Mukaddime
Ulus sorunu ve ulusal haklar meselesi, gerçekte tek ulusun egemenliğine dayanan ve yönetimi altındaki diğer ulusları yok sayan ulus-devletlerin kurulmasından sonra riskli, karmaşık ve dramatik bir hal aldı. Gerçekte sorunun boyutları ne Kürd meselesiyle ne Ortadoğu ve ne de İslam dünyasıyla sınırlıdır. Dünyanın her köşesinde şu veya bu dozajda ulus ve ulusal haklar sorunu yaşanmaktadır. Bu sorunun en önemli parçalarından biri, İslam dünyasının merkezi olan Ortadoğu’da yaşanan Kürd sorunudur.
Sorunun çapı, insan türünü ilgilendirdiğine göre, sorunun dünya görüşlerini ilgilendiren yönü var demektir. Herkes kendi dünya görüşünden konuya yaklaşıp çözüm önermektedir. İslam dünyasında da bu sorun potansiyel olarak yaygın, kinetik olarak da Ortadoğu’da Kürd sorunu şeklinde tezahür ettiğine göre önce konuya İslami dünya görüşü ve hükümleri (gerek ler ve gerekmezleri) açısından yaklaşmak ve sonrasında ilgili yan konuları irdelemek yerinde olacak.
İslami Dünya Görüşü Açısından Kavmiyet Sorunu
Kur’an genelde insanlar arasında özelde de ilahi din mensupları arasında köprüler kurmaktadır. Kur’an’da sıkça geçen “ nas” veya marife haliyle “el-nas (ennas)” kelimesi, mutlak manada bütün beşeri içermektedir. İnsan türünün aynı anne ve babadan meydana geldiği gerçeğine dikkat çekilerek bütün beşer arasında var olan köklü köprü hatırlatılmaktadır.
Aynı şekilde ilahi din mensupları arasındaki müşterek noktalara da sıkça vurgu yapılarak onlar arasındaki köprüler hatırlatılmaktadır. Al-i İmran 64. Ayetteki, “(Resûlüm) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın” şeklindeki ilahi çağrı, ehl-i kitap mensupları arasındaki ortak noktalar ve köprüler üzerine bina edilmektedir.
Müşterek noktaların varlığı ve bunların dikkate alınması, ilgili tarafların birbirlerine yakınlaşmalarını ve insafla yaklaşmalarını sağlar.
Hucurat suresinin 13. Ayeti de “ya eyyühennas” yani ey insanlar diye başlamakta, bütün beşere hitap etmektedir. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bayandan yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.”
Tümünüzü bir erkek ve bayandan yarattık diyerek bütün insanlar arasında var olan akrabalık köprüsüne dikkat çekilmektedir. Aynı anne ve babanın çocukları olduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, düşmanlık, kin ve nefret yerine şefkat, akrabalık ve merhamet duygularımız ağır basar.
‘Tearefü’ fiili müfaale babından olup karşılıklı yapılan eylemleri ifade eder. Savaşmak, yarışmak, atışmak gibi. Tanışmak, tanımayı; tanımak tanımı; tanım da kimliği gerektirir. Bir insanı, bir kavmi ve hatta bir nesneyi tanımak kimlik sayesinde olur. Kimlik, ilgili insan veya nesnenin özelliklerini içerir. Nüfus cüzdanı veya araba ruhsatı gibi.
Kimliği tanımak da onu teslim etmeyi gerektirir. Soyut tanımak yeterli değildir. Bir ulusun kimliğini tanımak, o ulusun kendi kimliğiyle yaşama imkanını ve hakkını da tanımayı gerektirir.
İnsanların yaratıcı tarafından kavim ve kabilelere ayrılması, her bir kavime farklı özellikler verilmesi, her bir ulusa ilahi bir kimlik verilmesi anlamına geliyor. Bu, ilahi bir taksim ve kimliktir. Ulusal kimlik, tercih ve kazanım sonucu olmayıp ilahidir. Bir ulusun ulusal kimliğini yok saymak, o ulusa Allah tarafından verilen kimliği yok saymak anlamına gelir. Hakeza bir ulusun kimliğini kutsayıp ötekilerini tahkir etmek de Allah’ın ulusal kimlikleri yaratmak amacına ters düşer. Çünkü beşerin uluslara ayrılış amacı, ulusların birbirlerini tanıması olarak ifade edilmektedir. Bu ayetin mucibince bütün kavimlerin birbirlerini kendi kimlikleriyle tanıması gerekir. Kimlik, o kavmin kültürüdür. Kimliksiz tanıma olmayacağına göre, bir kavmin kültürünü tanımadan onu tanımak da olamaz. Ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, beşerin kavimlere bölünmesi, birbirlerini kendi ırk, dil, renk, tarih kısacası kültürüyle tanıması içindir. Bir kavmin diğerlerini yok sayması veya ona üstünlük taslaması için değil. Üstünlüğün ölçüsü takvadır ve takdiri Allah’a aittir.
