Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sevgili Mircan,
Tekrar Bismillah! :)
Arada geçen yazışmalardan görülüyor ki konu “derin” bir istikâmete yol alıyor.. Oysa, bu başlık altındaki asıl niyetimiz “acı kaybın” Kurân ile haşirneşir olurken neden bu hallere düştüğü idi.. Bu başlık altındaki ilk mesajımda, bana göre bunun sebeplerini sıralamaya çalışmıştım.. Şimdi, oraya dönerek konuyu toparlamam gerekiyor.. Elbette, aklım erdiğince ve sıradan bir benî âdem olarak... “Acı kayıp”dan tek farkım “donanım”.. Yâni, Kurân ile haşirneşir olurken, elime bir veya birkaç meal alıp okumaya çalışarak, üç günde “ben bu işi çözdüm” diyenlerden değilim...
Her konuda olduğu gibi Kurân okumaları için de eğitim şart.. Elbette, bunun resmi kanallardan verilen bir eğitim olması gerekmiyor.. Yâni, müslüman Kitâb’ını öğrenmek ve daha iyi anlamak için ne gerekiyorsa, onları tespit etmeli ve eksik yönlerini kapatmak için bir ömür boyu gayret etmeli.. Çünkü, Kurân’dan feyz almaya bir ömür boyu devam edeceğiz.. Aslında, bin ömrümüz olsa bile Kurân’dan alacağımız feyzi bitiremeyiz...
“Eğitim” derken neyi kast ediyoruz???
Öncelikle, şunu muhakkak hatırda tutmalıyız.. Kurân’a mealler düzeyinde yönelenlerin genelde unuttukları bir şeydir bu!!! Kurân bir kutsal metindir.... Dolayısıyla, kutsal metinler üzerinde dört başı mâmur çalışmalar o metnin öz diliyle yapılabilir.. Yâni, gönül verdiğimiz Kurân ise muhakkak ve muhakkak Kurân Arapçası’na vâkıf olmamız gerekiyor... Kurân Arapçası dedim... Ana diliniz bile Arapça olabilir ancak bu yeterli olmaz...Kutsal metni deşifre edebilecek bir Arapça’dan bahsediyoruz... Yâni, anadili Arapça olanın bile kendisini eğitmesi gerekiyor...
Eğer, bu seviyede kendimizi geliştiremiyorsak, hiç gücenmeden yüksünmeden Kurân ile kurduğumuz gönül ve ilim bağının aracılara mahkûm olduğunu kabul etmeliyiz... Anlamayanlar için tekrar edeyim... Elinizdeki meale veya tefsire bakın ve kim tarafından hazırlandığını yüksek sesle telaffuz edin... Duyduğunuz isim veya isimler Kurân ile aranızdaki aracılardır!!
Var mı bir mahzûru???
Bu ne istediğimize bağlı!! Kurân ile kurmak istediğimiz bağın nasıl bir bağ olmasını istiyorsak ona bağlı...
Bunu tam olarak anlatabilmek için şöyle örnekleyelim...
Eğer, meallerden ve Türkçe tefsirlerden yararlanarak Kurân bilgimizi artırmaya çalışıyorsak –ki bu takdire şâyân bir şeydir- namazın kaç vakit olduğu yönündeki bir tartışmaya asla birinci şahıs olarak katılamayız.. Bu konuda söyleyeceklerimiz, aslında hep başkalarının söyledikleri olur.. Biz, o başkalarının yaptıkları çalışmalarla sınırlı olarak fikir sahibi oluruz ve o çalışmaları yapanların ortaya koydukları sonuçları tam olarak denetleyemeyiz..
Eğer, şunu söylüyorsak ve şöyle düşünüyorsak; örneklediğimiz durumda hiçbir sakınca yoktur...
“Ben Kurân’a ve dolayısıyla İslâm’a bir şekilde yöneldim.. İmkânlarım nisbetinde kendimi geliştirmeye çalışıyorum.. Bugün elimden gelen bu kadar.. Her gün daha çok ve daha çok öğrenmeye çalışıyorum.. Gün geçtikçe daha çok aydınlandığımı hissediyorum; ama acele etmiyorum.. Cenâbı Allah, samimi olarak kendisine yönelen kuluna bilmediklerini de öğretir; yanlış bildiklerini de düzeltir... Ben, saygıyla, sevgiyle, edeple, tevazu ile O’na yöneldim...”
Ancak, maalesef böyle olmadığına “acı kayıplar” vesilesiyle tanık olabiliyoruz...
“Cin gibiyim; akıllı bir adamım.. Alırım, pazardan birkaç Meal; okurum da okurum.. Bana bugüne kadar öğretilenleri de bir güzel sorgular; devrimci bir ruhla bütün meseleleri bir çırpıda halleder; tozunu attırırım...Müfessirler, ilâhiyatçılar ve bilumum uzmanlar gelsinler ve kapımda sıraya girsinler de sâyemde hidâyete ersinler; şirkten arınsınlar....”
İşte bu “acı kayıplar”ın ruh dünyalarındaki acı manzarının söze gelmiş hâlidir...
“Acı Kayıp” o kadar tecrübesiz, o kadar bilgisiz, o kadar eğitimsizdir ki, taşıdığı imâna rağmen okumaya yeltendiği Kurân’ın bir “Mûcize” olduğunu daha işin başında unutmuştur... Mûcize Kitap, filanca yazarın romanları gibi okunamaz...
Duymuştur bir yerlerden; Kurân apaçıktır... Eeee, aklı kullanmayı da emretmektedir... Onu tutabilene aşk olsun!! Ona göre apaçık Kitap ile akıl bir araya gelirse bütün meseleler –hatta başkalarının çözemedikleri meseleler de dâhil- şipşak çözülecektir... Çünkü, aklı başındadır ve Kurân’ı sanki kendine nâzil oluyormuşçasına okuyacaktır.. İşte bu, o zamana kadar İslâm Dünyasının beceremediği bir şeydir (!)....
Ardından Kâbe’ye hakaret; hacca, oruca, namaza, zekâta, Ramazan’a hurafe muamelesi... Bunların sayamayacağım kadar çok numunesini forumumuzda görmedik mi??
Bir başka bahse daha bakarsak; Kurân’a yönelmede yaşadığımız ifrâtı belki fark edebiliriz.. Ümitli değilim ama belki...
Kurân’a yönelmek için bugünü esas alıyoruz????? Yâni, mîlat 2007 oluyor!! Geçmişten geleni “vadesi dolmuş” diyerek bir ilaç gibi çöpe atabiliyoruz...
Bu nasıl bir akıl, bu nasıl bir mantık AKLedemiyorum!!
Birisi, zinhar geçmişte kalmış ve ismiyle beraber kitapları bize ulaşmış olmasın; okumaya gerek duymadan, eğrisi ile doğrusunu ayırt etmeden ânında müşrik îlân ediyoruz... Şükürler olsun ki bu çağda yaşıyorum.. Eğer, fikirlerim 2007’ye 300 sene öncesinden ulaşacak olsaydı; kim bilir hakkımda neler söylenirdi??
Pardon AMA bu nasıl oluyor???
Resullah ile 2007 arasında ne varsa görmek bile istemiyoruz; geçen asırları mutlak manada kaybedilmiş sayıyoruz... Hele, birileri bize “Hadis” demesin; anında buz kesiyoruz... Tarikatlar, cemaatlar, mezhepler, şeyhler, mürşitler, müritler –hele hele bunlar- anlayabileceğimiz şeyler değiller.. (Sosyolojik bir analize bile ihtiyaç duymuyoruz..)
Kurân böyle okunmaz, Dostlar!!
Kurân’a ilmen ve kalben yönelmenin şartı, yumruklarımızı sıkmak ve ağız dolusu sövmek değildir!!! Bunları yapabiliyor olmak; Kurân’a başarıyla yöneldiğimizin işâreti, göstergesi değildir...
Sevelim, sevilelim ve unutmayalım......
KURÂN BİZDEN AKILLIDIR.... KURÂN KÜL YUTMAZ!!!
Neyzen_Semazen
Not: Eğer nasip olursa devam edeceğim ve bizden daha akıllı Kurân’ın aklına işaret etmeye çalışacağım..
|