2----------
Yaşam - Ölüm"
Yaşam bir elbisedir. Fizik elbiseden kalktıktan sonra öteki beden işlevsizdir. (Kök içinde eksi beden dediğimiz ya da aynadaki görüntümüz olan beden) asıl olan o bedendir. Bu beden adı üzerinde cesettir. İkisi de bibirinden ayrı olamazlar. Yani cesedin canlanması için öteki "Eksi bedene=Bilince" ihtiyaç vardır. Bilincin ise bedene ihtiyacı vardır, çünkü mekanizmi bedeni araba gibi kullanarak yürütür. Yani bedenin şoförüdür. Beden ise bir otomobildir. Yeniden yaratılmmadığı sürece bir ruh (Zihinsel üst boyut) hareketsizdir, kıpırtısızdır. Rüyamızda sonsuz özgürüz her yere koşup gidiyor olabiliyoruz ama aslında yataktan çıkamıyoruz. Hatta rüya bir karabasana kabusa bile dönüşebiliyor. Kıpırdayamadan kara bir rüya içinde kaskatı oluyorsunuz. Bu bize vücut olmadan bilincin hiçbir hareket yeteneği olmadığını gösteriyor.
Ölüler "Aynanın" öte tarafında, ya da monitorun arkasında diyebiliriz. Bir spiker gibisin yaşıyorsun çünkü. Mesela mezarı başında rahmet okuduğunda o kur'an sevabının ona gittiğini sen göremiyorsun. Spikerlerin evimizde olması gibi... TV'den bize örneğin haber okuyorlar. Biz onları görüyoruz onlar ise bizi göremiyorlar... Burada spiker olan canlılar seyirci olan ise ölülerdir. Bunu Kur'an ayetle şöyle anlatıyor. "Onlara ölü demeyin, çünkü onlar sağdırlar, ölü olan sizlersiniz". Bu ayet ve bir de Şehidler ile ilgili bir ayet vardı ki, buna dayanarak spiker ve tv izleyicisi örneğini verdim. Yani spiker=Yaşayan, Evde TV'deki spikeri izleyen=Ölen. Spiker her eve (Mezarbaşına) gidebilir ama mevtalardan hiç biriyle konuşur değildir. Oysa ölü dediklerimiz onlar spiker gibi pasif değil tamamen aktifdirler. Dilerlerse TV’yi kapatırlar, kanal değiştirirler vb. ama spikerin böyle bir şansı yok. İnteraktif olarak konuya giremiyor spiker (Diri)...
“Bilim ve Sanat Ayrılmazlığı”
Cennet ne güzel değil mi? Cenneti anlamak için şu şelalenin yanındaki yeşil serinlikte bir piknik yapmak, o enfes nilüfer çiçeklerinin yayıldığı suda O inanılmaz güzellikte kokan ve veremleri tedavi eden Çam kokusunu içine çekmek. Muhabbet kuşlarının rengi ne kadar güzel değil mi? Tel tel renklemişler. Zebra balığı BJK'lı gibi siyah beyaz. Şu lepisdes ise kıpkırmızı bir mercan renginde... Aman tanrım şu meyve ne güzelmiş. Çekirdeksiz üzüm... Kim bu tadı verebilir? Kim bir meyve suyunu "Karpuz denen bir kabuğun" içine şişeleyebilir? İddiaya varım ALLAH bir sanatçı, Musavvir=Tasvir eden, tasavvur eden, Vehhab=Onun tablolarının bir eşi daha yoktur. O Rasim'dir resmeder Cennetin seslerini, kokusunu o betimledi. Elhamdülillah! Allah=Baş sanatçı. Bilim ve Sanatın kaynağı KALPTİR. Demek ki eşit ağırlıklı ve bir dilemmadır. Bilim mantık öğesine dayalıdır. Sanat ise duygu öğesine. Bilim'de BABA gibi RAHMAN gibi BİR AĞIRLIK, sanatta ANA gibi RAHİM gibi bir HAFİFLİK vardır. İkisi ile insan insandır.
Zavallım melekler tek mekanizmaları MANTIK, duygu yok ki? Duygu nefsanidir (Enfustadır). Mantık ise afakidir (Dış kabuktadınr). Melek mantığıyla hareket eder. Adı Azrail ise ACIMAKSIZIN öldürür. Memurdur çünkü, misyonu budur. Orada Allah'a karşı "Bu bebek çok küçük, çok şirin onu öldüremem" diye ağlamaya bile hatkkı yok. Zebani denen meleklerin ne yalvarmaya ne insaf dilenmeye karınları toktur. Çünkü onlar MANTIK'tan başka bir şey bilmezler.
Bilim'de mantık maalesef bizi mahveder. Bilimin zekadan (Kurnazlardan) ve mantıklılardan (Radikal, fundementalist ve sceptik bilim adamı tiplemesi. Bunlar kendilerini hep Rasyonel sanırlar.) kurtarılması ve zeka-mantıktan soyutlayıp tek kaynağa AKIL'a yönlendirilmesi gerekir.
Bir örnek verelim: Bilim adamı AKIL'lı ise sorun yok ama Bilim adamı Zeki-kurnaz geçiniyorsa maymunun çenesine insanın kafatasını geçirip PİLTDOWN adamı diye herkese yutturur ve foyası meydana çıkana kadar da EVRİMCİ toplar kuşaklar boyu, evrime kandırılmış kuşaklarımızı. Buna Zeki (Kurnaz anlamında) bilim adamı tiplemesi diyoruz. Salt mantık bir bilim adamı ise tam anlamıyla bir açmazdadır. Mantığı atom bombası yapmayı emrediyorsa ya da laboratuarda anthrax üretip de "İDEOLOJİSİNE" bilimi feda ediyorsa onda ve öncekinde olmayan tek şey AKILDIR.
Bilim adamı Akıllı ise BİLGİN'dir. Salt mantıklı ise belki BİLGE'dir. Ama Zeki geçiniyorsa BİLGİÇ'tir. Üçü de farklı. Bilgiç=Ukala'dır. Bilge=Makuldur, Bilgin=Akildir. Üçü de A-K-L kökünden geliyor. Ukala-Makul-Akil, Bilgiç-Bilge-Bilgin. Einstein örneğin AKİL'dir. Bilgindir. Çünkü SANAT tarafı büyüktür. Yehudi Menuhin kadar güzel bir keman çalan bir dahi o? Müthiş bir Hayalgücühü çizerek gösterirdi. (Aynı güç yine Einstein gibi Balık burcundan olan Leonardo Da Vinci'de de vardı.) Da Vinci, bilim adamı, mühendis, sibernetik robot imalcisi, ünlü bir ressam ve heykeltraş ve rönesans müziği bestecisi... Ama en önemlisi bir mühendis ve bilim adamı... Onun ünlü yazıtlarında hep teknik çizimler vardır. Bilirsiniz...
Duhan”
Duhan 7 anlamlı (Hava kirliliği Atom mantarı, Çernobil gibi sessiz patlamalar, çevre kirliliği vb.den başlayarak çok anlamı var. Sessiz kirlilik ya da sessiz patlama örneği Çernobil gibi daha bir çok olay olacaktır). Ama bunlar kaza eseri değil bunlar daha ileri teknoloji dönemlerinde olacaktır. Yakın bir gelecekte.
