Slm&Slm

Haşa ALLAH ırkçı değildir, üstünlük takvadadır.

Ne var ki Araplar, küfürde ve nifakta hep ileri gitmişler,
kendilerinin yanısıra kendilerine uyan milletleri de beraberlerinde
pisliğin içine çekmişlerdir.

Burada eleştirilen esasında ARABİST kafa yapısıdır, kafirlikte ve
münafıklıkta sınır tanımayan düşünce sistemidir. Yoksa bir Arap ya
da Türk ya da Sudanlı ya da herhangi bir millete mensup herhangi bir
kişi, her biri eşit haklara sahiptir.

Her birey/bilinç/nefs/benlik/özkimlik, EL ALİM olan
RAB’binden “RABBİ ZIDNİ İLMİ” ile ilim isteyebilir. Her biri
ilmen/aklen ALLAH’ı bilebilir. Bu kapı kimseye kapalı değildir.

Çünkü her cüz’i akla sahip birey, külli aklın şubesidir/abonesidir,
paydanın payıdır ve dileyen, ana santrale bağlanabilir. Yeter ki
kulları O’ndan istemeyi/dilemeyi bilsinler!

Çünkü O ALLAH ki, ĞANİ’dir, MUĞNİ‘dir, zenginliği dilediğine, ilmi
ise isteyene / gidip alana verir. Çünkü SAMED’dir, hep verir, yeter
ki kulları istemeyi bilsinler, MUCİB olan RAB’lerine DUA etsinler!

Yukarıda, “Burada eleştirilen esasında ARABİST kafa yapısıdır,”
derken, Arap olmadığı halde ARABİST düşünenlerin de aynı kapsama
girdiğini söylemeye çalışıyorum. Ve Sünnileştirme faaliyetlerinin
perde arkasında, yine bu Araplaştırma politikalarının yattığını
gösterebilmeyi diliyorum.

Çünkü Atatürk’ün önerisi, Sünnileştirme=Araplaştırma siyaseti güden
bu Diyanet değildi, aksine “İslâm=Arap Kültürü” anlayışını ortadan
kaldırmayı amaçlayan bir DÜYUN idi! Bu yüzden Atatürk boş yere
LAİKLİK demedi!

Atatürk’ün lâiklik anlayışı, din ve vicdan hürriyeti ilkesine
dayanmaktadır; her birey dilediği inanca göre ibadet etmekte
özgürdür; din ve devlet işleri birbirlerinden ayrılmışlardır. Bu vb
uygulamalarından dolayı Atatürk’e ne kadar teşekkür etsek azdır.
Milletimizin karanlıktan aydınlığa çıkmasında onun üstün azim ve
gayretleri, ufkun da ötesini görmeyi hedefleyen ileri görüşlülüğü,
çoklarının bilmediği ama yüreğinde taşıdığı yüksek inancı ve
şuurluluğu büyüktür.

Türk Milleti artık “okuduğunu anlasın” düşüncesiyle Türkçe Kur’an
yazdıran odur. O dönemin tüm şıh-mıh takımı arasından (kötünün
iyisi) seçtiği Elmalılı’ya Kur’an’ı tefsir ettirmiştir. Ancak Kur’an
ve ezanın Türkçe okunmasını asla dayatmamıştır. Onun gâyesi,
milletin Kur’an’ı anlayarak okumasını sağlamak gâyesidir! ...

Pekiyi, Atatürk’ten sonra gelenler onun izinden gittiler mi? HAYIR!

Dini ve dolayısıyla Kur’an’ı yeniden yobazların ellerine teslim
ettiler. Hâl böyle olunca da Kur’an insanlar için bir muamma olmaya
devam etti, yedi kat muşambaya sarılıp evlerin yüksek bir yerlerine
asıldı, uyduruk kaçık hadislerle, fıkıh safsatalarıyla koca millet
uyutuldu. İnananlar ne yaptıklarından, inançsızlar ise neye
saldırdıklarından habersiz halde, derin uykuya daldılar ve aradan
yıllar geçti!

İslâm aleminde -Vatikan misâli- dini abluka/himaye altına alanlar
tarafından saf insanlar sömürüldü. Bu ruhban takımının Türkiye’deki
temsilcisi de şimdiki Diyânet oldu. Oysa Atatürk böyle düşünmemişti,
Diyâneti bu amaçlarla kurdurmamıştı, hatta DİN değil DÜYUN
kelimesine yer verilmesini istemişti!

Ne oldu ise oldu, Selanik Locasına bağlı mason İsmet Paşa ile
birlikte yobazlaştırma süreci başlatıldı. Düğmeye ilk o bastı,
Atatürk’ün tüm olumlu uygulamalarını silmek için elinden gelen
çabayı sarf etti. İşte milletimiz de bu hâle geldi ...

Kur’an’da, “Fasih Arapça” der ALLAH Kur’an için. Bu ne demektir?

Şu demektir: Kur’an, gramer yapısı Arapça olan, ancak dili yani
kelimeleri Arapça olmaktan öte çok dilli bir kitaptır. Nasıl?

