3---------
“Hz.Hızır’ın Zaman Yolculuğu”
DEHR ile ilgili bir ayet var. DEHR denen bir zaman birimi var. CPT denen simetriler yasaları var. T=Zaman dört yollu. İleri giden, geri giden. Bir ileri bir geri giderek sürekli ossilasyon yapan zaman ve bir de DEHR yani dilediğin gibi kullanacağın master'ı olduğun bir zaman=DEHR var.
Şöyle bir örnek. Mekanda enine yolculuk yapmak (Zaman enlemi). Mesela Mekke ile Kudüs iki kent normalde siz uzay'da yürür/araçla gidersiniz. Bir de paranormali var: Siz durursunuz. Uzay yürür. Yani ayağınızın altındaki halı Mekke-Kudüs yönünde yürür. BUNA UZAY YÜRÜYÜMÜ denir.
Zaman da bir boyuttur (V-1 kökiçinde sanal bir boyut, Minkowski uzunluğu). Aynı zamanda Kozirev'in "ALAN=Zaman enlemi x zaman boylamından oluşmuş soyut iki uzunluğun oluşturduğu evren yüzeyi (km2/s2) Sarfatti-Eiberg postulatına göre ise bu üç boyutludur (Zaman küresi) yani km küp/saniye küp. O halde zaman da üç boyutlu fakat SANAL bir uzayın ta kendisidir. Bu uzayda öyle ya da böyle yürüyorsak ve/veya uzay bize yürüyorsa, aynı mantıkla zaman-küre içinde biz yürüyoruz ve/veya zaman bize yürüyor. Resulullah Mescidi Aksa'ya gitmedi. Mescidi Aksa ona YÜRÜDÜ DEHR denen bu üçüncü tip zamanda.
HIZIR özel bir yetkiye sahiptir. Zamanı bir ÇARK gibi düşünün, ya da Rulet masası gibi. Top çevrede dönüyor ve istenilen numaraya/böylmeye düşüyor. Hızır zamana DEHR (CPT-4) tipi giriyor. Yani zaman küresine veya çemberine TEĞET ama Zülkarneyn öyle değil: Daireyi kesen bir KİRİŞ gibi "İKİ ZAMANLI" yani biri ÖNCE diğeri SONRA olan İKİ ZAMAN=KARNEYN CPT-3 tipinde. Hızır gibi HER NOKTADAN değil TEĞET değil Sadece İKİ NOKTA=KİRİŞ'den giriyor. Kiriş ise Kur'an'da SEDD diye geçiyor. Zülkarneyn seddi. CPT-2 impulsiftir. Osilasyoniktir. Elektrik akımı yani şebeke cereyanı gibi AC'dir bir ileri bir geri akar. Bu zaman türüne sadece NÖTRİNOLAR uyarlar. Evrende başka hiç bir parçacık daha buna uyamaz. Nötrinolar aranılıp da bulunmayan ESİR (Ether)in ta kendisidir. Tamamen hayalettirler. Zamanda bir ileri sonra düzgün biçimde bir de geri akarlar.
Nötrino ve antinötrinoların sanıldığı gibi zamanları birbirine ters akmaz, biri ileri diğeri geri gitmez. Her ikisi de BİR İLEİR-BİR GERİ akarlar. Düz gidene ANTİNÖTRİNO zamanda geri dönene de NÖTRİNO denmektedir. Yani zamanda ileri akan bir antinötrino, geriye çevrilen oku nedeniyle bu kez NÖTREİNO olur. Sonra yeniden Alternatif akım gibi yine zamanda ileri akar, sonra yine geri akar ve bu çok düzenlidir. Bu yüzden nötrinoların ünlü "ESİR" olma ihtimalini Louis de broglie %100 diye görmektedir.
