Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Hanif Bey sagolasin verdigin linkden su iki resim cok ilginc. Hz Ibrahimin makami yer degistirmis. Yoksa banami oyle geliyor. O zaman Su kabe neresi makalesini yazanlar haklimi ne ? Yardim kismindaki tarife uygun resimleri yukledim. Insallah sizde gozukuyorlardir.
2/125 Kabeyi halk için bir odak noktası ve bir güven yeri kıldık. İbrahim'in makamını bir namaz yeri olarak kullanın. "Ziyaretçiler, kendini ibadete verenler ve eğilip secde edenler için ikiniz Evimi temiz tutun," diye İbrahim ve İsmail'i görevlendirmiştik. (E.YÜKSEL)
__________________ Okuyoruruz ve izliyoruz Ama hic bir zaman uyumuyoruz
Hanif Bey sagolasin verdigin linkden su iki resim cok ilginc. Hz Ibrahimin makami yer degistirmis. Yoksa banami oyle geliyor. O zaman Su kabe neresi makalesini yazanlar haklimi ne ?
Quote:
2/125 Kabeyi halk için bir odak noktası ve bir güven yeri kıldık. İbrahim'in makamını bir namaz yeri olarak kullanın. "Ziyaretçiler, kendini ibadete verenler ve eğilip secde edenler için ikiniz Evimi temiz tutun," diye İbrahim ve İsmail'i görevlendirmiştik. (E.YÜKSEL)
Katılma Tarihi: 31 mart 2005 Yer: Germany Gönderilenler: 380
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Kumru demişki
Hanif Bey sagolasin verdigin linkden su iki resim cok ilginc. Hz Ibrahimin makami yer degistirmis. Yoksa banami oyle geliyor. O zaman Su kabe neresi makalesini yazanlar haklimi ne ?
Quote:
2/125 Kabeyi halk için bir odak noktası ve bir güven yeri kıldık. İbrahim'in makamını bir namaz yeri olarak kullanın. "Ziyaretçiler, kendini ibadete verenler ve eğilip secde edenler için ikiniz Evimi temiz tutun," diye İbrahim ve İsmail'i görevlendirmiştik. (E.YÜKSEL)
İlk önce geleneksel şekilde inanılan ve uygulanan haccı kafalardan tamamen silmeden ve haccın maksadının ne olduğunu anlamadan bu konularda görüş beyan etmenin hiç bir fayda getireceğini sanmıyorum
tabiki sözüm sünnetçi ve hadiscilere değil,sadece kuran tek kaynak dediği halde hac konusunda geleneğin anlattığı hac meselesini bir türlü sorulayamayıp bu konuda gelenekle palalel düşünenleri kast ediyorum
Edip 2/125 i aynen geleneğin; put kıran İbrahimi putyapan bir önder şeklinde çarpıttığı gibi, üzerinde düşünmeden taklit etmiş.Sanki İbrahim putları estetik görünümlerinden dolayı kırarak, put öyle olmaz böyle olur dercesine bir bina yapmış
Bir kere bu ayette kabe kelimesi yok.
125- Biz bu Beyt'i, insanlar için toplanma yeri ve güven li kıldık. Siz de İbrahimin (hanif) makamına destek verin . Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, saygı ile itaat edecek,boyun eğecek toplumlar için temiz tutun!"
Hacdan önce ben Kureyş'ten söz eden 106 ncı sureyi yeteri kadar evrensel bulmazdım. Yanıldığımı Kabe'yi tavaf ederken anladım:
Kureyş'i alıştırdığı için (ticarî) yaz ve kış yolculuklarına o Ev'in Rabbine kulluk etsinler. Açtılar, doyurdu onları; korku içindeydiler, güvene kavuşturdu.
Ev'e değil de Ev'in Rabbine kulluk etsinler.
Meğer ne kadar evrenselmiş. Yüce Allah Kendisinin doyurma ve koruma niteliğini örneklemek için anıyormuş Kureyş'i.
Bunun ötesinde Kureyş önemli değilmiş; o Ev önemli değilmiş. Önemli olan Rab imiş.