Kolonizasyona geçmek şart oldu. Kültür ortamında Mars'ı ve Merkür'ün alaca karanlık bölgesine iskan şart. Ay'a da öyle. Çünkü Duhan demek DÜNYA KARANTİNA'ya alınacak demektir. Duha'nin İngilizcesi öyle İng.Kur'anlarda okuduğunuz gibi değil... İncinerate=Yakıcı şekilde yoketmek demek.
“Gezegenlerde İkamet - Gelecek”
Merkür’ün bir yüzü güneş'in etkisiyle kavrulmuş bir çöl (Merkür güneş çevresinde dönemez ve bir yüzünde 400 derece sıcaklık vardır). Öteki yüzü de buz gibi donmuştur (Dönebilseydi eşit miktarda ısır-soğurdu). Ama öyle bir yeri var ki (Twilight Zone) orada ne sıcak ne soğuk, ılık hoş bir kuşak var evet Ay'ın bir yüzünün güneşi görmesi olayı... Ama Merkür o kadar yakın ki, neredeyse güneş tarafından yalanıyor. Dediğim bölgede sıcaklık yaz-kış 30 derece cıvarında halbuki İKİ KİLOMETRE YÜRÜRSENİZ +120 OLUVERİYOR.
Dünyayı beter etmek kolay suyu mahvederiz, bakkaldan pet şişe alırız içeriz mesele değil ama Merkür yerleşimi için iş böyle değil. Yani kaçacak bir yer yok. Yasin 41-42-43 durumundasınız. Kolonilere gözünüz gibi bakmalısınız. Zaten 2002 yılı çıkmadan ilk turist kafilesi bir uzay turu ve ertesi yıl da bir AY seyahati, ilk on yıl içinde ise ilk koloniler (Eğlence dinlence). Bunlar uzay istasyonları ile sürekli kontrol edilecek ve riski sıfıra indirecektir.
Güneş patlamalarına gelince. Şıhablar sizi durup dururken vurmaz. Yani ÖNLEMİ var. Hani cinler Melei Ala denen (magnetik akı atlası) dışındaki yüksüz bölgeler dışında etkilidir. İşte aynı durumda Merkür'ün de TAM sözünü ettiğim alacakaranlık ribbon'unda böyle bir MUAFİYETİ var. Dokunulmazlığı var.
Teknolojiler hızla ilerliyor ki üç ayda bir proje çöplük oluyor. Bilgisayarlar elimizde kaldı ya. Daha altı ay önce komşular pentium üç, Win ME falan diyorlardı hava atıyorlardı. Şimdi ATX kasaları dahil daha ucuza Pentium 4, monitorlarla aynı fiyat LCD ekranlar (Teknoloji ummadığınız kadar ucuzladı ama size yansıtmadılar).
İnsan ÖZGÜR olacak, gizlilik hakları olacak. Karşı "BAĞ" ise öyle demiyor. Big Brother sizi gözetliyor, beyninizi yıkıyor falan demek istiyor. Cep telefonlarını da atıyoruz. Çünkü radyo-Tv vericilerinde Salt dijital sistem için takvim başladı. Laser ile (Kurye dalga) tüm dünyaya yayın yapıyacak. Yani yoğun laser taşıyıcı dalgasına mesajlar bindirilecek. Ses inanılmaz kalitede, görüntü de öyle. Bu dediğim için 2002 start yılıdır. rtık SW, LW, MW, UHF falan yok, kablo yok (Cordless) her kişiye bir frekans sadece o bağlanır (evin kapı kilidini de o açar). Chat yok görüntülü sohbet var. Dolayısıyla eğer BBG bu işi kendine yontarsa Montauk'a çevirir, yani BBG bizi heryerde Midas'ın kulakları gibi dinler, gözetler. Bunlar hep aktarıcılara geliyor ve oradan sanal iki pim sokarak herşeyi illegal olarak dinleyebiler.
“Kürre-Zerre - Kubbe-Habbe”
Arapça Cebel (Çoğulu Cibalün) DAĞ demek.... Ama bir anlamı daha var: Makro düzeyde en büyük şey DAĞ fakat mikro düzeyde ise ZERRE'den küçük kırıntı demek... KVR=Kıvırmaktan Kürre ve Tekvir, aynı kökten bilirsiniz. Kürre'nin tersi Zerre değildir. Kubbe nasıl gök-tavan anlamında (Mimari yapıda çatı, kişide kambur) ve Habbe=En küçük hava kabarcığı ise, makro olan Kubbe, mikro olan Habbe; makro olan Kürre, mikro olan Zerre.
Zerrenin niceliği-Rakamı/Rakimi vardır. Kürrenin ise niteliği-Geometrisi/ K E H F 'i vardır. Ashabı KEHF ve RAKİM derken bu ikisi anlatılır. Anımsayacaksınız: "Zerre kadar bir şey ve bundan küçüğü olmasın ki, Rabbinin katında bir bir sayılmamış olsun...Hepsi bir LEVHİ MAHFUZ'da kayıtlıdır" diyor ayet...
Zerre'yi bilim en küçük aralık=KUANT diye nitelemiştir. Zerreden küçük?????? kuantlaşmamış bir evren daha var. Böyle unufak kırıntılardan değil D A Ğ gibi bir bütünden (Küll) kuruludur o evren... Şu çok tuhaftır ki, zerreden küçük olan şey EVRENDEKİ EN B Ü Y Ü K'ün adıdır. Çünkü doğa yasaları bize en küçük ile en büyük uzayın ikisinin birbirine bir tek noktada çıktıklarını göstermektedir. Tek noktada birleşmişlerdir.
Planck'ın zerrelerinden daha küçük olan şey "SÜPER UZAYDIR". David Hilbert uzayı, Planck uzayından (Mümkün olan en küçük uzay aralığı, maddeleşme aralığı) KÜÇÜK'tür ama bu uzayda KÜÇÜK olan tüm evrenLERden büyüktür ve adı SÜPER uzaydır. (Misal alemi). Yani bir Kuantın içine girerseniz sonsuz sayıda evrenden oluşmuş bir üst-uzaya çıkarsınız ki, sizin evren orada kaybolmuştur...
"ZERRE'DEN KÜÇÜK" bu demektir ki herşeyden BÜYÜK demektir. Buna şaşırmamalıyız artık. Hatırlarsanız, mutlak soğuk yani sıfır Kelvin=-273.16 C derece son'dur. İyi de bir de bunun KÜÇÜĞÜ vardı: yani EKSİ BİR DERECE KELVİN... O da en soğuğun tersine EN SICAK'tır. Bu öyle bir sıcaktır ki ZEBANİ'yi bile yakar. ZEBANİ=Zebun Cehennem'i bir kuzey kutbu gibi soğuk bulur. O Cehennem'in de bir altındaki, hani şu KAZAN'ın altında kazanı ısıtan gerçek ATEŞ vardı ya? İşte onun adı şudur: SEKAR.
