Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
9/102 Onlardan bir kısmı günahlarını itiraf ettiler. Ve iyi bir amelle kötü bir ameli karıştırdılar. Ola ki, Allah tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir.
50/16 Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.
29/2-3 İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.
Şu satırlara da dikkatinizi çekmek isterim:
Hepimizinfarklı sebeplere dayanması muhtemel olan özgüven eksikliklerimiz tek formülle çözülüyor:
En güzel söz O nunvahyine uygun olan söz.
En güzel insan; O na uygun yaşayan ve bunu tavsiye eden.
En güzel elbise takva elbisesi.
En büyük zenginlik takva.
En büyük yatırım sahibi; umutlu olan; gelecekten en çok umudu olan bugün dürüst davranan, bugünden yarına dürüstlük tohumları atan, onların meyvesi de temiz ve tatlı olacak.
Önce O na güven
Sonra kendine güven
En sonunda sana güveneyim.
Önce O na güveneyim.
Sonra kendime güveneyim.
En sonunda bana güven.
Bunların da sonunda aramızda yıkılmaz bir güven olsun.
Yaşadığımız her şey önemli. Başımıza gelenleri gözden geçirelim: yolda giderken ayağımız bir taşa takılır sendeleriz, başımızı bir yere çarparız birden, elimizdeki bişey birden düşer yere etrafa saçılır….. vs ne kadar küçük şeyler bunlar değil mi? Şimdi bu kadar ciddi ve Kuran araştırmalarının yapıldığı bir forumda konuşacak bişey kalmadı bunlarımı düşüneceğiz? Böyle ufak işlerle mi uğraşacağız diyebilirsiniz...Ama “Allah, o ufak şeylerle uğraşıyor”….
Atlanan bişey var ki o da şu: “ amannnn bunda ne var canım alt tarafı ayağım sendeledi, başımı hafifçe çarptım, elimdeki bir anlık dikkatsizliğimle yere düştü” dediğinizde hayatın o küçük şeylerinalt alta toplamından oluşan bir bütün olduğu gerçeğini görememek.
Ve “yanardağları patlatan, depremleri yapan Allah’tır”; deyip bunları yaşadığımızda ya da tanık olduğumuzda “huşu” ile düşünüp “bu deprem neden oldu, neden bunca acıyı yaşadık diyebilirken” neden ayağımızın sendelemesini de “Allah’tandır: Allah neden bana bunu yaşattı” deyip “huşu” ile üzerinde düşünemiyoruz? Bu sorunun cevabı nerede gizlidir?
Şura Suresi 30. ayet: Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder.
Bu ayette Allah küçük(!) büyük(!) ayırmadan başımıza gelen her musibetin bizim yaptıklarımızdan dolayı başımıza geldiğini söylemiyor mu? Kuran’ı kendilerine araştırma ve odak konusu seçenlerin Allah ın bu ayetteki sözü ile hayatlarında aslında küçük(!) büyük(!) her musibeti ciddiyetle araştırma, inceleme konusu yapıp; “şimdi ayağım neden sendeledi” ben ne yaptım da Allah bana bunu yaşattı deyip sürekli bir özeleştiri içinde olmaları gerekmiyor mu?
“Bu başıma gelen küçük bişey bir anlamı yok ki”, “şu başıma gelen de küçük bişeyonun da bir anlamı yok ki” “o yüzden yaşadıklarım üzerinde düşünmeme de, bunları neden yaşadığımı anlamaya çalışmama da gerek yok ki” mantığı ile Allah tan gelen bu uyarı ve mesajları görmezden gele gele, Allah ı adeta yaşamımızdan çıkararak, sanki Allah, bizim her anımızı görmüyor ve duymuyor gibi (ki Allah ın duymasından ve görmesinden sanki put gibi bir Allah anlaşılıyor çünkü sanki Allah “put gibi duruyor”; duyduklarına, gördüklerine tepki vermiyor: duymasının görmesinin ne anlamı olur ki o zaman zaten; eğer görüp duyup bu gördüklerini ve duyduklarınıbir değerlendirmeden geçirip gerekeni yapmıyorsa; dönüt (ceza ya da ödül) vermiyorsa duymuş ya da görmüş olur mu gerçek anlamda?)
Ciddi bir kaza ya da başka bir felaket yaşamadan başımıza gelenler ileAllah’ın bize bazı uyarılar ya da olumlu yönde cevaplar verdiğini idrak etmiyorsak eğer; yaptığımız yanlışların da yaptığımız doğruların da değeri olmaz. Çünkü yaptığımız yanlışlara Allah’ın gereken tepkiyi vermediğini, yaptığımız doğrulara Allah’ın gereken ödülü vermediğini düşünüyorsak yanlışın da doğrunun da anlamı kalmaz. Yanlışla doğru arasında fark kalmaz bize göre. Dolayısıyla dürüst olmakla dürüst olmamak arasında da fark kalmaz.