Tavaf sırasında Kureyş suresini sık sık ve hissederek okudum. Tabii bir de hac görevimi yaparken Allah Bir kuralını esas alma niyetim vardı. O taş yapının tapılırcasına yücelendiğini gördükçe "Ev'in Rabbine kulluk etsinler!" uyarısı bana daha bir anlamlı geldi.
Sevr Dağı efsanesi de ilginç gelir bana. O yüzden, Hicret sırasında Hz Peygamber'in saklandığı söylenen o dağdaki mağarayı hep görmek istedim.
Aklıma sorular geliyordu.
Örneğin Medine, Mekke'nin kuzeyinde; Sevr mağarası ise güneyde. Kuzeye kaçarken neden güneye gitmiş? Cevap: müşrikleri şaşırtmak için.
Olabilir. Bence mantıklı bir açıklama.
Soru: Hicret sırasında Hz Muhammed orta yaşın hayli üstündedir; ömrü kahır çekerek, işkence görerek geçmiştir; yorgun, bitkindir. Sırtında 470 kilometrelik upuzun bir yolun azığı ve yükü ile o dik ve uzun tırmanışın nasıl üstesinden geldi?
Cevabı kendim tepeye varınca öğrendim.
Soru: Gerçek Sevr Dağı, Medine'dedir. Uhud Dağı'nın hemen yanında. Efsaneyi Kur'anî anlatıma uyarlamak için Mekke'deki bu dağa Sevr adı sonradan verilmiş olabilir mi? Bu mağara gerçekten o mağara mı?
Siz ona yardım etmeseniz de ona Allah yardım etmişti. Hani kafirler onu ikinin ikincisi olarak sürüp çıkarmıştı da ikisi mağarada iken arkadaşına, "Üzülme," demişti; "Allah bizimledir."
"Fi'l gâri: mağarada.
Bize hac rehberliği yapan Diyanetin bazı din görevlileri "Hayır!" diyordu. "Mekkedeki Sevr mağarası, Tevbe 40'taki o mağara değil. Bu yalancı Sevr'e tırmanıp kendinizi boşuna yormayın."
Çoğumuz yine de tırmandık.
Yolda başka uluslardan bir sürü hacı gördüm. Bazı Keşmirliler İngilizce biliyordu. Onlarla sohbet ettim. Aklımı tırmanışın zoruluğundan başka şeylerle meşgul edeyim diye.
Tepeye varınca ilk dikkatimi çeken şey, Hz Muhammed'e vahyin inmeye başladığı yer olan Nur Dağı'nın buradan görünüyor olması idi. Oradaki fotoğrafçıya "Çek bakalım bir foto!" dedim. "Ama arka planda Nur Dağı görülsün."
Adam İngilizce bilmiyordu. Elimle Nur Dağı'nı gösterdim. Kare işareti yapıp "Background!" dedim.
O, fotoğrafı soğuturken ben tırmanmayı sürdürdüm. Ve birden allı pullu bir deve çıktı önüme. Parayla deveye biniliyordu orda. Ama benim için önemli olan, devenin oraya çıkabilmiş olmasıydı.
Evreka!
"Hz Muhammed o zor tırmanışın üstesinden nasıl geldi?" sorusunun cevabını bulmuştum. Fotoğrafçıya "Koş, koş!" dedim. "Bu devenin yanında da çek fotoğrafımı."
"Önemli olan bu deve!" diye ekledim. Keşmirliler "Deve önemliymiş, deve!" dediler birbirlerine.
Fotoğrafçı ilk fotoğrafı getirdi. Düş kırıklığı. I-ıh anlamamış. "Bu değil!" dedim. "Arka planda Nur Dağı olacaktı..." Adamın yüzünde "Amaaan, ne önemi var? Böyle oluversin!" der gibi bir ifade. Badır badır etti. Her halde Urduca.
Kendileriyle tırmanış boyunca sohbet ettiğim Keşmirliler adama fena kızdılar; bağırdılar. Bana "Sakın kabul etme!" dediler.