SEKAR'ın ısısı şu: -1 K (Kelvin) derece... Yani soğuktan da soğuk ve/veya evrendeki en büyük sıcak. Sekar şudur: Büyük patlamanın en başındaki en küçük noktacıktaki sıcaklığa SEKAR denir. Dikkat ediniz ki EN KÜÇÜK yani Zerreden de küçük olan bir şeyde EN BÜYÜK sıcaklık var ve dikkat ediniz ki evrenin kendisi bir QUANT idi... Minicik ama dehşetli bir dev. Evrenin kendisi bir tek kuant iken açılıverdi. Rakim idi. Açıldı, genişledi ve K E H F oldu bu geometriye KÜRRE deniyor, KUBBE deniyor. Onun tek bir kuant olmasına da ZERRE ve HABBE deniyor.
İşte bunlar Kur'an'daki misal alemimizin M İ S A L'leridir. Kürre:Makro sistemin yuvarlanması. Kelime kökü kıvırmak olduğundan Uzay-Zaman eğridir. Zerre:Mikro sistemin noktacıklarıdır. Kelime kökü ise ZÜRRİYET'te olduğu gibi, "BOL MİKTARDA SERPİNTİ" demektir. Kuant'ın Kur'an'daki adı da zaten budur. Kubbe:Makro sistemdeki "Yarıkürelerin adıdır" HABBE: Evrendeki en minik KÜRECİKLERDİR. Bunlardan bir tek örnek verilmek durumunda çünkü ikincisi YOK. Çünkü elektromagnetizma temel bir kuvvettir. Dolayısıyla bu kuvvet yardımıyla artı olan protonu eksi olan elektron dengeler ve atom oluşur. İkisi arasındaki bu işbirliği sonucu ELEKTRON OLASILIK KÜRESİ oluşur. İşte bunun da adı HABBE'dir. Gözle görülmeyen bir MİNİ-KÜRE...
Neden Habbe denmiş: Çünkü "İleride mikroskop gibi araçların yardımıyla görüleceği" bildirilmiş. Yani su baloncuğu anlamındaki HABBE kelimesi MİSAL olarak seçilmiştir. Habbe'den küçüktür ve bir gün göreceğimiz söylenmiştir (Aksi halde ğayb olduğu söylenir ve bizim gaybı taşlamamız yasaklanırdı).
Şimdi şunu da biliyoruz ki: Bir kuant'ın duüalitesi vardır, dilemması, ikircillik özelliği yani... Hem PARÇACIK (A R Z) hem de DALGACIK (S E M A) parçacık olarak dar bir alana sığışır. Ama dalgacık olarak 7 kat uzayı kat eder. Örneğin foton: Bir dalgacık olarak milyonlarca ışık yılı öteden bize gelirken DALGACIKTIR. Ama bize çarpıp da ELEKTRON kopardığında MADDE/PARÇACIK olarak davranır. Aksi halde Güneş'ten çıkan ışık ışını (Foton) daha bir milimetre gitmeden işi biterdi... Ama sonsuz uzayı DALGACIK olarak katediyor. Bize çarptığında ise PARÇACIK oluveriyor. Bu sayede güneş ışığı bizi aydınlatıyor ve ISITIYOR.
Elektron da aynı: Bizim HABBE'miz yani olasılık aralığımız olan mini-küre hem parçacık hem dalgacıktır. Parçacık haline KEHF (Geometriktir) dalgacık haline ise RAKİM denmektedir. Çünkü dalga mekaniği sinüzoidal ve trigonometriktir. Elektron yerleşik ise mesele yok. Ama tedirgin edilip (iyonize) koparılırsa ve hele bir fluoresan lambadaki gibi bir uçtan ötekine ışığa yakın hızla akarsa ona da dalgacık deniyor (Beta ışını ya da katod ışını demek, elektronun atom çevresinden alınarak, ışık huzmesi (beam) gibiyönlendirilmesidir).
Bunun makro sistemde anlamı şudur: Siz sakin duran bir elektron kabuğunu (Habbeyi) bağlı bulunduğu atomdan uzaklaştırırsanız ve başka bir yere IŞINLARSANIZ. Bunun makro ölçekteki durumu size yabancı gelmeyecektir.
Yabancı gelmeyecektir: Şeytan Üçgeni ve Philadelphia Experiment. MİKRO ya da HABBE düzeyindeki o küçük kıyametler büyük yani KUBBE düzeyinde elektromagnetik aşırı biçimde irrite edilirse (uyarılırsa) o zaman bir elektron ötekine ışınlanıp orada komşu olmuyor. Bir gemi, bir uçak uzay-zamanı katediyor... Bu mekanizmadan sorumlu olan PARÇACIK değil DALGACIK özelliğidir. Dalgacık bulunduğu uzay-zaman noktasını DALGACIK olarak free terk ediyor. Gittiği yere de PARÇACIĞI götürüyor.
Particle=Parçacık, maddecik, Vibration=Dalgacık anlamında. Şimdi bu evrensel olguyu Kur'an kurallarına uygulayalım. Arz=Parçacık, Sema=Dalgacık, İkisi arasındakiler=Etkiyen kuvvet alanları (Bozon denen ışımayan fakat mesela mıknatısın çiviyi çekmesini sağlayan görünmez fotonlar) (Bozon denen ışımayan fakat mesela mıknatısın çiviyi çekmesini sağlayan görünmez fotonlar), Elektron=Habbe (Lokal, yerleşik ve parçacık özelliğindeyse).
Gök-yer (ve ikisi arasındakiler), parçacık ve dalgacık (İle ikisi arasındaki polarize durum), Kürre-Zerre, Kubbe-Habbe. En soğuk-en sıcak, en küçük (evren en küçük idi) ve en büyük. En uzak=En yakın (Arada karadelik tünelleri yani osmos var da ondan). Yani Hunnes ve Künnes (Chaos ve Cosmos arada ise osmos) hep vardır. H ve K harflerinde saklıdır. Örneğin Habbe-Kubbe, Habil-Kabil, Hitab-Kitab, daha neler neler.
Gelelim konuya: Parçacık=Cibalü=Mini dağlar, Dalgacık=Vadi (İki dağ yamacı) Biri V harfi diğeri de ters bir V harfi... Yani İNDİ-ÇIKTI ,gel-git, Zil-Zal, Zig-Zag. Ayetleri anımsayalım. Sen dağları (elektronu yörüngede sanırsın) Durur sanırsın ama o B U L U T gibi gelir geçer... Bu bulutu anımsadınız mı ayetteki?... Elektron bir BULUT'tur. Küre biçiminde bir bulut. Atmosferimiz gibi küre bir bulut tabakası Tabi buna küre, kubbe değil, Habbe=Mini küre demek gerekiyor.
"Sahya-Fonon"
Sayha supersonic ses demek. Bu sesin havaya ihtiyaç duymadan büyük bir enerji birikimi yaparak havasız ortamda (Uzay-zamanda) yürütülmesi birimidir. Fonon'un havaya ihtiyacı yoktur. Yani gazları sıkıştırıp gevşettirmez. Fonon, doğrudan UZAY-ZAMANI kasıp-gevşetir. Hani uzay zaman küreydi ya? Yani eğriydi... İki tip eğriliği vardır ki, fonon iki tipi de CEBREN oluşturur. Birincisi küre gibi konveks dışarlak uzay (Gevşeme) öteki izleyen hali ise içerlek semer gibi uzay (Riemann uzayı ile Konkav olan ve eyer biçimindeki öteki çukur uzaya da Lobatchewsky uzayı dendiğini anımsayalım) .