Nötrinoları bir yerden daha tanıyoruz: Şeytan cinler gibi (eksi ve artı yüklü elektron ve pozitron olmayıp, yüksüz bir elektron GİBİ DAVRANDIĞINDAN, NÖTRİNO RÜZGARLARI OLARAK (BU BİLİMSEL İSMİDİR) TANINIR. Nötrinolar tamamen hayalettir, maddeyle hiç etkiyeşmezler. Dünyanın ya da uzayın boydan boya içinden geçerler ötesinden çıkarlar. Madde onlara saydam davranır. Madde ile tek etkileşimleri ise şudur:
Nötrino rüzgarı=VESVESE. Şeytan zamanda bir ileri gidiylor yaşlanıyor (Antinötrino gibi) sonra öleceği yaşa geldiğinde düzenli olarak bu kez gelecekten geçmişe akıyor ve gençleşiyor. Şeytan kıyamete kadar ölümsüz kılınmıştır, çünkü insanoğlundan intikam istemiş ve kendisine böyle bir ALTERNATİF AKIM gibi giden bir zaman verilmiştir. Böylece şeytan iki uç arasında AC gibi gider-gelirken cinler ve insanlar ise DC (Direck Current, Doğru akım, redresörü) tipinde osilasyonsuz zamanda hep ileri (veya hep geri) giderler.
slm&slm
“Hz.Musa-Hz.Hızır Buluşması - Sabır - Ali İmran 101-119”
18/66: Musa ona: "Sana öğretileni bana hayra götüren bir bilgi olarak öğretmen için peşinden gelebilir miyim?" dedi.
Hz. Musa RAHMET ve BİLİM için ikisi için öğrenci olmak istemektedir. Ayette "Sana öğretilen" demiyor. Allah'ın rahmetinden olarak öğrendiğin bilimden diyor. Hz. Musa bu arada "Sadece ben senin peşinden (Zamanından, zaman yolundan) gelebilir miyim diyor? Yani Yuşa sanki ortada yok gibi...
18/67-68: O: "Sen doğrusu benim yaptıklarıma dayanamazsın, bilgice kavrayamadığın bir şeye nasıl dayanabilirsin?" dedi.
Şimdi burada önemli noktalar var: Hızır "Bir şeyler yapacağını" söylüyor. Ama "DİLİ GEÇMİŞ ZAMANDA" yaptıklarıma, yapmış olduklarıma... diyor. "Yapacağı" şeyler "Geçmişte YAPMIŞ oldukları" oluyor birden. Bu paradoksu kastederek, "Senin kafanı karıştıracak şeylerin" diyor. "NEDENSEL"lik tersinecektir: Çünkü "İÇYÜZÜNÜ, NEDENİNİ" kavrayamayacağın şeylere dayanamazsın, sabredemezsin diyor.
Burada olay şu:
"SONUÇ" önce gelecektir. Yani NEDEN olarak baktığında Musa için her şey anlamsız olacaktır. Dolayısıyla bizler de "SONUÇSALLIK" ilkesiyle bu ayetleri anlamaya çalışacağız.
18/69: Musa: "İnşaallah sabrettiğimi göreceksin, sana hiç bir işte baş kaldırmayacağım" dedi.
Hz.Musa boyun eğiyor. Çünkü peygamber olmak başka ALİM olmak başka başka şeyler... Musa "Sabrettiğimi" göreceksin derken SABIR iki yönlüdür:
a) Bildiğimiz sabır
b) Tersinen sabır
Bu mekanizmayı açıklamak için önce SBR (Sabr, sabır) üzerinde duralım. Allah'ın iki ismi vardır ki birbirine karşıt durur. Birincisi "Seriul Hısab" yani seri hesab görücü... Bunun MİSALİ bilgisayarın saliseler içinde onbin rakamlı bir sayının küb kökünü alması gibi düşünün. Bu çok hızlıdır. Elektirk akımı gibi ışık hızıyla geçer gider ama aynı elektrik akımına eğer "Rezistans=Direnç" korsanız iş başkalaşır.
Elektrik akımı bu kez (volt, amper, watt vb. klasik formüllerinden biliyoruz ki) ışık hızıyla ve işlevsiz olarak geçmez. Örneğin "Rezistanslı elektrik sobalarında" direnci aşarak öteki uca (kutba) ulaşmaya çalışır. Bu arada, bildiğininiz üzere elktrik sobası da bizi bir güzel ısıtır.
Yani Seriul hısab=Işık fıtınlarının (ışık ışınlarının) talimidir. Allah'ın Es-Sabur ismi ise "Isı ışınlarının" (Termik fotonların) talimi (Göstergesidir). Allah'ın SABUR isminin işlevini şimdi daha iyi anlayabiliyor muyuz? Ve şunu anlayabiliyor muyuz?
