Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Semazen yazdı:
“Not: Hz. Yûsuf rüyaları vahiy yoluyla te’vil etmemiştir. Yâni, sûrede örneklenen herbir rüya için ayrı bir vahiy almamıştır. Kehf Sûresinde, Hz. Musa’nın yol arkadaşlığı yaptığı gizemli kişinin de ne zikredilen olaylardaki etkinliğinin ne de olayların daha sonra yaptığı te’vilinin vahye dayandığına dair elimizde bir delil yoktur. “
Yusuf 6:” Ve kezâlike yectebiyke Rabbüke ve yuallimüke min te'viylil ehadiysi ve yütimmu nı'metehu aleyke….”
Yusuf 15:” Fe lemma zehebu bihi ve ecmeu en yec'aluhu fiy ğayabetil cübbi, ve evhayna ileyhi le tünebbiennehüm bi emrihim hazâ ve hüm la yeş'urun;
Yusuf 21: “...ve linuallimehu min te'viylil ehadiys…”
Yusuf 22:” Ve lemma beleğa eşüddehu ateynahü hükmen ve ılman ve kezâlike neczil muhsiniyn;
Yusuf 37:” Kale la ye'tiyküma taamün türzekanihi illâ nebbe'tüküma bi te'viylihi kable en ye'tiyeküma zâliküma mimma allemeniy Rabbiy inniy terektü millete kavmin la yu'minune billahi ve hüm bil ahireti hüm kafirun;
Yusuf 41:” Ya sahıbeyissicni emma ehadüküma feyeskıy Rabbehu hamra ve emmel aharu feyuslebü fete'külüt tayru min ra'sih kudıyel emrulleziy fiyhi testeftiyan;
Yusuf 100: “Ve refea ebeveyhi alel Arşi ve harru lehu sücceda* ve kale ya ebeti hazâ te'viylü ru'yaye min kabl kad cealeha Rabbiy Hakka ve kad ahsene Biy iz ahreceniy minessicni ve cae biküm minel bedvi min ba'di en nezeğaşşeytanu beyniy ve beyne ıhvetiy inne Rabbiy Latıyfün lima yeşa' inneHU HUvel Aliymul Hakiym;
Yusuf 101:” Rabbi kad ateyteniy minel mülki ve allemteniy min te'viylil ehadiys FatıresSemavati vel Ardı ente veliyyiy fiyd dünya vel ahireti, teveffeniy müslimen ve elhıkniy bissalihıyn;”
Yusuf 111:” Lekad kâne fiy kasasıhim ıbretün li ülil elbab* ma kâne hadiysen yüftera ve lâkin tasdiykalleziy beyne yedeyhi ve tafsıyle külli şey’in ve hüden ve rahmeten li kavmin yu'minun;
Bu ayetlere rağmen “Hz. Yûsuf rüyaları vahiy yoluyla te’vil etmemiştir” derseniz saygı duyarım.Karar sizindir.
Semazen yazdı: Kehf Sûresinde, Hz. Musa’nın yol arkadaşlığı yaptığı gizemli kişinin de ne zikredilen olaylardaki etkinliğinin ne de olayların daha sonra yaptığı te’vilinin vahye dayandığına dair elimizde bir delil yoktur.
Kehf 65:” Feveceda abden min ıbadina ateynahu rahmeten min ındina ve allemnahu min ledünna ılma;”
Kehf 82:” Ve emmel cidaru fekâne li ğulameyni yetiymeyni fiyl mediyneti ve kâne tahtehu kenzün lehüma ve kâne ebuhüma saliha feerade Rabbüke en yeblüğa eşüddehüma ve yestahrica "kenzehüma rahmeten min Rabbik ve ma fealtühu an emriy* zâlike te'vilü ma lem testı' aleyhi sabra;”
Bu ayetlerin delil olduğunu düşünüyorum.
Semazen yazdı:
Soru şu... Âli İmran:7. Âyet muhkem mi; müteşabih mi?? Bu âyet üzerinde yaptığımız çalışmalar tefsir mi; te’vil mi?? 14. Asır boyunca uzmanların ortaya koydukları görüşlere hangi zâviyeden bakılmalı?? (Bu sorular Sn. Dost1’i bağlamıyor.. Çünkü, kendisi muhkem ve müteşabihi Kitabı Mukaddes’e has görüyor..)
