Yazanlarda |
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
1- Aklın beğendiği, güzel gördüğü
şeylere farz, çirkin gördüklerine harâm derler.
2- Sahâbenin hepsinin âdil olduğunu inkâr
ederler.
3- Bir kısmı, cin ve mi'râcı inkâr eder.
4- Mu'cize ve kerâmeti inkâr ederler.
5- Cennette Allahü teâlânın görüleceğini
inkâr ederler.
6- Ekserisi, (Günâh işleyen kâfirdir. Amel
îmândan parçadır.) derler.
7- Kabir ziyâretinde enbiyâ ve evliyâdan
yardım istemenin câiz olmadığını söylerler.
8- Kabir azâbını inkâr ederler.
9- (Ölüye, duâ fayda etmez.) derler.
10- Sırâtı, şefâ'ati inkâr ederler.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
-
Prof. Dr. Muhammed Ebû Zehra, ‘İslâm’da Siyasî, İtikadî ve Fıkhî
Mezhepler Tarihi’ isimli eserinde Mu’tezile ile ilgili şunları (da)
kaydeder:
“Emevî döneminin sonlarında ve Abbasî
döneminin başlarında zındıkların sayısı artmış ve müslümanların
arasına, içlerinde Fars dininden ve diğer dinlerden kalıntılar
taşıyanlar sızmıştı. Bu gibi kişiler, İslâm’a büyük kin beslemişlerdir.
Bazen gerçek yüzlerini açığa vurmuşlar, çoğu kere de İslâm örtüsünün
altına gizlenerek düşüncelerini yaymışlar ve kimse fark edip önlem
almasın diye zehirlerini de aynı gizlilik içinde kusmuşlardır. Evet,
zındıkların çalışma şekli buydu. Bu açıdan en büyük tehlikeyi bunlar
oluşturuyordu. Çünkü bazı insanlar bunlara aldanıyorlardı. “Mu’tezilîler, bunların karşısına dikilerek, İslâm’a saldırdıkları her alanda bunlarla mücadele ettiler. “Daha
sonra Mu’tezilîler, kendilerini hiçbir şekilde gizlemeden ortaya çıkan
iki tanrılılar ve dehrîlerle karşı karşıya gelmişlerdir. Mesela
Mu’tezilî önderlerinden Vâsıl b. Atâ, arkadaşlarını, zındıklarla
savaşmak üzere çeşitli şehirlere göndermiştir. Bu mücadeleye bizzat
kendisi de katılmıştır. “Mu’tezilîler, sağlam
bir cedel tekniğine, güçlü delillere, açık seçik konuşma kabiliyetine
ve muhatabı ikna yeteneğine sahiptiler. Öyle ki, bunların müslüman
olmayan bazı hasımları, bunlarla yaptıkları tartışmadan sonra müslüman
oluyorlardı. Mu’tezilî tarihçilerin belirttiğine göre, ‘Ebu’l Huzeyl
el-Allâf’ın eliyle üçbinden fazla Mecusî, müslüman olmuştur. Çünkü
Allâf, tartışmada çok güçlü ve mâhir idi.’” Abbasî
halifesi Me’mun döneminde devletin resmî görüşü hâline gelen Mu’tezilî
akıma muhalefeti ile ünlenen Ehl-i Sünnet âlimleri de vardı. Kur’an’ın
mahlûk olup olmadığı meselesi etrafında cereyan eden tartışma, baskı ve
yıldırma olaylarının (mihne) vuku bulduğu dönemde, Ahmed b. Hanbel,
Muhammed b. Nuh, el-Kavarirî ve Seccâde, hâkim Mu’tezilî görüşe
itirazlarında direnen isimlerdi. Olmadık işkencelere mâruz
bırakıldılar. Bağlı ve tutuklu geçirdikleri bir gecenin sabahında,
dediklerini kabullenen Seccâde’yi serbest bıraktılar devrin
yöneticileri. İkinci gün işkencelere dayanamayan Kavarirî de istenileni
yapınca serbest kaldı. Kalan iki kişi zincirlenerek Tarsus’ta bulunan
Me’mun’un huzuruna çıkmak için gönderildiler. Muhammed b. Nuh yolda