"Onlara az bir süre tanı", "Sen onlara bir mühlet ver". Bu ayetleri bilirsiniz... İşte bu yüzden Sabır demek, "İntikal süreci" demektir. Toprağı sularsınız ama, bir S Ü R E tanıyacağız ki, su suladığımız bitkinin köklerine gidip oradan özümsensin.
Allah katında zaman "OL=ÖL" yani doğum-ölüm aynı yerdedir. Ya da doğum=NEDEN, ölüm=Sonuç aynı yerdedir. Çünkü ışık hızına yaklaştıkça, DOĞUM-ÖLÜM ya da NEDEN ve SONUÇ arası kısalır. Bunun için ikizlerden ışık hızıyla giden, diğerine göre 14 kez daha GENÇ kalır. Çünkü öyle hızlanmıştır ki, neden ile sonuç arasını iyice kısaltmıştır. Tam ışık hızında ise ışık hızı yüzünden uzay-zaman bükülür ve komprime bir yay gibi, başı ve sonu (NEDENİ ve SONUCU) birleşir. AYNI şey olur. NEDEN=SONUÇ olur.
Dolayısıyla biz MADDE olarak ışıktan çok çok çok yavaş gittiğimizden zamanımız ya da "NEDEN ile SONUÇ'un arası çok uzadığından, bize Allah SABIR tavsiye etmektedir. Eğer ışık hızıyla giden canlılar olsaydık bize "SABIR" tavsiye edilmeyecekti. Allah'ımızın dediği gibi "O gün gelecektir ve işiniz bitmiştir bile, sizler artık mahşerde hesap vermektesiniz", ya da "Kıyamet kıskıvrak gelmiş sizi yakalamıştır, Cennet ve Cehennem'i paylaşmışsınızdır bile..." Bu tür ayetlere bir örnek de Yecüc ve Meücü ile ilgili ayetlerden verebilir.
18/99: Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sur’a üflenince hepsini bir araya toplarız.
Biz onları (Osilasyonik dalga) olarak içiçe (iki ayrı fazı birlikte) bırakırız dalgalar halinde birbirlerine girereler. Şimdi dikkat ederseniz, "Gelecek zamanı uzun bir tehir ile anlatıyor ayet... ama "O gün Sur'a üflenmiştir hepsini bir araya toplaMIŞızdır diyor. Yani Allah katında İŞ bitmiş ve de MİŞLİ GEÇMİŞ ZAMAN İLE BİTMİŞ.
Bu ifadeyi kasten seçtik ki "SABIR" olayını anlatmak için. Sabrın arkasında birden herşey bitmiş oluyor. Halbuki sabır çok uzun ve zor geliyor bize... Bir gün=bin yıllık bir ilahi takvimde ise saliselerden ibaret... Ahırette birgün kalan biri dünya takvimiyle 1000 yıl (364.bin gün) kalmış olacaktır. Asıl sabrı orada öğreneceğiz. Mahşer meydanında tıkış tıkış değil bir gün belki orada on gün (Onbin yıl) yüzgün (Yüzbin yıl) kalacağız.
ALLAH'TAN SAKINILMASI GEREKTİĞİ GİBİ SAKININ. Mütteki olup Korkun ey Hanifler... Allah bize ASR gibi surelerde niçin SABRI" tavsiye ediyor? Sabırsız olsak ne yazar. Yine eli mahkum sabretmek durumunda değil miyiz? Örneğin yarın bir olay var. İki kişi bu olayı yaşayacaklar ama yarın olmadı. Biri sabrediyor. Diğeri ise sabırsız ve cerbeze... "Öff ya?!" deyip hayatı hem kendine hem öteki insanlara zehrediyor (Stres bulaşıcıdır). Ertesi gün oluyor. Sabreden ile sabretmeyen aynı SÜRECİ yaşıyorlar. Sabırsızlık gösteren ise hayatını karartmış, yarına perperişan çıkmıştır... İkisi de aynı SÜREyi aşıyorlar ama biri SABIR'lı, diğeri ise SABIRSIZ. Yani sabır olayında KİŞİLER yargılanır. Olay bir tekdir ve herkese eşit zamanlıdır. Burada sınanan bizleriz. Sabreden ya da sabırsız olan bizleriz. Sabırı "Sabreden derviş muradına ermiş" gibi algılamamak gerekir.