Kitab-ı mübin’in ışığında ulusal sorunları ez cümle Kürd sorununu ele aldığımızda, Kürd ulusunun kimlik ve kültürünün öteki uluslar ve özellikle mücavir uluslar tarafından tanınmasının, ilahi hilkatın ve hikmetin muktezasından olduğu ve aksi davranmanın, ilahi hilkat ve hikmete isyan sayılacağı hükmüne ulaşabiliriz.
Bu hükmün nasıl uygulanacağı konusuna gelince, İslam toplumsal yaşama ilişkin hüküm vaz ederek muhtevayı belirliyor; ama biçime ilişkin hüküm koymuyor. Yönetim biçimi ve modeli insanlara bırakılıyor. Çünkü asıl olan muhtevadır. Muhteva farklı formlarda korunabilir. Dolayısiyle yönetim tarzını ilgili tarafların belirlemesi gerekiyor. Bu çerçevede genel olarak ulus sorununun ve özelde de Kürd sorununun çözümünde federasyon dahil farklı modeller tartışılabilir. Ümmet bağlamında ise konfederasyon dahil değişik çözüm yolları masaya yatırılabilir. Kavmiyyet sorununa taraf olanların kısa ve uzun vadeli fayda ve zararları dikkate alarak makul bir çözümde buluşabilmesi için alternatiflerin çerçevesini geniş tutmak gerekir.
Kürd Sorunu
Kürd sorunu ifadesi kullanıldığında, bazılarının zihninde ilk anda Kürdlerin sorun oluşturduğu gibi bir anlam belirebilir. Problemin olduğu yerde bir, problemin tarafları vardır; iki, problemin doğuşunda tarafların katkı payı söz konusudur. ‘Kürd sorunu’, Kürdlerin yaşadığı problemin adı ise, bu sorunun taraflarından biri Kürdler, ötekiler de Araplar, Türkler ve Farslardır ve daha uzakta da bu sorunda çıkarı olan diğer kavim ve devletler. Kürd sorunu, Kürdlerin ilahi yaratılıştan neş’et eden kendi fıtri haklarının ötekiler tarafında inkar edilmesinden ve Kürdlerin de bu inkara karşı çıkmasından kaynaklanıyor. Kürdler haklarını istedikleri için sorun yaratıyor diye itham edilemezler. Hakkını istemek herkesin hakkıdır. Hakkını isteyeni haksızlıkla suçlamak, gerçek haksızlıktır. Bu bakımdan, Kürd sorunu Kürdlerden çok mücavir kavimlerin doğurduğu bir sorundur ve Kürd sorunu olduğu kadar ve hatta fazlasıyla Arap, Türk ve Fars sorunudur. Ancak Kürdler zayıf, ötekiler güçlü olduğu için güçlüler zayıfı sorun olarak gösterdiğinden dolayı sorun Kürd sorunu olarak tanımlanagelidi ve galat-ı meşhur oldu. Bu yönüyle tanımın içeriğine katılmasak da galat-ı meşhur tanımını kullanmak durumundayız.
Kürd Sorunu ve Emperyalizm
Emperyalist güçlerin Kürd sorununa ilgi duyması ve bir şekilde bu soruna dahil olması ve Kürd ulusal hareketlerinin bu güçlerden yardım alması, Kürd sorununun önemli sıkıntılarından birini oluşturmaktadır. Sorunun doğuşunda da çözümsüzlüğe itilip müzmin hale gelmesinde de Emperyalist güçlerin doğrudan payı vardır. Emperyalist güçlerin Kürd sorununu kendi çıkar ve amaçları için kullanmaları, bu sorunu çözmek istemeyen bölge ülkelerine bahane ve fırsat vermiştir.