Önceki iletinizdeki yazımdan çıkardığınız 1 nolu özet:” 1) Âli İmran: 7. Âyetindeki “muhkem ve müteşâbih” in Kurân ile ilgisi yoktur.(Görüş böyle olunca, bendenizin bir önceki mesajımla ortaya koyduğum soru işaretleri karşılığını bulmuştur.)”
şeklinde değil miydi ? yine 3 nolu sorunuz aşağıdaki şekilde değil miydi?
3) Âli İmran:7’deki Kitâb, Tevrat ve İncil değildir; Kurân’dır! Bu tespiti yaparken; ortaya koyduğumuz soru şudur: Muharref (tahrif edilmiş) kitapların muhkemi müteşâbihi olur mu? Zâten tahrif edilmiş.. İçlerindeki doğruların tespitini ise ancak Kurân ile yapabilirsiniz.
Yanıtı da aşağıdaki şekilde verilmemiş miydi?
Yazımda geçen ifade aşağıdaki gibidir.
Şimdi, Medîne döneminde, Hıristiyan heyetiyle Peygamber Efendimiz arasında geçen tartışmalar üzerine indiği rivayet edilen bu husus, âyetlerinin sözgeliminden de anlaşılan Âl-i İmrân Sûresi'nin 2'nci ve 7'nci âyetlerinde anılan"el-Kitab " ile Kur'ân'ın değil, Kur'ân'ın kaynağı olan ana Kitabın, yani Tevrat ve İncil'in de esasının kastedildiği açıktır.
… Âli Îmrân 7. âyette kastedilen Kitâb, Kur'ân öncesi İlâhî Kitâb,yani Tevrât-İncîl 'dir. (Bu cümle, tesbitinizdeki anlama gelebilir. Doğrusu yukarıdaki paragraftaki gibi olacaktır.)
Muharref olanlar, Allah kitabının kendi değil, insanların ellerinde bulunan Tevrat ve İncil kitaplarıdır. A’li İmran Suresinin 3. ayetinde adı geçen kitap, sadece Peygamber Efendimize indirilen değil, Musa ve İsa peygamberimize de kendi dillerinde verilen Allah kitabının aslıdır. O kitabın içeriği Peygamber Efendimize kendi diliyle indirilmiştir. Çünkü Peygamber Efendimize bütün olarak bir kitap indirilmemiştir. Ona gelen vahiyler henüz kitap değil Kur’an(Okuma parçası) ya da Furkan (Doğruyu, eğriyi birbirinden ayırt eden hikmetli sözler) idi. Musa Peygambere Tevrat’ı (İlahi yasa), İsa peygambere İncil’i (İlahi Müjde) indiren Allah, bunların içeriği olan Furkan’ı da Peygamberimize vahyetmiştir.
Ali İmran suresinden çok önce inmiş olan Ankebut Suresinin 45-49 ile Ra’d Suresinin 36-37 nci ayetlerini dikkatle düşündüğümüzde:Ankebut 45 de ”O Kitap’dan sana vahyedileni oku.” buyuruluyor. O Kitap sözüyle, Kur’an’dan önce inmiş olan Tevrat ve eklerinin kastedildiği açıktır. Bu surede anlatılan kıssalar, onun kıssalarıdır. İbranice olan O Kitap’dan, o ibret verici kıssalar Peygamber Efendimize Arapça olarak vahyedilmiştir.
46 ncı ayet de 45 nci ayette anılan el Kitap ile Tevrat’ın kastedildiğini gösterir. Bu ayette mü’minlere O Kitap ehliyle en güzel tarzda tartışmaları, onların içinde haksızlık edenler olursa o tür insanlara kendi usluplarıyla karşılık verebilecekleri; doğru ve ihlaslı kitap ehline:” Biz bize indirilene de, size indirilene de inandık, sizin de bizim de Tanrımız birdir. Biz de O’na teslim olanlarız.” demeleri buyuruluyor.