Fonon odur ki: Ses dalgası hava ortamına ihtiyaç duyar Burada fonon yoktur, kulağımızdaki sinir uçlarına gelen bir dizi titreşim vardır. Duymayabiliriz de... Ancak FONON (Phoneon) öyle değil: Ağzımızdan çıkan HER SÖZ istisnasız olarak GÖKKUBBE denen bir devasa teleskopta odakta (Kiramen katibinde) toplanıyor. Hiç bir söz kaybolmuyor. Bunu çıkıp da uzayda aramayınız... O gideceği yeri biliyor. Allah'ımızın adı HABİRÜ haberdar olan, haberdar eden anlamında... O bir SATELİT gibidir. Her sesi Seriul-Hısab duyar (Semi) ve ilgili abonelere linkler (Kiramen katiplerine). Fonon sanki enfrasonik ya da ultrasonik bir SES FOTONU gibi davranır.
Yaşayalım da görelim: Ses bile kuantlaşıyormuş... Üstelik ahırette bir de vücudumuz konuşacak... Ben bir Hırsız isem, orada da inkar edersem. Elim konuşacak: "Ya rabbi kulun yalan söylüyor, beni kullanarak, milletin parasını hortumladı" diyecek.. Bilin bakalım nasıl diyecek????
Ahırette (Mahşerde) HAVA yoktur. Nasıl konşulur acaba?
FONONLA. Sesin şu özelliği vardır. Belli bir yere kadar şiddetini yitirir ve duyulmaz olur (16 ila 20 bin Hertz'den ötesini bilemeyiz). Işık da öyle... ışık demek E=hV (Planck sabiti çarpı dalgaboyu). Bu fotonun tanımı. Işık bir sokak lambasından uzaklaşıldıkça görünmez olur ama E=2hV biçiminde yazarsanız adı LASER olur, onbinlerce km öteye hiç dağılmadan noktasal olarak ve tek bir dalgaboyunda gidiverir. FOTON böyle. Ya Fonon? O da böyle...
Kohorent bir FONON aradaki mesafe ne olurae olsun, hiç dağılmadan ve havaya ihtiyaç duymadan istenilen yüzmilyarlarca km. öteye gider. Ahıreti anlatıyorum... Ve sorumu yineliyorum:
El-Ayak ve organlarımız nasıl konuşacak? Azalarımız konuştuğunda bize ŞAHİT olacakları için zaten duymak ZORUNDAYIZ. Telepati ise bireyseldir (Özel telefon gibidir, iki üç kişi arasında bir konferans ötesine geçemez yani toplu bir telepatide PARAZİT yüzünden hiçbirşey anlaşılamaz.
Bir klakson Boğaziçi köprüsünü yıkabilir. FONON da EVRENİ yıkabilir. Şimdi olayı ters çevirelim: Köprü de tersinerek KLAKSON olarak “K o n u ş a b i l i r”. Soprano frekansı yakaladı ve koca operadaki çok uzaktaki bir bardağı kırdı, ya da tersine BARDAK Soprano'yu konuşturdu. Elimiz ayağımız üyelerimiz burada SOPRANO durumunda, biz ise BARDAK durumundayız.
"Zann"
Buna bir örnek ayet de şu: Zannederek, paranoya ve ğıybet ile suçlamak büyük bir günahtır. En büyük üç günahtan biridir. (İlki Allah'a ortaklık ya da inkar koşmak), ikincisi namuslu bir kadına ZİNA isnad etmek, üçüncüsü de ZANNETMEK.
Hele gençlikte... Uzanamadığımız ciğere mırdar demek için, gururu kurtarmak için bu işi hangimiz yapmadık ki... Ama GENÇLİK AFFEDİLMEK içindir. ZANN=PARANOYA'dır. Gençlik hataları affedilmek içindir ama kemikleşilince KATMERLİ geri döner... Allah indinde 40 yaşa kadar "GENÇLİK" sayılıyor ayette böyle bu... 40 yaşına kadar günahların affedilme katsayısı çok yüksek. Kırkından sonra ise sıfıra doğru bir düşüş var. Bunun 40 yaşına kadar masum olmakla alakası yok. Biz akil-baliğ olmamış ÇOCUK/SÜBYAN'mıyız? Akil-Baliğ'lit ötesinde bir SÜBYANLIK daha yok ki?
Şöyle bir durum: Hatalar diyelim ki, 12-13 yaşında akil-baliğiz ama bir yandan da çocuğuz resmen... Hataların affedilme katsayısı 100 üzerinden 99 diye başlıyor ve kredi 40 yaşında yüzde-birkaça düşüyor. Çünkü o yaştan sonra KAN durulabilir. İnsanın beyni eğlenceden hatta ateizm propagandasından yorulabilir. Gerçeğe çağrı başlayabilir. İnsan erken emekli olup, kendine vakit ayırarak o yaşlara kadar bulamadığı veya haşir-neşir (içli-dışlı) olamadığı ya da vicdan hesaplaşması yapamadığı Allah'ı bulabilir...
“Düşünce Dili”
Adem ve Havva beyinlerinin tamamını kullandıkları için konuşma yerine biyolojik radyo ile konuşuyorlardı. Bu radyo şöyledir: Rüyalarınızda SESLİ olarak konuşup dinliyorsunuz değil mi? İşte bu "Sessiz-ses" bizim sözünü ettiğimiz fonondur. ESP ise bireyseldir, evrensel değildir. Rüyanızdaki "Gürültü" anlamında organik radyodan söz ettim. Beynin tamamını kullanan kimseler için "Rüyadaki dil-kulak ilişkisi vardır. Bu telepatiden de öte muhteşem bir şey ve Ahıretin konuşma biçimidir. Kelimelere ihtiyaç yoktur. Siz rüyanızda Türkçe konuştuğunuzu sanıyorsunuz ama aslında o "Düşüncenin dili"dir. Ademcedir... Buradaki rüya bir benzetmedir.
Yani "Uyanık" uyku=Teyakkuz halinde "Güdümlü" rüya görürsünüz ki buna en yakın anlatım bedensiz astronomi (OOBE) dir. Astral vizyon, gezici-durugörü falan da diyorlar. Clair-Voyance ya da astral perrpection falan gibi yığınla adı var...
Bedensiz astronomi "Uyanık DÜŞ" olarak ve konferans biçiminde özgür katılımlarla bir arada olabilir. Bunun tek koşulu beynimizin hiç değilse dokuzda-ikisini çalıştırmak"tan ibarettir. Beyinin tam bir örneği AYSBERG'dir. Üstteki görünen bölümü "Bilinçüstü" yani uyumadığımız ve paranormal bir duruma girmediğimiz dönemlerimizi gütmektedir. Ama altta sualtı bölümündeki yetilerim ise tam anlamıyla bir "Bilinçaltı" evrenidir. Orada bireyler yoktur. Bireyler birbirine bağlanır. Tıpkı bileşik kablar gibi...
Ya da adalar düşünün, herbiri bir nefs (Tekbaşına) görünmekle birlikte aslında sualtından birbirlerine bağlıdırlar. Rüya dediğimiz şey MİSAL ALEMİNİN TA KENDİSİDİR. Yeniden Halügramlara, hologramlara girmek istemiyorum ama, MİSAL alemi dediğimiz kollketif bilinçaltı SÜPER UZAYIMIZ bizim psikolojik ve psişik yeteneklerimizin arenası gibidir. Beynimizin kapasitesini daha çok kullandıkça daha "Sualtı" kesimine dalmış ve öteki "Bilinçaltları" ile buluşmuş oluruz. Şu durumda bunu yapmak olağan değil ama Adem ve Havva yapıyorlardı (Onların CENNET yasalarıyla birlikte dünyaya sürgün edildiğini biliyoruz).