şehid oldu. Vücudu kamçılarla paramparça olan Ahmed b. Hanbel (Allah
ondan râzı olsun), onsekiz ay kadar hapis yattı ve kendisinden ümit
kesilince serbest bırakıldı. Kaldı ki
Mu’tezilîler, Kur’an’ın mahlûk olduğu iddiasını Hıristiyanların bir
tezini çürütmek için de savunuyorlardı. Yani kendilerince niyetleri
hâlis, tutumları doğru idi. Çağdaşlarınca ve
sonraki dönem âlimlerince, Mu’tezile mezhebinin eliyle vücuda gelen
ihtidâlar elbette dile getirilmiş ama duruşlarına hâkim olan temel
sapma noktaları bu kazanımlar uğruna es geçilmemiştir. Mu’tezile,
mezhepler tarihindeki yerini alırken, hidâyete dönük kazanımlarıyla da,
Ehl-i Sünnet damarı ile örtüşmeyen yaklaşımları ile de anılagelmiştir.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
MU'TEZİLE MEZHEBİ
İslâm'da
ilk zuhur eden ve akideleri aklın ışığında izah edip temellendirmeye
çalışan büyük kelam ekolünün adı. Lügatta, "uzaklaşmak, ayrılmak,
bırakıp bir tarafa çekilmek" gibi anlamlara gelen "i'tizal" kelimesinin
ism-i fail siğasından meydana gelen çoğul bir isimdir. Müfredi,
"mu'tezilî"dir. Kelime, hemen hemen aynı anlamlarda Kur'ân-ı Kerim'de
de geçmektedir: "Eğer bana iman etmezseniz benden ayrılın, çekilin"
(ed-Duhân, 44/21); "Ben sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan
ayrıldım" (Meryem, 19/48; ayrıca bk. el-Kehf 18/16, en-Nisâ, 4/90).
Mu'tezile'ye bu ismin hangi sebeple verildiği hususunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür:
Bu
konuda en yaygın kanaat, devrin en büyük alimi sayılan Hasan el-Basrî
(öl. 110/728) ile Mu'tezile'nin kurucusu Vâsıl b. Ata (öl. 131/748)
arasında geçen şu olaya dayanmaktadır. Hasan el-Basrî'nin, Basra
camiinde ders verdiği bir sırada bir adam gelir ve büyük günah
işleyenin bazıları tarafından kâfir olarak vasıflandırıldığını, günahın
imana zarar vermeyeceğini iddia eden bazıları tarafından ise tekfir
edilmeyip mü'min sayıldığını söyler ve bu mesele hakkında kendisinin
hangi görüşte olduğunu sorar. Hasan el-Basrî vereceği cevabı zihninde
tasarlarken, öğrencilerinden Vâsıl b. Ata ortaya atılır ve büyük günah
işleyen kimsenin ne mü'min ne de kâfir olacağını, bilakis bu ikisi
arasında bir yerde, yani fasıklık noktasında bulunacağını söyler.
Halbuki, Hasan el-Basrî büyük günah işleyenin münafık olduğu
kanaatindeydi. İşte bu hadiseden sonra Vâsıl b. Ata, Hasan el-Basrî'nin
ilim meclisinden ayrılır (bir rivayete göre de hocası tarafından
dersten uzaklaştırılır) ve arkadaşı Amr b. Ubeyd (öl. 144/761) ile
birlikte caminin başka bir köşesine çekilerek kendisi yeni bir ilim
meclisi oluşturup görüşlerini anlatmaya başlar. Bunun üzerine Hasan
el-Basrî, "Vâsıl bizden ayrıldı (Kadi'tezele anna Vâsıl)" der. Böylece
Vâsıl'ın önderliğini yaptığı bu gruba mu'tezile adı verilir (Abdulkerim
eş-Şehristanî, el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1975, I/48; Abdulkâhir
el-Bağdadî, el-Fark Beyne'l-Fırak, Çev. E. Ruhi Fığlalı, İstanbul 1979,
s. 101, 104).