47-49 ncu ayetlerde Kitap ehlinin, Peygamber Efendimize vahyedilen Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğine inandıkları gibi, Mekkelilerden de ona inananların bulunduğu, Allah’ın ayetlerini kafirlerden başkasının inkar etmeyeceği belirtiliyor. Peygamber Efendimizin daha önce bir kitap okumadığı, yazı da yazmadığı, kendisine gelen bu sözlerin, kendilerine ilim yani Kitap verilmiş olanların göğüslerinde bulunan açık ayetler olduğu bildiriliyor ve Allah’ın ayetlerini, zalimlerden başkasının inkar etmeyeceği vurgulanıyor. “kendilerine ilim verilmiş olanlar” deyimi, Kitap ehli için kullanılan bir deyimdir.
İsra 107 :” De ki:”Siz ister ona inanın, ister inanmayın. O, daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman onlar, derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar.”
Enbiya 7:” Bilmiyorsanız, Zikir ehline (Kitap ehline) sorunuz.”
Ra’d 43: “De ki: Benimle sizin aranızda Allah’ın ve yanında Kitap bilgisi bulunanların tanıklığı yeter.”
Ayetleri ve benzerleri: Kitap ile, Kur’an’dan önce inmiş olan Tevrat ve İncil’in; Kitap bilgisi bulunanlar, kendilerine ilim verilmiş olanlar, kitap ehli, zikir ehli ile de Kur’an’dan önce İlahi Kitap’a sahip bulunan Yahudi ve Hıristiyanların kastedildiğini açıkça gösterir.
Ra’d 36,37 :”Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilenden sevinirler. Fakat şu kabilelerden, onun bir kısmını inkar edenler vardır. De ki: Bana, yalnız, Allah’a kulluk etmem ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamam emredildi. Ben O’na davet ederim, dönüşüm de O’nadır.. Böylece biz onu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, artık seni Allah’ın azabından kurtaracak ne bir veli, ne de koruyucu olmaz.”
Ra’d suresinin bu ayetlerinden birincisinde geçen el Kitap hiç kuşkusuz Kur’an’dan önceki İlahi Kitap olan Kitab-ı Mukaddes’tir. Kendisine Kitap verdiklerimiz ifadesi ile açıklanan o Kitabın verilmiş olduğu İsrail oğullarıdır. Çünkü Musa ve İsa peygamber de İsrail oğlu idi.İkinci ayetteki zamir de birinci ayette geçen el Kitap’a gitmektedir. Çünkü “onu” zamirinden önce bir ismin geçmesi gerekir. Burada Kitap’tan başka bir şey geçmemiştir. Bu durumda bu iki ayetten; Kitap sahiplerine verilmiş olan “O İlahi Kitap’ın” içeriğinin Peygamber Efendimize Arapça olarak vahyedildiği anlatılmaktadır. Musa ve İsa peygambere verilen Kitap’ın içeriğinin Arapça olarak Peygamber Efendimize vahyedildiği ilkinden sonuna kadar kur’an surelerinde belirtilmiştir.
Bakara146, Maide 83, isra 107, Ra’d 36,37,43, Enbiya 7 ayetlerinde Kitap ehli bilginlerinin Kur’an’ın anlattıklarının, kendi kitaplarında bulunanlara uygunluğunu kabul ettikleri bildirilmektedir. Buna benzer ifadeler Mekki ve Medeni olan bir çok ayette de vurgulanmaktadır.
Durum böyle olmasına rağmen, “ Bu sorular Dost1’i bağlamıyor…” yargısı sizce uygun mudur?
Kur’an’ın denetiminde Tefsir sözcüğü ile ilgili bir değerlendirme yaptım ve tefsir yerine tebyin kullanmanın daha yerinde olacağını belirttim. Bu tesbite katılır ya da katılmazsınız tercih sizindir. Belirttiğiniz gibi Din literatüründe var diye tefsir sözcüğünü kullanmaya devam edebilirsiniz.
Semazen yazdı:
Âli İmran:7. Âyeti esas alarak sorumuzu geliştirelim...