TEVBE suresi 70. ayet: Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
Allah bu ve bunun gibi bir çok ayette; insanların takipçisi; “her adımlarına en uygun karşılığı veren” olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Kendilerine gelen apaçık delillere rağmen kendilerini değiştirmeyen toplumlar adım adım kendi felaketlerini hazırlıyorlar. Allah onların başlarına bu felaketleri zulmetmek için getirmiyor.
Ama eğer bu geçmiş toplumlar hakkındaki ayetleri görüp sanki Allah’ın bu mekanizmayı yani: “herkesin her yaptığını değerlendirip ona uygun olanı yaşattığını” adeta “efsanevi ya da tarihi” bir öykü gibi dinleyip; bu gerçeğin kendimize, bugünümüze uygun olmadığını yani bizim için bugün geçerli olmayan; teorik bir bilgi olduğunu düşünürsek kendi kendimizi kandırır ve aslında Allah sız bir din yaşadığımızı göz önüne sermiş oluruz.
Katılma Tarihi: 27 ocak 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 11
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
KÜÇÜK ŞEYLER (KELEBEK ETKİSİ / ETKİ-TEPKİ İLKESİ / İLAHÎ MESAJLAR)
Yapılanlar ve yaşananlar.
Yapılanlar: Küçük diye önemsemediğimiz, ama tanık olduğumuz veya yaptığımız bazı doğru veya yanlışlar.
Yaşananlar: Küçük diye önemsemediğimiz, ama tanık olduğumuz veya tattığımız acı ve tatlı şeyler.
Esasında bizi mutlu veya mutsuz edecek olanlar bunlar. Bunları önemsemediğimizde yaptığımızın ve söylediğimizin pek bir anlamı ve değeri kalmamaktadır. Bu zamanla bizleri ilkesizliğe götürmektedir.
Yaptıklarımızı veya tanık olduklarımızı önemsemediğimiz zaman bunları paylaşma gereği de duymayız.
Yaşananları önemsemediğimiz zaman yaşadıklarımızın nedenlerini sorgulamaz, önlemimizi almaz ve aynı hatayı tekrarlarız, ya da doğru tutumuzu geliştiremeyiz.
Yaptıklarımız bizim irademizle, yaşadıklarımız ise bizim irademiz dışında gerçekleşebilmektedir. Diyelim ki sen kendince bir doğru yaptın. Eğer bu sence önemsiz ise paylaşmayı anlamsız bulursun. Diyelim ki acı-tatlı ama sence önemsiz bir şey yaşadın. Üzerine çamur sıçradı, önemsiz diye nedenini sorgulamazsan bir süre sonra üzerine daha büyük çamur sıçramasını beklemen gerekir.
Yapılanlara ve yaşananlara önem vermez isek hayat anlamını ve değerini kaybeder.
Bizi derinden etkileyen şeylerin nedenini bulmalıyız. Bulmazsak sonuçta nazara, büyüye, uğura, kadere, rastlantılara, tesadüflere, şansızlığa inanmak, yaşadığımız olayı bunlara bağlamak veya her şeyi boşvermek zorunda kalırız. Bilirsek önlemimizi alırız.
Başımıza gelenler bizden, yaşadıklarımızdan kaynaklansa da Allah'ın bizi kolladığını da göz ardı etmemek gerekir.
Önemli olan şudur: Yaşadıklarımız bizi geri mi götürüyor, ileriye mi? Ya başımıza hiç bir şey gelmeseydi, bizi uyaran hiçbir şey olmasaydı ve yaptıklarımız birikseydi ve bir anda korkunç bir felaketle karşılaşsaydık?
Başımıza gelenler dalıp gitmemizi engelliyor. Başımıza gelenler aslında Allah'ın hala bizi unutmadığının da bir göstergesi, belki değişiriz diye O bize uyarıcılar gönderiyor.
Öyleyse, akıllı insanlar isteklerine kavuşmayı hak edecek işler yaparlar.
Gerçekten furkan30 ayetin yazdığı yazı çok etkileyici.
İnsanın kendini aslında ne sandığı ve gerçekte ne olduğunu unutmaması gerektiğini düşündürdü bana. Hepimiz kendimizle ilgili öz eleştiride bulunabilmeyi ve kendimiz göremedik ise bize yapılan uyarıları ciddiye almayı ilke edinmeliyiz.