Adam o yanlış fotoğrafı yırttı; bir daha çekti. Sonra soğutup getirdi. Keşmirliler benden önce atılıp incelediler. "Tamam," dediler. "Şimdi oldu."
Mağaranın önünde efendi efendi sıraya girdik. Ben fotoğraflarımı yerleştirmeye çalışırken Keşmirli dostlarım mağaranın bu ucundan girip öteki ucundan çıkıp gitmişlerdi.
Buna çok üzüldüm ve şaşırdım.
Şaşırdım çünkü orda gerçek bir mağara yoktu. Mağara dediğin tek ağızlı bir oyuktur; loşçadır; arkası kayadır. Oysa bunun iki ucu açıktı. Şöyle üç metre kadar bir tünelcik. Bu ağzından bakınca öteki ağzı rahat görülüyor.
Hani mağaranın ağzına örümcek ağını germişti? Hani mağaranın ağzında bir ağaç bitivermişti de güvercinler yuva yapmıştı oraya?
Müşrikler mağaranın ta ağzına kadar o zor yokuşu tırmandıktan sonra eğilip mağaraya şöyle bir göz atmaya da mı üşendiler? Baksalar, değil orada saklananları mağarayı bir ucundan öteki ucuna santim santim görürlerdi. Loş moş değil, pırıl pırıldı içerisi.
Üzüldüm çünkü Keşmirli dostlarıma teşekkür edemedim. Fotoğrafçıya karşı beni savunmaları insanlığın, metliğin ta kendisiydi.
Hasan abi Allah Razı oLsun senden.yazdıklarınla, senden geniş bilgi ve tecrübelerinle en azından 1 kişi yani beni aydınlattın kafamdaki bazı konulara hız kazandırdın Haccınıda Allah kabul etsin inşallah Allah ilmini artırsın inş.
Düşünce de bizi sevindirmiş olsun?.. Doğrusu, her söylenişte merak ediyorum bu cemre düşme olayını. Cemre nasıl bir varlıktır, ne kadar büyüklükte, ne kadar da ağırlıktadır?.. Bakınca hemen görebilir miyiz onu?..
Efendim, okuyucumun merakı yerinde bence. Çünkü çocukluk günlerimizde biz de şubat ayının yirmisinden sonra martın beşine kadar hep cemre arardık işin doğrusunu sorarsanız. Zaten şiddetli geçen soğuk kış ayları boyunca hasretle tekrar edilen temenni hep aynı olurdu:
-Ah bir cemre düşse.. gerisi kolay.. diye hayıflanıp durulurdu...
Nitekim soğukların şiddeti kırılır, yarı güneşli günler başlar, bir müjde bizim dünyamızı altüst ederdi:
-Bugün yirmi bir şubat. Yani cemrenin havaya düştüğü gün!..
Hemen güneşli duvar diplerine çıkar, havaya düştüğü bir müjde gibi söylenen sevgili cemreyi seyretmeye yönelirdik. Ne yazık ki bunca arzularımıza rağmen sevgili ve de sevimli cemreyi havada bir türlü göremezdik. Bir haftalık bir arayıştan sonra içimize bir ümitsizliğin çöktüğü sıralarda bir müjde daha uçurulurdu:
-Cemre bugün de suya düştü!..
Demek ki daha da yaklaştı bize. Hemen elimize sopaları alır, buzlu suların içinde cemre aramaya başlardık... Ne yazık ki çok yakınımızda olmasına rağmen cemreyi buzlu suların içinde de bulamazdık...
Ümitsiz bir bekleyiş yine başlardı. Ama bu çok sürmez, yeni bir söylenti daha çıkarılırdı:
-Bugün beş mart. Artık cemre toprağa düştü!..
Tam bir fırsat diye düşünürdük. Çünkü toprağa düşen cemreyi bulmak daha kolay olacaktır...
Hemen hazır bekleyen sopalarımızla nemli toprakları deşelemeye koyulur, büyük bir ümitle cemre aramaya yönelirdik...
-Bulur muyduk?..
-Nerde!..