Yine sabrı irdelediğimizde sabrı şöyle anlamamız gerekecektir. Kötülük fiilinin oluşması için "SABIR" göstermek şarttır. İyilik ve kötülük farklı şeylerdir. İyi insanlar bir arada yürürken, bir KÖTÜ gelir ve size omuz vurur. Siz özür dileseniz bile "Affetmiyorum, lan, önüne bak" der. İşte bu kötülüktür. Bizler melek değiliz yani KÖTÜ'ler ve kötülükleri olması gerekiyor ki, "Hesap defterlerine" kötülükleri fiilen gerçekleşmiş olarak kayıt altına alınsın.
Daha genel bir örnek ile Bosna'da yüzbin kadar müslüman kadına tecavüz edildi. 500 bin müslüman toplu mezarlarda yok edildi. Bunlar olmalıydı. "KÖTÜLÜĞE fırsat tanıyarak, kötülük fiilinin olması gerekiyor çünkü.
Bu konuda bir ayeti ise Ali İmran suresi 110-111-112 ve 113'de bulabilirsiniz. Maalesef, Boşnak kardeşlerimiz tarihten ders almadılar. Tito zamanında Boşnak (Müslüman) ve Katolik (Hırvat) ile Orthadoks (Sırp)lar birbirlerini yemişlerdi. Ordunun yönetimi, Federal Yugoslavya kurulduğunda, nedense SIRP'lara bırakıldı. Buna Boşnaklar göz yumdular. Sırpları Yugoslavya'nın jandarması yaptılar ve kendi askerlik hizmetlerini "Kısaltıp" yan gelip yattılar. Sırplar silahlı kuvvetlerin tek hakimi olunca ve işler de zıvanadan çıkınca, İHMALLERİ yüzünden Boşnak kardeşlerimiz tedbirsiz ve silahsız olmanın bedelini ağır ödediler. Oysa Allah şöyle buyuruyor (Tedbir ve tevekkül zikredilerek), "Bir kavim kendini düzeltmezse, andolsun ki Allah da o kavmi düzeltmeyecektir"
Afganistan yüzyıllardır kendini düzeltmememinin bedelini ödüyor. Ortaçağı ve aşiret düzenini alıp getirip Millenium'a ışınlamışlar sanki... Afganistan ya da Suudiler farkettmez.
3/110: Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğrulugu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde inananlar olmakla beraber, çoğu yoldan çıkmıştır.
Burada bildirilen HAYIRLI grup elbette sahabelerdir. Şimdiki hiç bir Müslüman bu klasmana girmiyor. Kitap ehli derken bugünkü batı alemi gibi algılamamız gerekiyor. İçlerinde inananlar ise ben gibi (sonradan Müslüman olanlar)
111. ayete bir bakalım;
3/111: Onlar incitmekten başka size bir zarar veremezler. Sizinle savaşa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.
Sırplar'ı örnek aldık. Onlar sizi "İncitmek"ten öte bir zarar vermezler diyor. O kelime "İncitmek” değil. "İhmalin ve tedbirsizliğin DOĞAL cezasıdır." Müslüman ya da budist hiçbir şey değişmez burada fiil "İHMAL, ve TEDBİRSİZLİK"tir. Yani konu İSLAM değil, İNSAN bu ayette... Ancak şu da var ki, Allah yine aynı ayette biz müslümanlara sahip çıkıyor: "Sizi cezalandırdıktan sonra, ya da şehid edip mertebenizi yükselttikten sonra vb.). Rum suresini de hatırlarsanız, Kur'an o surede "Rumların 3 ila 9 yıl arasında müslümanlara galip" geleceğini söylüyordu ve gerçekten bu olay çıkmıştı. Daha sonra onlar ve Sırplar bir süre galipgelmekle birlikte 3-9 yıl içinde "Arkalarına bakmadan kaçarlar. Sizinle savasa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez. Ayet böyle diyor.
Biz herşeye siyah ve beyaz bakıyoruz. Eğer Nato olmasaydı (ki Nato sırplara yardım etmedi bombaladı). Bir tek Boşnak ve daha sonra Kosova’lı Müslüman kalmazdı emin olun. NATO burada bir ALLAH nimeti olmuştur anlayana. Nato Sırplara değil bir şekilde MÜSLÜMANLARA yardımcı olmuştur. Kim bunun tersini söyleyebilir? İşte ayette bu tür sırlar var.