Şu çok önemli bir tespit ki yaşadığımız her şeye küçük önemsiz diye hayatın neredeyse tümünü yok sayıyor ve kendiliğinden hayatı anlamsızlaştırıyor, içini boşaltıyoruz.
Dinden uzak olanların bu durumdan sonraki varacağı nokta "hayat anlamsız, boş, yaşam amaçsız" hezeyanları olurken dinle ilgili olanlar da içsel boşluklarını doldurmak hayatı anlamlı kılmak için şekil gerektiren edimlere daha çok önem vermeye, hayatın birinci maddesi haline gitirmeye başlıyorlar.
Ancak her iki yaklaşım da kişinin kendi özünden uzaklaşması sonucunu doğuruyor. Kendi gerçeğinden uzaklaşma ise hayatı yönenlediren koruyan kollayan, yapılan her şeyi gören ve muhakkak karşılık verecek olan Allah inancından da uzaklaşılıyor.
Yaşarken içsel güdülerle ve içsel ödüllerle değil dışsal güdü ve ödüllerle yaşıyor.
Yani bir şeyi doğru olduğu için değil göstermek, puan toplamak amacı ile yapıyor. Yine yaptığı yanlışlar başkaları tarafından bilinmiyorsa çok fazla rahatsız olmuyor. Kİmseye çaktırmadan rahatça yalan söyleyebiliyor.
Aslında böylesi bir yaşam dolaylı bir yaşam. Hayat bu kadar karmaşık değil aslında. Kişi sürekli Allah merkezli olarak doğru merkezli olarak kendini eleştirse hem her geçen gün gelişicek, hem yaptığı hataları tekrarlamayacak-ki böylece yaptıkları ile paralel büyüyecek sonuçlara/cezaya maruz kalmayacak- hem başkaları için değil kendi için yaşayacak.
Psikolojide "kendini gerçekleştirme" denen bir kavram bulunur. Özünde kişinin insan olarak tüm edimlere mükemmele ulaşma çabası vardır kendini gerçekleştirmede. Amaç mükemmeli yakalamak olunca kendin olmak olunca bizi her an gören Allah'ın bizlere mesajlar ulaştırdığını, yönlerdiğini, yaptıklarımızın karşılığını verdiğini bilir ve yaşadıklarımızı es geçmek yerine yaşadıklarımızda yola çıkarak yaptıklarımızı kontrol eder dönüt ve düzeltmelere gideriz.
Kuranda anlatılan ideal insan aslında piskolojideki "kendini gerçekleştirmiş insan"dır. İdeal olana ulaşmak hedefte olunca, bunun da yolunun Allah'la olacağını bilince ne egoistlik, ne kibir ne gösteriş ne mutsuzluk ve ne de umutsuzluk olur.
Misak'ın dediği gibi eğer hala başımıza bir şeyler geliyorsa demek ki Allah hala bizi önemsiyor ve uyarmaya değer görüyor.
Allah'ın bizi gözden çıkardığı an gelmezden önde bize ulaştırılan mesajları kendimiz için doğru değerlendirelim ve bizi uyaranlara kızmak yerine en çok onları sevelim....
selam ile
__________________ Doğruluk uğruna gemileri yakacağınız bir hedefiniz olmasıdır....Sonra yalnız da kalsanız emin olduğunu konusunda ısrarcı olmanız...Yolunu her zaman güllerle bezeli olmayacak...
Katılma Tarihi: 27 ocak 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 11
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
9/ 120 “Medine halkına ve çevrelerindeki Bedevî Araplara, Allah resulünden geri kalmaları ve onu bırakıp da kendi canlarının derdine düşmeleri yakışmaz. Çünkü Allah yolunda uğrayacakları bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere ayak basmaları, düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları durumunda kendileri için, barışa yönelik iyi bir amel mutlaka yazılacaktır. Allah, güzel düşünüp güzel davrananların ödülünü yitirmez.”
4/81 "Tamam-kabul" derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
43/19 “Onlar, ki Rahmanın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Kendileri yaratılışlarına şahit mi oldular? Onların şahitlikleri yazılacak vesorumlu tutulacaklar.”
21/ 94 “Kim inançlı olarak erdemli işler yaparsa onun bu çabası boşa gitmeyecektir; biz sürekli olarak kaydetmekteyiz.”
42/30 “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”
Selam,
Yukarıdaki ayetler ilk etapta ne düşündürdü bilmiyorum, belki ölümden sonra açılacak sayfalara dikkat çektiğimi düşünüp “dinci” bir tavır gibi algılamış olabilirsiniz. Ama benim dikkat çekmek istediğim İslam’ın "kayıt dışı" bir din olmadığı. Yani tıpkı kayıt dışı ekonomideki gibi kayıtlara geçirileyemen ticaret gibi yaptıklarımızın da Allah'ın kayıtlarına geçmediğini sanan bir dinsel yaklaşımın yanılgı olduğu..