İtiraf etmeliyim ki, çocukluğumuzun bu cemre arayışları hâlâ zihnimde sanki çakılı durmaktadır. Her sene yirmi şubattan itibaren düşmeye başlayan cemre günlerinde aynı olayları bir daha hatırlar, yeniden bir cemre arayışına yönelirim sanki.
Hayır. Ne havada, ne suda ne de toprakta bulamadım aradığım cemreyi.
Ama hiç beklemediğim bir yerde, bana en yakın bir durumda buldum cemreyi.
Meğer hiç de uzaklarda değilmiş; havada, suda, toprakta aradığım cemre. İki elle tuttuğum kitabın sayfaları arasındaymış. Bakın ne diyor elimde tuttuğum kitap cemre için:
-Cemre, Arapça bir kelimedir. Ateş, kor, köz manalarına gelir... Yani sıcaklık! demektir.
Halkımız öteden beri şubatın yirmisinden sonra cemre havaya düştü, derler, yani baharın müjdecisi sıcaklık, havada başladı demektir. Bundan bir hafta sonra da cemre suya düştü, derler. Bununla da sıcaklığın suda başladığını ifade etmiş olurlar. Bir hafta sonra martın beşinde ise, cemrenin toprağa düştüğünü dile getirirler. Bununla da sıcaklığın artık toprakta da başladığını, toprağa tohum atma devresinin başlayabileceğini anlatmış olurlar.
Demek ki, benim maddi bir cisim gibi havada, suda, toprakta aradığım cemre aslında itibari bir mefhummuş.
Sıcaklığın belli yerlerde başlama tarihleriymiş. Kışın soğukları önce havada kırılır, sonra suda, sonra da toprakta.. demeye getirilirmiş...
Bilmem, bu uzun çocukluk hatırasından sonra okuyucum cemre konusunda bir fikir sahibi oldu mu?..
Yıllardır hep duyarız, cemre suya düştü, havaya cemre düştü...En nihayet toprağa cemre düştü diye..Nedir bu cemre allahaşkına, gören, yakalayan var mı? Nasıldır? Nedir? Yenilir mi? İçilir mi? Ne renktir? Bilen var mı?...Her yıl 20 Şubat’ta birinci cemre havaya düşer...Hadi bakalım, hanginiz gördünüz cemreyi düşerken, düşmek üzereyken değerli dostlar? Göreniniz oldu mu acaba ?
Cemre, Arapça bir sözcük...Ateş, kor ateş, köz anlamına geliyor...Cemre düştü dediğimiz zaman, işte, havaya ateş düştü, toprağa kor ateş düştü demek istiyoruz aslında...Baharın geldiğini haber veriyoruz...Havanın suyun ve toprağın ısınmaya başladığını vurguluyoruz...Birinci cemre hep havaya düşüyor...20 Şubat’ta yani bir on gün sonra filan...Suya bir hafta sonra düşüyor cemre 27 Şubat’ta...En sonunda da, toprağa düşüyor: Onun da tarihi bazen 5 bazen de 6 Mart...Sözün kısası soyut bir kavram bu anlamda cemre...Birşeyin düştüğü filan yok aslında...Ama eskiden, acemi genç muhabirlere şaka yapmak için çokça kullanılırmış cemre düşme hadisesi...Yeni başlayan muhabire “Evladım bak bugün cemre suya düşecekmiş, git şunun fotoğrafını çek de haber yapalım “ diye acemi muhabiri dere, göl kenarlarına, su birikintilerinin bulunduğu yerlere gönderirler, zavallı muhabir de elinde fotoğraf makinesi dolanıp dururmuş akşama kadar, cemreyi görüntüleyeceğim diye...Akşama doğru boynu bükük, gazeteye döner, çekemedim efendim, diyerek makineyi büyük bir mahcubiyetle masanın üzerine bırakırmış...