Neredeyse tamamı Osmanlı sınırları içinde yer alan Kürdistan’da 19. Yüzyıla kadar kayda değer bir rahatsızlık görülmemektedir. Zira Kürdlere emirlikler (16 emirlik) ve sancaklar(15 sancak/hükümet) verilerek özerklik kazandırılmıştı. Bu özerklik sayesinde Kürd kültürü, edebiyatı ve medeniyeti hem önemli gelişme kaydetmiş hem de kayda değer eserler vermişti. Ceziri, Beyazıdi, Hani, Kuyi ve Fekih-i Teyran o dönemlerin ürünüdür. Bitlis, Cizre ve Hakkari gibi Kürd emirliklerine başkentlik yapan yerler, aynı zamanda Kürd kültürünün de merkezi haline gelmişti. Divan Edebiyatının maruf şairlerinden olan Fuzuli, Nefi ve Nebi gibi şairler bu bölgeden İstanbul’a gitmişlerdir. Çünkü İstanbul’daki hükümet Kürdistan bölgesindeki Kürd kültürünün gelişmesine katkıda bulunan bilim ve sanat adamlarını teşvik ediyordu.
Bu olumlu yanlara rağmen Osmanlı, yönetimi altında tuttuğu çok sayıdaki farklı ulusu Batıdan gelen milliyetçilik dalgasına karşı koruyacak teorik ve pratik sağlıklı çözüm imkanlarından yoksundu. Osmanlı’nın en bariz zaaflarından biri, İslami yönetim modelleri üzerinde teorik çalışma ve tartışmalara gerekli zemini hazırlamaması ve hatta bu konulara kapalı olmasıydı.
19. yüzyılda Osmanlı’nın gerilemesi ve iyiden iyiye Batının nüfuzu altına girmesiyle Türk/Türkçülük ve Kürd/Kürdçülük sorunu baş gösterdi. Arap/Arapçılık sorununu da buna eklemek lazım. Hem ideolojik hem de eylem olarak ulusal sorunun doğuşunda Batılı emperyalist güçler doğrudan rol aldılar. Balkanlardan Arap Yarım Adasına kadar çevreden merkeze doğru ulusları kışkırtarak güçlü rakipleri Osmanlı devletini parçalarken Osmanlı’nın merkezine de Pantürkizm tohumlarını ekerek ulus temelinde etki-tepki yaratarak bölünmeyi, parçalanmayı ve düşmanlıkları körüklediler.
Ulus sorunu ve ulusal haklar meselesinin kendi doğal seyrinde ve kendimiz tarafından çözüm ve terakkiye matuf bir tarzda gündeme getirilmeyip başkaları tarafından ve onların şom amaçlarına hizmet edecek nitelikte İslam dünyasının gündemine sokulması ve yol açtığı zararlar, genelde ulus sorununun, özelde de Kürd sorununun sağlıksız bir zeminde doğmasına neden oldu.
Emperyalizm ve ulusal sorun bağlamında örneklemeye gidersek, başta Irak’ı misal gösterebiliriz. Birinci Dünya Savaşı’nda bölgeyi işgal eden İngilizler; Osmanlı’ya karşı İngilizleri destekleyen Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e ödül olarak Bağdat ve Basra vilayetlerini verdiler ve sonra buna Musul’u ve daha sonra bugünkü Irak’ı eklediler. Milliyetçilik ideolojisini şırıngalayan ve ulusal hareketleri destekleyen İngiltere, Kürdlerin de özerklik veya bağımsızlık taleplerini karşılamaya gücü yettiği halde onlara karşı doğrudan ve dolaylı (krallık rejimini destekleyerek) savaş açtı ve Irak’taki Kürd ulusal hareketi İngiliz emperyalizmine karşı büyük savaşlar verdi. Bu da gösteriyor ki, o dönemin en büyük emperyalist gücü olan İngiltere ulus ideolojisini ve ulusal sorunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır.
İngiltere’nin, uydu ve gerici krallık rejimini ve kendi çıkarını Kürd ulusunun haklarına tercih edince, Kürdler batı emperyalizminin en büyük düşmanı gibi gözüken Sovyetler’e yanaşmak zorunda kaldılar. Sovyetler, Kürd ulusal hareketine belirli oranda yardım etmekle beraber her zaman kendi çıkarını Kürd halkının çıkarının üzerinde tuttu ve yeri geldiğinde hareketi harcadı. Sovyetler Birliği de çıkarı, ilke ve ideolojinin üzerinde tutan tipik bir emperyalist güç idi.
1972 yılında Irak rejimi, Sovyetler’in Kürd ulusal hareketine olan desteğini kesmek için onlara büyük imtiyazlar verdi. Sovyet Deniz Kuvvetlerinin Irak’ın Basra Körfezi’ndeki limanlarını kullanmasına izin verdi; Remile petrollerinde çalışma imkanı sundu ve büyük miktarlarda silah alımı anlaşmaları imzaladı. 19 Nisan 1972’deki bu anlaşmadan sonra Sovyetler’den Irak’ a Sovyet bloğuna dahi verilmeyen gelişmiş silahlar aktarıldı. Sovyetler, bu silahlarla Kürdlerin katledilmesini seyretti.
Sovyetler’in bu tavrı üzerine Kürd ulusal hareketi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin yerini alan Amerika’ ya yöneldi. Ne var ki, Amerika da farklı bir strateji izlememiştir. ABD de uygun gördüğü zamana kadar uygun gördüğü miktarda yardımda bulunuyordu. Çünkü Saddam’a karşı Kürdleri destekleyen ABD’nin denizaşırı gücü CIA, “Irak rejimine isteklerimizi kabul ettirecek ve Kürdleri savaşta üstün kılacak kadar gerillalara yardım ediyorduk. Irak isteklerimizi kabul edince yardımı azaltıyorduk. Kürdlere, Saddam’ı yenecek kadar yardım etmiyorduk.” şeklinde sarahaten itirafta bulunmuş ve bu itiraflar kayıtlara geçmiştir.
ABD’nin yardımları İran üzerinden gidiyordu. Şah ile ABD ittifak halinde hareket ediyorlardı. Şah ile Irak arasında Şattu’l Arap sorunu, ABD ile Irak arasında da Irak’ın Sovyet’lere yanaşması sorunu vardı. Irak rejimi Kürdlerin hakkını vermek yerine dış güçlere taviz verme, gah Doğu Bloğunun gah Batı Bloğunun nüfuzu altına girmeyi tercih ediyordu. Kürd ulusal hareketini ezmek için bu defa da 1975 yılında Cezayir Anlaşması ile ABD’nin etki alanına girmeyi ve Şah’ı Şattu’l Arap konusunda razı etmeyi tercih etti. ABD ve İran Şah’ı bir anda Kürd ulusal hareketini aynen Sovyetler Birliği gibi arkadan vurdu.
Kürd sorunu ve emperyalizm bağlamındaki ilişkilere bölge ülkelerini de eklemek lazım. Kendi Kürdleriyle sorunlu olan bölge ülkeleri, emperyalist güçlerle ittifak halinde komşu ülkelerin Kürdlerine destek verdi ve veriyor. Saddam ve İran Şah’ının ABD ve Sovyetler ile ittifak ederek birbirlerinin Kürdlerine destek vermesinin trajik örnekleri yığınladır. Diğer komşu ülkeler de bu ittifaklara zaman eklemlenmiştir.
Kürdlerin savaştığı ülkelerle Kürdlere destek veren ülkelerin aynı olması, Kürd sorununun kendi içinde barındırdığı önemli tezat ve çıkmazlardan biridir.
Kürd ulusal hareketleriyle emperyalizm arasında var olan ilgi, ilinti veya ilişki hakkında dikkat edilmesi gereken noktalar vardır:
1-Modern anlamda milliyetçilik ve ulus-devlet ideolojisi, Batı menşe’lidir. Batı, emperyal amaçlarının önündeki büyük güçleri ve ez cümle Osmanlı’yı dağıtmak için bu ideolojiyi ihraç etmiştir.
2-Osmanlı da dahil İslam dünyası, ulus sorununa kendi tarihi ve kültürel değerleri doğrultusunda teorik ve pratik çözümler üretme yerine Batı menşeli milliyetçilik ve ulus-devlete/devletlere doğru yönelim içine girmiştir. İslam dünyasında Osmanlı sonrası oluşan devletlerin tümü milliyetçi ve ulus-devlet modelini benimsemiş, Batı veya Doğu bloğuyla ittifak etmiştir.
3-Yönetim biçimleri krallık, şahlık, cumhuriyet şeklinde farklı olan yeni devletler Soğuk Savaş süresince yakın durdukları blok tarafından desteklenmiş, korunmuş ve haklarına ulaşamayan uluslar ve onların mücadeleleri unutulmuştur. Batı ve Doğu bloğu, karşıt ülkeleri hizaya getirmek için o ülkelerdeki ulusal mücadeleleri kendi amaçlarına ulaşmak için desteklemiştir.
4-Hangi blokla ittifak içinde olursa olsun, müttefik ülkeler kendi yönetimleri altındaki ulusların haklarını teslim etmek yerine bastırmayı tercih etmiştir.
5-Hakları ihlal edilen uluslar ve ez cümle Kürdlerin bir kısmı, çözümü silahlı mücadelede aramıştır. İşte sorunun karmaşıklaşması ve yanıltıcı unsurların devreye girmesi bu noktadan başlamaktadır. Gerillanın silahlı mücadelesine karşı, ilgili devletlerce kuralsız, acımasız ve amansız savaşlar başlatıldı. Hakkını aramak için savaşa baş vuran bir ulus, toptan imha ile karşılaşınca, yardım elini uzatanların niyeti farklı da olsa, kötü de olsa reddedemez. Örneğin Irak’taki Kürd ulusal hareketi Sovyetler’in de, Amerika’nın da Şah’ın da niyetlerini bildikleri halde onlardan yardım istemiş veya onların önerdiği yardımı almıştır, almak zorundadır. Ya silahlı mücadele etmeyeceksiniz ya da gelen yardımları alacaksınız. Dünyanın en emperyalizm karşıtı birey ve ulusları böyle bir savaşa girse ve toptan imha ile karşılaşsa, farklı bir yol izleyemez. Emperyal güçler ve onların müttefiklerinden yardım almak istemeyen hareketler, ya hiç mücadele etmeyecek veya kendi ülkesinin yasaları çerçevesinde siyasi ve kültürel mücadele verecek.
Kürd ulusal hareketleriyle emperyalizm arasındaki ilişkinin dışa yansıtılmasında yanıltıcı bir propagandanın etkisine değinmek gerekir. Kürd ulusal hareketleriyle emperyalizm arasında ilişki kuran devletlerin kendileri aynı güçlerin müttefikleridir. Irak devleti İngiliz himayesinde kuruldu ve İngilizlerin desteğinde Kürdlerle savaş açtı. Kürdler mi yoksa Irak rejimi mi emperyalistlerin uşağı? Kürdler Sovyetler’den yardım alınca komünist, Irak rejimi, Sovyetler ile anlaşıp en modern silahları alıp Kürdleri katledince helal mı oluyor? Kürdler Amerika’dan destek alınca hain, Saddam Amerika ile anlaşıp Kürdleri imha edince kahraman mı oluyor? Kürdler Şah’tan yardım alınca vatan düşmanı, Saddam Şah ile anlaşıp Kürdleri imha edince haklı mı oluyor?
Bu soruları sormaktan amacım, ilgili güçlerden yardım almayı meşrulaştırmak değildir. Eğer ilgili güçlerden yardım almak ihanet ise, aynı ihaneti Kürdleri hainlikle suçlayan devletlerin kendileri fazlasıyla yapıyor. Neden onlar da aynı oranda ihanetle suçlanmayı hakketmesin? İlgili devletlerin ihanetle suçlanması gereken daha önemli bir konu var:
Kendi halkı olan farklı ulusların sorunlarını ülkenin bütünlüğünü koruyarak çözme imkanları varken neden kendi halkına karşı adil ve müşfik davranmak yerine emperyalist güçlere taviz vererek kendi halkına savaş açıyorlar? Eğer farklı ulusların hakkını vermeyi de taviz sayıyorlar ise, sonuçta kendi halkına taviz vermek yerine neden dış güçlere taviz vermeyi tercih ediyorlar? Bu az bir ihanet midir?
Kürd mücadelesinin önderliğini üstlenen kadrolar, bu durumun farkındadırlar. Ancak konuya ‘onlar kendi amaçları için yardım ediyor, biz de kendi amacımız için savaşıyoruz; köprüden geçene kadar ayıya dayı diyeceğiz’ şeklinde yaklaşıyorlar. Ancak bu yaklaşım, problemlidir.
Kürd sorunu ile emperyalizm arasındaki olumsuz ilişkinin sona ermesinin temel şartı, Kürdlerin yaşadıkları ülkelerdeki rejimlerin genel anlamda farklı uluslara, özel anlamda da Kürdlere karşı bakış açılarını değiştirmektir. Taraflar kendi bakış açılarını düşmanlık yerine kardeşlik, dostluk ve vatandaşlık temelinde geliştirmedikçe ve adil çözüm yollarını benimsemedikçe sorun tümden çözülemez.