Nasıl ki kayıt dışı ekonomide otoritelerin bilgi ve denetiminden kaçırılarak gerçekleştirilen kayıtdışı ekonomik faaliyetler ile insanlar zenginliklerini arttırmak; devletin vergi toplamasını bir başka deyişle yaptıkları ekonomik faaliyetlerin karşılığında devletin kayıtlarına geçip yaptıklarının vergisini ödemeyi kabul etmedikleri için daha da zenginleşmeye çalışırken aslında kendilerinin de içlerinde bulundukları ekonomik düzenin temellerini dinamitleyebiliryorlarsaaynı şeyi dinleri konusunda da yaşıyorlar. Allah’ın yaptıkları her şeyi/kendilerinin tüm faaliyetlerini kayıt altında tutmadığını: Allah ‘tan vergi kaçırdıklarını zannederek, yaptıkları (faaliyetleri) ile başlarına gelenler (vergiler) arasındaki bağı; ilgiyi koparıyorlar.
Eğer kafalarda ve yüreklerde "uydurma/sanal/yapay bir Allah" varsa -ki var- o zaman herkes kendi borusunu öttürebiliyor.......
Nasılsa Uydurma/sanal/yapay Allah herşeyi görmüyor, herşeyi duymuyor, herşeyi değerlendirmiyor: kayıt etmiyor.. Kayıt dışı bir Allah var sanki.. Kayıt dışı ekonominin çıkmazlarındaki gibi çıkmazlar doğuruyor bu Allah inancı…
Allah var tabi ki ve Allah bizi yarattı ama ondan sonrasında Allah hakkında inanılanların Allah'ın gerçekte var olan özellikleriyle bir ilgisi yok. Çünkü uydurulan din ve onun zihinlerdeki tohumları Allah'ı unutturdu. Allah'ı emekliye ayırdı; tatile gönderdi O'nun yerinetutarsız, uydurma/sanal/yapay bir Allah tanımı zihinlere belletti. Bu yeni Allah duymuyor, görmüyor, anlamıyor, muhakeme etmiyor, gerekeni yapmıyor, gerekeni vermiyor, olmuyor, olmuyor, olmuyor........
İnsanlar, görmeyen, duymayan, bilmeyen yeni Allah’ları ile aslında Allah’sızlıklarıyla baş başa kalıp ahlaksızlaştılar..
Arabaları duvara tosladığında da, birilerine yaptıkları yamukların karşılığında maddi ya da manevi açıdan bedel ödediklerinde de yaptıkları ile başlarına gelenler arasında bir bağlantı kurmayarak sanal,gerçekten kopuk hayatlarında geçinip gidiyorlar… Geçinip gidiyorlar, geçinip gitmek işlerine geliyor, kimse kral çıplak demiyor, diyemiyor…Birbirlerini idare ediyorlar eğer etmezlerse başka biri de ona sen çıplaksın diyebilir o yüzden demiyorlar…
Yaptıklarımızla yaşadıklarımız arasında bağlantı var. Bunu bilmek için çok düşünmeye gerek yok evet. Ama bunun üzerine kurulu bir yaşam bilinci geliştirmek için ciddi bir silkelenme belki de her şeyi silip yeniden yazma gerekiyor, her şeyi balyozla kırıp yeniden duvarları yükseltme, sanal/yapay/uydurma/görmeyen-duymayan Allah inancından, gerçek/görmediği duymadığı hiçbirşey olmayan ve gördüklerini duyduklarını adil biçimde değerlendirip değerlendirmesine uygun olanı yaşatan, yani her yaptığımızı ciddiye alan, değerli bulan; kayıt eden Allah inancına geçmek gerekiyor: kayıtdışı dini terk etmek gerekiyor..
Al-i İmran 181“Andolsun; "Gerçek, Allah fakirdir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözlerini Allah işitmiştir. Onların bu sözlerini ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız ve: "Yakıcı olan azabı tadın" diyeceğiz.”
Nisa 81. ayet "Tamam-kabul" derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
42/30 “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”
Dünya' yı kendi kendine dönen mekanik bir top, insanı kendi kendine çalışan bir fizyoloji olarak algılayanları ataist olarak görmek kolay peki acaba başımıza gelenleri sebepsiz ve anlamsız, mesajsız ve değersiz şeyler olarak algılayıp kendini kandıran insanın bilincindeki kayıtdışılık ile ataist olarak gördüklerinin bilincindeki kayıtdışılık arasında farkı var mı?