Adem eşyayı isimlendirmiştir ve bu yeteneği daha sonra "İDRİS"de meydana çıkarmıştır. İdris as. hayvansal sesler yerine anlamlı, şiirsel müzikli ve gramerli bir "İSİMLENDİRME" akıl etmiştir. Yazıyı da o bulmuştur. İlk öğretmen ve başöğretmen İdris'dir. Bileğinin hakkıyla ALİM, MUCİT vb. olmuştur. İnsanlık uygarlığını ona borçluyuz.
Nasıl ki İbrahim "Dostlukta" tek ve eşsiz ise ya da Allah'ın Resulü olmayı "ATAMAYLA" değil, "KENDİ LİYAKATIYLA" almıştır. Hz. Hızır da "İLİM"in ilki olarak hem resullüğü hem de sözkonusu o YÜCE makamı ve de ölümsüzlüğü kendi "KOPARARAK" almıştır. Telepati unutmayınız alıcı-verici arasında olur. Benim sözünü ettiğim biyolojik radyo insanlığın mekanı, yani M İ S A L alemi (Rüya ve hologram alemi) dilidir. Misal=Hülyet=Hologram alemi demektir. Bunu kişisel telepati ya da kişisel düşlerimizle karıştırmayınız. Yevmiddin'de bizim MİSAL alemi dilimiz olacaktır. Bu dilin kelimelere ihtiyacı yok. Herkes hangi dili konuşursa konuşsun. O dil ADEM'in isimlendirme yöntemiyle doğrudan tek bir dile ADEM'İn diline dönecektir.
Rüyadaki konuşmalarımız unutmayınız ki Türkçe ya da rüyayı görenin diliyle olmamaktadır. VAHY diliyle olmaktadır. Vahy Arapça ya da İbranice inmez. Ademce iner, isimce ve vahyce iner. Bize "TERCÜME OLUR". Evet Cennet'te ve cehennemde farklı diller var. Cennetteki dil Adem-Havva ve üçüncü cins Huri insanlarımızın ta en başında konuştuğu dildir. Hani Adem eşyayı isimlendirmişti ya? O dil orada devam edecektir. Bıraktığımız yerden insanoğlu o dili alıp konuşacaktır. İnsanın fıtratında o dil var. Bir kere Allah'ın ilk emri "O K U " değil mi? NEYİ OKUYORUZ sorusundan önce, NASIL OKUYORUZ sorusunu sormanız gerekiyor. O dil bizde DOĞAL olarak var ve hazır bekliyor. O dil beynimizin (Aslında zihinsel boyutumuzun) kullanılmayan bölgelerinde birgün uyandırılmak ve kullanılmak üzere hazır bekliyor. Öyle olmasaydı asla rüyada konuşamazdık ya da duyamazdık. O dili bize TALİM ettiren ya da prova ya da antreman ettirten işte bu rüyalardır. Beynimizi nasıl uyandırabileceğimizi ben bilmiyorum ama KUR'an biliyor: "Rabbi ZIdni İlmi". Allah böyle emrediyor (Ta-Ha:114).
Gurdjieff geleceğin insanıdır. Onun yetenekleri akademiktir. Sadece o değil daha altı TiMessenger daha var. Messing, Hanusen, Haushoffer vb.yi bilmeniz yeterlidir. Diğerleri daha az önemli insanlar, biri hariç. Tesla telepatisyenliğin "Makinesini" bile icad edecek kadar ilginç biri...Beyin dalgaları amplifike olur mu? Evet olur. Amplifikasyon yükseltmek demek. Amplifike etmek de o verileri yükseltgeçten geçirmek demek. Beyin dalgaları Elektrodlarla enerjiye çevrilebildiği gibi (Özellikle Delta dalgaları) bunun tersine de yeniden düşünceye çevrilebilir diyor Tesla. TV vericisi de aynı yolla çalışıyor. Stüdyodaki görüntü bilgileri elektromagnetik dalgalara çevrilerek alıcıya iletiliyor. Oradan da yeniden "Elektronlara" çevrilerek görüntüyü eve getirebiliyoruz. Düşünce-enerji-düşünce de böyle bir üçleme olabilir diyor Tesla... Montauk project bile böyle bir şey... Ama gurdjieff tam bir majisyen...Yani sihirbaz gibi bir adam.
Evet, Gurdjieff çok ileri teknolojiler kullanıyor. Bu yüzden o teknolojileri sihirden ayırt edemiyoruz. Ama şimdi "Yer-uydu-yer" metoduyla iki kişi konuşabiliyor. Bireysel olarak da bir gemi gibi insan "ışınlanabiliyor". Çünkü büyük elektrik yükleri (Örneğin yüz milyar volt) insanı öldürmüyor, uzay-zamanınını yürütüyor ve yer değiştiriyor. İnsan bir yerden ötekine bu elektromagnetik aşırı birikim ile (Magnetizma Tünel sürecidir) uzayda bir kurtçuk deliğinden yürüyor. Gurdjieff gibi insaüstü insanlar bu işleri yapabiliyor.
Aslında tüm mavram kargaşalarının adını verdim. Yani biyolojik radyo=Toplu tepatisyon, Gezici durugörü=Gurdjieff'in toplantıya gelmesi gibi... aslında mekanizma çok basit... İnsanoğlunun kendisi bir BERMUDA'lı ya da PHILADELPHIA’LI gibi uzay-zamanda yürüyor/ışınlanıyorsa bu işe "PSİŞİK YETENEK" deniyor. Bunlar nerede öğretilir, var mıdır bilen öğreten ben bilemeyeceğim. Gurdjieff ile ilgili ya da öğretisiyle ilgili. Ben sadece "Mekanizmayı" biliyorum. Yani kollektif bilinç altı, belleğin gizli devamlılığı şu şekilde çalışır diyebilirim ama, bunun ötesinde "Bu işi ben yaparım ya da yapan filancayı tanıyorum" diyemem, o bakımdan sorunun muhatabı ben değilim (Kelin melhemi olsa başına bürermiş, keşke böyle şeyleri yapabilseydim....)
Ne yazıkki Gurdjieff artık yok... Şu andaki, o gruplar Ouspensky'ninkiler. Gurdjieff ZZ'dendir. Yani öyle bir öğreti olsaydı otomatikman kendi bünyemizde olurdu. Hele ki şu an ben ikinci kaptanım, mutlaka haberim olurdu. Gurdjieff bizimdir. Bunun anlamı şu: Salzmann ve Bennet Ouspensky ve diğerleri... ayrı ayrı ekollerdir. Dördüncü Yol'a rakip olarak Bennet'in Gurdjieff'e sadık kaldığı söyleniyor.