Bir pasaj yazıyorum:

“Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin
dahilinde, iktidâra sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyânet
içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidâr sahipleri, şahsî
menfâatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler.
Millet, fakr ü zarûret içinde harâp ve bîtap düşmüş olabilir.”

Cümle kesinkes Türkçe’dir, ancak içinde Türkçe olmayan çok sayıda
kelime vardır. Örneğin; şerâit, elîm, vahim, memleket, dahil,
iktidâr, sahip, gaflet, dalâlet gibi ...

İçlerinden çok sık kullandığımız memleket kelimesini çekip alalım ve
inceleyelim: Kelime kökü MLK’tir; meMLeKet, MaLiK, MeLiK, eMLaK,
meMLuK vb. (Hatta arayın lütfen günlük konuşmalarınızda
kullandığınız kelimeler arasında M harfi ile başlayan kelime var mı?)

İşte Kur’an da böyledir; içinde kelime kökü Sankritçe olan yaklaşık
2.000 ve bunlardan türetilmiş yaklaşık 60.000 kelime vardır. Bu
yüzden Araplar ezelden beri Kur’an’ı anlamaktan uzak kalmışlardır,
dolayısıyla kimseye de anlatamamışlardır! Dahası, Kur’an’ı anlamak
yerine Arabi zihniyeti sahiplenen başka milletten müslümanlar da
(meselâ bizimkiler) yüzyıllardır safsatalarla uğraşmışlardır.
(Mektubumun ikinci bölümünde Araplar ve Türkler ile ilgili kısa
açıklamalarda bulunacağım.)

Şimdi de “selam”a geliyorum ve konumuzla ilgili Kur’an’dan iki ayet
yazıyorum:

la yevme’une fiyha lağven la te’siymen illa qıylen selamen selamen
(Vakıa Sûresi, 25-26)

(Ne BOŞ LAF işitirler orada ne de günaha sokan bir şey. Sadece SeLaM
SeLaM denir.)

ALLAH, SeLaM SeLaM dememizi istiyor, ancak Kur’an’ı esas aldığını
iddia eden 1,5 milyar müslüman gelenekselleşmiş Selam+ün aleyküm
demeyi tercih ediyor! Bu ne inat böyle, bu ne Arabilik?

Dilleri varmıyor SeLaM SeLaM demeye! Oysa insan birinci
selamı "yabancı fobisinden" verir, bu "barış teklifinden çok, sana
güvenebilir miyim?" kabilinden bir korkudur ve içinde gerçek barış,
samimiyet yoktur, ama ikinci selam ise "evet evet, barış,
samimiyetine güveniyorum, art niyetli değilim" anlamında bir
onaydır. Yani SeLaM diyerek "yabancı fobisi" çekiyor bazılarımız.
Niyeti dayatmak ve kendi samimiyetsizliğini belirtmek.

Selamün Aleyküm >> Selam ÜZERİNE olsun. Ya kimin üzerine olacaktı?
Benim üzerime olacaktı elbette. Küm-KE gibi son ekler >> SENİN
demektir. Ya bir topluma girdiğinizde bir çok kişi varsa? İçlerinden
birini mi seçmek zorundayız? Biz Arabist miyiz? Arapça konuşmak
zorunda mıyız?

Oysa SeLaM kelimesi Arapça değil, SLM kökünden, türetmeleri de
iSLaM, SeLiM, SaLiM, müSLüM, müSLüMan vb. Aslı Sankritçe olan
SELAM=BARIŞ kelimesini kullanmak yerine, üstelik SLM&SLM ile
karşımızdakine İKİ KEZ BARIŞ demek yerine, Arapça ekler getirerek
Selamün Aleyküm demenin manası nedir?

Üstelik Kur’an’a göre de yanlış iken!

Selamün Aleyküm'ü SADECE ALLAH KULLANABİLİR: "O nebiyi de an...SELAM
onun üzerine olsun..." gibi. Ama bizden istenen kalpten gelen
iman/ikrar SELAM’ının iki ile çarpılarak dilimizde tekrar olmasıdır.

Onun için Slm&Slm diyoruz, ama bu ASLA bir slogan değildir.

...

İkinci bölümde Araplar ve Türkler’den söz edeceğimi yukarıda
yazmıştım. Lütfen, aşağıda yazdıklarımı okuyarak madalyonun gerçek
yüzü ile yüzleşin:

Araplar inkarcılıkta (kafirlikte) ve ikiyüzlülükte (münafıklıkta) en
şiddetlidirler. ALLAH'ın rasûlüne indirdiğinin sınırlarını bilmemeye
(resûle indirileni anlamamaya) da en yakındırlar. ALLAH Hakim’dir,
Alim’dir. (Tevbe Sûresi, 97. ayet)

Görüyorsunuz ya, Kur’an’da Araplar aşağılanıyor. Ancak bizim çok
bilmiş meâlci ve tefsircilerimiz uyanıklık ederek “Araplar”
yerine “Bedeviler” yazıyorlar! Millet de saf ya, yediriyorlar!

Ayetteki “El A’rabi” apaçık “Tüm Araplar” demekken, ki
İngilizce’deki “The” gibi Arapça’daki “El” de genelleyen bir
artikeldir. Ama ne hikmetse Araplar yerine Bedeviler yazılıyor. Her
şey iyi hoş da, Bedevi zaten Arapça bir kelime ve çoğulu Badiye!
Neler oluyor?

Bir diğer ayet:

Hiziblerin gitmediğini sanıyorlar. Hizibler tekrar gelse
kendilerinin çöldeki Araplar arasında olmayı ve sizin haberlerinizi
uzaktan sormayı dilerlerdi. Aranızda olsalardı dahi pek az
savaşırlardı. (Ahzab Sûresi, 20. ayet)

Ben “çöldeki Araplar” yazdım, sizler tüm mealleri açıp okuyun
lütfen, göreceksiniz oralarda “çöldeki Bedevi Araplar, çöldeki
Bedeviler vb” yazıyor.

Zaten çölde yaşayan Arap’a Bedevi denmiyor mu? Bizdeki Yörükler
gibi.. Hiç “çöldeki Bedevi” denir mi, Bedevi zaten şehirde değil
çölde yaşar! Ama çöldeki Arap denirse olur, işte bu bedevi demektir,
ki Kur’an’da böyle yazıyor, -Bedeviler manasında- “çöldeki Araplar”
deniyor.

Kur’an’daki aslı ise şöyle >> “baduvne fiy el a'rabi”, yani “Araplar
içindeki Bedeviler”..

O halde çok bilmiş mealcilerimiz, diğer tüm ayetlerde yaptıklarına
sadık kalarak, bu ayetteki çeviriyi de şöyle yapmalılar
>> “Bedeviler içindeki Bedeviler” :) Çünkü onlara göre El Arabi
demek Bedeviler demekmiş. Hadi burdan yakın?

Anlıyoruz ki, tüm islâm alemi, Emevi, Abbasi ve hatta Osmanlı etkisi
altında bütünüyle Arabi olmuş, Kur’an adı altında insanlara Kur’an
dışı bidatlar, daha doğrusu Arap Milliyetçiliği öğretilmiş. Çünkü
gerçekler gizlenmiş, sadece Araplar tarafından değil, tüm Arabistler
tarafından!

Gelelim Türkler’e:

Araplardan geri bırakılmış olanlara de ki: "Siz yakında çok zorlu
savaş veren bir kavimle çarpışmaya çağrılacaksınız. Ya onlarla
çarpışırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar. Eğer onlara itaat
ederseniz, Allah size güzel bir ödül verecektir. Yok eğer önceden
döndüğünüz gibi yüz çevirirseniz, Allah sizi acıklı bir azapla
cezalandırır." (Fetih Sûresi 16. ayet)

Buradaki çok zorlu savaş veren kavim Türk kavmi Karahanlılar değil
mi, başlarında da Tarık Buğra Han var. Eğer Karahanlılar hakkında
araştırma yapılırsa, onların sayesinde bugün Arapça değil hâlâ
Türkçe konuştuğumuz kolaylıkla anlaşılabilir. Çünkü onlar Arapça ve
Farsça yerine Türkçe kullanmayı tercih etmişlerdir!

O dönemde Araplar’ın başında ise Haccac denen bir katil vardır ki,
binlerce Türk’ü katletmiş, Türkler’e yapmadığı pisliği
bırakmamıştır. Zaten Kur’an’da Arapların ne mal oldukları iyice
açıklanmıştır! Ve Türkler de övülmüştür!

Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse şunu bilsin ki, Allah,
yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı
boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir kavim getirecektir. Bunlar
Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar.
Bu, Allah'ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur. Allah, yaratılışı
ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir. (Mâide Sûresi, 54.
ayet)

Şimdi her iki ayeti (Fetih 16 ve Mâide 54) ya yana koyun ve
Araplarla ilgili ayetleri de inceleyin, göreceksiniz ki Kur’an’da
Araplar aşağılanmış, karşılığında Türkler övülmüştür ...

Demek ki bizler, Kur’an’ı, Araplardan ve onların kuyrukçuluğunu
yapan Arabilerden daha iyi okuyup anlayabiliyoruz.

İşte sırf bu yüzden Atatürk, onların egemenliğine son verip Kur’an’ı
meâl ettirdi, Arabi din adamlarının/tacirlerinin elinden alıp Türk
Milletine sundu. Hatta Arabi kafa yapısından milleti kurtarabilmek
için Lâtin alfâbesini seçti.

Ulu önder Atatürk çooook farklı ve ileri düşünüyordu, ancak
düşüncelerinin hepsini ona uygulattırmadılar.

İnşa ALLAH bizler bunu başarmaya muvaffak olabiliriz ...

Saygı, Sevgi ve iki kez BARIŞ dilekleriyle
 

1