Tabii Rum kelimesinin de tanımını KUR'AN bakışı ile bir anlatalım: Burada bildirilen Rumlar Yunanlı ve Kıbrıslı rumlar değil. Çünkü Rum(Rim) kelimesinin aslı Romus ve Romulus'tur. Yani başından beri İKİ tip ROMALI=RUM vardır. Bunlardan birincisi BATI ROMA DİN VE MEZHEBLERİ. Yani Katolikler. İkincisi ise Doğu Roma (Bizans Ekümenliği, Fener Patriği). Bunlar da ikinci tip RUM'lardır. Yani mezhebleri ORTODOKSLARDIR. O halde Rum'lar derken Allah bir ırkı değil HRİSTİYAN MEZHEBLERİNİ bildiriyor. Bütün Slavların tamamı Ortodokstur. Batı bölümü (Leh, Çek, Slovak, Hırvat, Sloven) ise Katoliktir. Yani İslamın karşısında TATOLİK ve ORTODOKS'lar vardır. Rum Suresi’nde RUM adının verilmesi bunu anlatmaktadır. Dikkat ediniz bunlar içinde bir tek PROTESTANT mezhebi yoktur. Protestantlar bellidir: Anglo-Saksonlar; Hollandalılar, Kuzey Almanlar, Skandinav’ların tamamı. Kur’an indiğinde Martin Luter King daha doğmamıştı ama, Allah dileseydi onu da zikrederdi. Yani bir de protestantlar çıkacak onlar da size zararlı olacaklar gibi bir işaret ya da alimlere bir misal bırakırdı.
İslamiyetin (ve de türklerin) Hatta İsveç kralı Demirbaş Karl, Osmanlı müttefikiydi. Danimarka, Norveç, Hollanda, Protestan Almanya, Amerika vb. (İngiltere hariç, çünkü İngilizlerin politikası doğal siyonizm güdümündedir) hiçbiri Türkiye ya da islam ülkeleriyle bir kavgaları yoktur.
3/112: Nerede bulunsalar Allah'ın ve inanan insanların himayesinde olanlar müstesna onlara alçaklık damgası vurulmuştur. Allah'tan bir gazaba uğradılar, onlara aşağılık damgası vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendir. Bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandır.
Bunlar Rumlar (İki mezhebi kastediyorum), Sırplar, Ermeniler Ruslar vb. Bunlar içinde "Anlaşmalarına sadık ya da karşılıklı rıza ile işbirliği" yapanlar var. Misalimiz NATO idiydi ya, onlarla yaptığımız anlaşma dışında kalan o batıl ve batık BATI alemine zelilik damgası vurulmuştur (Aşağılık damgası).
Ayete dikkat ediniz: "Fenalıklarını yaptılar. Uzun bir süre sonra Kıyamet koptu ve yeniden dirildiler”
“Onlara alçaklık damgası vurulmuştur. Allah'tan bir gazaba uğradılar, onlara aşağılık damgası vuruldu."
Vurulmuştur-vuruldu (Çoktan hesapları bitti bile). Bizi sabır derken ALLAH indinde dikkat ettiniz mi "HESAPLAR GÖRÜLMÜŞ BİLE...", "ÇOKTAN İŞ BİTMİŞ BİLE...."
Musa Hızır'a "Göreceksin beni çok sabırlı bulacaksın" demiyor muydu? Sabır "NEDEN ucundan bakınca UZUUUUUUN bir süreç ama sonuç ucundan bakınca "Hesaplar görülmüş bile, Yecüc Mecüc mahşere toplandı bile...
Adam işsiz, Allah'ın verdiğine SABREDİYOR. Ama iş aramıyor ki? İş aramıyor ve rızkının darlığına SABREDİYOR. Çok komik. Sonra da diyor ki, Allah benim rızkımı bu kadar yapmış. Ben sabırlıyım, karşı gelmiyorum... İşte bunun adı da MESMENET damgası. Hani zelillik (Aşağılık) damgası vardı ya az önce... Bir de MESKENET =Miskinlik(Tembellik) damgası var ayetlerde....
18/69: Musa: "İnşaallah sabrettiğimi göreceksin, sana hiç bir işte baş kaldırmayacağım" dedi.
Orada Hızır kendisini tam reddetmişken birden fikir değiştirdi. Neden dersiniz? "İnşaallahi Sabıran". Anlamı şu: Allah inşa etsin. Neyi? Bunun yanıtı yine Kehf Suresi’nde "İnşaallah”ın geçtiği bir ayettir
"Hiçbir işi yaparken ben bunu mutlaka yarın yaparım deme. İnşaallah de. Umulur ki, Allah o yarınki işinden daha önce senin işini yapar"
Şimdi sihirli sözcük İNŞAALLAH yüzünden Hızır dönüyor ve MUSA'yı alıyor. Bu sözün tanımını şimdi ZAMAN YOLCULUĞU açısından comment edelim.
Şimdi aslında "Düş önüme gidelim" dediğinde, Hızır as. Musa'ya üç değil sonsuz kredi açmıştı. Musa kendisini ÜÇ ile kısıtladı. Yani bu son olsun, vallahi ayrılacağız eğer bir daha işine karışırsam ve sonucu nedenden önce düşünmeyi başaracağım dedi. Bunu az ilerleyen ayetlerde de yakalayacağız. Tahkik etmiyor Musa... Akil bir alim karşısında makul duracağına ukala oluyor. Musa deyip geçme Allah ona tecelli etmiştir. Kur'an'da adı en çok geçen peygamberdir (28 kez).
Musa Allah'ın sevgili kullarından elbette... Ama gel gör ki, Rabbimiz Alim kulunu hiç bir elçisine değişmez. Alim Allah'ımızın da adıdır. Resulullah şimdiki Afgan halkına BU DİNİ GETİRMEDİ Mİ? Getirdi. CEHALETLE Ortaçağ düzeniyle geldi bu din Afgan semalarına. Keşke bir de ALİMLERİ olsaydı... Bir tek alimcikleri... Ne acıdır ki Afganistan tarihinde yanlışlıkla ve kaza eseri bir tek BİLGİN, BULUŞ sahibi çıkmamıştır... Yani mesela bir tek Peştu, pathan beluci, Dari, Tacik ve Hazari'den örneğin basit bir konserve açacağı bulan bile yok. Ama Afanistan Türkistan’ından İbni sina (Özbektir) çıkmıştır. Bugün tıbbın birinci Master'i maestrosudur. Hipokrat bile ondan sonra ikincidir.
“Ey iman edenler, eğer o kitap verilenlerden her hangi bir gruba uyarsanız, sizi inandıktan sonra döndürür kafir ederler”.
Burada bildirilenler, Mason vb. olanlar, o klüplere girenler. Yani İÇİMİZDEN birileri. Onlara uyan birileri. Onlar ehli kitaptan, yani TEVRAT'tan. Siyonizm Tevrat'a ve Masonluk da Tevrat hermetik ve ritüellerine dönük değil mi? Görüyor musunuz aylette apaçık. Ali İmran=İmran Ailesi işte bu sure içinde çok sayıda AİLE var. 101. ayet de onlara ait:
101: Önünüzde Allah'ın ayetleri okunurken ve aranızda O'nun elçisi var iken sizler nasıl olur da inkara dönersiniz? Oysa her kim Allah'a sıkıca tutunursa, o, kesinlikle bir doğru yola çıkarılmıstır.
Hatta Allah orada onların "İslam kökenli" olduklarını ve Resulullah'ın kalplerinde olduğu halde nasıl ihanet ederler diye soruyor.
102,103,104 ise BİZ HANİFLERİN DOĞU KANADI:
102: Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkup gerektiği gibi sakının ve kesinlikle Müslüman olarak can verin!
103: Hep birlikte Allah'in ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin ve Allah'in üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinizin düşmanları iken O, sizin kalplerinizde bir uzlaştırma meydana getirdi ve O'nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz. Bir de siz, bir ateş çukurunun tam kenarinda bulunuyordunuz ve O, sizi tutup ondan kurtardı. Şimdi Allah'a doğru gidebilmeniz için size ayetlerini böyle açıklıyor.
104: Bir de sizlerden, iyiliğe çağıran, doğruyu emreden, kötülükten alıkoyan önde gider bir topluluk bulunsun! Iste arzularina erecek olanlardır.
105 ve 106 Bütün MEZHEB KURUCULARININ ve Mezheb imamlarının ve bunların peşinden giderek, mezhebini dininden çok sevenlerin ardesleridir.
105: Sakın kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrılık çıkarıp anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın! Onlara büyük bir azap vardır.
106: O kimi yüzlerin ağaracağı, kimi yüzlerin kararacağı günde yüzleri kara çıkanlara: "İnandıktan sonra inkar ettiniz öyle mi? O halde nankörlük etmenizin cezası olarak azabı tadın denilecek.
107'den110'un ilk bölümüne kadar SAHABE (Asrı Saadet=Asr suresi, Resulullah'ın arkadaşları) adresleniyor. 110'un bir bölümü ise 112 sonuna kadar Sırp dediğimiz Batıl Batılıları anlatıyordu.
107: Fakat yüzleri ak olanlar hep Allah'ın rahmeti içinde olacaklar ve sonsuza dek onun içinde kalacaklardır.
108: İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Onlari sana hak sebebiyle okuyoruz. Yoksa Allah alemlere hiçbir haksizlik yapmak istemez.
109: Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve bütün işler, Allah'a döndürülür.
110: Siz insanlar için çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısı olmak üzere yaratıldınız. İyiliğin yapılmasını emreder, kötülüğün yapılmasını yasaklarsınız ve Allah'a inanir iman getirsiniz. Kitap verilenler de inansalardı, haklarında hayırlı olurdu. İçlerinde inananlar varsa da pek çoğu dinden çıkmış fasıklardır.
111: Biraz eziyet dışında size asla zarar veremezler. Sizinle savaşırlarsa size sırtlarını dönerler.
112: Allah'tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmaları dışında, nerede bulunsalar üzerlerine zillet damgası vurulur. Allah'ın hışmına uğramışlardır. Üzerlerine miskinlik damgası vurulmuştur. Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerine küfrediyor, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı; isyan etmişlerdi, zulüm ve azgınlık sergiliyorlardı.
113-114-115 ise BATILI MÜSLÜMANLARI:
113: Hepsi bir değildir. Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah'ın ayetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır.
114: Allah'a ahiret gününe inanır, iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar ve hayırlara koşuşurlar. İşte onlar, iyi kimselerdendirler.
115: Ne hayır işlerlerse, asla karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takva sahiplerini çok iyi bilir.
116-121 ise maalesef bizim sevdiğimiz anketlerde alkışladığımız, çok sevdiğimiz, oy verdiğimiz, şeriatını istediğimiz, SÜFYANİLERİN adresidir.
116: İnkar eden kimselerin malları ve cocukları, Allah'tan yana, onlara bir fayda vermeyecektir. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temellidirler.
117: Bu dünya hayatında sarfettiklerinin durumu, kendilerine zulmeden kimselerin ekinlerine isabetle kavurup mahveden soğuk bir rüzgarın durumu gibidir. Allah onlara zulmetmedi, onlar kendilerine yazık ettiler.
118: Ey İnananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya duşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eger aklediyorsanız, şüphesiz size ayetleri açıkladık.
116 İslami sermaye, haşhaş afyon falan, 117'de Savaş rüzgarları anlatılıyor Taliban'ın. 118'e bakın, şu ardında namaz kıldığımız o sevimli imamı göreceksiniz. Hani mahalle camimizin imamı... Hani her derdimizi açtığımız, "Hocam Kur'an şöyle diyor ama siz hutbede böyle diylorsunuz" diye sırdaş edindiğiniz imam ya da benzerlerinin size ikiyüzlü davrandığını görebilirsiniz. "Sen haklısın" der, "Kur'an doğru söylüyor" der. Seni şaşırtır, sıkıntıya düşmeni ister. Cemmaatini korumak için seni karşısına alır, verir veriştirir, öfkesi ağzından taşar. Kalplerinde gizledikleri HizbulVAHŞET ise daha korkunçtur.
ve 119. ayeti yazalım;
119: İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve Kitapların bütününe inanan kimselersiniz. Size rasladıkları zaman: "İnandık"derler, yalnız kaldıklarında da, size öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizden çatlayın". Allah kalplerde olanı bilir.
Ve Ben o imamları, o cemaati, semtimin bütün camilerinin sakinlerini halen çok seviyorum. Onlara, "Hoca, Müezzin ya da ey Nur evnin öğretmeni" bakın ayet ne diyor siz ne diyorsunuz? diyorum. Resmen "Hans Hocam, siz mutlaka Kur'an ve Arapçayı hepimizden çok biliyorsunuz, kitap dediğinizi yazıyor". Hemen cemaatlerine yetişiyorlar. "Yaw Hans yeni bir din kuruyor. Kur'an'a dalmış gitmiş. Hadislerden bir tekini bile okumadı bize, bunun yerine yüz ayeti anlattı. Resulullah düşmanı bu adam, bu adam CİA ajanı. Bu Hans dinimizi bozmaya gönderilmiş bir Casus, Papa'nın öğnrencisi" Onlar yalnız kaldıklarında benim hakkımda bunları konuşuyorlar...
Veya siz Hanifler hakkında... Siz de ayet okusanız "Hadisler noldu" diye soracaklardır. Cuma günü Tatil yapılmaz HARAMDIR deseniz. "YOK YA! Bir milyar Müslüman tatil yapıyor sen mi akıllısın?" diye soruyorlar. Ayeti açıp gösteriyoruz. "Bunu Allah söylüyor" diye... Yanıtları şu. "Sen 1400 yıldır atalarımızdan dahamı iyi biliyorsun? Topu topu 37 yıldır müslümansın. Benim büyük dedem şeyhülislamdı dedem de ünlü bir tarikat şeyhi Hans efendi biz kuşaklar boyu müslümanız. Sen şurada 37 yılda dinimizi bize satıyorsun ha?
Selam&Selam
“Hz. İdris”
Kronoloji şöyle:
1. Hz. İdris (Nuh'tan önceki kuşağı temsil ediyor)
2. İbrahim (Hanifliğin kurucusu)
3. Hızır
Hızır İbrahim'den sonra ve Musa'dan önceki bir dönemde yaşamıştır. Yaklaşık 7200 yıllık bir geçmişi var (Bir gün=Bin yıl olduğundan) relativistik olarak yaşını biriniz hesaplayabilir. Çıkan rakam gerçek yaşıdır. Hızır uzun ömürlü değil. Sadece "Takvimindeki zaman" relativistik. Onlar üç kişilerdir:
1. Lokman: Biyolojik ölümsüzlük
2. Zülkarneyn=KİRİŞ zaman=Karneyn tipi zamanı yaşıyor.
3. Hızır DEHR tipi bir zamanı yaşıyor.
İdris ölümsüz ve hiç ölmeyecek: Bir kere doğdu ve asla ölmedi-ölmeyecek Kıyamette ruhlar kabzedilir. Zaten ruhlar ölümsüzdür ve Ruh demek asla ölmeyecek bilinç demektir. Ruhun ölümü olsaydı bir daha yaratılmazdık. Herşey dünyada olup-biterdi. Ahıret olmazdı. Ahırete taşıyan mekanizma RUH denen sıfırdan küçük eksi kütleden ibarettir.
Din günü şu: YENİDEN BEDENLENME. Yani bedenin (Demir tozlarının) ruha (Mıknatıs akılarına) yeniden girmesi demektir. Evet, İdris bir kez doğdu ve bir daha ölmedi. Özel bir makamda ve bedeniyle sonsuza kadar birlikte...
Bir diğer yarı-ölümlü ise İsa... Babasız doğdu, göğe alındı, geri dönene kadar Hızır gibi relativistik olarak ölümsüz.
Dünyadaki ilk ALİM İdris’tir. Ondan önce insanlar konuşma bilmezlerdi, mağaralarda yaşarlardı, yazıyı hatta saymayı bilemezlerdi. Üstlerine pis hayvan postlarını sararlardı. Homurtularla konuşurlardı ve gramerden haberleri yoktu. Bugünkü uygarlığımızın kurucusu Hz. İdris'tir. Adı da Medrese-müderris-Ders-Terzi(Dress) ve mimar(Address) olarak tescil edilmiştir. Tevrata göre adı Enouch (Enuh, enok, vb.). Kur'an bunu reddeder ve ona profesör (Müderris, ders veren, tedrisat veren anlamında) İDRİS demektedir.
Merhaba,