“Cinler”
"Şeytan pisliği”ni açabiliriz. Ama size şunu öncelikle söylemek isterim: Dünya METAN, AMONYAK, SU BUHARI ve CARBON OKSİTLERİNDEN OLUŞMUŞ BİR ATEŞTOP KIVAMINDA İDİ... SAHİPLERİ İSE C İ N L E R idi. Cinlerin besini bu metan, amonyak, karbonlu subuharı idi. Metan'ı bilirsiniz. "Çöplüklerde ve özellikle gaita gazındaki ana madde. Amonyağı da bilirsiniz: Hani şu küçük abdestimizdeki ana madde. Yani biri büyük abdest diğeri küçük abdest ve bu Cinlerin yiyeceği...
Cinlerin tuvaletlerde yaşadığını biliyoruz değil mi? Neden? Çünkü tuvaletlere ilkel atmosferimizdeki METAN ve AMONYAĞI, üre asitlerini bırakıyoruz. Tuvalet adeta bir CİN LOKANTASI....
Cinler de (daha insan yok ortada), metan amonyak subuharı ve karbon bileşiklerini alıyorlar ve sindiriyorlar. Biliyoruz ki, bu sindirim ATEŞ biçiminde oluşyor. Bu arada dünya da giderek soğumaya başlıyor. Subuharı bulutları çoğalıp yağmur olunca da göletler oluşuyor. Saniyede binlerce YILDIRIM çakıyor. Bizim metan amonyak, su ve karbondioksitten bilin bakalım ne çıkıyor?
Adenin, Guanin, Cytosin ve Timin, 4 çekirdek asidi. Proteinin ana maddesi Yaşamın ta kendisi... İYİ ama Cinler için bir felaket var: Onların "Pisliği" bizim proteinler oluyor. Bizim pisliğimizi onlar yiyor, sonra da A,G,C,T' yi (Nimeti, ekmeği, yemeği) PİSLİK diye bize iade ediyorlar... İşte size ŞEYTAN PİSLİĞİ diye iki KELİME'nin sırrının küçük bir açıklaması...
Tuvalette sakın ekmek yemeyin? Neden yemek yenmez tuvalette? Şimdi bizim lokantada, biri gelip de "Şöyle bir bebek ishalini kaşıkla yerse ne olurduk". Kalkar o adamı çarpardık. Tuvaletler de onların "Lokantası" olduğuna göre "Orada ekmek" yersen onlar da kalkar seni çarpar...
Cin şudur: Alın insanlardan bir kısmını, ışık hızıyla iteleyin. Madde iken enerji olacaklar. Enerji insanlara Cin deniyor. Bir de bunun tersi tabii, YAVAŞLATILMIŞ ENERJİ CİNLERİNE DE İNSAN deniyor. Aramızda pek fark yok. Birbirimizin pisliğini yemekten başka bir de hızlarımız farklı. Cin ve insan aslında bir tek varlığın "İKİ AYRI HIZDAKİ" görüntüsüdür. Relativistik olanına Cin (Enerji) diğer yoğun (Madde) olanına da İNSAN deniyor. Yani ikimiz de aynı malız:
E(Cin)=M(İnsan)x c kare’den ibaret. Yani E=M gibi düşünürsen, cin ve insanın mayası aynı... IŞIK (Enerji) tastamam C=300bin km/s hızla gider. Işık ne YAVAŞLAR, ne de HIZLANIR. Yani asla Cinler ya da ışık yavaşlamaz ve hızlanlmaz.
İnsan (madde=Proton) yavaş gider ve yoğundur, bir bedendir. Cin (Enerji=Elektron bulutu) hızlı hareket eder ve protonun bedenin çevresinde bir NEFS kabuğu oluşturur.
Serbest bir elektron gibi bir cin varmış. Birgün dünya güzeli bir P kızı görmüş ona aşık olmuş ama p (proton) çok çooook yavaşmış. Elektron da hızını asla düşüremezmiş. Elektron bir çözüm bulmuş... Sevgilisinin çevresinde bir çember çizerek ve ışıkhızıyla hareket ederek sevgilisinden ayrılmamayı becermiş. Cinlerin insanların bazılarını etkilemeleri işte bu yolla oluyor. Yani bir cin ve insan asla evlenmez. Birbirlerine maddi alemde dokunamazlar bile. Fakat Cin ışıkhızıyla o insanın çevresinde yörüngeye oturunca sadece o uğramış kişi o cinni görür (Hatta evlenenleri bile var sanal alemde...)
“Sabır - Zaman Enerjisi”
Hızır, "Sen benim yaptıklarıma dayanamazsın/Nedenini bilmediğin bir bilgiyi kavrayamazsın demişti... Musa da, "İnşaallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Sana hiç bir NEDEN ile karşı çıkmayacağım" demişti. Ve ben SABIRI (Es-Sabur Allah'ımızın da ismidir) anlatmıştım. Rezistans/dirençten devrelerden başlayarak bir çok şey anlattımdı.
Sabır şudur: "Bir nedenden bir sonuca doğru zaman içinde YOĞUNdan az yoğuna doğru doğa sistemlerinin hareket etmesi". Termodinamik mesela: Çok sıcak uçtan çok soğuk uca, Voltaj: Çok olandan az olana gerilim farkının kapatılması, Kutupsallık: Bir kutuptan diğeirine akıların akması. Bunun için NEDEN ucundan SONUÇ ucuna doğru ZAMAN İÇİNDE zaman boyutuyla doğru orantılı olarak VERİLER akar. Kur'an'da bunun adı "Sen bir MÜHLET VER/SÜRE TANI" olarak belirtilmiştir.
Entropi-hareket kavramları da aynı termodinamik SABIR sonucudur yani bir mühlet ile bir intikal süreciyle "HAREKET" akar. Isı ölümüyle düzensizlik artar (Kaosa karşı kozmos/Hunnese karşı Künnes ve tabii aralarında bir de TÜNEL yani OSMOS). Osmos da biliyoruz ki, çokyoğun bir ortamdan azyoğun bir ortama (mesela hücre membranı/zarı gözenekleriyle) bir geçiş sağlar. ZAMAN enerjisi de böyledir. Kozyrev bize zamanın İKİ YÖNLÜ aktığını aynı zamanda bir boyut enerjisi olduğunu NEDEN ucu ile SONUÇ ucu arasında zamanın akma hızının TENSOR'a tabii olduğunu kanıtlamıştır. Çok hassas bir alet yapmıştır. Terzion balans cihazı, bize zamanın BAŞTA ve SONDA yani NEDEN denen başlangıçta ve SONUÇ denen BİTİŞTE eşit akmadığını göstermiştir. Glikoz yaktığında, ölmekte olan sistemin "Nefesini tutup" daha az zaman enerjisi harcadığı ortaya konmuştur.
Bir lastiği duvara bağlıyoruz. Sonra onu yavaşça çekmeye başlıyoruz. Zaman baştan bol ve hovardaca akarken, moleküler gerilim nedeniyle kopmaya yakın gerilimde SONUÇ ucundaki lastik moleküllerinin "Nefesini tuttuğunu" yani daha çok yaşamak için zaman enerjisinden TASARRUF ettiğini hayretle terzion balance cihazından okuyoruz... Hani suya daldığımızda nefesimizi İDARELİ kullanıyoruz ya..." işte öyle bir şey!
Şu nefes tutma atomaltı yapılarda bile var. Evren sanki bir NEFES kondüsyonu üzerine kurulmuş. Yoga'da transandantal Meditasyon ve gerçek Zikrlerde nefes disiplini bilirsiniz çok önemlidir. Uykuda ruhumuz kabzedilir ve "geçici öldürülürüz". İşte bu işlemi başlatan da uykudaki "NEFES" seyrekliğimizdir. Ayılar gibi kış uykusuna yatan hayvanlar da öyle... Bazı balıklar iki dakikada bir nefes alıp vererek, kış uykusunu savarlar. Bu iş SON NEFESE kadar böyle gider bir şekilde... Heyecanlanınca "Nefesimi tuttum bekledim" diyoruz. Niçin çünkü "O AN'I UZATIYORUZ, uzamasını istiyoruz. Çok kullanılan bir deyimdir: "Nefesler tutuldu ve beklenildi".
Üstelik şu nefes var ya, onun da kelime kökü NEFS yani "ÖZKİMLİK". Teneffüs/soluma bu kelimeden türetilmiştir. NEFS'in 7 anlamı vardır. Birincisi özel benlik adresi, süperego olan kimliğimiz. Bizi biz yapan AYRIK KİŞİLİK... Ayrık diyorum çünkü, Yaratan ile AYRILIĞIMIZ olmasa, Melek olurduk, Tanrı olurduk çünkü Nefsimiz olmazdı. Ama nefsimiz var. Bu nefsi yaratan Rabbimiz, onun kendine aykırı olmasından da hoşlanmıştır: Nefs "Sen sana ben bana" diyerek Yaratanı'nın "Ben senin Rabbin değil miyim?" sorusunu savsaklamak istemiştir. Nefsi yola getiren kuşkusuz AÇLIK ile terbiye idi...
AÇLIK? Bunun anlamı şu: Önce oksijen=Teneffüs yani NEFES almak. Sonra SU=Menfis olmak, sonra da Gıda=ENFES yemek. Yani, önce gaz/hava sonra su/sıvı en sonra da katı/Yemek, Toprak, Hava, su varsa orada ATEŞ de vardır. O da ateş=Nar=Enerji=Zaman enerjisi var demektir. Böylece NEFSİN nefes ile olan ilişkisi ortaya çıkıyor.
NEFS’in bir anlamı da şu: NEFS demek, OLUŞ'tan ÖLÜŞE" giden YAŞAM fenomeninin size düşen SINAV payı. Nefs süper bencildir. Süper Egosu vardır. İD denen dürtüleri çok güçlü ve reflekslidir. Maddeye (insana) bağlandığından ya da yapıştırıldığından, ATALET=MİSKİNLİK=TEMBELLİK=EYLEMSİZLİK ilkesine tabiidir. Yani eylemsizlik kütlesi derken karşılığı "Atalet" değil, "Meskenet=Miskinlik" olarak Kur'an'da verilmiştir.
Anımsayacağız: Ayetlerde Allah kimi kitlelere, insanlara "Miskinlik damgası" vurmuştur. Madde uzayda en kısa/en tembel yolu alır. Durumunu bozmak istemez (Miskinlik, tembellik eğilimlidir). Ancak, NEDEN'den sonuca doğru YOL almak durumundadır, uzayda yol almak demek; zamanda da yol almak demektir. ZAMAN ENERJİSİNDE... Zaman enerjisinin adı Kur'an'da MESKENET'tir. Miskinliktir. Miskinlik ya da hareketsizlik bir bakıma "NEFES TUTMA" demektir. İşte zamanın bu dört HALİ (State) vardır:
1. Zamansız uzaylar
2. Boyut (uzunluk olarak zaman)
3. Zaman enlem ve boyutlarından oluşan bir zaman alanı (kilometrekare bölü saniye kare). Bu alan içinde (Saha yüzey anlamında ya da yüzey enerjisi olarak zaman anlamında). ZAMAN BİR ENERJİDİR.
4. Kozyrev'in bu bulgusunu ilerlettiğimde, km3/s3 yani ÜÇ SOYUT BOYUT'un KÜB olarak bir enerjisi olduğunu buldum ve gösterdim.
E=mc2 formülündeki km.kare/saniye.kareyi kilometre küb/saniye küb olarak yazdığınızda karşınıza "Soyut uzay" yani imajiner xyz koordinatlarından oluşmuş, sıfırdan küçük bir ÖTEKİ EVREN (Elsewhere) belki de Ahıret... İşte orada boyut olarak değil, enerji olarak değil bir kronosfer (Zaman-küre) olarak yepyeni birşeyi keşfetmiş oluyoruz.
Ahıretin kendisi ZAMAN'dır.... Boyut enerjisi olarak zaman "ÖMÜR ve yarıömür" içerir, ebedi değildir. Oysa kronosfer=Ahıret mekanı biçimindeki bir zaman "Kısıtlı ömür" değil, kısıtsız, ebedi ömür= H A Y A T içerir. Nefseverilen "Sayılı nefes, sayılı ömür" dışında EBEDİ BİR ZAMANDAN SÖZ EDİYORDUM.
Allah da ebedi HAYY'dır. HAYAT sıfatı vardır, DAİM-devamlıdır, ezelden (Eksi sonsuzdan) ebede (Artı sonsuza) gider. Üstelik bu bizimki gibi zorunlu bir gidiş değildir. Çünkü İSTEDİĞİ zaman İSTEDİĞİ ZAMANDA ya da ZAMANSIZLIKTA OLUR...
Şöyle de diyebiliriz:Allah'ın EL EWWEL ismi İSMİ AZAMIN ta kendisidir. Hiçbir şey EL EVVEL değildir. Bunun gibi TERSİNDEN gidersek, EL EVVEL bu kez en sona gider ve "EL-Muahhir/Ahir" oluverir. Bu ikisinin birer matematiği vardır. Ahir/muahhar ismi hesap makinemizdeki NOT-NOR ile gösterilir (Bineer sistemde XOR diye de yazılır). Bilindiği gibi bunlar mantık cebirinde AND/OR'un tersidir... And=Ve yine arapça/Kur'anca VE'dir. OR=Veya ise arapçada EV'dir.
El=1, LA=0 olduğunda el Evvel= el(1) ev(or) ve(and) la=O yani 1 ve/veya 0= El EVVELA adıdır. Bunun tam tersi de Muahhar/Ahir adıdır. Elevvel=NEDEN vel'AHİR=SONUÇ'un en evrenselleşmiş bir biçimidir. Bir şeyde Evvel ve Ahir sınırsız ise o şeyin KİMLİĞİ=NEFSİ yoktur. Zamana tabii değildir, NEFES alması gerekmemektedir. Bu olgu iki durumda oluşur:
1. Yaratan'ın ta kendisinin Nefsi olmayışı ve Zamandan beri olması...
2. Yarattıklarını ışık hızıyla hareket ettirdiğinde o şeylerin ZAMANDAN beri olmasıdır.
Işık hızına hızlandığımızda "NEFES"lerimiz genleşir. Yani hareketsiz olan ikizimizin her 14 nefesine karşı biz 1 nefes alırız. O yaşlanır biz genç kalırız. Biz bir yılda BİR yaşgünü kutlarken, ikizimiz 14 yaş günü kutlamış yani iyice yaşlanmış olmaktadır. Çünkü biz "NEDEN ve SONUÇ arasını" KISALTMIŞIZ. Artık oluş ve ölüş arası ÇOK UZUN değildir: Yani MESKENET=Eylemsizlik prensibi yerini CEVVAL=son hızda akmaya vermiştir. Buna enerji durumu diyoruz. Ne var ki, madde, ışık hızında ENERJİYE dönünce bu kez enerjinin MİSKİNLİĞi yani ataletsizliği başlar:
Bu siz sevgideğerlere bir çelişki gibi gelmesin... Enerji SON hızında yani ışık hızında olunca tüm fotonlar birbirini DURMUŞ gibi algılayacaklardır. Herkes sanki yerinde sabit duruyor, hiç biri ötekini geçemiyor... İşte bu da enerjinin ataletsizliğidir ve önemli bir sonucu vardır: Zamanın akma hızı=IŞIK HIZIDIR. Işık hızına ulaştığınızda, zamanın tiktakları SON NEFES gibi durur. Yani kitaplarıma yazdığım gibi saat "Tik" eder ama "Tak" etmez... O yüzdendir ki, SON NEFES EBEDİ NEFES olmuştur ve size ebediyen yeter. Saat çalışsaydı, elbette havasızlıktan ölecektik ama şimdi örneğin Ahıretteyiz: Dolayısıyla da herkes birbirine göre dikilmiş=Kıyam halinde. Zaman akmıyor (Bir gün 50 bin yıla eşit uzunlukta) dolayısıyla Mahşer'de öyle NEFESSİZ kaldık ya da AÇ kaldık derdi yok...
Işık hızında neden ile sonuç arasındaki mesafe sıfırlandığından, yani NEDEN hızlanıp SABİT olan SONUCA yaklaşıp, onunla birleşince ya da OL=ÖL olunca anlarız ki biz artık Süper uzaydayız. Anlarız ki artık neden ve sonuç AYNI yani nedensellik ilkesi kalmamış. Birşey olduğu anda ölmüş ve/veya öldüğü anda olmuş oluyor... Hızır'ın "İçyüzünü, nedenini bilmediğin bir şey için bana sabredemezsin" demesinde işte bu yazdığım herşey vardı sevgideğer Hanifler.
“Kimya - Simya”
Cerrahlar KIVAMLI KÖPÜĞÜ oluşturacaklardır. Bu ne demek? Yani bir LASER hologramı görüntüsü oluşturuyorsunuz. Bu ışık gösterisi aynı zamanda magnetiktir. Bir görüntü (Mide, parmak vb.) ya da ünlü bir ü-artist oluşturabiliyorsunuz. Mıknatıs akılarını nasıl ki demirtozlarıyla GÖRÜNÜR yapabiliyorsanız, eğer iyi resmedilmiş bir organı ya da heykel gibi bir resmi üç boyutlu olarak boşlukta gösterirseniz, bu aynı zamanda bu mıknatıs benzeri çizgilere birer demirtozu eklenebileceği anlamına geliyor. İşte bunun adlı kıvamlı köpüktür.
Laser hologramına yahi heykele kıvamlı köpüğü püskürtünüz, tutunamayanlar kayıp düşüp buharlaşacaklardır. Diğerleri ise magnetik çizgilere yapışacaktır. Böylece bir M A T R İ X (Matrix=KALIP demektir) oluşmuş olacaktır. İşte bu geometrik kıvamlı köpüğe bir anlamda K E H F diyoruz. Kıvamlı köpük bir topolojik geometriktir. Bu köpüğün yapısı da şudur:
C6 H1044 O12. Evet böyle bir şey REDOX olayını reddediyor sanki. Yani biri diğerinin iki katı valanslı olmalıydı. Ama değil. Bu nasıl bir ASİMETRİ ki meydan okuyor Kimyaya? Ya bir de simya (Alşimi) var ya.... Bunun için laboratuar kurmaya gerek yok. Bir harbi medyum bulunuz. Onun ağzından burnundan bir salgı (Perisperi) dışplazma (Ektoplazma) olarak dışarıda bir "GÖRÜNMEZ VARLIK HOLOGRAMI bulur (Bu genelde Cin denen enerji kalıplarıdır). Ruh çağırma dümenleriyle bunlar getirilebilir ve magnetik görünmez akılarına bir medyumdan KIVAMLI KÖPÜK dışarıya alarak onu görünür bir hale getirebilirsiniz.
Zaten Cinlerin de yaptığı da bu değil mi? Kendilerini bir HALÜ-gram olarak gösteriyorlar... Kendilerinde KIVAMLI KÖPÜK olmadığı için Medyum (Anlamı aracı demek) denen CİNLENMİŞ'ten, sitoplazmasının bir metamorf dönüşümü olabilecek "KIVAMLI KÖPÜK" ödünç almaktan ibaret.
İşte bu kıvamlı köpüğün teknik+biyolojik+Hz. Hızır'ın olmayan karnı ve olmayan parmak bağlantısı var. Onun yapısında H 1044 ... (Binkırkdört) HİDROJENE dev bir makromolekül var. Ama bu kimya yasalarına da aykırı. C6 ise H iki katı ve O da yine 6 katı olmalı mesela... C ve Oksijen 6 ise otomatikman Hidrojen 12 olmalıdır. 1044 denklemi ALTÜST ediyor. Hidroksil kökleri gibi (Ama OH biçiminde değil) bağlanıyorlar.
Bu formül gayet basit. Bir bölümü glikoz ile akraba, artanı'da MOL hesabıyla (Birtür avogadro sayısı sayımı gibi) yapılabiliyor. Kozyrev Glikozu yakma testleri uyguladı. 280 derecede yanmış glikoz Karamel adını alır ve bununla, Cola tipi içecekler hem AZ bir tatlılandırılmış hem de renklendirilmiş olmaktadır. Colalı içeceklerin tipik rengi, Colanın ünlü rengi yanmış ve seyreltilmiş glikozdan ibaraettir. Bir varile (180 litre) on gram glikoz renklendirme ve hafifce tatlandırma için yeterli (Pardon karamel diyecektim. Karamel glikozun vakum tanklarında alçak basınç ortamında işlemlenmesidir bilirsiniz.
Kozirev'in GLİKOZ yakma (Karamel oluşturma) testlerinde Glikoz olarak NORMAL yaşayan şeyin, yakılması sonucu bir tür "ÖLMEMEK İÇİN ZAMAN ENERJİSİNDEN ÇALMASI" anlamına geliyor. Glikoz başta zamanı bolca harcarken, kavrulup da kendi kıvamını kaybedeceği zaman, "Suyun altında nefesini tutmaya başlıyor". Yani NEFESİNDEN tasarruf ediyor... (Terzion balanslar düzeyinde sanki vakum Hidrojeni çoğaltıyor). Glikoz NEDEN ucunda mutlu C6 H12 O6. Ama 280 derece üstünde "Ölüm korkusuna kapılıyor. H birim olduğunda (H daima oksijenin iki katıdır). SONUÇ ucunda 522 kez daha SEYREK nefes allıyor. Birim O değil H olduğundan iki katı da 1044 oluyor...
Bu sanki mini minnacık bir MOTOR yapımıdır... Yani insanlar artık molekül düzeyinde MAKİNE yapabiliyorlar demek istiyorum... Bu bir SİMYADIR. Çünkü C ve O'ları H atomlarına çevirebiliyorsunuz. Tuhaf ama gerçek...