Karadelik tekilliklerinde zamanın akmasının nasıl engellendiğini açıklayan -von_Aiberg'e ait- mesajı düzenleyerek aşağıda, "Sebti Mesani"yi şematize eden resmi ise ilişikte sunuyorum. (tıklayın)
Ayrıca aşağıdaki mesaj okunurken, L=Lo(1-V²/C²)½ ile M=Mo/(1-V²/C²)½ eşitliklerinin de incelenmesini, rakamsal sağlama yapılırken V'nin ışık hızı C'ye oranlarının yüksek (%99,9'dan sonraki değerleri gibi) tutulmasını öneriyorum.
KARADELİK TEKİLLİĞİ
Karadelikte zamanın akmasını engelleyen mekanizmalar var:
1. Tekillik denen karadelik kuyusu (karadelik tekilliği), uzay+zaman ayrılmazlarını birlikte YUTAR ve TERSİNE ÇEVİRİR.
Yani uzay 90 açı derecesi dikleşince ve çap içine geçince, bizim bildiğimiz yüzeyden kopar ve başka bir yüzeye (evrene elsewhere'e) ait olur. Tekillikteki noktada uzay boyutlarının üçü de BİR TEK boyut olurlar. Ama zaman yine kendi başınadır.
Şöyle ki: Tekilliğe geldiğinizde Zaman boyutu Reel olur. (Aslında kök içinde eksi bir ile yazılan bir sanal sayı olan zaman, bu kez reel/somut olur.) Böylece uzay sanal, fakat zaman reel olur. Yani yer değiştirirler. Tekilliğin görevi, bir cetveli kol saatine ve kol saatini de cetvele çevirmektir.
2. Karadelikte neden zaman durur? Çünkü karadeliğe tutsak olan kişi, oraya ışık hızı ile düşmeye başlar. Bu, ışık hızıyla gitmek demektir. Işık, çekim dalgaları ve oraya düşen bir tutsak, aynı hızda seyrederler.
Zamanın akma hızı=ışık hızıdır. Yani bir saatin tiktaklarının çalışması için ışıktan yavaş olmamız gerekmektedir. Ama ışık hızıyla karadeliğe düşerseniz, TİK-TAK olmaz, zaman TİK diye duruverir. Zaman esir alınmıştır artık. Zaman kendi sonuna gelmiş kendini öldürmüştür. Artık karadelikten kaçıp dönmesi, bize geri gelip evrenin "iki boyutlu" yüzeyine geri dönmesi imkansızdır. Çünkü o ZAMAN boyutu çoktan UZAY boyutu olmuştur ve arkadaki bir başka evrende açılacaktır. Kur'an'da buna ilişkin sayısız misaller var.
Evreni bir kutu gibi düşünürseniz (ya da bir kazak gibi), karadeliğe yakalanan bir kutu bastırılıp iki boyutlu olur. Ya da kazağın içinden siz çıkınca derinliği kalmaz iki boyutlu olur. Bununla da kalmaz. Kazak tekillik denen dik iğneden içeriye çekilir. Yani kazak sökülmüştür ve artık bir çile ipliği gibidir. İşte bu tekboyutluluk=singularitedir. Kur'an'da uzamak, "Saçlarından ve topuklarından yakalanmak" anlamındadır. Saçınız ile topuğunuz arası yüzlerce kilometre uzamıştır. En sonunda DEVE iğne deliğinden geçer ve arkadaki AKDELİK’ten ötedeki evrene (en genel biçimiyle biz Ahıret diyelim) yeniden iplik olarak çıkar. O iplik yeniden bir kazak olur ve kalır.
Evreni bir hamur topu gibi düşünürseniz bu üç boyutlu topu, yufka olarak açarsanız, iki boyutlu oluverir. (Bunun anlamı; yufka derinliksiz, kalınlıksızdır ama bir alanı=Yüzeyi vardır. Dolayısıyla iki boyutludur.)
Orası mahşerdir işte. İnsanlar iki boyutlu bir yüzeyde, bir tepsi platformda, bir stadyum sıklığında tıkış tepiş olurlar. Orada ÜÇ BOYUTLU olmak için maalesef önce HESAP görülmesi gerekiyor. Ondan sonra üç boyutlu Cehennem ile Cennet'e dağıtım yapılıyor.
Tersine bir yolculuk yaparak çok ince bir iğnenin en ucuna gidelim. Orada 500 milyar atom vardır. Yani iğnenin en ucundaki noktada bu kadar galaksi vardır. Bizim de boyutlarımız küçülecektir. Böylece bir atomdan bir atoma gitmek bizim on milyarlarca yılımızı alacaktır. Dışarıda GÖKTE ne görüyorsak, AYNISI tıpatıp İÇİMİZDE de var. Yani iğnenin ucundaki evren ile ikiyüz milyar galaksi aynı şey.
David Hilbert şunu buldu: Planck'ın maddeleşme aralığı (Kuantlaşma Deliği) olan bir aralıktan küçük aralıklarda (h sabitesi altında) KUANTLAŞMA yani maddeleşme yoktur.
Kuant dediğimiz şey bir binayı yapmak için gereken TUĞLALARdan ibarettir. Tuğlaların rastgele yığılmasına NİCELİK=QUANT diyoruz ama onun düzgün, nedensel bir biçimde yapılaşmasından ortaya çıkan esere de NİTELİK=KALİTE diyoruz. Demek ki nicelik, niteliği oluşturmak için bir ARAÇ'tır. AMAÇ niteliktir, kalitedir, kalifiyeliktir.
Bunu anlatmamın nedeni şu: Hilbert diyor ki, KUANTLAŞMAMIŞ BİR EVREN GLOBAL BİR BÜTÜNDÜR. SAF NİTELİKTİR. NİCELİK İÇERMEZ. Esir budur, kuantlaşmamış herşeye esir=ether=Külli Şey'in deniyor. O halde, galaksilere baktığımızda ya da bir kalemle konmuş noktanın karbon atomlarına girdiğimizde göreceğimiz şeyin adı aynıdır: MAKRO gökyüzü ve MİKRO gökyüzü.
Mikro gökyüzü (Planck sabitesinden küçük olduğundan üsteli hesaplanabiliyor) 70inci exp artışıyla DIŞARIDAKİ dev evren olarak şekilleniyor. Yani şöyle diyelim. Bir kalemin incecik noktasından girdik. O mürekkebi oluşturan makromoleküllerden (Pigment, karoten vb.) daha da küçüldük. Moleküllere geldik. Daha da küçüldük ve atomlara, oradan mesela protona konduk. Proton denen şey bize dünya büyüklüğünde gelecektir. Bu dünyanın çapının 100 bin kat uzağında ise bir gezegen yani elektron dönmektedir. O gezegene gitmek için bir uzay gemisinden ancak bir asır yolculuk ile gidip dönerdik.
Dünya (Proton) içinde küçülürsek KUARKLAR denen daha iç içe küçük katmanlar buluruz. Bunları bir arada tutan GLUONLAR, onları bir arada tutan RISHONLAR, onları da bir arada tutan HIGGS BOZONLARI vasıtasıyla en küçük KUANT'a ineriz.
Orası Planck sabitinin olduğu en mini uzay aralığıdır. Onun da gerisine
küçülürsek, içine girdiğimiz MAVİ NOKTACIK içinden EVRENİN EN DIŞINA ÇIKMIŞ
olduğumuzu anlarız. EVRENİN KENDİSİ BİR NOKTA OLMUŞ İçimizdeki=dışımızdaki
evrendir. Biz ise makro-mikro arasında MİDİ bir geçidiz, bir referansız. Yani
dışımızda ne varsa, kaleminin ucundaki noktacıkta da o var. İnsan böyle bir
hapishanede yaşıyor işte...