çünkü evrensel gizemleri Dünya'da ilk ve tek olarak burada açıklıyorum: 

Bir fikir jimnastiği yapalım: Hiç bir şeyi yaratmayan, sadece kendi zatı bulunan Rabb'imizin sınırsız değil, bir tek adı olmalıydı. Tek varlık, tek mevcut  zat olduğu için, EL (AL) harfi tarifi ve yanındaki Külli Şey'in  herbiri sonsuz olasılıklı potansiyel olarak yaratılmaya hazır bulunduğundan (ki Samice ve Sankritçe'de EV veya AW ile gösterilir), yani sonun başlangıcı ve/veya başlangıcın sonu demektir. Bir çember düşününüz ve bir noktayı başlangıç olarak "oluş" diye işaretleyiniz; sonra, çemberi izleyiniz ve en sona geleceksiniz ki, bu aynı zamanda "ölüş", ya da Başlangıcın Sonu = Sonun Başlangıcı olan iki değil bir tek nokta demektir.

Yaratan'ın yaratma öncesi adı, EL-EV (AL-AW) bu anlama geliyor. Bunun anlamı "Allah'ı sürekli bir yaratım içinde görürsünüz. Sonsuz ihtimale dayalı sonsuz tane evreni yaratıp, daha sonra yoketmektedir" ayeti uyarınca ismi azamı ELEV (Alaw)'dir. Zaten her şeyin öncesi, en evveli odur. Ve yarattıktan sonra da yarattıklarının takipçisi, yani himayecisi ve velisi (VELİ = AL WELİY) de odur. 

Yaratan'ımızın bu iki ismi (EL EV + VE Lİ) olarak (Sonun başlangıcı, başlangıcın sonu; olduran da, öldüren de odur) uyarınca tescil edilmiştir. Anlamı, ezeli oluşu, yaratılmaksızın eksi sonsuzdan artı sonsuza (ebede) daim (devamlı gidişi), neden ve sonucun aynı yerde birleşmesi (OL = ÖL buluşması, tekleşmesi) anlamına gelmektedir. 

Allah'ımızın en büyük adı, EL EVVEL (EL-EV + VE-Lİ) (Herşeyin en öncesi) anlamındaydı. Bizi yarattıktan sonraki adı ise, HU diye değişti. Çünkü evren bir kürenin yüzeyi ya da bir tabaka kağıdın eni-boyu gibi iki boyutludur. (Matematikte x ve y boyutları, ya da Cifir'de ben ve sen boyutları). İki insan, ben ve sen diye selamlaşabilir; ya da madde insanlar ile enerji insanlar, yani cinler E=mc2 eşdeğerliği nedeniyle birbirleriyle tanışabilirler, selamlaşabilirler. 

Ama, gerçekte evren, bir kürenin yüzeyi gibi iki boyutlu değildir. Saklı iki boyutu daha vardır. Bunlardan biri soyut sayılarla anlatılan Zaman (Kur'an'da Dehr) ve diğeri de kürenin çapı olan (Rahman Suresi 33.ayette bildirilen) Aktar-ı Semavat (matematikteki z boyutu) dur. 

Ben ve sen, ikimiz bir kürenin yüzeyinde tokalaşabilir, randevulaşabiliriz. Ama z boyutu, kürenin yüzeyi değil, çapı boyunca sonsuza giden bir dikmedir. Orası bizim iki boyutlu yüzeyimiz (Arz) olmadığından, Ben ve sen olarak bildiğimiz evren tabakası değil; dikmeolduğundan (Semavat = Gökler) göremeyiz . Bunun için o görünmeyen z boyutunun adı, O (Hu)'dur. Allah'ın görünmezlik boyutuna, ben ve sen boyutları O = 3.Tekil şahıs Arapça Hu (Hüve, El Hüve, Ya Hüve Yahu, İngilizcedeki He=O ) diyoruz. 

Allah'ımızın her şeyi (Külli Şey'in) yaratmadan önceki adı, El Evveli (Al Awwala)'dır. Ama, bizi yaratınca, bu ismin diğer adı O = HU (Arapça hüve diye yazılır, devam ederseniz hüwe diye okunur, durursanız hu diye okunur) olmuştur. 

Arapça Al (El, İl, Ül vb.), var olan bir şeyin başına gelir ve harfi tarif olarak bilinir ( İng. The/ Alm. die,der,das/ fr.Le la /İsp. El ve La vb.). Türkçe'mizde harfi tarif yoktur; bu yüzden de İngilizce'deki The, a, an gibi tarifleri hiç anlayamadan öğreniriz. Ama Arapça başta olmak üzere gelişkin tüm dillerde harfi tarif vardır. 

Al harfi tarifi, The gibi var olan ve tanınmış, bilinen belirli bir ismin başına gelir. (Bir kalem = Al kalem gibi). Al yerine ters olarak yazılan La (Lam Elif) ise, La (Le, Li, Lü) okunur ve "Yok, sıfır, hayır, değil" anlamında kullanılır. La Mewcude = Mevcut, var değil, vücuda getirilmemiş anlamındadır. Örneğin, üç bacaklı iki başlı bir kuş yoktur ve tanımayız. O olmayana deriz  (No, Not, nothing, kein-nicht, nes pa, ön ekini getiririz.) 