Efendim, eskiden, kuzey ve iç bölgelerde yaşayan Arap kabileler, kış geldiğinde ovalara iner yanyana üç çadır kurarlarmış...İlk çadırda büyük baş hayvanlar, ortadaki çadırda kendileri, aileleri ve çocukları, sondaki çadırda da küçük baş hayvanlar, horozlar, tavuklar, keçiler, koyunlar bulunurmuş...Her bir çadırda da bütün kış hiç söndürülmeyen ve cemre adı verilen ateş yanarmış...Havalar ısınmaya başlayınca önce büyük baş hayvanların bulunduğu çadırdaki ateş söndürülürmüş, daha sonra kendi çadırlarındaki ateşi, en sonra da küçük baş hayvanların bulunduğu çadırdaki cemreyi söndürürlermiş...Daha sonra da cadırlarını toplayıp hayvanlarıyla birlikte yaylalara, yüksek yerlere çıkmaya başlarlarmış...
Eski Türklerde de cemre gökyüzünde yaşayan yakışıklı bir delikanlı olarak düşünülürmüş. Cemre adındaki bu delikanlı bir gün dünyayı merak etmiş ve yaklaşmış...Havaya düşmüş, bu sırada gördüğü bir kıza aşık olmuş, yaklaşmak isterken suya düşmüş, yıkanmış, temizlenmiş, daha sonra karada sevgilisine kavuşmuş. Bu aşk, yeryüzüne bereket ve sıcaklık getirmiş...Ayrıca eski Türk inancında üçüncü cemre günü lodosla poyrazın kavga ettiğine de inanılıyor, poyraz galip gelirse bahar geç geliyor, lodos zafer kazanırsa da baharın daha erken gelmesi bekleniyor...Cemrenin kor ateş, köz anlamından başka anlamları da var: Mina’da şeytana atılan taşların meydana getirdiği yığınlara da cemre deniyor söz gelimi...Bir çeşit iltihaplı bir çıban olan kara kabarcık da, cemre adını taşıyor...Bir tür çakıl taşına da yine cemre deniyor...Ayrıca daha çok kız adı olarak da kullanılıyor...
Turgay PASİNLİGİL
tamda tahmin ettiğim gibi çıktı
Efendim, eskiden, kuzey ve iç bölgelerde yaşayan Arap kabileler, kış geldiğinde ovalara iner yanyana üç çadır kurarlarmış...İlk çadırda büyük baş hayvanlar, ortadaki çadırda kendileri, aileleri ve çocukları, sondaki çadırda da küçük baş hayvanlar, horozlar, tavuklar, keçiler, koyunlar bulunurmuş...Her bir çadırda da bütün kış hiç söndürülmeyen ve cemre adı verilen ateş yanarmış...Havalar ısınmaya başlayınca önce büyük baş hayvanların bulunduğu çadırdaki ateş söndürülürmüş, daha sonra kendi çadırlarındaki ateşi, en sonra da küçük baş hayvanların bulunduğu çadırdaki cemreyi söndürürlermiş...Daha sonra da cadırlarını toplayıp hayvanlarıyla birlikte yaylalara, yüksek yerlere çıkmaya başlarlarmış ...
Ne ilginç değil mi.Mekkede ki cemrelerde 3 tane. Demekki bu insanlar havaların sıcak olmasını;Allahın yasalarından değil,şeytanların işi olduğuna bağlıyorlar yani böyle inanıyorlar.Mekkenin aşırı sıcak olmasını da hesaba katarsak olay dahada netleşiyor.
Dolayısıyla kendilerini aşırı sıcaklara maruz bırakan şeytanları sembolize eden sütunlar dikmişler ve bunları taşlayarak hınçlarını o taşlardan çıkarıyorlar
Hacda ibadet yapıyoruz diyerek o sutunlara taş atanlar,aslında arapların bu eski şirk ritüelini uyguluyorlar. aynen kemal sunanın filmindeki cinleri kovan cinci hocanın kış kış cinler kış kış demesi gibi
Saffat 158 Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler
Rahman 15 Cinleri de dumansız ateşten yarattı.