Âyette geçen muhkem ve müteşâbihin Kurân’la ilgisi yoksa...... “Kitab” Tevrat ve İncil’se..... Bu ikisi Peygamberimize Arapça olarak indirildiyse... Peygamberimizle görüşen hıristiyan heyet içinde kötü niyetli “ilimde râsih olanlar” varsa.... Muhkem ve müteşabih aslında (Dost1’e göre) Tevrat ve İncil’le ilgiliyse.....
VAZGEÇTİM... :))
Lütfen vazgeçmeyin sorunuzu tamamlayabilirsiniz.
Yarım bıraktığınız soru ile ilgili olarak önceki iletimde olanı tekrarlıyorum.
“Bu kısa özet bilgiden sonra Ali İmran 7. ayete geçebiliriz.
Bu âyette Kitabı Allah'ın indirdiğini, onun temel âyetlerinin muhkem olduğunu; bir kısım âyetlerinin de müteşâbih olduğunu; kalblerinde eğirilik olanların, fitne yapmak ve onun bildirdiği sonuca uğramak için müteşâbih olanların ardına düştüklerini; oysa onun te'vîlini Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceğini; ilimde râsih olanların ise "ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır diyeceklerini bildirmekte ve sadece sağduyu sahiplerinin öğüt alacağı vurgulanmaktadır.
Şimdi, Medîne döneminde, Hıristiyan heyetiyle Peygamber Efendimiz arasında geçen tartışmalar üzerine indiği rivayet edilen bu husus, âyetlerinin sözgeliminden de anlaşılan Âl-i İmrân Sûresi'nin 3'ncü ve 7'nci âyetlerinde anılan"el-Kitab " ile Kur'ân'ın değil, Kur'ân'ın kaynağı olan ana Kitabın, yani Tevrat ve İncil'in de esasının kastedildiği açıktır. İşte Hıristiyanlarla veya daha genel deyimiyle Kitâb ehliyle tartışma üzerine inen bu âyetlerde, Hıristiyanların Kutsal Kitabına işaret ediliyor; o Kitabın muhkem âyetleri yanında müteşâbih (çeşitli anlamlara çekilebilecek derecede birbirine benzer) âyetlerinin de bulunduğu, yüreklerinde eğrilik bulunan kimselerin, dinin temel hükümlerini belirten açık anlamlı âyetleri bırakıp, başka anlamları çağrıştıracak müteşâbih âyetlerini istedikleri biçimde yorumlamaya kalkarak halk üzerinde fitne kurmağa çalıştıkları; Kitâb'in te'vîlini istedikleri, oysa Kitabın te'vîlini yalnız Allah'ın bildiği; derin bilgi sahiplerinin ise hepsinin Allah katından olduğunu söyleyip Kitabın tamamına teslîm oldukları anlatılmaktadır.
Söz konusu âyette, âyetleri müteşâbih olan Kitâb, Kur'ân değil, Kitâb-ı Mukaddes'tir. Yüce Allah, müteşâbihleri içeren O Kitabı tam anlaşılır hale getirerek, yani muhkem olarak Peygamber Efendimize vahyetmiştir. Kur'ân 'in tamamı muhkemdir, açık anlamlı olarak indirilmiştir.
Kamer 17,22,32,40:”Andolsun biz, Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?”
Kur'ân-ı Kerîm'de, "kendilerine Kitâb verilenler Kendilerine bilgi verilenler", "'ilimde râsih olanlar (derin bilgi sahipleri)" deyimleri hep Kitâb ehli bilginleri hakkında kullanılır düşüncesindeyim.
Meryem Sûresi:
16 ayette: "Kitâb'taki Meryem'i de an. Bir zaman o ailesinden ayrılıp doğu yönünde bir yere çekilmişti.”
41. ayette “Kitâb 'daki İbrahim'i de an; gerçekten o, çok doğru bir peygamberdi.”,
51. ayette“Kitâb'taki Musa'yı da an, çünkü o, içi temiz (bir insan)dı ve elçi bir peygamberdi.”
54. ayette “Kitâb'daki İsmail’i de an. Çünkü o sözünde duran, elçi bir peygamberdi.” 56.ayette” Kitap’taki İdrîs'i de an. Çünkü o, çok doğru bir peygamberdi.”
Bu âyetlerde el-Kitâb ile hep Kur'ân öncesi İlâhî Kitabı kastedilmektedir. Yani "Kitâbda anlatılan Meryem'i, İbrâhîm'i, Musa'yı, İsmâ'îl'i, İdrîs'i an" demektir. Bu anılan peygamberlerin hepsi, Kitâb-ı Mukaddes'te anlatılan peygamberlerdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de: kendilerine bilgi verilenler, Zikir ehli, ilimde râsih olanlar" ta'birleri, hep Kitâb ehli bilginleri hakkında kullanılmıştır. Ali İmran 7. âyette ilimde râsih olanlar tabîri de Kitâb ehlinin, derin bilgi sahibi iyi niyetli insanlarını kastetmektedir
Bundan dolayı Âl-i İmrân 7. âyette sözü edilen müteşâbih âyetler, Kur'ân'ın değil, Kur'ân 'dan önceki Kitâb'ın âyetleridir. O âyetlerin ardına düşenler ve Kitâb'ın te'vîliyle uğraşanlar da Peygamber'e gönül vermiş sahâbîler olmadığı gibi, râsih âlimler de sahâbîlerin âlimleri değildir. Bu âyet, tamamen Hıristiyan din uzmanlarının, Kitâb-ı Mukaddes karşısındaki tutumlarını anlatmaktadır. Yoksa Kur'ân'ın âyetleri hakkında "müteşâbih" sıfatı; anlamı kapalı, çeşitli anlamlara gelebilen mânâsında değil; güzellikte, sağlamlıkta birbirine benzer, hepsi birbirinden güzel mânâsindadır.
Kur'ân 'da mânâsı zor olan hiçbir âyet bulunmadığını değil, Ali İmran 7. âyetteki muhkem ve müteşâbih ile Kur'ân'dan önceki Kutsal Kitabın âyetlerinin kastedildiğini anlatmak istiyoruz. Elbette Kur'ân'ın da hurûf-i mukatta'a gibi; Allah'ın insanlara benzer sıfatlarla anlatılması gibi, herkesçe hemen kavranamayacak noktaları vardır. Allah'ın, insanlara benzer sıfatlarla anılması gayet doğaldır. Felsefî düşünenler, bunları yoruma tabi tutarlar. Ama kamu için bu âyetlerin anlamı kapalı değil, açıktır. Önemli olan da bu âyetlerin, Arapçada ifade ettiği mânâlardır. Yaratan, ancak yaratılanların düzeyindeki sözlerle anlatılabilir. Başka türlü, yaratanla yaratılan arasında iletişim mümkün olmaz.
Araplar ümmî olduklarına ve râsih âlimler ta'bîri ile de Kitâb ehlinin insaflı bilginleri kastedildiğine göre; Âli Îmrân 7. âyette kastedilen Kitâb, Kur'ân öncesi İlâhî Kitâb,yani Tevrât-İncîl 'dir ve müteşâbih âyetler de Kur'ân'in âyetleri değil, o Kitabın âyetleridir. Müteşâbihlerin ardına düşenler de müslümanlar değil, Kitâblannın âyetlerini kasden yanlış anlamlara çeken, istedikleri biçimde tefsîr edip ayrıntılara, ayrılıklara, bölünmelere sebeb olan Kitâb ehlidir. Özellikle ayrıntılara girerek dinlerini parça parça eden, tevhidi bozup, peygamberlerini tanrılaştıran, üçleme inancına sapan Hıristiyanlardır. Çünkü Peygamber Efendimizin sahâbîleri, onun zamanında bu tür yorumlardan uzak idiler. Onlar sâf îmân düzeyinde yaşıyorlardı. Henüz mezheb ayrılıklarına neden olacak kelâmı tartışma düzeyine varmamışlardı. Bu, ancak İslâm, ilim olarak işlenmeğe başladıktan sonra, yani sahâbî asrından sonra belirmeğe başlamıştır. Bu 7. âyet, ileride vukubulacak bir olaydan değil; vukubulmuş,
süregelen olaydan söz etmektedir.
|