La = 0
değerine ve Al = 1 değerine, yani ikili sisteme sahiptir. EW, Arapça veya anlamına gelir. (Mehmet veya Serhat gibi), WE ise, bildiğimiz ve bağlacıdır. (Ahmet ve Alper gibi). 

O halde, Allah'ın en büyük ismi olan EL EVVELİ = El ev/ve la ismini yazdığınızda karşılığı El = 1, EV veya, VE = ve, La = 0 olduğundan, şu mantık önermesi ortaya çıkar:1 ve/veya 0 = H.

Öte yandan, Arapça sağdan sola, fakat rakamlar soldan sağa yazıldığı için, bunu tersine çeviriniz. Yani,
Hüve = 0 veya/ve 1 denklemi ortaya çıkar. Bunun anlamı, H harfi yerine 0 veya/ve 1 yazmanız gerekir. Örneğin, LA İLAHe İLLALLAHü yazdığınızda, bunu bineer / ikili cebire çevirebiliriz. LA = 0 ve AL(üstün, ötre ve esire denen harekesine göre el,il,ül diye de yazılır.) Dolayısıyla, = 1'dir. 

ALLAHü = AL= 1 LA = 0 H = (El Evvela) diye yazacağız. Bu arada, Türkçe ve/ veya'yı da karışmasın diye İngilizce AND ve OR diye düşünün. 

La İlahe İllallah'ı 01 and 0 (H) 1010 (H) çıkacaktır. H = El Evvel olduğundan, bunun değeri olan 1 and/or 0 H harfinin yerine yazılınca tümünden şu sonuç çıkacaktır: 10011

Bu sonucun ne anlama geldiğini görmek için, önce KK (Kur'an'ı Kerim)'in Müddesir Suresi'nin 30. ayetinde "Aleyha tis'ate aşer = En baştakinin üzerinde 19 vardır." ayetine bakınız.

Aleyha = "Onun üzerinde en baştan beri (ilk evvela ) 19 vardır" demektir. Bu Cehennem ile bağlantılı olamaz, çünkü Cehennem daha sonra yaratılmıştır. 

Tis'ate aşar = 19'dur. Şimdi konuya bir ara vererek, karşınızdaki bilgisayarınızdaki donatılardan hesap makinesini seçip açınız. Üzerine 19 yazınız. Daha sonra, hesap makinenizin F8 tuşuna basarak veya hesap makinenizin görünüm menüsünden ikili sistemi seçip, tıklayınız. Göreceksiniz ki, 19 yerine 10011 ikili sayı kombinezonu gelecektir.

La ilahe illallah (Bunu ilk bulan ve kullanan Hazreti İbrahim olduğundan, onun dinine en doğru din Hanif denilmiş, sayısız ayetle övülmüştür). 19, işte Ta-Ha, ya da sayı olarak soldan sağa yazılınca, Hı-Te olarak karşımıza çıkıyor. Konuyu biraz derinleştirelim.

Aritmetik baştan beri biliniyordu. Ama Kur'an'ı Kerim (KK) ile indirilen ve Al Cabir'in bulduğu Cebir (Algebra, negatif sayılar kombinezonu) ve bunun uydusu olan Al Ğul ritma (Algoritma) ders kitaplarına girince, bu bulgunun niçin herşeyin ta kendisi olan bilgisayar matematiğine girilmesinin en baştan beri unutulduğunu, ya da gözden kaçtığını derin bir hayretle farkettim. 

O zaman algoritmayı analoji ve logaritmanın yerine geçirip, a ondalık sistem yerine, 19'luk sistem (Nasıl ki, ikilik, beşlik, sekizlik, onluk sayı sistemleri varsa, 19'luk bir sistem niçin olmasın?.. mantığıyla) oluşturdum.

Basit bir hesap makinesinde, karekök içinde -4 sayısının karekökünü almaya kalktığınızda, size "İmkansız işareti" verecektir. Yani bu saçma bir sayıdır demeye getirecektir. Oysa bilgisayarlara öğreten biz insanlar değil miyiz? Doğada var olan bir sayıyı nasıl olur da saçmadır diye elinizin tersiyle iteler ve gözardı edersiniz?

Ben de yeni bulgumu bilgisayara öğrettim. Bilgisayar kök içinde -4 sayısının çözümünü 2i ya da 2j olarak verdi ki, böyle bir programlama insanlık ve bilim tarihinde ilk kez başarılıyordu. 

Mühendisler böyle bir sonuç olduğunu biliyor, ama hesap makinelerinde "Hayali, saçma, imajiner, absürt" diye kabul ediyorlardı. Ama benim HT sisteminde anormal (anomali) olarak nitelenen bu sayılar soyut idi ve her sayı sisteminin dönüştürgeciydi. Sayıların anası gibiydi. Birbirinden farklı hangi sistemi verseniz, onların ekok ve ebob'larını alıyor ve sonra o sisteme (digital, heksan, ondalık vb.) çeviriyordu. 

Bu sistemimi, önce dünyanın patronu olan Birleşik Amerika askeri amaçla kullandı. Onların ambargosunu kırdım ve daha basit bir model oluşturdum. Bu da HTT sistemiydi. H = Hans, T=Türk temelinde HTT, yani Hans'ın teletextini oluşturdum. 