Şimdi bu iki ayeti beraber yanyana düşünelim. Cinlerin Allahın akrabası olduğuna inanan bu putperestlerde hiç bir değişme yok. Eski tas eski hamam,putperstliğe son gaz devam
Allah demiyormu yasin suresinde onların ekserisi iman etmezler,onlara söz hak oldu diye
gelelim şimdi işin en enteresan kısmına.Kurandaki haccı, işte burası diyerek tüm dünyayı kandıran ve kendi şirk ritüellerine alet eden bu sapıkların, yine aynı şekilde kurandaki kabe ve mescidi haram kavramlarını çalmak suretiyle kendi yaptıkları kubik bir puta tapmaya davet etmediklerinden eminmisiniz????
Katılma Tarihi: 24 eylul 2005 Yer: Almanya Gönderilenler: 333
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Selam Hanif.
Hacc konusunda ki görüslerini diger Forumda takip edebildigim kadariyla ve de gecmisin ve günün gerceklerine bakarak diyebilirim ki, senin ortaya attigin görüs dogru olsa bile kabul görmez. Pratikte uygulanacak olmasi uzak bir ihtimal. Forum köselerinde bir birini yiyen insanlar nasil bir araya gelipte gayri müslimlere yönelik tartisma platformlari düzenleyecek bilmiyorum, hele ki Seytan taslamayi ibadet bilip ve o topraklarda ölmeyi sehitlige denk tutanlara ragmen. Yerin önemi yok desekte bir yerleri dolduracak insan sayisi yok denecek kadar yok.
Böyle sihhatli zeminlerin atilimi icin insanlarin önce Cumualarda bir araya gelip Kur'an-i konusmalari gerekirdi, kisacasi suurli/diri, dinamik bir topluluk gerek.
Bak sen orada görüslerini actin, beyinsiz, kafir, Islam düsmani gibi nitelemeler basini aldi gitti; bir görüs yanlis olsa bile insanlarin tahammül sunumu durumun resmini cizdi.
Bugün tanimlanip ve sahiplenen bir cok degerler, kisinin kendi nefsine, ötesine giden nefsi zorlayandir.
Senin ortaya attigin görüs bence daha saglikli ve de Islam ile uyumlu, kesin gözüyle bakmasamda öne sürülenden daha cok Islam'in esasi diyebilirim. Önce bir Cumualar özüne varip insanlar Kur'an etrafinda toplanabilse, ah bir hayata gecirilse...
Dolayısıyla kendilerini aşırı sıcaklara maruz bırakan şeytanları sembolize eden sütunlar dikmişler ve bunları taşlayarak hınçlarını o taşlardan çıkarıyorlar
Hacda ibadet yapıyoruz diyerek o sutunlara taş atanlar,aslında arapların bu eski şirk ritüelini uyguluyorlar. aynen kemal sunanın filmindeki cinleri kovan cinci hocanın kış kış cinler kış kış demesi gibi
Saffat 158 Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler
Rahman 15 Cinleri de dumansız ateşten yarattı.
Şimdi bu iki ayeti beraber yanyana düşünelim. Cinlerin Allahın akrabası olduğuna inanan bu putperestlerde hiç bir değişme yok. Eski tas eski hamam,putperstliğe son gaz devam
Allah demiyormu yasin suresinde onların ekserisi iman etmezler,onlara söz hak oldu diye
gelelim şimdi işin en enteresan kısmına.Kurandaki haccı, işte burası diyerek tüm dünyayı kandıran ve kendi şirk ritüellerine alet eden bu sapıkların, yine aynı şekilde kurandaki kabe ve mescidi haram kavramlarını çalmak suretiyle kendi yaptıkları kubik bir puta tapmaya davet etmediklerinden eminmisiniz????
Vallahi bir iki sene oncesine kadar emin oldugum seylerden artik emin degilim. Kabe ve mescidi Haram kavramlari calinti gibi geliyor. Yani Kurandan almislar, kavramlarin icini bosaltarak, kendi putculuklarin adapte etmisler. Ama musluman olarak gorevimiz Kurana uymayan birsey hemen terk edebilme cesaretini gosterebilmemiz gerekir.
__________________ Müslüman olmak güzeldir AMMA Hanif Müslüman olmak bir başkadır başka ......
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma