KAVRAMLARIN AÇIKLANMASI-1

 

 

“Tesadüfler”

Evrende hiçbir şey rastlantı değildir. İki başkan, Lincoln, kongreye seçilişi 1846, tam yüz yıl sonra Kennedy kongreye seçildi. Başkanlığa seçilişleri 1860 ve 1960 Lincoln'ün sekreterinin adı Kennedy, Kennedy'nin sekreterin adı ise Lincoln. Linkoln'ün metresinin adı Mariylan Monroe, Kennedy'nin metresinin adı Norma Jeans yani artist Marylin Monroe . Her ikisi de öldürüldü. Başkanlar da öldürüldü.İki başkan da Cuma günü öldürüldü. İkisi de enselerinden vurularak ve eşleri yanlarındayken vuruldu. Lincoln Kennedy adlı tiyatroda öldürüldü, Kennedy ise Lincoln marka açık bir otomobilde öldürüldü. Linkolnü vuran katil, tiyatrodan kaçıp, depoda saklandı, Kenney'yi vuran katil ise depodan ateş edip, yandaki sinemaya (ABD'de Theatre=Sinema demektir) saklandı. Her iki kati bir başka iki katil öldürdü. her iki katil de üç kelime 15 harf isme sahiptirler. Katillerin doğum tarihi John Wilkes Booth, 1839,  Kennedy'nin katili Lee Harvey Oswald ise 1939 doğumlu. İki katil de güneyli, başkanların yerine geçen yeni başkanlar da güneyli. Biri 1808' doğumlu başkan Johnson, ötekisi de 1908 doğumlu başkan Lyndon Johnson.

Bunlara rastlantı demeyeceğiz. Tam tersine 100 yıl daha koyup precognation (FAL gibi, bilimsel öngörü) yapabiliriz. Örneğin bundan sonra ki başkanı tanımlayabiliriz. Yeni başkan 2046'da kongreye seçilecektir, 2060'da da başkan olacaktır. Linkoln başkanlar içinde tek Yahudi olandı. Kennedy ise tüm başkanlar içinde tek Katolik olandı (Hepsi protestant). Demek ki 2060'da seçilecek olan başkan ya ZENCİ ya MÜSLÜMAN olacaktır. İlla ki bir istisna olacaktır. Öldürülecektir, suikaste kurban gidecektir, Cuma günü ve eşinin yanında öldürülecektir.

İşte gördünüz mü, bu bir mundial bioritm (Tarihin ülkeler bazında tekrarlanması) bir FAL'dır sanki FAL gibi diyorum, çünkü nedeni çok komik. Her 84 yılda bir kere, Uranüs ve Mars gezegenleri akrep ve yelkovanın saat 12.00'de üstüste gelmesi gibi, Amerika üzerinde üstüste gelirler.1943 yılında en son üstüste geldiler. Ondan önceki ise bundan 84 yıl önce olan yani ABD iç savaşının (Kuzey-güney savaşının) ilk topları patladı. 1943 yılında Pearl Harbour baskını yüzünden Amerika savaşa girdi. O ana kadar tarafsızdı. Ondan 84 yıl önce de ilk silah atıldı ve ünlü Yankee'ler ile konfederasyon savaşı başladı.

Yani Amerikan iç savaşı. Sonra bir 84 yıl daha çıkarın, göreceksiniz ki Boston limanında, Amerikalı koloniciler kızılderili kılığına girip, İngiliz gemilerindeki çay balyalarını denize döküyorlar ve böylece Amerika'nın kurtuluş savaşı başlıyor. Bundan 84 yıl önce ise ilk 13 devlet böylegesine ilk göçmenler geliyor ve kızılderililer tarafından katlediliyor, pek azından şimdiki Amerika kolonistleri oluşuyor.

Bu 84'leri eklediğimizde, 1943 üzerine 84 yıl daha koyalım ve Amerika'yı karıştıracak bir şeyin tarihini bulalım 1943 yılından 84 yıl sonra Mars ve Uranüs yeniden Amerika üstünde birleşecekler. 2027 yılında Amerikada köklü bir değişiklik, sanki bir iç savaş ama post modern bir içsavaş olacaktır.

"Ruh - Bilinç"

Maddemiz ölümlü bir 70 kg ceset, ölümsüz olan ise kök içinde eksi 4900 kg olan bir EKSİ BEDEN, ölümsüz beden. Allah'ın bir günü bizim saydığımız bin, 50bin yıl vb. olunca, bizim bedenimizin ötesindeki "Bilinç denen aynadaki gibi bir ağırlığı olmayan o beden çok önemli". O ölümsüz hayat sahibi, beden ise ölümlü bir ömür sahibi. Tabi kare kökünü alırsanız, V-4900 kg= 70i kg olur, bu ruhunuzun ağırlığıdır.

Nefs denen şey Kirlian fotoğraf alanında gözlemlenebiliyor ruh ise kompleks sayılardan kuruludur. Bedenin biyolojik, nefsin dualitik ve bilincin ise salt psikolojik özellikleri vardır. Şu farkla ki , beslenme, savunma ve üreme motivasyonu yoktur. (Nefs ile ya da bedenlenme ile gelen bir durumdur bu üç temel içgüdüler). Ruh ise inanılmaz motivasyonlarla doludur. Bilim yer içer, Allah'a kuldur bununla kendini savunur ve üreme içgüdüsü yerine habire zikreder durur (Bu nefes almamıza eşittir). Bunları belirleyen felsefeler değil Takyon teoremidir.

Takyon (Nur, yani sonsuz özenerji), maddeye (Tardyon) girişim (İnterferens) yaptığında ortaya biyelektromagnetik Kirlian AURA beden saçaklaması çıkar.

Meleklerin pili bitmez, bir pil 2-4-132 olur. Yani bir melek 2000 tane olarak (Aslının) saf=Safiyyun, Saf ve Saffat sureleri) sıra ve askeri bölük gibi mülti-kopyaları oluşur.

Beyin bir araçtır amaç değildir. Beyin asla ve asla düşünce üreten jeneratör değildir. Bir örnek vereyim:

Bir kedi ile bir köpek bilirsiniz birbirinin düşmanıdır. Kediyi seviyorsunuz, bu arada deney gereği birden kurt köpeğini içeri alıyorsunuz. Kirlian alanında, kedinin içindeki o ışıklı kedi (Nefsi) kamburlaşıyor ve saçakları diken diken oluyor. Yaklaşık 2,2 salise sonra bu intikal süreci bedene taşınıyor. Önce sanki fantomu kamburlaşmış olan kedinin, bu kez de fizik bedeni.

Örneğin beni birdenbire korkutuyorsunuz. Benden önce parmağımın ucundan çektiğimiz rengarenk aura, birden sapsarı oluyor. Sonra da benim ten rengim sararıyor. Ya da tersine, beni sinirlendirdiğinizde ya da utandırdığınızda, önce parmak fotoğrafım kızarıyor, sonra da yüzüm kızarıyor. Halbuki sararmak ve kızarmak tansiyon değişmesiyle (Düşmesi ve çıkmasıyla) bağlantılı değil midir?

Yani beyin sadece bir aracı. Ancak o olmazsa hiçbir şey olmuyor, çünkü bedden bir makine ve makineyi yöneten ise sanal şoför olan Ruh'uh, direksiyonu olan beyin.

Hayvanlarla ortak bir düşüncemiz var: İyi bir hipnozitör, rastgele (sokaktan geçen) bir köpeği hipnoz ediyor, ona "Şu eve gir, şu fırını aç içindeki, telefon rehberini bana getir" diyebiliyor. Köpek de mutfak kapısından giriyor, fırının kapısını ağzıyla açıyor ve telefon rehberini getirip hipnozitöre veriyor ve hiçbirşey oylmamış gibi yoluna devam ediyor. Çünkü o bir sokak köpeğiydi.

Düşüncenin harflerle anlatılan bir dili yok. Düşünce bir RESİM yazı gibi. Hipnozitör esir içinde bir resim çiziyor. Köpeğe niç girmediği evin , fırının, rehberin RESMİNİ çiziyor. Biyosfer olarak her canlıyla (Bitkilerle bile) paylaştığımız bir yapısı var. Bitkiler de düşünüyor, korkuyorlar, endişeleniyorlar.Kendilerine bakan kişi hastalandığında onlar da hastalanılorlar. Bu biyosfer (Kur'an'da Tayyar sema=Uçucuların üst limitine kadar süren bölge) bizim akvaryumumuz gibi. Telepati de orada vukubuluyor.

Bir aslan saatlerce oturup bir sürüyü izliyor. İlginç olan şu, ölümü hisseden daima hasta bir hayvan oluyor. Aşırı huzursuzlaşıyor, fazlaca hareket ediyor. Sürü koşuyor ve onu aslan ya da aslan ailesi yakalıyor. Av ve avcı arasında bir telepatik bağ var. Avcı zevk için değil, doymak için yiyor. İnsan ise zevk için öldürüyor.

Bu kadar ayrıntı içinde şunu söylemek istiyorum: Hayvanlarla birlikte Vital olarak aynı şeyleri (Beslenme, savunma üreme vb.) düşünüyoruz. Ama ön alın lobundaki bir boşlukta sanki gizli bir "Görünmez beyin var". Zaten düşünce denen şey, çabasız bir süreçtir. Şu anda düşünüyoriuz, kalori gerekmiyor, gece rüyada düşünüyoruz, (Aksi halde rüya görmezdik). Ömürboyu düşüneceğiz, öleceğiz, düşünen mekanizmamız olan bilinç DÜŞÜNMEYE devam edecektir. Kabir azabında ya da sefasında, alemi Ervah'ta, hep ama hep düşüneceğiz. Yeniden yanatılacağız yine düşüneceğiz. Ebediyen cennet ve cehennemde düşüneceğiz. düşünmek için hiçbir çaba gerekmiyor. O kendinden olan bir süreç.

Bakın şu halinize/halime hep düşünmüyor muyuz? İnsanın hayvandan farkı şu: BİLİMİ düşünebiliyor. Bilimin, uygarlık oluşturmanın, görgünün ve sosyal boyutların kesinlikle içgüdülerimizle (Üremek gibi) ilgisi yok. Sadece insana verilmiş bir yeti. Eksi bedenimiz (Bilincimiz, Kur'an Ruh diyor) aynadaki bir görüntümüz ama ters, kalp mesela sağda. Buna suptil duble deniyor. Onun bizimle iki bağlantısı var. Birincisi beyinle ortak bir kesişim/bilmeşim alanı oluşturuyorlar. İkincisi çok tuhaf ama bir GÖBEK bağı İşte bu ikisiyle fizik beden (Ceset) ve para-fizik beden birbirine bağlanıyorlanr.

Kirlian beden (Enerji=Nefs) psikolojiktir. Dolayısıyla tanı yapılabiliyor. Renk kategorileri ve saçakların yumuşak ya da sert (Hair Cut=Keskin saç traşı gibi itmesi.) gibi formları var. Örneğin, apopleksin yerini gösterebiliyor. Şizoid zeminde koyu maviye doğru bir renk değişmesi oluyor. Şizofrenide ise birbiriyle ilintisiz binlerce boncuk gibi renkler çıkıyor. Hasta bir konuyu sürdüremiyor. Çünkü ikinci renk başka bir konu, üçüncü bir başka konu. Bunu somutlaştırırsak. Birinci cümle, "Sağol iyiyim doktor", ikinci cümle "Teyzem yengeme gitti", üçüncü cümle zaten salatalık sevmem. Eğer bir şizofrenin rengarenk olan bu ilintisiz aura renklerini, önce koyu mavi olan Şizoid aşamaya iade edebilirsiniz. Bunun için renk cebiri denen bir matematik yöntemle, beynin renklerinin düzenlenmesi için bir osilaskop gerekiyor. Şizofreni, şizoid olarak kısmen iyileştirebiliyorsunuz.

Bir şeye daha şaştım. 7200 Denek (Thelma Moss, Üniversite öğrencileri arasında yaptı) durup dururken, birbirini tanımayan iki parmak sahibi birbirinden ya nefret ediyor ya tersine birbirini ilk bakışta seviyorlar. Sempati-antipati ikilemi. Bu empatiyi çözen yine inanlımza bir etmen var. Koç burcunda doğanlar ikizler burcuna sempati, Yengeç burcuna antipati duyuyor. Boğa burcundan olanlar, Balık ve Yengeç burcuna sempati duyuyorlar, Aslan ve Kova burcundan nefret ediyorlar. İkizler burcu hem koç hem aslan burcuna sempati duyuyor amabalık burcundan tiksiniyor neredeyse. Yengeç burcu Boğa, Balık burcundan hoşlanıyor ama Koç, Akrep burcundan nefretleri oynuyor. Aslan burcu, ikizlerden başkasına düşkün değil. Tereza ve Boğayı gördüğü yerde parçalamayı düşünüyor.

Biz Seattle ve Vancouver' da birlikte çalıştığımız, Kirlian fotoğrafisti bir bayandır Thelma Moss. O halde geleceğin psikiyatristlerinin "Burç bilimi ya da bioritmi bilmesi de gerekiyor.

“Hipnoz - Reenkarnasyon”

Hipnoz bizim bedenimiz üzerinde kurduğumuz bir doğal olaydır. Ancak uykuda diskalifiye oluyoruz. Hipnoz kendi bedenimizi işgal etmektir. Ancak, bir başkası da (Hipnozitör ya da cin vb.) sizi işgal edebiliyor. O zaman kendi bilincimiz "Geri plana" çekiliyor, ve işgalci kiplik (Modality anlamında) beden denen makineyi, otomobili kullanmaya başlıyor. Nasıl ki, elektrik akımının bir faz bir toprak iki ucu varsa, insan denen varlığa da biri "Melek=Takyon) ötekisi Şeytan(Enerji) iki hat veriliyor. Bunlardan ilki iyi öneride, ikincisi kötü öneride bulunuyor. Biri avukat biri savcı sanki... Ama siz de hakimsiniz, yani önermeleri siz karara bağlayacaksınız.

Ölüm halinde ruh ve melekler bir daha gelmemecesine gidiyorlar. Ama şeytan dediğimiz faktör, ulvi alemlere gidemiyor. Allah'dan aldığı ahit gereği, ölmüyor ve tekrar tekrar kullanılabiliniyor. Ölenden çıkıp bir süre boşta kalıyor, sonra yeni doğan bir başkasına geçiyor ve yoluna devam ediyor. Yani melekler ve ruh birer kez kullanılmasına karşılık, Şeytan bedenden bedene geçiyor, Eski Mısırlı oluyor, Fatih Sultan Mehmet'in askeri oluyor ya da şimdiki bir zenci kadın. Çok seyrek de olsa şöyle bir ruhsal kısadevre oluyor.

Normalde şeytan boşta kalır ve uzun bir süre sonra yeni doğan birine geçer. Ama öyle bir an oluyor ki, öldüğü ile yeni doğanda doğduğu an üstüstü biniyor ve şeytan, bu değişimin farkına varamıyor. Anıları bir önceki berdendeymiş gibi devam ediyor. Örneğin yeni doğan çocuk konuşmaya başlayınca şaşırtıcı "Ben daha önce filanca yerde filanca kişi tarafından baltayla öldürüldüm"

Üç yaşındaki çocuğu ailesi alıyor ve Türkiye'nin bir ucunda, hiç gitmedikleri bir yere götürüyorlar. Çocuk, bebek yolları tarif ediyor, "Burası muhtarın evi, bu iki kadın benim kızlarım, bu da beni öldüren adam ve baltası...."

İşte bu ruhsal kısadevre sonucu, şu Nirvanacılık (Reenkarnasyon ve ekminezis) almış başını yürüyor. Herkes yeniden doğacağını sanıyor, ta ki evrimleşene kadar. Ekminezis yani geçmiş yaşamları hatırlamak da hipnoz etkisinde dolmaktadır. Hipnozitör sizi zamanda geriye gönderir, telkinle yaşınızı küçültür. Siz de bayağı çocuklaşır, çocuk gibi yazmaya başlarsınız. Sonra sizi doğduğunuz güne hatta ana rahmine gönderir. (Ters durmaya çalışırsınız)

Sonra daha geriye.... İşte o daha geride şu oluyor. Örneğin şu anda hatarlımadığı bir yaşamı, hatırlamaya başlıyor. "Ben bundan önce Afrikada köle olarak satılmış bir kadındım." Gibi. Oysa, bedenine hakimiyeti yerine, önce hipnozcu sonra da onun bizi ilettiği, bizden önceki anılarını bize nakleden şeytanın etkisinde işgal edilmişizdir.

Cinler elektrik yüklüdür ve vesvese veremezler. Şeytan denen özel tayfa ise, yüksüzdürler. Hadis şöyle; "Allah her kuluna melekler ve bir de cinden bir yoldaş tahsis eder"

Kuran’da17:85 te “Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabb’imin emrindendir ve size ilminden sadece az birşey verilmiştir”. Buradaki, Xi, Yi, Zi diye anlatılan sanal boyutlardaki ruhtur.

“Rabb’imin emrindendir”in 7 anlamı var. 7 anlamdan ilki, imajiner sayılardan oluşmuş olmasıdır. İkincisi de Ruh=Arapça GİT! emridir. Yani birine gel derseniz, "Taal" git derseniz "Ruh" dersiniz. (Raha gitti demek). Orada dikkat ediniz, "Ruh=Git, Rabbin EMRİNDEN=Emir kipindendir de demektir. Böylece 7 içiçe anlam bulursunuz.

“Cinler”

Gökleri dinlemek cinlere yasaklanmıştı. Melei Ala'daki güvenli (nötr) bölgelere gittiklerinde onları kovalayan şıhab denen mermilerle ölüyorlardı. Bu ani değişiklik yüzünden cinlerin dört ileri gelenleri devriyeler çıkardılar. Devriyeler tüm dünyayı gezerken (Işık hızına yakın bir hızda dünya bir çırpıda gezilebilir) bir devriye Mina dağında şıhaba tutuldular (Taşlandılar). O zaman TEK EMİN YER OLARAK ARAFAT'a sığındılar. O sırada Resulullah Fatiha'yı okuyordu. Cinler, kendilerini kovalayan şıhablardan korunmak için hızlarını düşürmeye başladılar. Yani Resulullah'ın hemen yöresindeki bir HALKA'ya en emin yere yöneldiler. O korunma küresine yönelirken hız düşürdüler. (Yani serbest elektron gibi katod, beta ışınları gibi gideceklerine, bir elektronun çekirdek etrafına bağlanması olayını yaşadılar.

Onlar yukarıdan aşağıya indiklerinde okunan Fatiha "İlham ettik....." biçiminde iken tam elektron zarfı oluşturduklarında Fatiha değişti yani insanların anladığı gibi anladılar. "Hamdolsun Alemlerin Rabbine, din gününün sahibine diye..." Buna çok şaşırdılar. Nasıl oluyor da bu okunan şey, yukarıdan aşağıya (lineer) ayrı, ve elektron olasılık bulutu olarak membran olduklarında ayrı bir anlam veriyordu. Bir elektron bulutu gibi üstüste bastırıldılar. Bunlara Hadislerde Züd Ricali, ya da keçe gibi sıkışmışlardı" deniyor. Yani yörüngelere oturmuş elektron orbitleri.

Yani öyle bir evrensel dil oluşmuştu ki, Kur'an'da, Cinlere ve insanlara aynı anda hitap ediyordu. İnanılmaz bir mucizeydi bu. Şaşkınlıktan hayretten koştular ve reislerine (Klan başkanlarına) şöyle dediler, "Doğrusu biz çok hayret verici bir Kur'an(=Okunan demektir.) dinledik. Ve daha bir sürü şeyler konuştular. Bu arada elbette bütün cinler kurultayı bu işi çok merak ettiler. Hepsi Resulullah'ın olduğu EMİN BELDEYE (Güvenilir bölgeye, Hira'ya) koştular Bu sefer ikinci kez şok oldular.

Cin Suresinin birinci ayeti:

De ki: Hakikat bir takım cinnin Kur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur'ân dinledik.

Cinler neye hayret etmişler gördünüz mü? Hem insanlara hem cinlere iki ayrı dile aynı anda hitap eden bir kitap. Dolayısıyla Kur'an onların da kitabıdır. Doğal bir mucizedir ki, daha önce Tevrat ve İncil böyle değildi. İkinci olarak şok oldukları ise şuydu: Bir gün evvel aralarında konuştukları ve hiç bir insanın duyması mümkün olmayan sözleri, Resulullah BİR BİR SAYIYORDU. Yani dün aranızda konuştuğunuz bazı şeyleri, gizli şeyleri, benim burada saymam gibi... Buna şaşırmaz mıydınız?

Fatiha'yı anlatırken, bu sefer de CİN SURESİ gelmişti. Cinler o zaman tam abondone oldular. Çünkü cinlerin milyarlarca yıllık tarihlerinde İLK KEZ GÖKLERDEKİ MEVKİLER YASAKLANMIŞTI. Cinler tarihinin en büyük olayı, Atlantis batması, Nuh tufanı gibi... Bu olay o kadar önemliydi ki...

Ayet 2, “O Kur'ân hidayete erdiriyor, biz de ona iman ettik. Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.”

Çünkü Hiç bir zaman Cinleri hiç bir insanın komşuyu dinlemesi gibi dinlemesi mümkün değildir. (Hız farkından dolayı, sesler çok hızlı dönen bir bant, plak gibi incelir ve yuki sesi olur. Bunu hiç bir insan anlayamaz, çünkü ses ötesi bir hızdır bu...) Cinler şuna çok şaşırdılar: "Biri, O biri ALLAH evet Allah, o bildirmeseydi dün ne konuştuklarını, bugün de Resulullah, "Bana şu vahyoldu...." diye belirtmezdi. Bunu bildirecek tek GÜÇ herşeye her an şahid olan El Şehid Allah'tan başkası (Melek dahil) olamazdı. Bir tek güç=Allah sadece bu ses ötesini dekoder edebilirdi. Buna şaşırmışlardı.

3. ayet, “Doğrusu, Rabbimizin şanı çok yüksektir. Ne bir arkadaş edinmiştir, ne de bir çocuk.”

Nefilim denen dev adam ifritlerin tanrı çocuğu sayılması gibi bir hatayı anlamışlardı. Üzeyir, İsa vb.yi Allah'ın oğlu saydığımız gibi, haşa, onlar da ifritleri öyle sanıyorlardı. Ama gözleri açılmıştı artık. Gökleri dinleyemiyorlardı.

4. ayet, “Meğer bizim beyinsiz (İblis), Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.”

Cennet'te Cennet haznedarı olan AZAZİL (Kutsal kitaplarda Azazeel) Allah'ın oğlu olduğunu söylemişti cinlere. Kur'an sayesinde Cinler Şeytan olan ırkdaşlarının tam bir yalancı olduğunu ve beyinsiz olduğunu anladılar.

5. ayet, “Doğrusu biz insanları ve cinleri Allah'a karşı asla yalan söylemez sanmışız.”

Şeytan, insanları eline geçirince yalan söyletiyordu. Dolayısıyla şeytan'ın yalanlarını doğru sandıkları için insanlarında doğruyu söylediklerini sanıyorlardı.

6. ayet, “Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklıklarını artırırlardı.”

Oradaki kelime erkekler değil, onu düzelteyim, "Bazıları, bazılarımıza raptoluyorlardı, rabıta kuruyorlardı anlamında.

7. ayet, “Doğrusu onlar sizin zannettiğiniz gibi, zannetmişlerdi ki, Allah asla kimseyi Peygamber göndermeyecek.”

Oysa Resulullah SON ELÇİ OLARAK GELMİŞTİ. İsa'nın sonuncu olmadığını anladılar. (İsa göğe alınırken yani bir gün=bin yıl relativistik hızında zorunlu olarak , onlarla "TEMAS" kurup geçiyordu. Bu temas, hani siz yavaş bir arabayla giderken, arkanızdan gelen çok hızlı bir arabanın şoförünü görmezsiniz. Ta ki sizinle AYNI hizaya gelince birbirinizi BİR AN görürsünüz. İşte İsa göğe alınırken BİR AN görmüşlerdi cinler ve bunun SON diye ilan etmişlerdi. Resulullah üzerine gelince hatalarını iyice anladılar.

8. ayet, “(Cinler, dediler ki): "Biz göğe dokunduk, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle dolu bulduk."

Bunları açıklamıştım. Melei Ala'ya gidiyorlar ama, oraları kozmik mermilerle dolu buluyorlar

9. ayet, "Doğrusu biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev buluyor."

Magnetosferi ve mıknatısın ortasının ne itip ne çektiğini oranın EMİN belde olduğunu anlatmıştım.

10. ayet, "Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rabb’leri onlara bir hayır mı diledi?"

Artık bu onuncu ayetle, "MELEKLERDEN GELECEK HABERLERİNİ ALARAK BİLDİKLERİ ŞEYLER, O GÜNDEN İTİBAREN YASAKLANDI. Yani "Biz ARTIK Bilemiyoruz, geleceği" demeye getiriyorlar.

Bir önemli şeyi daha söylemeliyim. Resulullah efendimiz, Cinlerin de Resulüdür. Fakat Kur'an'daki "Sen mecnun=cinli değilsin" ayeti nedeniyle hayatında bir tek kere CİN görmedi

Buna da şaşırdınız mı? Herkes onları toplayıp, Kur'an okuduğunu sanıyor bütün mealler bu mantıksız iftirayı atıyorlar. Halbuki Resulullah, sadece kendine ineni (örneğin Fatiha, örneğin Cin suresi vb.) okudu. Cinleri görmedi. Görseydi zaten MECNUN olurdu, elçi olamazdı.

Resulün yanındaki bir tek kişi vardı ki zaten "Züd Ricali ve keçe gibi bastırılmışlardı" diyen de o kişi, yani o mecnun ama Resulullah değil. Resuller bırakın cin görmeyi, ESNEMEZLER bile... Yani beyindeki uyku-rüya-halusunasyon merkezlerinin Oksijene ihtiyacı yoktur. Nazar vb. esnetir. Üstelik bulaşıcıdır. Bir gördünüz mü, size de geçer.

Bir cin normal olarak ışıkhızına en yakın hızda seyreder (Beta ışını ). Ama bir insana (protona) bağlanması gerektiğinde. Hızını hiç düşürmeden elektron yörüngesi (Beta=Elektron demek zaten) olarak o kişinin çevresine (Nefs kabuğuna) yerleşir ve bir tür SENKRONİZE yani eş anlı olur.

 

Halusinasyon sandığımız çok şey aslında "Perilenme" dir. Cinlenme, mecnun olma vb. hatta cinlerle evlenenler gibi olaylar çok az da olsa, aslında bir ZÜD olayıdır. Cinle, hızlandırılmış (enerji) insanlar olduğu için insanlara aşık olabilirler. Dişisi insan erkeğine ya da tersine "Sanal" evlilikler yapabilirler. Beyindeki seks merkezine doğrudan elektrik akımı vererek, (Pion elektriğini tersyüz ederek, akma yönünü tersindirerek) sanki bir gerçek evlilik yaşıyorlarmış gibi cima ilişkisi kurabilirler. Eğer bir insana göz koymazlarsa ama büyü vb. gibi bir işe amade olmuşlarsa arkamızdan hızla gelen ve bizi hızla geçen bir araba gibi zamanda geriden-ilerimize doğru yol alırlar. Bir hizaya geldiğimizde "Bir an, direksiyorda oturan iki sürücü" birbirini görmüş olur. Burada sanki biz bisikletliyiz, o da Porsche gibi... Bizi geçince onun rüzgarından etkileniriz. (Nörolojik bir çok hastalık halk arasında YEL yani araba rüzgarı gibi adlandırılır.

Gerçekten de Rhumatizma, Siyatik, Gut gibi sinir sistemi hastalıkları ve kısme felçler içeren (apopleks) durumlarda CİN etkisi vardır. Gelecekte, bunlar (enerji insanlar) kanıtlanınca, Allah Dr.lara yardım etsin. Çünü tıbda parapsikoloji alıp yürüyecektir.

Hani cinler RUH diye geliyorlar ya o resimleri bakın. Dikkat edin yama gibi dururlar, çünkü ektoplazma denen bir ara beden, tıpkı fosfor gibidir. Aslında o gelenler de cinler, Hangi ruh geri gelmiş ki? Şekillenince herşeyin gölgesi otomatikman oluşur. Dikkat edin ektoplazma sanki bir "Fosforik" montaj gibi duruyor. Çünkü, bir cin geldiğinde, beynimizdeki "Örneğin dedemin ruhu" olan HOLOGRAMI alıyor, medyum'un ektoplazmasını kıvamlı bir köpük olarak kullanıyor ve ortaya çıkan heykel (Ruh=Cin) benim dedeme aynen benziyor.

Cinlerin şu özelliği ünlüdür: HALUGRAM. Yani sizdeki "İmgeyi, ideoplazmayı, esir matriksini" Halugramdan HOLOGRAMA çeviriyor. Görüntüyü ise Ektoplazma ile heykel haline getirebiliyor.

Birincisi bildiğimiz Hologram. İkincisi ise tıbda kullanılan biçimi=HALU+SİNASYON olanı. Yani Halusünasyon'un kelime kökü ile Holo, Halo, Hlau(Arapça Hayal, Hülya) aynı şey. Madde dalgası olmayan enerji matriksleri. Halusinasyon görmek diye bir şey mutlaka duymuşsunuzdur.

Kirlian alanı, mercek, objektif vb. istemez, çok yüksek alanda resmi çekilecek olan nesne film kağıdına konur ve nesnenin kendisi değil, onu surrounding olarak kuşatan ve içinde yer alan biyomagnetik ışıma (Aura da deniyor) fotoğrafa alınır. Röntgen ise bunu yapamaz, çünkü X ışınları kemik hariç, organları katederler.

Şu da var ki, Cinler "Tipten tipe" girebiliyorlar. Bunun için insanın kendilerine teslim olması, yani beyin kanallarını açması gerekiyor. Böylece mıknatısın akıları gibi HALU alınıyor. O görünmez akılara (Demir tozları niyetine) Ekto=Dış*Plazma yerleşiyor ve halusinasyon oluyor Holografik (Foto+graf gibi holo+graf demek istiyorum.) Yani bir tür sanrı, bir tür paranoidler, illüzyonlar vb. somutlaşıyor.

Cinler yavaşlamazlar (Işık da yavaşlamaz ya). Cinler, biz toprak (Proton) çevresinde ELEKTRON BULUTU olarak yer alırlar. Yani yavaşlamadan UYDUMUZ olurlar. Ama öncelikle, onlara (Hipnozdaki gibi) teslim olmak gerekiyor. Yani bu insanın rızasından kaynaklanmalıdır.

Uyku, hastalık (Sayıklama derecesinde) yüksek ateş, tok karnına ve kalbimizi yoracak biçimde yatarak tansiyon değişmeleri vb. etkilerle, onlarla aramızda bir kesişme (Polarizlenme) oluyor. Çünkü biz uyanıkken, elektrik ve magnetik alanlarımız birbiriyle çakışıktır ama uyku moduna girince, beden (Elektrik alan) yatakta yatay iken antibeden (Ruh mesela, bilinç ya da zihinsel boyutuluz, hani şu sıfırdan 70 kg. küçük soyut bedenimiz.) YUKARI düşüyor. Yani bir kitabın sayfasının 90 açı derecesi dik durması gibi, Magnetik alan yukarı ayrışıyor.

Cinler ise, bizim yatay (Ceset) ile dikey (bilinç) arasında 45 açı derecesi bir polarizlenme bölgesinde yer alıyorlar. Hem meleklerle hem bizimle SINIRDALAR. Onun için gökleri dinleyebiliyorlardı. İşte bu durumda KARABASAN olayı oluyor. Uykuya dalarken ya da rüya içinde gerçek olan Katalepsi hali (Donup, kıpırdayamama, gölge oturması, karabasan falan diyorlar, kıpırdattırmaz sizi ve bildiğiniz bütün duaları okursunuz adeta... Lohusa humması (Göğüslerinden mikrop kapan kadınları kastediyorum). Onlara da albasan/albastı geliyor ve onlar bunu görüyorlar. Ancak vücut ısımızın 40 üstünde olması koşulu var. Böyle ilginç ilginç cinni hastalıklar var işte...Akıl ve Ruh hastalıklarını Kur'an kesin ayırıyor.

Cinli olanlara Mecnun diyor. Mecnun=Cinli demektir. Akil olmanın tersi ise "Allah'tan gelmiş" bir KAZA gibi kabul ediliyor Kur'an'da. Karabasan Allah'ın El KABİD (Kabzadaki Dad harfi) yani sıkan daraltan isminin talimidir. Bunun tersi olan El Fettah'ı okuduğunuzda hemen bırakıyor. Fettah=Açan, genişleten demek. Ya Fettah derseniz, anında bırakıyor. Hatta sadece Fettah derseniz de...

Cinlerle bağlantı, elektron kabuğu olarak cindara ya da medyum denen cinliye yerleşik olan Cin irtibatı ile oluyor. Siz bir protonsunuz, o da sizin iyonizasyonunuzu nötrleyen bir elektron unutmayınız.Temas bu biçimde oluyor.

Süleyman'ın cinleri İFRİT=KAFDAĞI kategorisinden ayrı bir ırk. En yavaş (Dolayısıyla en uzun boylu) cin ırkı. Hızlarına göre renkleri ve boyları var. Yani insanlarda ırklar mongol, kafkas, afrikalı vb. iken, onlarda "Kırmızıdan Mora doğru ışık hızı gamları içinde renkleri ve boyları vardır. En hızlıları GNOMlardır ve bir karıştan küçük görünürler. En uzun ırk Ohmer, Ahmer=Kırmızı, kızıl yani hızca en düşük olanları. Arapça Ahmer kırmızı demektir, bilirsiniz.

Geleceği bilmek yalnız onların değil insanların da bildiği bir şey. Uykuda, kitabımızn 90 derece dikmesini, bir uzun gemi direğine benzetiniz. Direğin tepesinden KARA daha iyi gözükmez mi? Yani kara göründü derken, bunu direğin ucundaki gözcü söyler önce...

Bunun anlamı şu. Bizim uykudaki bedenimiz (bilinç) yukarı düşüyor (Magnetik alanı cesedimize dik geliyor. Böylece direğe çıkmış bir gözcü gibi, yarını, öteki ay ya da yılı görebiliyor. Ama bunu unutuyor. Sonra öyle bir an geliyor ki, "Aaa! Ben bu anı rüyamda gördüm, sanki bu anı daha önce yaşadım" diye hayret ediyor. Örneğin, iki yıl sonra evleneceği kızı görmüş ve hatırlamıştır. Buna Dejavu deniyor. De ja vu=Haberci rüya demek Vu=View anlamırnda fransızca bir kelime.

Sembolleri seçen mekanizma REM, Hızlı Göz Hareketleri diye bir olgudur. Göz görmek istediği sembolleri, deli gibi arar. Eğer o dalma anımızdaki göz hareketlerimizi görseydik, kendimizden korkardık. Saniyede 35 kez, göz bebeği hareket ediyor, inanılmaz bir şey bu ben uyanıkken gözbebeğimi sağdan sola taşımak için iki saniye ancak yetiyor.

Rapid Eye Movements=REM. Rem aynı zamanda Random=Rastgele olursa, o zaman gördüğümüz düşlerin anlamı yok, şizofrenik yani birbiriyle ilgisiz absürd şeyler oluveriyor. Ama sembolleri seçen REM hareketlerinin yoğunluk ve amplitüde denen genlikleri. Anlamsız düşlerimiz "ŞİZOFRENİK"tir. Yani neden-sonuç ilişkisi yoktur, daldan dala atlar.

Ama bir de Hz. Yusuf'un gördüğü ve yorumladığı gibi rüyalar var ki, Kur'an'da kutsanmıştır. Rüya bizim "ÖLMEMİZ" demektir, çünkü canımız (Eksi bedenimiz) alınır (Göğe alınır). Allah dilerse bizi ertesi gün (an) serbest bırakır.

39/42: Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.

Uyanık uyku, tetikte olma hali, ve güdümlü rüyalardan, uyanık (Teyakkuzda) olmaktan başlayarak, gezici durugörü (Bedensiz astronomi, Clair Voyance vb.) denen güdümlü düşlere kadar bir çok kategori var. Bunlar psişik yeteneklerimiz olup, belli terbiye ve disiplin ile elde edilebilir.

Elektrik ve magnetik alanlarımızın, uykuda DİPOLE olduğunu, çakışıkken, birbirini dik olarak soğan kabuğu gibi kuşattığını anlattık. Zaten Philadelphia deneyinde de gemiye verilen elektirk niçin? Çünkü yüksek bir elektirk alanı, bir okadar yüksek MAGNETİK (Dik) bir alan otomatikman kuşatır. Böylece TELEPORTASYON Tayyı mekan (TiMekcanics) oluşur. TiMechanic=Tayyı mekan. Teleportation, Veliction, ışınlanma, daha bir sürü OOBE ESP, PK (Psikokinezi) gibi parapsikolojik paranormal görüngüler oluşur. Mekana (Uzaya, zemine) zaman eşlik eder. Biri etkilenirse diğeri de etkilenir. Bir gitar telleri gibi herkes kendi kulvarında akarken, böyle bir magnetik aşırı fırtınayla , sanki gitarist bütün telleri iki parmağıyla sıkıştırıp, birbirine değdirmiş ve VORTEX yaptırmış, zaman kavşakları oluşmuştur...

Görüyorsunuz bunlar "Rüya" denen minicik bir Bermuda olayından başlıyor ve gemilerin ışınlanmasına kadar büyüyor. Allah bizi kabzediyor, elektrik ve magnetik alanlarımızı DİPOL ediyor (Çift kutup demek), dilerse bizi yeniden geri bırakıyor. (Elk. ve Magnetik alanlar yeniden aynı düzlemde birbirleriyle çakışık oluyorlar.) Böylece uykudan uyanıp işimize gücümüze gidiyoruz. Evet hem kısa devre hem de Polarizasyon yani 45 derece ile "CİN, Karabasan vb." ile de teğetleşiyoruz.

Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi - Gizli Değişkenler"

Gelecek olmasa Hızır çocuğu niye öldürsündü? Schrödinger'in kedisi vardır, gelecek bir noktadan çatallanan sonsuz ihtimale sahiptir. Einstein "Tanrı barbut atmaz, determine yaratır" diyordu ama Heisenberg Hocam (Gerçek öğretmenimdi) (İF) açısından belirsizlik değiştirgeçleri ışıktan hızlı olduğunda belirsizilik (if) ilkesi DETERMİNİZM (Belirlilik, kesinlilik=Fİ haline geliyor. Heisenberg Değişken matrislerı hapı yutuyor . 

Heisenberg matrisleri ışık hızına kadar geçerlidir. Tam ışık hızında "parçacıklar" DURUM ve DAVRANIŞ ikilemine düşerler. Yani ışık hızında matrisler çözülür dağılır. Madde de enerjiye dönüşür. Kurşuni hiçlik başgösterir. Gri hiçlik, kurşuni hiçlik, blok twilight zaman...

Uzay ve zamanı ayrı ayrı düşünüyorlardı. İkisinin bir örgü olduğu anlaşıldı. Parçacık ve dalgacık ikilemlerini de ayrı ayrı sanıyorlardı. Ama dualeite ikisinin aynı anda olduğunu bize söyledi. Bunun gibi Heisenberg bize ELEKTRON'DA, elektronun

1. Herhangi bir zamanda

2. Herhangi bir yerde

3. Herhangibi hızda ve bir OLASIK aralığı olan bir küre içinde olduğunu söylüyordu.

Dikkat dikkat: elektronun yarıçapı r=2,7'dir ama ışık hızında elektronun yarıçapı sıfır olur. r=0 olduğunda belirsizlik determine olur. Her şeyin tarihi (zamanı) coğrafyası (Uzay boyutları) ve HIZI belli olur. Heisenberg'in çizdiği sınır sadece ışık hızına kadar ve elmektronun bilinen kabuğu/zarfı içinde olup bitiyor. Ne var ki, "Kaynağı ışıktan hızlı bile gitse, ışığın kendisi ışık hızında gider". Heisenberg indeterminantları ışığı anlatır. "Kaynağı olan Lambayı" değil. Işıktan hızlı olan bir evren için, Heisenberg ilkeleri çöker gider.

Hidden Variables de bir başka gerçek. Çünkü Einstein-Rosen-Podolsky köprüsü kanıtlanmıştır. (Worm Hole'lar nedeniyle) Einstein ışıktan hızlı bir evreni, örneğin ışıktan hızlı titreşen bir esir'i YOK EDEREK, bizleri ışık hızıyla kısıtlamıştır. Yani bu durumda, ışıktan hızlı (Melek, bilinç, ruh, Ahıret, Allah vb.) gibi İNANÇLARIMIZI yok etmek istemiştir. Bir yandan da Heisenberg'e karşı çıkmıştır. Yani hem maneviyat yoktur diyor Einstein hem de gizli değişkenleri öneriyor ve balıklama Manevi aleme dalıyor. Quantlaşma yani diskret yaratılma hali, ışıktan yavaş evren için geçerlidir. Işıktan hızlı evrende kuant değil, BÜTÜNLÜK vardır. Onun da belirsizlik matrisleri falan yoktur. Quant aralığının olduğu durumlarda belirsizlik ilkesi geçerlidirdi. 

Kısaca fark üç vitesli evrenrde:

1. Işıktan yavaş (madde) için QUANT=NİCELİK teoremi ve BELİRSİZLİK ilkesi geçerlidir.

2. Işık hızında Melei Ala durumu olur.

"Geleceği" öğrenebilirdik, eğer Cin olsaydık. Işık hızında DURUM'lara bakılamaz, parça DAVRANIŞ olarak çözülür yani dalgacığa dönüşür. Kuantum teoremi, sadece DURUM'a bakar, davranış ile ilgilenmez. Mesela çarpışan iki parçacığın çarpışma öncesi ve sonrasını (Sekip sıçramasını) sayımlar. Ama tam çarpışma anı ile ilgilenmez. Çünkü iki parçacık çarpışma anında artık PARÇACIK" DURUMU  değil "DALGACIK" davranışına  geçmiştir, çözülmüştür. Dolayısıyla quantum teoremi, DURUM'cudur. Çarpışma anıyla rezonanslarla vb. ilgilenmiyor. Bu da şunu anlatmaktadır ki, belirsizlik ilkesi ışık hızından düşük hızlar için geçerlidir.

3. Işıktan hızlı olununca da artık parçacık-dalgacık, durum-davranış vb. değil, ÜAKYON yasalarının ilki olan "HER ŞEY BİR TEK PARÇADIR, HER BİREY O TEK PARÇANIN HOLOGRAMİK görüntülmeridir. Herşey bir bütündür öte alemde... Tasavvufta KÜLLİ ve CÜZİ çok kullanılır bu bakımdan

“Cifir”

Daha önce La ilahe illallah'ı digital olarak yazdım (İndetersinist olarak İF komutuyla yazacaksınız). Ama ışıktan hızlı sestemde (Ya da aynı anlamda zamanın ters döndüğü bir sistemde ışık hızını aşmaya gerek yoktur. Örneğin Antimaddenin zamanı tersine çalışır. Yani yarın doğar, dün ölür. Bu ANTİ olduğu için böyledir. Anti=Bir denklemi paranteze alınız önüne bir EKSİ koyunuz. Herşey tersine döner demektir. O halde IŞAIK HIZINI AŞMADAN da, ANTİ MADDE düzeyinde ZAMANI TERSİNE ÇEVİREBİLİRİZ .

O halde ışık hızı aşılmış gibi Heisenberg belirsizliği iflas eder ve yerine İF değil Fİ=DETERMİNİZM komutu geliverir. O zaman da enerjinin (Cinlerin) Melei Ala'dakileri (Zamanı tersine dönenlerin) yarını ile dünün yer değiştirmesi nedeniyle, "Geleceğimizi okumaları, ya da geleceğimizi bilmeleri" mümkün olur. Çünkü İF= Acaba, şayet, eğer, olmayana ergi metodu vb. gerektirmez. DETERMİNİST olduğundan "Bu yüzde yüz şöyledir" gibi bir çıkarım verir. Bu çıkarıma da Fİ denir.

Cebiri Alcabir (Algebra) bulduğu gibi Cifiri'de ALŞİFR buldu (Muhyiddin'i Arabi). Cebir gibi cifir de bulundu. Yani var olan keşfedildi ... Cifir DERS kitabı gibi. İlk olarak "İbni Haldun Mukaddimesi”nde kullanıldı. Arabi ise "Saatlerin Hazinesi" kitabında CİFİR'i kullandı. Nostradamus bu işi yıllar sonrası için kullanırken, Muhyidddin’i Arabi, "Sana şu saatte şu soracaklardır, şöyle de" diye DETERMİNE EDEBİLİYORDU. Saatlerin Hazinesi adlı kitabında "Hızır'ın emriyle" SAATLERİN kaç olduğunu KALDIRDI. O kitap şimdi "SAATSİ" olarak piyasada var ama adı Saatlerin hazinesi. Buna R A K İ M de deniyor. (Rakam bilgisi). Ancak bunun devamında TILISIM (Talisman) diye bir KEHF  (Geometri) bilimi daha var. İbni Haldun Mukaddime'sinde işte bu Talismanı (Tılsımı) kullandı. Ama çok kısıtlı. Cebir ondalık sisteme, Cifir ise ikili sisteme tabiidir (Cifir digitaldir).

Daha önce bir yazımda kelimei tevhid'in açılımını yapmıştım. 100-91=19 ya da YÜZDE yani yüzde yüzlük (%100) Fİ'dir (Allah'ın dileğidir). Bundan 91 çıkarılacaktır. Niye çıkarılacaktır? Çünkü sayıların kareleri birbirlerini tek olarak artarak izlerler. 0'ın karesi 0, 1'in karesi birdir. Aralarında BİR sayısı vardır. 1'in karesi 1, ikinin karesi 4'dür, aralarında 4-1=3 farkı vardır. 3'ün karesi 9'dur. İkinin karesi ile aralarında 9-4=5 vardır. 6'nın karesi 36, aralarında 7 vardır. 7’nin karesinde fark 9, 8’inkinde 11,13, 15, 17.... ve 10 karesi olan 100 ile 9 karesi olan 81 birbirinden çıkarsa geriye 19 kalır... Eğer bu sistem olmasaydı, hesap makinelerimiz asla kare kök alamazdı. Hem de şipşak bunu yapıyor. Sen kök tuşuna bastığında. O aradaki farkı bulmuş hazırlamış oluyor. Örneğin 10 kare ve 11 kare farkı 121-100=21. Onu izleyen sayı ise 23 ve 27, 29, 31 33, 35 vb. diye gidecektir. Hesap makineler bunu anında gerçekleştiriyor. Buna Cebir'de EŞLENİK (İki kare farkı, yani Özdeşlik değil eşlenik) CİFİRDE İSE değişik bir sayılama vardır. Rakim (Matris) ve Kehf (Geometri=Matrix). Bu böyle bir değişik sistemdir.

“Karadelikler”

Karadelikte zamanın akmasını engelleyen mekanizmalar var:

1. Tekillik denen karadelik kuyusu uzay+zaman ayrılmazlarını birlikte YUTAR VE TERSİNE ÇEVİRİR.

YANİ UZAY 90 AÇI DERECESİ DİKLEŞİNCE VE çap İÇİNE GEÇİNCE, BİZİM BİLDİĞİMİZ "yüzeyden" kopar ve başka bir yüzeye (evrene elsewhere'e) ait olur. Tekillikteki noktada uzay boyutlarının üçü de BİR TEK boyut olurlar. Ama zaman yine kendibaşınadır. Şöyle ki:

Tekilliğe geldiğinizde Zaman boyutu Reel olur (Aslında kök içinde eksi bir ile yazılan bir sanal sayı olan zaman, bu kez reel/somut olur) böylece uzay sanal fakat zaman reel olur. Yani yer değiştirirler... Tekilliğin görevi bir cetveli kolsaatine ve kolsaatini de cetvele çevirmektir.

2. Karadelikte neden zaman durur? Çünkü karadeliğe tutsak olan kişi oraya "Işık hızıyla" düşmeye başlar. Bu ışık hızıyla gitmek demektir. Işık, çekim dalgaları ve oraya düşen bir tutsak aynı hızda seyrederler.

Zamanın akma hızı=Işıkhızıdır. Yani bir saatin tiktaklarının çalışması için ışıktan yavaş olmamız gerekmektedir. Ama ışık hızıyla karadeliğe düşerseniz, tik-tak olmaz zaman TİK diye duruverir. Zaman esir alınmıştır artık. Zaman kendi sonuna gelmiş kendini ölüdrmüştür. Artık karadelikten kaçıp dönmesi bize geri gelip evrenin "İki boyutlu"yüzeyine geri dönmesi imkansızdır. Çünkü o ZAMAN boyutu çoktan "UZAY” boyutu olmuştur ve arkadaki bir başka evrende açılacaktır. Kur'an'da buna ilişşkin sayısız misaller var.

Evreni bir kutu gibi düşünürsen (Ya da bir kazak gibi) karadeliğe yakalanan bir kutu bastırıp iki boyutlu olur. Ya da kazağın içinden siz çıkınca derinliği kalmaz iki boyutlu olur. Bununla da kalmaz. Kazak tekillik denen dik iğne'den içeriye çekilir. Yani Kazak sökülmüştür ve artık bir çile ipliği gibidir. İşte bu tekboyutluluk=Singularitedir. Kur'An'da uzamak "Saçlarından ve topuklarından yakalanmak" anlamındadır. Saçınız ile topuğunuz arası yüzlerce kilometre uzamıştır. En sonunda DEVE iğne deliğinden geçen ve arkadaki AKDELİKTEN "Ötedeki evrene" en genel biçimiyle biz Ahıret diyelim orada yeniden iplik olarak çıkar. O iplik yeniden bir kazak olur ve kalır. Evreni bir hamur topu gibi düşünürseniz bu üç boyutlu topu, yufka olarak açarsanız, iki boyutlu oluverir (Bunun anlamı yufka derinliksiz, kalınlıksızdır ama bir alanı=Yüzeyi vardır. Dolayısıyla iki boyutludur).

Orası mahşerdir işte.... İnsanlar iki boyutlu bir yüzeyde bir tepsi platformda bir stadyum sıklığında tıkış tepiş olurlar. Orada ÜÇ BOYUTLU olmak için maalesef önce "HESAP" görülmesi gerekiyor. Ondan sonra Üç boyutlu Cehennem ile Cennet'e dağıtım yapılıyor.

"Ben" diyor Allah'ımız, "Kullarımı beni bilmeleri için yarattım". Bilmek bilimle olacaktır. Bizim görevimiz, akademisyene karadelik örneğin Schwarzschild kritik yarıçapını, akdelik antigravitinolarını falan formülle ylazmak. Fizik okumayana ise Kur'an MİSALLERİNDEN kolay olanı anlatmak. Yani bu şekilde BİLİMSEL İMAN oluşur.

Bir ilahiyatçı size bu coşkuyu veremez. Sıkılırsınız, bildiklerinizin rutin tekrarıdır. Ama boyutlar fizigini yufka, hamur, kazak, çile, iplik, iğne deve gibi KUR'AN misallerinden verdiğim zaman o BİLİM DALININ özü yani "Allah'ı bilme ve buna iman itikad etme, akıl yoluyla inanç" gibi Allah armağanları yüreğimize dolar da dolar...

Tersine bir yolculuk yapalım. Çok ince bir iğnenin hani en ucuna gidelim. Orada 500 milyar atom vardır. Yani iğnenin en ucundaki noktada bu kadar galaksi vardır. Bizim de boyutlarımız küçülecektir. Böylece bir atomdan bir atoma gitmek bizim on milyarlarca yılımızı alacaktır.

Dışarıda GÖKTE ne görüyorsan A Y N I S I tıpatıp "İçimizde de var". Yani iğnenin ucundaki evren ile ikiyüz milyar galaksi aynı şey. David Hilbert şunu buldu: Planck'ın maddeleşme aralığı (Kuantlaşma deliği) olan bir aralıktan küçük aralıklarda (h sabitesi altında) KUANTLAŞMA yani maddeleşme yoktur. Kuant dediğimiz şey ise bir binayı yapmak için gereken TUĞLALARdan ibarettir. Tuğlaların rastgele yığılmasına NİCELİK=QUANT diyoruz ama onun düzgün nedensel bir biçimde yapılaşmasından ortaya çıkan esere de "Kalite=Nitelik" diyoruz. Demek ki nicelik, niteliği oluşturmak için bir ARAÇ'tır. AMAÇ niteliktir, kalitedir, kalifiyeliktir.

Bunu anlatmamın nedeni şu: Hilbert diyor ki, kuantlaşmamış bir evren GLOBAL bir bütündür. SAF NİTELİK'tir. NİCELİK İÇERMEZ (Esir budur, kuantlaşmamış herşeye esir=ether=Külli Şey'in deniyor. O halde, galaksilere baktığımızda ya da bir kalemle konmuş noktanın karbon atomlarına girdiğimizde göreceğimiz şeyin adı aynıdır: Makro gökyüzü ve Mikro gökyüzü.

Mikro gökyüzü (Planck sabitesinden küçük olduğundan üsteli hesaplanabiliylor) 70inci exp, artışıyla DIŞARIDAKİ dev eren olarak şekilleniyor. Yani şöyle diyelim. Bir kalemin incecik noktasından girdik. O mürekkebi oluşturan makromoleküllerden (Pigment, karoten vb.) daha da küçüldük. Moleküllere geldik. Daha da küçüldük ve atomlara, oradan mesela protona konduk. Proton denen şey bize dünya büyüklüğünde gelecektir. Bu dünyanın çapının 100 bin kat uzağında ise bir gezegen yani elektron dönmektedir. O gezegene gitmek için bir uzay gemisinden ancak bir asır yolculuk ile gidip dönerdik.

Dünya (Proton) içinde küçülelim. Kuarklar denen daha içiçe küçük katmanlar bulacağız. Bunları bir arada tutan Gluonlar, onları bir arada tutan Rishonlar, onları da bir arada tutan higgs bozonları vasıtasıyla en küçük kuanta ineceğiz.

Orası planck'ın sabitinin olduğu en mini uzay aralığıdır. Onun da gerisine küçüldüğümüzde bir de göreceğiz ki: İçine girdiğimiz mavi noktacık içinden EVRENİN EN DIŞINA ÇIKMIŞIZ. EVRENİN KENDİSİ BİR NOKTA OLMUŞ İçimizdeki=dışımızdaki evrendir. Biz ise makro-mikro arasında MİDİ bir geçidiz, bir referansız. Yani dışında ne varsa, kaleminin ucundaki noktacıkta da o var. İnsan böyle bir hapishanede yaşıyor işte....

“Amaç-Araç”

Amaç ve araçlar etap etaptır. Evreleri vardır. Örneğin atomaltı partiküller araçtır amaç=Atomdur. Atom araçtır amaç moleküldür. Molekül araçtır amaç makromoleküldür. Makromoleküallerde araçtır amaç organellerdir. Organeller de vasıtadır erek olan Organlar (Mesela bir hücre)dir. Atom hücreye benzemez. Hücre de araçtır amaç örneğin bir tohumdur. Hücre canlıya üyedir ama ona benzemez. Tohum (Enfus=Sübje) araçtır AMAÇ o tohumun yetiştirdiği (örneğin) dev bir çınar ağacıdır. O da araçtır. Amaç Ormandır. Amaç dünyadır. Güneş sistemine araçtır, amaç sistem ise bu kez bir üst platformda Galaksiye üye olduğundan o da araçtır. Galaksiler de bir üst sisteme bağlıdırlar (Meta galaksiler, lokal evren sektörleri vb.). Bunlar da araçtır AMAÇ EVREN'dir. Evren ise sonsuzda biridir Süper uzayın. Süper uzay'da bir üst sistemin ARACIDIR. Böylece tırmanır ve sonuca ulaşırız:

"KULLUK İÇİN YARATTIM/BENİ BİLMELERİ İÇİN". Bilmek ise BİLİM İLE OLUR. Bilim ALLAH'ı bilmek olan A S L İ ve T  E  K  yaratılış gayemize hizmet eden tek araçtır. Bunun için Kur'an'ın ilk farzı O  K  U  ile başlar kitabımız. Mana alemi diye bir şey yoktur. Bu evrenin üç uzay koordinatının karşı taraftaki üç soyut koordinatla birleşmesi (Birbirlerinin uzantılarıdır) ve daha önceki sohbetlerimde anlattığım HOLOGRAM olayı MANA ALEMİNİN TA KENDİSİDİR.

İnsanın mana alemi Halusinasyondur (HALUGRAMM). Evrenin ise HALAUGRAMM'dır (Halogram). Bunları birbirine bağlayan bir köprü yani HOLE=Delik ya da tünel süreci vardır. Bunun adı da HOLE-GRAMM'dır. Sonra daha yukarı gidersiniz. Orada ise Kutsal biçimler vardır. Bunlara da HOLY ya da HOLLY GRAM denir. Artık Kozmos bitmiştir. Kaos vardır. Yani düzenler bitmiş yerini düzensizlik anaforları almıştır. Onların her biri bir ihtimal olup sonsuz ihtimal/olasılıktır ve bütününe Allah'ımız KÜLLİ ŞEY'in demektedir. HollyGramlar buradan oluşur. Yani tümü (İngilizcesiyle yazıyorum) WHOLE-GRAMM'dır.  (Külli şey'in=Whole article)

En başta ALLAH (WHO_WEL İQRAM vardı. Ondan sonra HOLOGRAM ve hiyerarşisi ortaya çıktı. Yani MANA ALEMİ dediğiniz şey şu saydığım tüm HOLOGRAFİK yapıdır. Mana=Mücerret=Soyut (Kompleks sayılar) matematiğinden ibarettir. Mesela kalbe düşen korku, beyne giren düşünce eksi yönde bin kilodur bunun gibi bir şey HOLLYGRAFİK EVREN. Demek ki olay sadece Laser ve hologramı değilmiş. Evrenin kendisi HOLOGRAM hiyerarşisidir. Bizim şu dünya yaşamımız ise bir HALÜGRAM'dır. (Hayal, hülya kelimesinin latince ve sankritçesi Holo ve Halau'dur. Hayale tıpatıp benziyor değil mi?

1