Bunlar, kısa bir süre sonra TV'lerinizdeki ünlü tele-text sistemi oldu. HTT yayını yapan bir TV kanalından ana menüyü ve bunların altındaki alt menüleri yazıyorsunuz. O sayfa taranıyor ve az sonra ekranınıza geliyor. Örneğin, haberler, hava durumu, borsa, spor vb.

HT adlı bu sistemi,TV teletexti yerine, bilgisayar LAN (Yerel ağ) ve TP (Protokol) olarak denedim, başardım. Bunların performansından emin olunca başarımımı Turbo Pascal dilinde ve bedava olarak postaladım. 

Niçin bedava?..Çünkü amacım, insanlık uygarlığına iletişim faktörünü de armağan etmekti. Buluşumu freeware olarak Linux denilen ve şirketleşmemiş başka bir yazılım biçimi olan Linux kullanıcılarına postaladım. Ama, bunu Linux kullanıcılarından önce, sanayii casusları aracılığıyla diğer firmalar fark etti. Arkası malum: Win-97 ve diğerleri (Netscape ile Express). 

HTTP veya HTML yazılıyor,da bunun ne olduğunu hiç merak ettiniz mi? İstediğiniz kadar araştırınız. Her kelimeyi yakıştırsınlar, ama onun 10011, ya da ondokuzluk soyut sayı sistemiyle çalıştığını halen hiç bir kimse kesinlikle anlayamaz. Çünkü, onun sırrı bende (Benden de önce LA İLAHE İLLALLAH ilahi cümlesinde saklı.)

Remil'de, ya da daha kolay anlaşılsın diye edebi vezinlerde (Failatün, feulün gibi.) aruz vezni şiirlerinde bir çizgi ve bir noktadan oluşan örneğin 1.1..1 gibi yazılımlar vardır. 19 ise 1..11 biçiminde yazılır. Gerek Kur'an'ı Kerim'in (KK), gerekse ikili dijital lojik sayısal sistemler, yani cep telefonunuzdan bilgisayarınıza, faksınızdan TV'nize, yıldırımın çakmasından MP3 cihazınızın çalmasına ve her trlü elektronik cihazın çalışmasına dek, sistem sadece dijitalize olan 0 ve 1 ikiz sayılarının ve-veya-değil-her ikisi de değil biçiminde sıralanmasından oluşur. 

Zaten 1985 yılında sevgideğer okurlarıma pek anlaşılamaz gelmesin diye basitçe şöyle yazmıştım:

Sanki, "Arş bir Bilgi-İşlem Merkezi, Sanki Kürsi bir monitör (ekran), sanki Levhi Mahfuz (Levh = Manyetik levha, manyetik band, manyetik hard disk ve de Mahfuz = Hem saklı, hem hafıza kelimesinde olduğu gibi) Bellek (Ram,Rom, HD gibi), Kalem bir klavye (Keybord, mouse, cursor- imleç sürücüsü yanında program dili), Sur Borusu (Nefhi Sur) enerji üreteci vb." demiştim. 

Dile kolay, bunları 1985 yılında yazmışım. 16 yıl önce... Bunları aynen şimdiki gibi yazmış olsaydım, sevgideğer okurlarımın hiçbiri anlamayacaktı. Şimdi ise daha rahatım ve daha çok teknik terim yazabiliyorum. (Zaten benimle elektronik posta yoluyla haberleşen çoğu okurumun, söylediklerimi şöyle ya da böyle aşina olarak anladıklarını varsayıyorum).

Düşünebiliyor musunuz sevgideğer okurlar, çok önceden bugünleri haber verirken kendimi nasıl kısıtlamışım? "Bu adam neler saçmalıyor" diye okurumun daha sonra mahcup olmaması için, bildiğimin milyonda birini bile kitaplarıma koymamışım.Yazdıklarımı da cılız ve güdük tutmuşum, bir futurolog olarak geleceği çok iyi bildiğim halde bilmiyormuş gibi yapmışım.

Kur'an'ı Kerim (KK)'in inme sırasına göre Önce Alak (İkra), sonra Nun(Kalem) Suresi inmiştir.

1. İkra:Oku (Program dilini öğren) İkra'nın ilk harfi olan elif 1 biçiminde yazılır.

2. İkinci inen surenin başındaki N (Nun = Nokta'nın kısaltılmışı). Tıpkı Mim (M harfi) nasıl ki Muhammed, Mehmet demekse, Arapça orijinali Nukta olan Nun diye kısaltılır.

3. Nun nokta, Sıfır boyut = Boyutsuzluk = Nun = Nokta = Kuantlar demektir. Nokta arapça sıfır olarak yazılır. Ardından gelen kalem ise hem Arapça hem batı dillerinde 1 olarak yazılır. (Latince Kalem Calamus'tur. Kalem ya da mürekkep balığı anlamına gelen ve deniz mahsülü olarak sofralarımıza konan Kalamar kalem kökünden türetilmiştir.)

Bir = 1, tek boyut demektir. Nokta boyutsuz fakat kalem tek boyutludur. Bunları nokta (sıfır) ve kalem (bir) olarak yazarız. Bunun anlamı, elektromagnetizmanın yönetimidir. İkili-dijital sistem, ya da evrenin bu kuvveti iki sayı ile yönetilir (1 ve 0).

Daha sonra anlaşılmıştır ki, kuantlar noktasal değil; sicim biçimindedir. (KK'de Ankebut Suresi 41, 42 ve 43. ayetler, evrenin yapısını birbirine örümcek ağı biçiminde tutunmuş kuant iplikçikleri diye açıklar ve bu misali tüm insanlara verdiği halde yalnızca alimlerin anlayacağını bildirir (Evren hattı).

4. Levhi Mahfuz: Nokta boyutsuz, kalem tek boyutlu, fakat bir defter gibi olan Levhi Mahfuz en ve boydan oluşmuş iki boyutludur. Bu tip quantlara da, "Evren yüzeyi, evren zarı (membran)" demekteyiz. Artık burada iplikçikler değil, evrenin sanki bir balon gibi yüzeyi sözkonusudur. Buna 10 boyutlu evren denmektedir.

5. Oysa Kur'an, sadece boyutsuz nokta - tek boyutlu kalem - iki boyutlu Levhi Mahfuz'dan da öte Kürsi ile alimlere misal vermiştir. Yani kuantlar üç boyutludur ve bakış açısına göre değişmektedir. Evren zarı düz değildir tünel biçiminde kıvrılmıştır. Tünel'in KK'deki adı Habl'dir. Anlamı, Adem As.ın öldürülen oğlu Habil kelimesinde olduğu gibi, "içe kapanık, içine dönük, açılmamış, açılamamış" demektir. 

Al-i İmran Suresi 103. ayette, Halbillahi = Allah'ın İpi diye geçerken, çok iyi bilinen bir ayette de, Hablil Verid = Şahdamarı diye bildirilir. Yani, "Allah size şahdamarınızdan, Aort damarınızdan da yakındır" diye kullanılmıştır. z boyutu dediğim HU dikmesi de buydu!

Karadelik-Akdelik tünellerinin ve Quantum Teoremi'nin üzerine kurulan Tünel Süreci, Habl  şifresiyle ve misaliyle bildirilmiştir. Üstelik bunun yapısı da anlatılmıştır. 

Evren 11 boyutludur. Bunlardan 7 boyut (Bakınız Kur'an'da Sebti Mesani), bu şahdamarı yani Habl'in kesiti kadar bir aralığa kıvrılıp kalmıştır ve genişleyen evren ile birlikte açılamamıştır. O görünmez 7 kıvrılı boyut kuant-Planck çapının ardında kalmış, ama evrenin xyz üç boyutu ve bir de zaman boyutundan kurulu olan 4 boyutlu uzay-zaman'a açılmıştır. Zariat Suresi 47.ayette olduğu gibi, evrenin bu dört boyutu sürekli genişlemektedir, evren her dakika daha da büyümektedir. 

Tüm bunları yazmamın nedeni, 19 sisteminin nasıl çalıştığıdır, neleri kapsadığıdır. O kadar uzaklara gitmenize de gerek yok, bugün bizler e-posta ile haberleşiyorsak, bunu HT (http,html) 19'lu sistemlerine borçlusunuz. Artık sadece kendi başımıza bilişmiyoruz, ağ bağlantılarıyla iletişiyoruz da. 

Şimdi sevgideğer okurlarım, diyebilir misiniz ki, "Avusturya'da her kaynağı aradım, sizin isminize rastlamadım. Muamma ve sır mısınız yoksa şarlatan mısınız?"

Bizlere rastlamanız neredeyse olanaksızdır. Transistör dedim, arayın ve bulun, bunu kim icat etmiş? Yanıtını vereyim: Hiç kimsenin adını bulamayacaksınız. Ama biri bunu bulmuş olmalı değil mi? Bulduysa niçin hiç bir yerde adı yok?

Yine entegre devre diyoruz. Bunu kim buldu? Yine bulucusunun adı yok değil mi? Mikroçip dedim, bunu kim buldu? Araştırın var mı acaba bir isim?... Avusturya'da değil, Dünya haritasında arayın, cevabı yok!

Gelin bir tek yanıt bulalım: Onlar isimsiz kahramanlar, meçhul bilginlerdir. Bunun tersine, bazı meçhul kahramanların adını haritalarda görebilirsiniz. 

Zig-Zag'ın kurucusu Axel Heiberg'in adı Kanada'nın kuzeyinde, kendi adıyla anılan bir adaya verilmiştir. Kanada hükümeti, tarihçesinde bu adanın isminin nasıl ve kim tarafından verildiğini bilmiyor, bilemiyor ve sadece "Herhalde bir kaşif olmalı" diye tahmin yürütüyor...

Biraz gelişkin bir atlas bulup, Dünya'nın en büyük adası olan Grönland'ın en kuzeyindeki burnun adına bir bakınız. Morris Jessup (Ketchum) diye yazar. Şimdi bu ZigZag'ın değerli üyesini araştırınız. Sadece bir okyanusbilimci olduğunu, UFO'lar ile ilgili bir kitap yazdığını, intihar ettiğini ama Philadelphia deneyini yaptığını göreceksiniz. (Üç dakika içinde bir askeri gemi 1100 km. öteye giderek, uzay-zamanda ışınlanmıştır. Jessup bunun yapımcısıdır.) Bir de Grönland yetkililerine sorunuz, bu ismi buraya kim verdi? Yanıtı yok!...

Yine aynı haritada, aynı Grönland'ı bulunuz ve batısında Thule ve parantez içinde Kanaak yazılı olduğunu göreceksiniz. Thule bizim dilimizde Zül diye okunur. Kanaak: Qaanaaak, Qarnak da çifte boynuz, Viking miğferi demektir. Oraya birileri Zülkarneyn adını vermiş, peki iyi bu ismi kim verdi? Kur'an'da Zülkarneyn (Kehf suresi 83. ayet)'den haberi olan Eskimolar mı isimlendirdi acaba?...

Aylardan Haziran, isim olarak Hızır ayı demektir. Eski verileri de yazan şu saatli maarif takvimlerine bir göz atın, Haziran yanında Hızır diye de yazar. Bütün bunları kim isimlendirdi?

Mars gezegeninde bir kanalın adı Steeve Hawking'dir. Ama bu isim daha Stephen Hawking doğmadan 8 yıl önce oraya verilmişti. Acaba neler oluyor dersiniz?

Ve daha da araştırınız, örneğin mikro-işlemcileri, modemi, etherneti kim buldu? Haydi bir isim getirin! Yoksa hiç bir isim bulamadınız diye bunların gökten melekler tarafından indirildiğini mi sanıyorsunuz. Fikirlerinizi ve araştırma sonuçlarınızı hasretle bekliyorum sevgideğerler...

Zig-Zag'dan sevgilerle...

“Seriul Hısab”

  Allah'ın Seriul Hısab olması doğrudan SİBERNETİK bir yaratanımız olduğunu gösteriyor. Muhsi, Hasib... Bunlar da Allah'ımızın her bir şeyi tek tek sayması ve Levhi Mahfuza yazmasıdır. Buna Noctura Calamus programı deniyor. Acaba ne demek?

Kalem suresinin ilk ve ikinci kelimelerini yazalım yeter:

1. Nun velkalemi ve ma yesturune.

2. Ma ente bini'meti rabbike bimecnunin.

Nun=NOKTA=NOCTURA ve KALEMİ=CALAMUS=Kalem yani program... Nun=Nokta=Sıfır. Ve (AND). Kalem=1. Sıfır ve bir. Kalem=Elif harfi=Bir rakamı onun icin BİR. “k+al+le+m”, “k 1/0 m”. Bunu (kalemi) yazdığına bölersiniz. Kalem ne yazar? Kelam (kelime) yazar (Kaf ve Qef aynı harf sayılıyor). K ve M'ler birbirini götürür. Kepsi şudur: nun (sıfır) vel (and+1) k--Ale(I/O)--m. Bunları aklınızda tutunuz, çünkü CİFİR öğretisine geçtiğimizde nokta ve Kalem programına ihtiyacımız var. Onunla input/output'lar yapacağız.

 

Gönül Mekanı”

Kaderimiz birliktedir, bizlerin kaderi Resulullah'ın kaderidir. Aynı MÜCADELEYİ veriyoruz. Bizler Resulullah efendimin tanışmadığı sahabeleriyiz. Bizler ondan sonraki en CİDDİ toplumuz. EN YÜREKTEN, EN SAMİMİ, EN İÇTEN ve içtenlikli. En bilimsel ve en paranormal.

Gönül mekanı aslında ruhların bir “psichosphere”idir... Nasıl ki tüm canlılar “biosphere”de yaşamı gerçekleştiriyorlarsa, Psikosfer de gönüldaşların buluştuğu - ama/illa ki BARIŞ ile buluştuğu ve barışçıl eylemler yaptığı ortamdır. Gönül mekanının fonksiyonsuz ve jeodezi üssü kurgusunu "Külli Şey'in" denen sıfırımsı noktacıklar oluşturur. Boyutsuzdur: ve/veya sonsuz boyutludur. Bir ŞEY tüm şeyler ile (Külli şey'in) HOLOGRAM oluştururlar, bir şey herşeyi temsil eder, herşey birşeydir aynı zamanda... Ve Cantor'un ELİF noktaları yani sonsuz ötesi setleridir. Ve o öyle tümleşiktir ki, herkes ve her ŞEY tümden ve gerçek olarak BİRLİKTEDİR. Ruh kardeşliği...

Ruh da bütündür aslında. Allah'ımız ayetlerinde RUH'u hep TEKİL olarak göstermiştir. "Ruh iner o gece" der, "Sana Ruh'tan sorarlar" der, "Ruh O'na 50 bin yıl tutan bir tek günde yükselir” der. Ve en önemlisi bu Ruh'un (Ruh ül Küll) köşegenleri de var. Kur'an=Ruh der Rabb’imiz, Cebrail=Ruh der, ruhundan üfler, "Kutsal ruhundan İsa'ya üfler". Ruh dendi mi işte O GÖNÜL MEKANININ, o sonsuzda-bir ŞEYLERDEN yapılmış sıfırımsı ŞEY birimlerinin, yani “Cantor Esiri”nin devasa mekanıdır orası. Takyon dinamiğinin ta kendisidir orası.

Gönüller beraberdir, gönüller birliktir. Bunun adı BİZLERCİLİKTİR. Bizler, bizciliz, vericiyiz-senciliz, insancıl, hayvancıl, bitkiciliz. O bütünlükte her şey dengelidir. Çünkü mutlak olmayan sıfırlar (Şey'lerin her biri) süper denge halindedir. Siz maydanozu yerken, aslında maydanoz da sizi yemiştir. Bu ruhların birbirine katılımıdır. Cesedim, mezardaki bitkilere GÜBRE olacak, yem olacak. Olsun... DENGE bu... Onlar da beni yiyecekler.. Benim onları yediğim gibi. Orada benim gübremden YEŞİL çayırlar yeşerecek. Onu bir inek yiyecek, yesin... İneği de benim çocuğum yiyecek. Kaba örnekler ama, RUHLAR memnun bu tasarruf evreninden...

Hatırlar mısınız? Tuvalete bıraktığımızı cinler yiyor (Üre asitleri, metan, amonyak vb.). Bu onların yiyeceği demiştim. Onlar bunları (Karbon oksitlerini, su metan ve amonyakı) afiyetle yerler... Enerjileri nedeniyle onları "yıldırım gibi çakarak" değiştirirler... Ve yedikleri yemeği gaitaları olarak bırakırlar... O gaitanın adı adenin, sitosin, timin ve guanindir. Evren böyle bir tasarrufta işte... Birinin pisliği ötekinin yemeği...

Ruhlar da MEKANDAŞ'tırlar. Non-fonksiyon ve para-geodezik bir evrende oldukları için oraya GÖNÜL MEKANI deniyor. Gönül (kalp) öyle büyüktür ki, öyle geniştir ki... Cebrail de benim bitişikteki kardeşim oluverir... Ve Kur'an denen VARLIK, yani arkadaşımız, ahretliğimiz, Kur'an da bu RUH'un ta kendisidir... Kur'an herkeste yazılıdır. Yazılı olmasaydı "OKU!" denmezdi. Yazılmış ki OKUYORUZ. Yazılmamış olanı nasıl okur ALAK (genetik). O belleğin gizli sürekliliğidir. Ataların mirasıdır... Zamanda tersine giderseniz bazen de torunların mirası olur... Çok çok seyrek olsa da, buna doğa sistemleri izin veriyor. Bazen torun ATA oluyor. Çok nadir olsa da buna ilahiden izin var. Allah, aort damarımızın içindeki EN GENİŞ yerde (gönül mekanında) bize yaklaşmıştır. Gönül mekanının bir matematiği vardır. Öyle tasavvuf demagojisi değildir, fonksiyonsuz da olsa bir fiziko-matematiği bulunmaktadır. O sanki bir piksel dokusudur. Sonsuzda-bir (yani sıfırlardan) oluşmuş pikseller... Öyle küçükler ki, birbirlerine bitişikler... Öyleyse AYRI değiller... İşte gönül mekanı böyle bir bütündür. Hem de ayrıktır.

Sonsuzda birlerden sonsuz tane var. Yani şeyler'den Külli (Tümel, bütünlüklü) ayrıklık var. Fakat sonsuzda-bir (Şey)den SONSUZ tane var. Sonsuzda-bir çarpı sonsuz=1'dir. İşte o bir GÖNÜL mekanıdır. Hepimiz BİR mekandayız. Şahdamarının içi, ya da saniyenin 400 milyonda-biri zamanda geçtiğimiz (geçtiğimizin farkına bile varamayacağımız kısa bir süredir bu), bir Worm Hole tünelidir... Uzayın tüm şeyleri birbiriyle BİTİŞİK olur (Hologram teorisi : Whole-gram). Mesafe ve dolayısıyla zaman da ortadan kalkar. Tüm Worm Hole'lar ise burulup CORN HOLE'da buluşurlar... Orası Sidre'dir, tüm mekanların bittiği yer. Herşeyin tek mekan olduğu bir yer. Corn Hole'lar ise buradan başlayarak BİR TEK HORN HOLE yani NEFHİ SUR (İsrafil'in üflediği boynuzlu boru) oluverir. Artık onun içi vardır, dışı yoktur (dışı Allahl'ındır). Orada tüm ruhlar (Amip, sinek, eğrelti otu, karpuz, insan, cin ve melek vb.) BÜTÜNLEŞİK (Külli şey'in)dir.

Horn Hole'un içinde ruh (ruhlar demiyorum çünkü kuantlaşıp kendi başına NEFS gibi bir birim oldurmazlar. Orası kuantlaşmamış bölgedir) bir bütün olarak (Ruh ül Küll)  bulunurlar. Ortamın adı çok basittir: GÖNÜL mekanı. Horn Hole'un içindeki Nefhi sur içindeki ruhların (ruhun) yer aldığı ortama GÖNÜL mekanı diyoruz.

Hepsi bu kadar BASİT işte... Gerçekten basit... Ama bize basit anlatamamışlar ya da akıl edememişler, bir GÖNÜL hikayesi anlatılıyordu hep... Tasavvufta özellikle... Anlatamamışlar “La mevcude İlla Hu=Ondan başka hiçbir şey mevcut değildir." derken bunun anlamını bilememişler. Bilselerdi ki... O VAR dediğimiz ŞEY'ler BİR SIFIR (esir yani yokluk) denecek kadar küçük ŞEYler... Bilselerdi ki evren, bir YANSIMAdır Hologram teoreminin ta kendisidir, hülyadır, hayaldir, Hologramdır, bir KEHF 'dir, Hole-gramdır, Kara-akdelik, Worm-Corn HOLE'un Hole-gramıdır. Yani hayaldir, halüsinasyondur belki de.

Ta ki, hayalden uyanacağımız zaman gelecek: "Ölerek, yaşama doğacağız. Ölüm Ömürü bitirir ama (ebedi) hayatı BAŞLATIR. O kapıya ÖLEREK gireceğiz... Yani biz DİRİ olacağız. Kalanlar da ölü  (yaşayanların ölü olduğu ayetle sabittir). Gönül mekanına geri döneceğiz... Üflendiğimiz yere, yani sur borusunun (Horn Hole) içine... Sonra Sur bir daha üflenecek ve yeniden ve gerçekten VAR EDİLECEĞİZ... Artık orada hayal yok, GERÇEK var... Cennet-Cehennem gibi gerçekler, ebedi ölümsüz yaşam gibi gerçekler. Bir rüya görüyoruz burada... Kısa bir rüya. Koskoca ömür sanıyoruz bunu... Ömür HAYAT denen sonsuz paydanın sonsuzda-bir payıdır, yani şey kadar güdük ve kısa... Ebedi yaşam ise doğrudan HAYY'ın bizi İHYA etti (Muhyi) HAYAT'ıdır. Ebedidir, bakidir.... süreklidir.  Onun için Cennet ve Cehennem yaşamlarını ASLA buradaki yaşamlarımıza benzetmemeliyiz. Burası bir rüya... Ölürüz olur biter... Rüyadan uyanırız, ebedi yaşama doğarız... Ebedi oluruz RABB’İMİZ ile birlikte... Ölüm bizi müebbed diri yapan TEK yoldur, tek çözümdür... Sıfırdan büyük ve ışık hızından küçük evrenin, sıfırdan küçük (kök eksi dört gibi) ve ışıktan hızlı hale getirilmesidir ölüm.

Dönüş Allah'adır. ÖLEREK dönüş elbette... Ve biliyor musunuz, şu anda bunları okurken ÖLMEDEN ÖLDÜNÜZ... Çünkü size MÜTTEKİLİK vermeye çalıştım. İtteka sahibi olduk: Allah’tan korktuk, hakkınca korktuk artık. Allah'tan korkulması gerektiği gibi korkmaya müttekilik=Ölmeden ölünüz emri deniyor...

Ali İmran 102. Ey iman edenler! Allah'tan, kendisinden korkmaya yaraşır biçimde korkun. Müslümanlar olmanın dışında bir hal üzere sakın can vermeyin.

Allah'tan, kendisinden korkmaya yaraşır biçimde korkun. İşte sizi korkuttum. Ben umacı-umay değilim ama ÖLMEDEN öldünüz. Ölümün soğuk yüzünü gösterdim (Kur'an gösterdi). Soğuk olan nedir? İtteka=Allah'tan korkmaya yakışır bir korku=Ölmeden ölmektir. Artık ölüm AZAP vermeyecektir. Allah müttekilerin antremanlı olmasını (ölmeden ölmeyi PROVA etmesini) diliyor. O zaman Azrail ile çekişmeye gerek kalmayacak... "Sen zahmet etme, ben ölürüm" diyebileceğiz... Ve hiç acımayacak... "Korktuğumuz ölüm bu muydu?" diye şaşıracağız (ayettir). Ama ölmeden ölmeyi hiç bilmeyenler için dikenli telin çuvaldan çıkarılması gibi zor bir çırpınış var... Onlar Lut'un karısı gibi "ARKAYA bakacaklar"dır... Arkaya bakmak=Sola meyletmek... Çırpınacak olan NEFS'tir, beden cesettir, acı duymaz, eşya gibidir... Ruh, kurtulmuştur (Gökçekimi yasalarına uymuştur, mutludur) ama şu NEFS var ya, hani o bileşke, o biyoelektromagnetik alan ışıması, o vektör var ya... İşte o çırpınır . O korkar ölümden.

Beden (kök içinde artı dört) ve ruh (kök içinde eksi dört) bileşkesi kocaman bir sıfırdır. Artı eksiyi, somut sayı soyut sayıyı götürmüştür. Cebirsel işlem sonucu = Kocaman bir sıfır yani NEFS denen cerbeze ve vaveylacı ASİ... Şımarık, kibirli züppe, snob kişilik... Onun adı NEFS'tir... Onu sevdiği şeylerle (Öfke, kibir, horgörü vb.) beslemeyin. O besin LANETLİ AĞAÇTA (Şeceretil Mel'une) de AYNEN vardı. Adı Zakkum'dur. Zakkum nefse EZİYET eder... Nefse eziyetin tersi yani kurtuluş NEFSİ öldürmekten geçer...

Dünya da ÇOK GÜZEL... Yaşamın tadını çıkarmalı... Çiçekler pembe, erikler buğday kadar pörtlemiş. Yasemen ve hanımeli kokusu genzime doluşuyor. Bitişikteki ağaçlıkta sanırım çok güzel sesli bir kuş ötüyor. Gerçekten dünya ŞİMDİLİK ve GEÇİCİ olarak çok çok güzel... Bu RUH kardeşliği... Dünya’nın biyosferinin ruhu... Ön bahçede leylak kokuyor. Çok güzel açtığını görmüştüm. Bunların yerine sadece diken olsaydı... Cennet'i hayal etmek imkansız olurdu... Yaratıklar bize Cennet’i anlatan ALLAH misalleridir...

“Çift Çift Yaratılış”

Hak ve gerçek çifti üzerine kısa örnekler. Sadece Allah bir ve ünik (eşsiz benzersiz, tek, yegane, biricik). Yaratan TEK yaratılanlar:

1.    Çift (İlk çift)

2.    Çiftin çifti (4)

3.    Bunun çifti (8)

4.    16 çifti

5.    32 çifti

6.    64 çifti

64'ün tıbbi sırrını anlatayım. Bir aşılanmış yumurtadan EN FAZLA 64 klon elde edersiniz. 65 asla olmaz. Bu rakamı aklınızda tutunuz. İkiz, üçüz gibi bu 64üz'dür. Bir beden örneğine en fazla 64 ruh tahsis edilir. Mesela 16 ne demek? Ayete baktığımızda hayvanlardan 8 çift yaratıldığını söylüyor. 8 çift=16 .

En’am 143: Sekiz çift: Koyundan iki, keçiden de iki. De ki "İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinin kuşattığını mı? Eğer doğru sözlü iseniz bana ilimle haber verin".

Zümer 6: Sizi bir tek canlıdan yarattı; sonra o canlıdan onun eşini vücuda getirdi. Ve sizin için davarlardan sekiz çift indirmiştir. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, bir yaratıştan öbürüne geçirerek oluşturuyor. İşte Allah! Budur sizin Rabbiniz! Yalnız O'nundur mülk ve saltanat! İlah yoktur O'ndan başka! Hal böyle iken nasıl oluyor da gerçeğin tersine döndürülüyorsunuz?

Şimdi iki ayetten de KLONLAMAYI apaçık gördünüz mü? Ana karnından itibaren klonlanma. Hem de ilk klonlanacak hayvanın KOYUN olduğunu söylüyor AYET. ÖYLE OLMADI MI?

Kur'an budur, kendini sevenle oturur konuşur. Klonların ya da ikiz-üçüz her neyse her birinin Kalu Beladan elbette REZERV ruhları ve/veya bu ruhların mutlaka rezerv bedenleri vardır. Çünkü xi, yi, zi sanal koordinatlarının olduğu yerde otomatikman bildiğimiz x, y, z koordinatları da vardır. Yani xi gibi ruh koordinatının x gibi MADDİ BEDENİ vardır.

Biz dönelim ÇİFT gerçeğe... Önce 4 de duralım: Dördün ikisi: Madde ve antimadde... İkisi de tıpatıp aynı ama birbirlerine rastlamasınlar yokolurlar birlikte -1 ve +1 toplandığında sıfır (yok) olurlar. Birinin zamanı ileri akar diğerinin geri.. İki zaman toplandığında zaman yok olur. Bir çift foton çarpışırlar: Yeterli enerjileri varsa, örneğin bir proton (p+) ve bir de antiproton (p- yüklü) yükleri dışında herşeyleriyle AYNEN TIPATIP ve gerçekler. Bunu büyütelim: Karşımıza bir bizim maddi evren bir de ANTİMADDE evren çıkacaktır. Her ikisinde de BEN varım. Buradaki BEN maddeden yapılmış bedene sahibim, ötedeki BEN ise antimaddeden yapılmış bedene sahibim. İkimiz birbirimizi ASLA sonsuza dek göremeyeceğiz. Çünkü yanyana geldiğimizde küçük bir kıyamet olur ve birlikte yokoluruz. Yani ÖTEKİ SEN'i asla merak etmeyin, İKİNİZDE GERÇEK olduğunuz halde herkes kendi evreninde "BEN GERÇEĞİM" öteki yok! der. Ama proton ve antiproton gibi... İKİNİZ DE VARSINIZ! İkiniz de gerçeksiniz. Bir şey dışında gerçeksiniz. İki zıt (eşlenik) gerçek toplandığında SIFIR GERÇEK olur. Gerçek kalkar. Şimdi yeniden dörtlü gerçeğimizin diğer ikisine dönelim:

Bunlar da imajiner iki sayı: +kök içinde -1 ve - kök içinde –1. Bunlar da birbirlerini YOKEDER. İki zıt gerçeğin toplanmasından çıkan sonuç şudur: SIFIR GERÇEK. Zaten bizim madde ve antimaddeyi de katarsanız, oldu dört gerçek. Şimdi iki gerçeğe inelim. Biri REEL bir sayı mesela bildiğimiz 1, diğeri de kök içinde –1. İki gerçek de birbirini yok eder. Geriye yine sıfır gerçek kalır. “Külli nefsün zaikatül mevt” uyarınca, herkes ölecektir ama KARŞIT GERÇEĞİ İLE BİRLİKTE... Yoksa ölüm olmaz. Şimdi Gerçek (Sahi, Sahih, El Sah, Essah) çifti başka HAKİKAT denen gerçek tekliği başkadır. Her (çift) şey yok olur, geriye HAKK olan BİR TEK EL-HAKK yaratan kalır.

La Mevcude illa hu! La ilahe illallah! HU! Hüve! Ben ve sen birer gerçeğiz. Yaratılmış BEN ve SEN YOK olacak ama O (HU) DAİMA, Vacibülvucud mevcud olacaktır. "Allah tüm gerçeklerin üstünde HAK(ikat, yegane HAKK) olandır. Bu ve benzeri ayetlerin de sırrını buradan kavrıyoruz.

 

1