Meryem 19. ayet “Asla; demekte olduğunu yazacağız ve onun için azabta(n) da süre tanıdıkça tanıyacağız.”
Yasin 12. ayet “Hakıkat biz biziz, ölüleri diriltiriz ve takdim ettikleri şeyleri ve bıraktıkları eserleri kitaba geçiririz ..
Teoride insan çok şey öğrenebilir, önemli olan bilgilerin günlük hayatta her an işlenip işlenmemesidir. Yazmak, çizmek, bol bol konuşmak gerçekten çok kolay. Tıpkı madenlerin toprağın altından çıkarılıp işlenmesi gibi.
42/30 “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”
Musibet gelmeden insan sahip olduğu bilgilerin iç yüzündeki gerçekleri malesef göremiyor :(
Bugün bu yazıyı okuyunca bugün yaşadığım bir olay aklıma geldi.
Biri bana çıkışıp "kendinize dikkat edin!" diye tehdit etti. Hır gür arasında ben de "asıl sen kendine dikkat et" dedim.
Onun dayandığı gücü, akrabaları, kaba kuvvet....Ben ona karşılık verirken aklımdan geçen "bu ülkenin polisi var, adalet diye bişi var"dı. Sonra yolda düşündüm ve karşımdakinin tavrına gittikçe daha çok sinirlendim. Sonra kendimi eleştirdim.
YAhu sen bu ülkedeki şeylere değil(sonuçta insan adaleti de şaşar-hele senden parası çoksa büyük ihtimal sapar-) Allah'ın adaletine güven dedim.
Allah'a güven çok aciz olsanız da doğruluğa olan inancınızı yitirmemek için tutunduğumuz bir dal aslında.
KArşımdaki AllaH'ı unuttu kendi gücü ve parasının sorunları çözeceğini düşünüyor. Oysa Allah onun hiç ummadığı bir bela verebilir ve hiç bir kazancı, malı gücü hiç bir işe yaramaz.
İşte neden Allah'sız bir din konusu bu kadar önemli...Çünkü hayattaki duruşumuzun Allah'a göre aldığımız konuma bakarak ayarlıyoruz farketmeden..
Ben hayatta iken de zorbaların karşılığını alacağına, Allah'ın onların belasını vereceğini inanıyorum.
Aynı zamanda bu olaydan sonra yahu ben bugün ne yaptm da bu adam canımı sıktı diye düşündüm. Sonuçta başıma bişi geliyorsa bunun muhakkak bir sebebi vardır. Sonra bu soruyu sorunda bir çok cevap buldum ve bu olaya bir de şu açıdan bakmaya başladım.
Eğer bu gibi pislik saçan, adalet hak hukuk tanımayan insanlar olmasa idi diğer insanların hayata karşı duruşlar belki AllaH'a olan inançları test edilemeyecekti.....
Bunun gibi pislik yuvalarının da başına güneş doğuyorsa hala demek ki yaşamak için sebepler var...
Bir başka ilginç durumu da anlatayım. Sürekli ezilen, insan yerine dahi konulmayan ve o anda benim bulunduğum ortamda bulunan bir başkasına kaba kuvvetle davranıldığını görünce kaba güç uygulayan" siz neden rahatsız oluyorsunuz ki bakın sorun onun bir şikayeti var mı" dedi ve karşı tarafa bu soruyu sorunca "yoo biz şaklaşıyoruz" dedi.!!!
BU noktadan sonra ne diyebilirsiniz...Ben şimdi hak adalet insanlık nedir hiç ama hiç bilmeyen insan müsvettelerine mi yoksa aşağılık olarak yaşamayı yaşam şekline dönüştürmüş ve asıl bu iğrenç durumdan sorumlu olan susarak, sinerek, yardakçılık yaparak Allah inancını silmiş ve silinmesine sebep olan asalaklara mı kızayım....
En iyisi ben her ikisine de kızmaya devam edeyim ama Allah'ın herşeyi gördüğü, bildiği ve karşılıksız bırakmayacağına inanmaya devam edip Allah'a dayanarak gücümü ondan alarak susmayayım...susanlarla ezenler ve ezilmeye boyun eğenlerle beraber olmayayım..insan olarak kalayım....
AllaH'a inanarak insan olanlara, insan kalanlara selam ile
....
__________________ Doğruluk uğruna gemileri yakacağınız bir hedefiniz olmasıdır....Sonra yalnız da kalsanız emin olduğunu konusunda ısrarcı olmanız...Yolunu her zaman güllerle bezeli olmayacak...
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma