Yazanlarda |
|
ibrahimim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
aliaksoy Yazdı:
Dün savunduğumuz şeyleri, dünün koşulları içerisinde, dünün delilleri ile gündem ettik. Sonra bakış açılarımız değişti. Birbirlerimizi uyardık, ayıktırdık. Kimi konuda kördük, kimimiz kimimize görmediği şeyleri işaret etti.
Gah bu forumdan, gah şu kitaptan, gah falan sohbetten, gah filan vesile ile bilmediğimiz şeylere vasıl olduk. Her günün / dönemin ardından değişen fikirlerimizi değişen delillerle savunduk.
Bu sürecin insana öğretmesi gereken pek çok dersler var;
Evvela, hiç birimiz mutlak doğruyu temsil etmiyoruz. Muhakkak doğruyu söyleyenler değiliz.
|
|
|
Hiç kimse ben mutlak doğrudayım iddiasında olmaz, bu doğru da değildir. Doğrusu, ben doğruya götüren yoldayım olmalıdır. Bazen yanlış şeylerde insanı doğruya doğru götürür.
Allah yanlıştan dönenlerden eylesin.
Selam ve dua ile…
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|
Yukarı dön |
|
|
ibrahimim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamlar olsun, hakka hizmet için çalıştığına inananlara,
Bir davada yargıç bazen dosyaya bakıp hemen (anlaşarak boşanan çiftlerde olduğu gibi) kararını verir. Bazı davalarda dosya üzerinde yapılan incelemeler, sanığın savunması ve şahitleri dinledikten sonra kararını verir.
Bazı davalar var ki, dosya/emniyetin aldığı ifadeler incelenir, taraflar, sanık ve şahitler dinlenir, suç aleti/kanıtlar incelenir, uzman/bilirkişi tayini yapılır, olay yeri incelemesi istenir, resim, ses ve video kaydı, tahlil için laboratuara gönderilenlerin sonuçları, balistik vb… bakılır.
Mahkeme heyeti kararını vermeden önce, davanın anlaşılması için, hadiseye neden olan aktörlerin durumunun/pozisyonunun anlaşılabilmesi için, olayın vukuuna neden olan şartlar/koşullar, olaya sebebiyet veren durum/atmosfer, suçu işleyen ve buna sebep olanların sosyal yapısı ve psikolojik halleri, hadiyse neden olan olaylar zinciri vs..vs.. vs.. bakar ve yinede kesin olmayan oy birliği ile temyize (bir üst mahkeme yolu) açık bir şekilde karar verir.
Üst mahkeme Yargıtay veya Danıştay davayı inceler, yukarıda ancak bir kısmını sayabildiğim kurallarda usulde/hatası olmuşsa, davayı yeniden görülmesi için bozar…
Yargı kurumlarının yaptığı bu yöntemler, insanlık tarih tecrübesiyle elde edilmiş ve hadisenin/davanın anlaşılmasında olmazsa olmaz usul kaidesidir.
Burada bizi ilgilendiren kısım davanın anlaşılması kısmı…
Şimdi, tarihin bir döneminde (700 üncü yüz yılda) gelen, bir mekâna/coğrafyaya (Arap yarımadasına) nazil olan, tamamlanması bir süreç (20 yıldan fazla bir zaman) alan, belli bir tedricilik/aşama (nüzul süreci) izleyen bir yöntemle inen, hadisatın (nüzul ortamı) üzerine inzal olan, bir dili (Arapça) olan, evrensel ve yerel ilkeler içeren, aktörlerini ve dekorunu indiği dönem ve toplumdan seçen, bir kitabı tarihinden, mekanından, iniş zamanından ve sürecinden, indiği toplumu tanımadan, nüzul sebebi ve ortamından, vb… kopuk anlamaya çalışmak…!?
Selam ve dua ile…
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|
Yukarı dön |
|
|
ibrahimim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Vahyi anlamanın üç yükselti aşaması vardır, birinci aşama iman etmek -iman etmeyenler vahyi anlayamazlar- ikinci aşama Allah’tan korkmak, samimi, istekli ve temiz akıl sahibi olmak vb… üçüncü aşama ilim çalışmak, araştırma yapmak, analiz etmek, emek vermek, fedakârlık yapmak vb… İman etmek ve Salih amel işlemek.
Bu saydığımız üç aşamada ilki –“iman”- olmadan olmaz, ikincisi –“içtenlik ve samimiyet”- olmadan da olmaz, üçüncüsü –“ilim”- analitik bakmak, ilimde derinleşmek/rasihun olmak ilahi hitabı anlamak ve anlatmak… Bu üçüncüsü de olmadan olmaz.
O zaman şöyle bir soru sorulabilir herkes ilimde derinleşemeyeceğine göre olmadan olmazların insana taşıyamayacağı yük olmaz mı? Bunun cevabı şudur bu yükseltinin (vahyi anlama aşamaları) ilk ikisi (iman etmek ve Salih amel işlemek) gibi üçüncüsü (ilimde derinleşmek) herkese verilen bir sorumluluk değildir, ama ilim/alim olmadan da avamın vahyi anlaması söz konusu olamazdı… Gerçi vahyin ilk nazil olduğu zaman bu zaruret (ilme/alime ihtiyaç) yoktu çünkü resul aralarındaydı ama şimdi var…
Arap olmayan, Arap kültürünü, İslam tarihini, nüzul ortamını vb. bilmeden vahyi anlamak mümkün olmazdı. Düşünün bir adam çok samimi, Rabbine bağlı, temiz, ahlaklı bir insan ama ilim öğrenme imkânı bulamamış siz buna Müslüman diyebilirsiniz ama vahyi anlamış diyemezsiniz…
Vahyin tene değmesi metaforundan hareketle, İlahi vahyi, bizzat inen resule bile araçlarla olmuştur, çünkü insan algılaması araçlarla oluyor, yaşadığımız evreni üç boyutlu olarak ve beş duyuyla algılıyoruz, bunlar bizim dış dünyayı tanımamız ve varlığımızı anlamamız içindir… Vahyi resulün ağzından yaşadığı toplumun kullandığı (sözcük/kavram) üçüncül araçlarla dökülmüştür, bu bizlere kadar araçların artması demektir.
Kuran’daki kıssaların elçiye bizatihi Allah tarafından elçinin diliyle anlatıldığı için anlama sorunu yok, ama benim, elçinin ve gönderilen toplumun bunu nasıl anladığını anlamam lazım…
“İlmimi artır” duası yürekten isteyerek ve bunun (ilim) için (Vahyin dilini ve semantik yapısını, nüzul ortamını ve sebebini, İslam tarihini ve pozitif ilmi vb…) çalışmak gerektiğini hepimiz biliyoruz.
Meallerin eksik olması Kur’an’ın eksik olması manasına gelmez, meal yapanlar nasıl anlamışlarsa çeviriye onu yansıtmışlardır, bu yüzden her birimizin elinde birden fazla değişik mealler vardır.
İniş süreci değişik zaman, değişik mekan ve değişik ortamlarda 20 yıldan fazla tedricen/aşamalı bir şekilde, hadisatın üzerine gökten ve yerden ortak ses ve tempo veren vahiy, tarihinden ve bağlamından koparılarak anlaşılmaz.
Vahyin bir dudağı gökte, bir dudağı da yerdedir. Yukarı aşağıyı belirler, aşağı da yukarıyı. Kur’ân sadece gökten inmemiştir, aynı zamanda yerden bitmiştir. Yerle gök arasında diyalektik bir ilişki söz konusudur. Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya insanın hakkı insana verilmiştir.(Esbab-ı Nuzul, Nesih-Mensuh, Mekki-Medeni.) Allah, Araplara hitap etmiştir.(İlhami GÜLER Üç Kur’an tasavvuru)
Salt samimiyet içtenlik vahyi anlamaya yeterli değil, birçoğumuz sadece meal okuyarak Kuran’la tanıştık, meal, tefsir, sözlük ve Kur’an çalışmaları yapılmamış olsaydı ilahi vahyi nasıl anlardık? Nitekim bu çalışmaların bir kısmına itibar etmeyen insanların düştüğü yanılgıyı (namaz, zekât, oruç ve haç yok, Kâbe dikili taş) görüyoruz. Vahyi, indiği ortamdan, iniş nedeninden, inişine şahit olanların sosyokültürel yapısından ve tarihinden kopararak anlamaya çalışmak beyhude olurdu…
Selam ve dua ile
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|
Yukarı dön |
|
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhaba,
Bu site gecirdigi surecin en onemli gunlerini yasiyor. Gelinen noktada alacagimiz isabetli musterek kararlar cok buyuk gelismelerin temellerini atacaktir. Kuran'i samimi olarak anlama gayretleri hic kucunsenmiyecek kadar artis gostermektedir. Bu site onculuk gorevini aksatmadan devam ettirmeli ve kalici gelisimler icin aldigi kararlarda zayiflik gostermemelidir.
Sekilsel ibadetler hakkinda cok liberal bir dusunceye sahip olmama ragmen,ben bile terbiyesizlikten baska bir nitelik tasimayan anti rituel iddialari hayretle karsiladim. Namaz,oruc,hac,kabe vesaire yoktur anlayisi hic bir mantikli izah getirmemistir. Cehaleti ilim gibi gostermek gercek ilme haksizlik olur. Bu rituellere isaret eden kelimelerin farkli hususlarada isaret ediyor olmasindan oturu kavramsal anlamlari yok sayilmistir. Bu rituelleri uygulamaya asiri bir onem vermemis biri olmama ragmen onlari inkar edenlerle mucadele verdim. Bu davranisimin sebebi bu hususlarin tartisilmayacak kadar acik ve net derecede belirgin olusudur. Ornegin Kuran'da ilmihal kitablari netliginde bir namaz tanimlanmaz, hatta namazin tarifini yapmak gayesi ile indirilmis ayetler dahi mevcut degildir. Fakat amac namaz tarifi olmaksizin bazi konularin icinde bildigimiz namazdan sahneler gosterilir. Bu gorunenler bizi bildigimize yakin bir namazin kesinkez var oldugu sonucuna goturur. Burda akli selimin yapmasi gereken dengeli bir yaklasima sahip olmasidir. Firsattan istifade tarzi yaklasim yerine sorumluluk sahibi yaklasim sergilenmelidir. Nicin namaz kilinmasi arzulanirken net bir tarifi yapilmamistir sorusuna verilen cevaplarin yetersizligi illaki namaz kuran'da olmadigi icin tarifi yoktur olmamalidir,cunku bu kesinkez yanlis olan ucuz bir iddiadir.
Baska bir konuda fikirsel ozgurlukler konusu. Fikirsel ozgurlukten ne anladigimiz cok onemli. Birilerinin ozgurlugu, digerlerinin iyi niyetini musamaha etmek olarak algilamasi, ne kadar dogrudur. Her ozgurluk sorumluluk gerektirir. Sorumsuzca ozgur davranmak isteyene ,onun bu davranislardan oturu ozgurlukleri kisitlanan digerleri, mudahele yapma hakkina sahiptir. Cok kimlikli Mirow cahil yalakanin biridir,Kuran'i savundugundada boyleydi, kendisini sirf iyilige tesvik icin olumlu davrandik. Aniden fikirleri degismis gibi numara yaptiginda herkesin dostlugunu istismar ederek fitne tohumlari ekmeye calisti. Kendi gibi dusunmeyen herkesi hakir gordu.Fikirleri bu kadar ani degisen hic bir insanin ben o fikirlerde samimi olduguna inanmiyorum. Fikirlerin surekli degismesine verilen Ibrahim nebi orneginin bu dengesizlerle uzaktan yakindan alakasi yoktur. Bozuk fikirler degisir, saglam ve tahkiki fikirler degismez gelisirler. Bu da soylendigi gibi rablik taslamak felan degildir. Uzerinde oldugumuzdan daha dogru bilgiye yonelmek anlayisi ,hergun farkli fikirlere sahip olmak degildir. Bunu dogrularin uzerine ilave edilen dogrular ve dogrularin kavranilmasinda derinlesme cabasi olarak anlamak daha isabetli olur. Hic bir seyden emin olmamak guvensizlik hissinin sonucudur. Kuran dogrulara inanmayi, onlardan emin olmayi ovguyle anlatir, ikna olarak inanmayi muttakilerin vasiflarindan sayar. Zaten dogrulara bu sekilde bir inancla teslim olmadan Kuran'in yukledigi misyonun yerine getirilmesi mumkun degildir.
daha cok yazilacaklar var ,ama simdilik bu kadar
Allah'a emanet
|
Yukarı dön |
|
|
ibrahimim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhabalar olsun sevgili muhliskul/Kadir!
Bu sitede bazı arkadaşların (Baybora/Rıdvan, muhliskul/Kadir ve aliaksoy/Ali AKSOY vb.. ) yazılarını hemen hemen Allah izin verdikçe keyifle okurum. Bunun sebebi yazan/kalemlerin ve yazdıkları yazıların salim bir akıl ürünü ve yılların emeği ve ilmi değeri olduğu içindir, ama bu mutlaka aynı görüşü paylaştığımız anlamına gelmiyor.
Kadir kardeşim, İnşallah tespitin ve duan/temennin doğru çıkar, ama benim bazı endişelerim var. Sitenin belli bir ilkeli kurumsal tarafından değil şahıs tarafından idare edilmesi, şahsın fikirleri değiştikçe sitede rota değiştirecektir…
Kur’an’ı anlamada belli bir usulümüzün olması gereklidir. Allah, Kur’an, Resul ve İslam tasavvurumuz net ve sağlam temeller üzerine kurulmalıdır.
Allah kendisini nasıl algılamamız gerektiğini Kur’an’da açık bir şekilde beyan etmiş, Kur’an’ı anlamayan bunu da anlayamıyor. İçine doğduğu/hissettiği bir Allah tasavvuru geliştiriyor ve her şeyi bu kalıba göre değerlendiriyor.
Kur’an’ı anlamak gibi bir derdi olmayan, hassasiyetle üzerine eğilerek ciddi bir araştırmaya gitmiyor, kaygılanmadan dert etmeden ağzına geleni konuşuyor. Hani bir slogan vardı “ağzı olan konuşuyor” eline meal alan ben böyle düşünüyorum öyleyse budur, ben okudum böyle anladım o zaman doru benim anladığımdır, gibi her kafadan bilimsel ve ilimsel olmayan görüşler çıkarır.
Allah’ın gönderdiği Resulleri ağır ekseriyetle, Allah’ın tanımladığı gibi değil de kendi kafalarında ki Resul imajını oturtmaya çalışmışlardır.
Bu dinin Allah’ı, Kitabı ve Resulü iyi anlaşılmalı ve doğru tasavvur edilmelidir. Sorun burada yatıyor. Asıl sorun kalplerin fesat oluşunda ya o ayrı bir melse…
Kur’an’ın inmeye başlamasından günümüze kadar İslam kültürü oluşmuştur bu azımsanamaz ve küçümsenemez. İlk nazil olduğu dönem başlangıçtır, bu süregelen bir yarışın bitiş noktasına doğru tekâmül ede gelen ve her dönemin ve her çağın kendine has uygulamaları bu kültüre (okuma kolaylığı olsun diye harekeleme, tefsir, fıkıh usulü gibi) yansımıştır. Her şeyde olduğu gibi süre gelen bu akışta da taraftarları ve karşıtları olmuştur bir tarafta hakkın savunucuları diğer tarafta batılın… bu ayrı bir mesele tabi. Unutmayalım ki gerek Kur’an’ın tevatür yoluyla gerekse kültürel olarak, başta Araplar olmak üzere insanlar yani bu kültürü oluşturanlar tarafından bize kadar ulaştırılmıştır. Kur’an’ı ben anamın karnından getirmedim, ben gözümü açtım bu dünyada vardı ve bana da nazil olmadı, ben atalarımdan devraldım. Her zaman söylediğim sözümü yineliyorum, “ben geleneğin içerisinden gelen, yenilikçi geleneğin takipçisiyim”
İhtiyaç duymadan, değer vermeden, doğrusunu bulma endişesi taşımadan, elde etmek için çaba sarf etmeden, emek vermeden ve kıymetini bilmeden elde edeceğimiz ne var ki!?...
Selam ve dua ile…
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
aliaksoy Yazdı:
Selam kardeşlerim;
Üzücü ve zor bir konu bu... Üstelik hassas bir dönemin konusu...
Hiç birimiz annelerimizin karnından bu gün bildiklerimizi bilerek doğmadık. Her birimiz yaşımıza göre belirli bir süreç içerisinde aşamalar katederek bu günlerimize geldik.
Dün savunduğumuz şeyleri, dünün koşulları içerisinde, dünün delilleri ile gündem ettik. Sonra bakış açılarımız değişti. Birbirlerimizi uyardık, ayıktırdık. Kimi konuda kördük, kimimiz kimimize görmediği şeyleri işaret etti.
Gah bu forumdan, gah şu kitaptan, gah falan sohbetten, gah filan vesile ile bilmediğimiz şeylere vasıl olduk. Her günün / dönemin ardından değişen fikirlerimizi değişen delillerle savunduk.
Bu sürecin insana öğretmesi gereken pek çok dersler var;
Evvela, hiç birimiz mutlak doğruyu temsil etmiyoruz. Muhakkak doğruyu söyleyenler değiliz.
İkincisi, hiç birimizin savunduğu fikirler kendi hayatımız içerisinde dahi mutlak doğru kabuller değil. Değişen bilgilere göre değişik sonuçlara erişiyoruz. Yani kendi iç dünyamızda dahi ortaya koyduğumuz sonuçlar, zamana, zaman içerisinde öğrendiklerimize göre GÖRECELİ dir.
Bu günkü biz, dünkü bize nasıl bakıyoruz ? Daha da önemlisi, yarın ki biz bu günkü bize nasıl bakacağız ? Eğer, dün bu günümüzü öngerememiş isek, bu gün de yarınımızı ön göremeyiz. Allah'ın öğütlediği şey, "ilmimi arttır" diye dua etmektir. Ve bu öğüdü, peygamberine vermiştir.
Üçüncü ders, mutlak doğru olmayan kişilerden oluşan toplulukların da mutlak doğru olmayacağıdır. Yani kendileri mutlak doğruya erişememiş bir kişi ile bin kişi arasında hiç bir fark yoktur. Bin kişi olmaları, onların herhangi bir söyleminde doğruluk yönüyle hiç bir değişim oluşturmaz.
Biz bu konuyu, forumun ve diğer sitelerin muhtelif yerlerinde çoğunluk doğrunun göstergesi olabilir mi başlığı altında işlemiştik.
Şu anda forumda muhtelif gerekçelerle "şekilsel namaz yoktur" diyenler ve bunun aksini düşünenler var. Sayısal durumları hangi grubun düşünüşünde isabet ettiği hususunda delil teşkil etmeyecektir. Üstelik biz şunu da biliyoruz ki, kişilerin edindikleri bilgilerin miktarı da doğruluğun göstergesi değildir.
Bu iki nedenden söz konusu olabilir:
1) Bilenlerin bildikleri veriler doğru olmayabilir.
2) Bilenler, bildikleri verileri muhtelif sebeplerle yanlış yorumluyor olabilirler.
Bütün ihtimallerde, ben muhakkak doğru düşünüyorum diyen kişi, artık kendi kendisinin Rabbi olmuştur. Ona bu tanrılık sürecinde mutluluklar dileriz.
Mutlak doğrunun kim olduğu bilinemiyorsa, bir grubun diğer grubu susturması, doğru olanın susturulmuş olma ihtimalini de barındıracaktır. Küçük veya büyük bu ihtimal, eylem sahiplerine ciddi bir yükümlülük doğurur.
Eğer bir grup şu veya bu sebeple hakkı söyleyenleri susturmuş, bir şeye icbar etmiş olursa işte bu cidden büyük bir sorumluluktur.
Allah, Peygamber'e defalarca "sen onlar üzerinde bir vekil, bir zorba değilsin" demiştir. "Dinde zorlama yoktur". Dikkat edin ki bu emir, doğru olduğu "MUTLAK" olan bir insana verilmektedir.
Tarih, algılayamadıkları için resulleri ve bağlılarını yurtlarından sürüp çıkaranların misalleri ile doludur. Onların akıbetleri de bellidir.
Yine Kuran, kendileri ile harb edilecek / düşmanlık edilecek grubu, "... sizinle din muharebesi yapmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış..." ibaresi ile sınırlamıştır.
Karşınızdaki grup, sizinle din muharebesi yaparsa, sizi yurtlarınızdan çıkarırsa yani size zorbalık ederse elbette onlara karşı durmak gerekir. Nihayet bu karşı duruş hem nefsi müdafadır hem de kısastır.
Peygamber ve ashabı ile din muharebesi yapmış, onları yurtlarından çıkarmış kimseler hakkında dahi şu söylenmiştir:
" ... biri senden aman dilerse ona aman ver, ta ki; Allah'ın kelamını dinlesin. ... Sonra onu emin olduğu yere kadar ulaştır"
Neden ? Çünkü bu din, yok etmek, sürüp çıkarmak için değil, öğütlemek için indirilmiştir. Savaş, tebliğe mani olanlarla yapılır.
Bunlar bizim Kuran'dan anlayabildiğimz bir kısım ölçütler.
Kendi içimizde, kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük (kısas) olabileceği gibi kötülüğe karşı af ve güzellikle mukabele de olabilir. Bunların hepsi, yok etmeye değil, kazanmaya yönelik adımlardır.
Hem öyle bir kazanma ki, kendisi ile aramızda düşmanlık bulunan birisini dost kılsın... Bu olguğa çok sabredenlerle kendisine hayırdan (bence vahiyden) büyük pay verilenler erişebilir.
Getirilen argümanları irdeleyelim:
Kimisi kabe için put demiş... Ona secde edeni putperest görmüş... Diyen yanlış demiştir. Aradaki kadim ve güçlü bir dostluğa / arkadaşlığa dayanarak dikkat çekmek amacı ile olmadığı müddetçe, zararı faydasından fazla olan bir hareket tarzıdır. Çünkü, içerdiği temel fikrin doğru olup olmadığı hususunda kesin bilgi sahipleri değiliz.
İşin bu yönü üslub meselesidir ve sabırlı uyarılarla giderilebilir. Çünkü bu sözü söyleyenler şunu çok iyi biliyorlar ki, bu forumdaki muhataplarından hiç biri puta tapma kasdı gütmüyor. Ve eğer kendisi yanılmış ise, Allah'ın saygı gösterilmesini isteğidi bir şeye bilgisizce çatmış, pek çok müminin de kalbini kırmış olur. Güzel olan, kişilerin değil, delillerin çatıştırılmasıdır. Diyen dediğini basiret üzerine söylesin, inanan basiret üzerine inansın.
Gönlüm arzu ederdi ki, üslub konusunda bu derecede hassas kardeşlerim, "Kuran'da salat namaz mıdır" başlığında bize karşı sergilenen aşağılama ve ithamlara da müdahale ederek adaleti sergilemiş olsalardı... Moderatör olduğum dönemde bu başlıkta, Haktansapmaz ve Gerçekbilgiye ait üslub nedeni ile sildiğim yazılar silinen yazıların saklandığı arşivde öylece durmaktadır.
Hakikat şu ki, o zaman Haktansapmaz yazısını sildiğim için bana teşekkür etmiş, öfke ile yazıldığını ve hoş da olmadığını kabul etmiştir.
Dikkat edilmesi gereken şu ki, karşıt görüşün üslubunun bir kısmının sebebi bizzat kendi yapıp ettiklerimizidir.
Konunun gündem edilen bir diğer boyutu, foruma yeni giren kimselerin forum hakkında yanlış intibaya saplanacağı endişesidir.
Ben bu endişeyi doğru görmüyorum. Çünkü hangi açıdan bakarsanız bakın, odağa Allah ile birlikte bir başkasının ne diyeceğini katıp karıştıran bir görüştür.
Forumun düşüncesi ne demek ? Bu düşüncenin doğruluğundan ne derece eminiz ? Diyelim ki böyle bir düşünce var ve biz bundan kendimizce emin kimseleriz, şu halde sevgili Baybora'nın örnek getirdiği diğer forumlarda olduğu gibi her yazının yazı sahiplerinin görüşünü yansıttığı dile getirilerek bu sorun aşılabilir.
Moderatör kardeşlerim, benzer bir argümanın değerli bir büyüğümüz tarafından dile getirildiğini ve onun "insanlar melek, cin vs. konularda şu şu görüşlerin söylendiği yerde senin ne işin var diyorlar" diyerek forumun üst kısmından kendi sitesine ait linklerin kaldırılmasını dilediğini hatırlayacaklardır. O hareket ne derece yanlış ise, bu hareket de o derece yanlıştır.
Şu söylenebilir mi ?
"Bu forumda salat konusunu tartışmak yasaktır"
Gerçekten, hanifler.com forumu saldırıya uğramadan önce benzer
tartışmayı orada açan kimseler kibarca başka yerlere gitmeye teşvik
edilmişti.
Bu tutum, eğer ev yemeklerinin tarif edildiği bir forumda, yahut bir spor forumunda sergilenirse anlayışla karşılanabilir.
Ancak, hanif olduğunu, vahye teslimiyet gösterdiğini iddia eden bir
forumda asla söylenemez. Çünkü bu, vahiy hakkındaki yorumumuzu mutlak
doğru / tartışılmaz / kutsal ilan etmektir.
Bir de şu endişe dile getirildi: Bu söylem kimisini ateist, kimisini deist yapıyor. Acı kayıplarımız artıyor.
Çok acı bir düşüncedir. Yenilginin / yıkılmışlığın ifadesidir. Kuran'da müşriklerce dile getirilen soru ve önerilerin insanların müşrik olmalarına sebebiyet vereceği endişesi ile yasaklandığını / kaldırıldığını düşünebiliyor musunuz ?
Doğru, çoğu zaman yanlış olan şey (zıddı) bilinerek öğrenilir. Siz, eğer zıddını yasaklar, yok ederseniz artık doğru bildiğiniz şey öğrenilemez. O, bir öğüt olmaz. O bir tabu olur. Demek size alemler üzerinde mutlak bir egemenlik verilse önce şeytanı mı boğazlayacaksınız ?
Bir de tersinden düşünelim. Ya sizin söylediğiniz şeyler yüzünden ateist yahut deist olan kimseler varsa ? O halde yasaklananların ilki sizler mi olmalısınız ?
Allah, hiç kimseyi falancanın yoluna uyup sapıtma bahanesi ile temize çıkarmaz. Bizler, diğerleri üzerinde bekçiler / vekiller / zorbalar mıyız ki, başkalarının sapmalarına engel olalım ? Yahut, biz birileri için hüda mıyız ?
Kardeşlerim;
Sıkıntılı bir dönemin ürettiği bu stresli yaklaşım hususunda her kişi kendisini hesaba çekmelidir.
Ne yapsa idik, yahut ne yapmasa idik böyle olmaz yahut daha güzeli olan şu durum oluşurdu ?
Kanımca bizi en hayırlı bir istikamete eriştirecek öz eleştiri yolu budur.
Ben bu forumdan ve forumda yazan kardeşlerimizden çok şey öğrendim. Burada öğrendiklerimden başka başka insanlara da bir şeyler öğretmeye çalıştım. Hiç birimiz kendiliğimizden çok bir şey değiliz. Biz, birbirimizle bir değeriz.
Yarın şu veya bu vesilelerle mesela ilkinden daha güzel olmasını dilediğim bir başka sempozyumda yüz yüze geleceğimiz, birbirimize Allah'ın esenliğini dileyeceğimiz insanlar olarak şu yaptıklarımız bilip inandığımız şeylere yakışmaz. Ben bu tutumu, yollarda yürüyüp gezen birilerinden görüp, tekfir edilse idim, cahilliklerine verir geçer giderdim. Ama biz böyle değiliz. Allah'ın bizi kardeş ilan eden ayetlerini okuyan bir güruhuz.
Ne iyilik ne kötülük bir olmaz. Siz, kötülüğü en güzelle uzaklaştırın. Eğer böyle yaparsanız sizinle arasında düşmanlık bulunan kimse dahi yakın bir dost olur.
Ve siz bu olgunluğa aday olmuş kimselersiniz. Sınavınızı başarıyla eda edin.
Esenlik dileklerimle...
|
|
|
Aliaksoy'un
söylediklerine aynen katılıyor ve bunların herkes tarafından ciddi
olarak değerlendirilmesini istiyorum.Sağolun,Ali bey iyiki varsınız..
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
iman Uzman Uye
Katılma Tarihi: 16 haziran 2006 Gönderilenler: 751
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam
aliaksoy hikaye yazıyor.
Zikrin bir cazibesi müslümanın bir gayesi vardır.
İslamda ayrışmak değil birleşmek esastır.
Çünkü Doğru tekdir.
bahse konu yazı buna işaret etmiyor.
Dolayısıyla vaaz ettiği hamiyet havada kalıyor.
Birde Dost1 in olmadığı yerde ibrahimim ne yazıyor.
yani anarşi çıkarmak için yahut cevap almak için yazmıyorum.
ibrahimim ile aliaksoy aynı çizgide vaaz ediyor sanki
Mantığı ne... dine karşı birey kurtarılıyor sanki... absürd bişi..
yani şaşırıyorum
yanlış anlaşılmasın ibrahimimi ardından gitmek için okurum,
aliaksoyu kendimi denetlemek için okurum
neyse
ben hissiyatımı söyleyimde
nasıl olsa ilim sahipleri anlar
cahilin ne demek istediğinide...
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
bayağı geçmiş bir zaman, Ebu Hanife'ye atfedilen bir kitab'ta ( El- Alim ve'l Müteallim )şöyle ifadeler geçtiğini hatırlar gibiyim. mealen ve kendi kelimelerimle hatırladığım kadarıyla ifade etmeye çalışayım:
olması gereken iman, işte şuna benzer :
7-8 kişilik bir gruba,bir renk gösteriliyor.( örneğin yeşil olsun) ve 1. sıradaki adama soruyorlar. bunun rengi nedir? diye. adam rengine bakıp yeşildir der. 2.sıradaki adam bu soruya '' kırmızıdır '' şeklinde yanıt verir.3.adam '' sarıdır'' der. velhasıl her adam farklı bir renk teşhis etmiş yani değişik bir renk adı ile yanıt vermiştir. bunun üzerine ''yeşildir'' diye yanıt vermiş olan 1.adama dönüp ikinci kez sorarlar:
yahu kardeşim, sen buna yeşildir dedin ama bak diğer insanların hepsi de farklı renkler söyledi. şimdi ne diyeceksin? sorusuna 1.adam şöyle yanıt verir :
-valla ben bunun yeşil olduğunu biliyorum, ama, fakat diğer arkadaşlarım da haklı olabilirler.
işte bu YANIT,1.adamın imanında problemler olduğunu ( lütfen kimse alınmasın, sözüm kimseye değildir, site müdavimlerini tenzih ederim) ifade eder.
benim burada söylemek istediğim şudur kardeşlerim:
kendimi örnekleyerek konuşursam, sanırım daha rahat anlatacağım :
ben, mutlak bilgi olan Kur'an'a muvafık / Kur'an ile mutabık / Kur'an ile çakışan bir bilgi ile karşılaştığım zaman ( tabiki etkilenmeğe açık kanaatime göre ) işte o bilgiyi o tarih dilimi içinde benimser, içselleştirmeye / kanıksamaya çalışır ve bu uğurda Yüce Allah'ın ayaklarımı sabit kılması için dua ederim. '' O '' bilgi uğruna sonuna kadar da gitmeye azmederim. bendeki bu durum ne zamana kadar devam eder:
bir kişinin/ arkadaşın/ kardeşin, bu kesinkes inandığım konuda, benim aslında yanlış düşündüğümü, olayın aslının Kur'an'a göre şöyle şöyle anlaşılması gerektiğini bana kanıtlayana kadar devam eder. işte ancak o durumda ben eski kanaatimi terkedip, yeni kanaatimi oluştururum. fakat, hiçbir zaman da, hadi bakalım ne zaman bir kardeş gelecek de kanaatlerimi değiştirecek şeklinde beklenti içinde de olmam. sahip olduğum kanaatlere kesinkes inanmamı ve o uğurda GÖNÜLDEN amel etmemi / edebilmemi sağlar bu durum. aksi taktirde sürekli şüphe içinde kalır, ne teorik nede pratikte, GÖNÜLDEN / YÜREKTEN hiçbir amelde bulunamazdım.
tabi kesinkes iman ettiğim kanaatlerimin berhava olmasından da korkmaz, her türlü yeni fikri de okumaya gayret ederim. ( yanlış anlaşılmasın lütfen, acaba fikrim yanlış mı diye değildir benim okumam) Ali Aksoy Kardeşin katıldığım bir cümlesindeki gibi kanaatlerimin zıddını da ve farklı olanlarını da tanımak isterim, şahsi kanaatlerimin pekişmesi / irdelenmesi adına. tabiki okuduğum bu yeni düşünceler / fikirler , eğer gerçekten güçlü fikirlerse, mutlaka beni etkileyip, mevcud kanaatlerimde revizyona sebep olacaklardır. bu hem zorlamasız , hem kendinden ve hemde doğaçlama ( irticalî ) bir şekilde hazırlıksız olarak , kendi kendine oluşacaktır.
o halde ben niçin, valla ben haklıyım / doğru yoldayım fakat şu şu insanlarda haklı olabilirler diyerek, imanıma hasar vereyim ve imanım / akidem uğrunda uğrayabileceğim zorluklara karşı ( beni şüphelere düşürecek olan bu nedenle) dayanma gücümü / sabrımı / azimetimi en baştan tüketeyim... tereddiye düşeyim... mütereddid olayım...kararsızlık girdabında boğulayım... dejenerasyon yaşayayım...
Muhabbetle
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
|
Yukarı dön |
|
|
|
|