Mu'tezile ismini bu görüş etrafında
temellendirmeye çalışanlara göre, bu isim onlara muarızları tarafından
verilmiştir. Çünkü onlar, "Ehl-i sünnetten ayrılmışlar, Ehl-i sünnetin
ilk büyüklerini terketmişler, dinin büyük günah işleyen kişi
(mürtekib-i kebîre) hakkındaki görüşünden ayrılmışlardır. Takılan bu
isim onların bu tutumunu gösteriyordu" (İrfan Abdülhamit, İslam'da
İtikadî Mezhepler ve Akaid Esasları, Çev. M. Saim Yeprem, İstanbul
1981, s. 94).
Mu'tezile mezhebini siyâsî ve itikadî
olmak üzere ikiye ayıran ve ikincisini birincisinin devamı sayan bazı
ilim adamlarına göre bu isim, çok daha önceleri mevcuttu. Bunlara göre,
Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra meydana gelen Cemel ve Sıffin
savaşlarında tarafsız kalıp, savaşlara katılmayanlar, Mu'tezile'nin ilk
mümessilleridir. Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Ömer, Muhammed b.
Mesleme ve Usame b. Zeyd gibi bazı kimseler meydana gelen savaşlarda
her hangi bir tarafı desteklemeyip, olaylardan uzak durmayı (itizali)
tercih etmişlerdi. Bu nedenle bunlara, "ayrılanlar bir kenara
çekilenler" anlamında Mu'tezile denmiştir.
Diğer bir
görüşe göre ise, Vasıl b. Ata mürtekib-i kebîre konusunda icma-ı ümmete
muhalefet ettiği için, ona ve taraftarlarına bu ad verilmiştir.
Mu'tezile'ye bu ismin verilmesinin sebebi, onların bu dünyadan el etek
çekip, bir tarafa çekilerek zahidane bir hayat sürmelerinde arayanlar
da vardır (İ. Abdülhamit, age, s. 94 vd.; Kemal Işık, Mu'tezile'nin
Doğuşu ve Kelâmî Görüşleri, Ankara 1967, s. 52 vd.)
Mu'tezile
mezhebi, kaynaklarda daha değişik isimlerle de anılmaktadır. Fiillerde
irade ve ihtiyarı insana verip, insanı fiillerinin yaratıcısı kabul
ettikleri iç:n el-Kaderiyye; Ru'yetullah, Allah'ın sıfatları ve halk-ı
Kur'an gibi meselelerde Cehm b. Safvan'ın görüşlerine katıldıkları için
el-Cehmiyye Allah'ın bazı sıfatlarını kabul etmedikleri için de
Muattıla olarak zikredilmişlerdir. Fakat onlar bu isimleri kabul
etmeyip, kendilerini Ehlul-Adl ve't-Tevhîd olarak vasıflandırmışlardır
(Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi, İstanbul 1981, s. 170; Kemal Işık, age,
s. 56 vd.).
Mezhebin Doğuşunu Hazırlayan Faktörler ve Tarihî Seyir:
İslâm'da
itikadî meselelerin gündeme gelip tartışılmasına sebep olan ve neticede
itikadi mezheplerin doğuşunu hazırlayan çeşitli faktörler vardır.
Bunlar aynı zamanda, bir itikadî mezhep ve yeni bir düşünme biçimi olan
Mu'tezile mezhebinin doğmasına da zemin hazırlamıştır.
Bu
faktörlerin başında, müslümanlar arasında zuhur eden ihtilaf ve
çekişmeler yer almaktadır. Çok ciddi boyutlara ulaşan bu ihtilaflar
neticesinde bir takım yeni meseleler ortaya çıkmış ve tartışılmaya
başlanmıştı. Bu meseleler için teklif edilen çözümler, itikadi
fırkaların doğmasına neden olmuştur. Müslümanlar arasında hararetle
tartışılan meselelerden birisi de mürtekib-i kebîre'nin durumu idi.
Haricîler, mürtekib-i kebîre'nin kâfir olduğunu iddia ederken,
Mürciîler, mü'min olduğunu iddia ediyorlardı. Vâsıl b. Ata ve
taraftarları ise, meseleye "el-menzile beyne'l-menzileteyn* (iki yer
arasında bir yer)" prensibiyle yeni bir çözüm şekli teklif ediyordu.
Yaygın olan rivayete göre, bu çözüm önerisi ile Mu'tezile mezhebi
ortaya çıkmış oldu. Bu durumda Mu'tezile, müslümanlar arasında zuhur
eden yeni meselelere yeni bir bakış açısını ifade etmektedir.
Mu'tezile'nin
doğuşuna zemin hazırlayan amillerden birisi de, İslâm dininin fetih
politikasıyla ilgilidir. Müslümanlar çok kısa bir zaman zarfında Arap
Yarımadasını aşarak bir çok ülkeyi kendi topraklarına kattılar. Değişik
kültür ve dinlere mensup olan bu ülkelerin ilhakı ile, bir takım yeni
problemler ortaya çıktı. Bu ülke halklarından İslam'ı kabul edenler
yanında etmeyenler de vardı. Kabul etmeyenler mensup oldukları dinlerin
savunmasını yaparken, kabul edenler de, eski kültürlerinin etkisinden
tamamen kurtulamıyorlardı. Köklü bir geçmişe sahip olan Yahudilik,
Hristiyanlık, Seneviye, Zerdüştlük gibi din ve görüşler, zaman
içerisinde müesseseleşmiş ve belli bir savunma mekanizması da
geliştirmişlerdi. İslâm dini için henüz böyle bir mekanizma mevcut
değildi. Çok geçmeden müslümanlarla tartışmaya dalan yabancı unsurlarla
başedebilmek için güçlü bir diyalektik (cedel) yönteme ihtiyaç vardı.
İşte bunu hisseden ve bu doğrultuda yöntem geliştirmeye çalışan ilk
alimler Mu'tezilîler olmuştur. Mu'tezile, yabancı kültürlerden de
istifade ederek İslâm düşüncesine Kelâm metodunu getirmiştir. Gayri
müslimlere karşı İslam'ı savunma ve akideleri aklî bir platformda
değerlendirme yolundaki takdire şayan Mu'tezilî gayret İslam
düşüncesine yeni bir renk katmıştır.
Mu'tezilî
düşüncenin temel esprisi; İslâm akaidini aklî tefekkür zeminine
oturtmak ve akılla çatıştığı anda nassı aklın istekleri doğrultusunda
tevil etmektir. Naklî düşüncenin yanında, zaman içerisinde aklî
düşüncenin de teşekkül etmesi; aklı rehber kılan bir zümrenin ortaya
çıkması tabii bir durumdur. Bu durum, dinlerin normal seyri içerisinde
tabii ve zorunlu bir merhalenin ifadesidir. İslam düşüncesinin bu
merhalesinde aktif rol oynayan ve dolayısıyla felsefi düşünceye ve yeni
ilimlere rağbet gösteren ilk kişiler Mu'tezilîler olmuştur (İrfan
Abdülhamit, age, s.121 vd.; Bekir Topaloğlu, age, s. 171; Kemal Işık,
age, s. 28; Muhammed Ebu Zehra, İslam'da Siyasi ve İtikadi Mezhepler
Tarihi, Çev. E.Ruhi Fığlalı, Osman Eskicioğlu, İstanbul 1970, s.180
vd.).
İşte bu ve benzeri şartlar altında Mu'tezile
cereyanı Hicri birinci asrın sonlarıyla ikinci asrın başlarında Vâsıl
b. Ata ve Amr b. Ubeyd'in önderliğinde Basra'da ortaya çıktı. Genelde
kabul gören görüşe göre, Mu'tezile akımı Vâsıl b. Ata ile Hasan
el-Basrî arasında geçen tartışma neticesinde ortaya çıkmıştır.
Mu'tezilî
düşüncenin Basra'da ortaya çıkışından yaklaşık bir asır sonra Bişr b.
el-Mu'temir (öl. 210/825) başkanlığında Bağdat Mu'tezile ekolü de
teşekkül etti. Temel prensipler itibariyle aynı görüşleri
paylaşan bu iki ekol mensupları arasında teferruatla ilgili bir çok
görüş farklılığı da vardır. Vâsıl b. Ata, Ebu'l-Huzeyl el-Allâf (öl.
235/850), İbrahim en-Nazzâm (öl. 231/845), Ebu Ali el-Cübbâî (öl.
303/916), el-Câhız (öl. 225/869) gibi Mu'tezilîler Basra ekolüne; Bişr
b. el-Mu'temir, Sümame b. el-Eşras (öl. 213/828), el-Hayyat (öl.
298/910) gibi Mu'tezilîler de Bağdat ekolüne mensuptur.
Terceme
faaliyetleri çerçevesinde İslâm kültür dünyasına kazandırılan yeni
eserlerle birlikte, siyâsî etkenlerin de tesiriyle giderek güç kazanan
İtizal akımı kısa zamanda devlet ricalini de cezbeder duruma geldi ve
daha Emevîler döneminde bile halifeler düzeyinde kabul gördü.
Bu
mezhep bir fikir hareketi olarak Abbâsîler döneminde gelişip yaygınlık
kazandı. Abbasî halifelerinin Mu'tezile'ye karşı tutumları genelde
müspet olmuştur. Harun er-Reşîd döneminde (170-193/786-808) saraya
kadar nüfuz etmiş olan Mu'tezilî düşünce, altın çağını el-Me'mun (öl.
218/833), el-Mu'tasım ve özellikle el-Vâsık'ın hilafetleri esnasında
yaşamıştır. Bu halifeler döneminde Mu'tezilî görüş devletin resmi
mezhebi durumuna gelmiş, Mu'tezile âlimleri de devlet ricâli nezdinde
en muteber kişiler olarak saygı ve itibar görmüşlerdir. Mu'tezile
âlimleri, bu dönemlerde, halifeleri kendi düşünce ve kanaatleri
doğrultusunda yönlendirdikleri gibi, kendileri de devletin yüksek
kademelerinde mevki sahibi olmuşlardır.
Mu'tezile'nin
devlet otoritesi ve resmi mezhebi haline geldiği, yaklaşık
198-232/813-846 yılllarını kapsayan bu dönem, Ehli sünnet âlimleri ve
müslüman halk açısından ve ızdırabın hüküm sürdüğü bir dönem olmuştur.
Mu'tezile doktrinini devletin resmi görüşü olarak benimseyen, devrin
hükümdarları el-Me'mun, el-Mu'tasım ve el-Vâsık, bununla yetinmeyip
resmi organlar vasıtasıyla halkı da bu görüşleri
kabullenmeye zorladılar. Özellikle, Kuran-ı Kerim'in yaratıldığını
varsayan (Halku'l-Kur'ân'ı* Mu'tezîli görüşün devlet eliyle zorla kabul
ettirilmeye çalışıldığı bu dönem, İslâm mezhepleri tarihinde "mihne"
olarak bilinmektedir. Başta Ahmed b. Hanbel (öl. 241/855) olmak üzere,
resmi düşünceye karşı çıkan pek çok İslâm âlimi, bu tutumlarından
dolayı mahkûm edilip işkenceye maruz kaldılar.
Bir tür
Engizisyon anlamına gelen "mihne" el-Me'mun'dan sonra, el-Mu'tasım ve
el-Vâsık dönemlerinde de şiddetini artırarak devam etti (Macid Fahrî,
İslâm Felsefesi Tarihi, Çev. Kasım Turhan, İstanbul I987, s. 54).
Başlangıçta
hür düşüncenin savunucusu olarak ortaya çıkan Mu'tezile, bu halifeler
döneminde tam aksi bir pozisyonda bulunmuştur. Mu'tezile'nin parlak
dönemi ve dolayısıyla "mihne" hadisesi, el-Vâsık'ın ölüp yerine
el-Mütevekkil (247/861)'in geçmesiyle son buldu. Mu'tezilî düşünce daha
önce el-Mehdî ve el-Emîn'in halifelik dönemlerinde de hüküm giyip
cezalandırılmıştı. Fakat asıl darbe el-Mütevekkil'den geldi. Mu'tezile
Mütevekkil'in hilafetiyle devlet kademelerinden kovuldu ve giderek
gerilemeye başladı. Bu mezhep, sonraki asırlarda Büveyh oğulları ve
Selçuklu sultanı Tuğrul Bey dönemlerinde rağbet görmüşse de bir daha
eski itibarına kavuşamamıştır (Kemal Işık, age, s. 59 vd.; Bekir
Topaloğlu, age, s. 183; M. Ebu Zehra, age, s. 182).
Mezhepler
tarihi kaynakları, Mu'tezile'nin çöküşünü hazırlayan sebepler arasında,
"mihne" hadisesini, Mu'tezile'nin akla ifrat derecede önem vermesini ve
bu arada el-Eş'arî ile el-Matüridî'nin öncülüğünde Ehl-i Sünnet ilm-i
kelâmının zuhur etmesini göstermektedirler (İrfan Abdülhamid, age,
s.125; B. Topaloğlu, age, s. 183).
Mu'tezile'nin Metodu ve Kelamî Görüşleri:
İslâm'da
akaid esaslarını aklın ışığı altında ele alıp değerlendiren, meselelere
aklın ölçüleri doğrultusunda çözüm getirmeye çalışan ilk düşünürler,
Mu'tezile ve onların selefleri olan Kaderiyye ve Cehmiyye'dir.
Mu'tezile âlimleri, akaid meselelerinin çözümünde, daha önceki İslâm
âlimlerinin yaptığı gibi, sadece nakille yetinmeyip akla da önem
vermiş, hattâ naklin yeterince açık olmadığı ve önceki İslâm
âlimlerinin susmayı tercih ettiği konularda tek otorite olarak aklı
kabul edip te'vil yoluna gitmiştir. Selefiyye tarafından şiddetle
eleştirilen bu yeni yaklaşım tarzının adı Kelâmî metottur.
Mu'tezilîler, benimsemiş olduklar Kelam metodu ile, akideleri
kendilerine has bir üslupla değerlendirip, Ehl-i sünnet öğretisinin
dışında farklı kanaatlere ulaştılar. Bu nedenle, Mu'tezile,ehl-i bid'at
fırkaları arasında zikredilmektedir (el-Bağdâdî, age, s. 100).
Mu'tezile doktrininin esasını teşkil eden ve bütün Mu'tezile alimlerince benimsenen beş temel prensip (elusûlü'l-hamse) vardır:
1-'Tevhid:
Mu'tezile'nin en temel ilkesi olan tevhid anlayışı, bütün İslâm
düşüncesinin de temelini oluşturmaktadır. Sadece Mu'tezile'ye göre
değil, bütün İslâm mezheplerine göre önemli bir prensip olup bu, Allah
birdir, eşi ve benzeri yoktur, ezeli ve ebedîdir anlamına gelir. Bu
konuda Mu'tezile'yi diğerlerinden ayıran husus, Allah'ın sıfatlarına
dair tartışmalarda ortaya çıkmaktadır. Mu'tezile'ye göre Allah'ın en
önemli iki sıfatı "birlik" ve "kıdem"dir. Mu'tezile Allah'ın
sıfatlarını kabul eder, fakat bu sıfatlara Allah'ın zatının dışında bir
varlık hakkı tanımaz. Onlara göre "Allah âlimdir" demek doğru; "Allah
ilim sahibidir" demek ise yanlıştır. Çünkü ilim, sem', basar gibi,
sıfat-i maânînin kabulü, kadim varlıkların çokluğuna (taadüdü kudemâ)
delâlet eder. Halbuki tek kadim varlık vardır. O da Allah'tır.
Mu'tezile,
sıfatlar konusunda kendisini ehlu't-Tevhîd olarak isimlendirirken, Ehli
sünnet âlimleri tarafında da Muattıla (Allah'ın sıfatlarını inkâr
edenler) olarak vasıflandırılmıştır.
2- Adalet (el-Adl):
Mu'tezile'ye göre, insan tamamen hür bir iradeye sahiptir ve
fiillerinin yegâne sorumlusu odur. Yapmış olduğu iyilik de kötülük de
kendisine aittir. Bu nedenle yapmış olduğu iyi amellere karşı mükâfaat,
kötü amellere karşı da ceza görecektir. Eğer kulun fiillerinde Allah'ın
bir müdahalesi olsaydı, o zaman kul yapmış olduğu fiillerden mesul
olmazdı. Çünkü bu durumda bir zorlama (cebr) sözkonusu olurdu. İnsanı,
zorlama altında yapmış olduğu fiillerden sorumlu tutmak ise zulümdür.
Bu, Allah'ın adaleti ile bağdaşmaz. Çünkü Allah en âdil varlıktır.
3-
İyi amellerde bulunanların mükâfatlandırılması, kötü amellerde
bulunanların cezalandırılması (el-Va'd ve'l-Va'îd): Güzel amellerin
mükâfatla kötü amellerin de ceza ile karışık görmesi kaçınılmazdır. Bu
nedenle Allah, adâletinin bir gereği olarak, iyi amellerde bulunan
kullarını cennetle mükafatlandıracağını (el-va'd); kötü amellerde
bulunan kullarını ise Cehennemle cezalandıracağını (el-va'îd)
bildirmiştir. Allah'ın, bunun aksini yapması, bu sözünden vazgeçmesi
mümkün değildir. Mü'min, mutlaka Cennete; büyük günah işleyipte tevbe
etmeden ölen kimse ise mutlaka Cehenneme gidecektir. Allah'ın
adaletinin gereği budur. Mutezile, bu görüşü ile şefaati reddetmiştir.
4- el-Menziletü beyne'l-Menzileteyn (İki Yer Arasında Bir Yer):
Bu
prensip, büyük günah işleyen kimsenin imanla küfür arasında bir yerde,
yani fasıklık noktasında bulunacağını ifade eder. Bu görüş, büyük günah
işleyeni kâfir sayan Hâricîlerle, mü'min sayan Mürcie mezhepleri
arasında mütevassıt bir görüşü temsil etmektedir.
5- İyiliği emretmek kötülükten Nehyetmek (el-emru bi'l-ma'ruf ve'nnehyu ani'l-münker): Mutezile,
toplumda hak ve adaletin sağlanması ve ahlâkî yapının sağlıklı
olabilmesi için, her müslümanın iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamasını
gerekli görmektedir (el-Bağdâdî, age, s. 100 vd.; Kemal Işık, age, s.
67 vd.; M. Ebu Zehra, age, s.174 vd.; B. Topaloğlu, age, s.174 vd.; İ
Abdülhamid age, s. 105 vd.; eş-Şehristani, age, I, 43).
Yaşar K. AYDINLI
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
baybora Ayrıldı
Katılma Tarihi: 06 eylul 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 547
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam asım kardeş,
Mutezile'ye benim anladığım kadarıyla dışardan bakışta (ehl-i sünnet)
haksızlık edilmiştir. Bu konuda(mutezile) uzman "Muhammed Ammara"dır.
Bugün itibariyle, gelenekteki tartışmaların ve kamplaşmaların devamı savunmak veya tarafı olmak bana göre kavgayı sürdürmek anlamına geliyor. Geçmişteki kavgaları ve kamplaşmaları "anlayarak" bugüne ve geleceğimize ışık tutmalıyız.
selam ve dua ile,
kardeşiniz rıdvan
__________________ Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
değerli kardeşim rıdvan...
söylediklerinize katılıyorum...
bu konuyu açmamın sebebi bir süredir ilgilendiğim akıl vahy ilişkisi vahy konusunda suruşun dedikleri ve akılla nereye kadar gidilir gibi meseleleri incelerken karşıma mutezili görüşlerin çıkması...
karşıma ilginç gelen bir konu ve ya fikir çıktığında bunu bu sitede paylaşmayı ve üzerinde bir iki kelam etmeyi seviyorum..
burada kendi fikri serüvenimi yaşıyorum ve karşıma çıkan faydalı bulduğum her şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum...
hepimiz kendi yolumuzun yolcusuyuz ve hepimizin ayrı serüvenleri var...
bazen yanyana ilerliyor bazende karşı karşıya geliyoruz...
işte benim yürürken şu sıralar yanımda belirdiğini sandığım fikirlerden biri mutezile...
sanırım birsüre beraber yürüyeceğiz ama bazı yerlerde ayrılıp başka güzergahlara geçmekte gayet doğal...
allah sonumuzu hayreylesin...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
BarisYilmaz34 Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 21 mayis 2010 Gönderilenler: 34
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Arkadaşlar günümüzde acaba Mutezile olanlar var mıdır? Bu mezhebi araştırdım ve akla çok önem verdiğini gördüm. Ancak bir görüşü var bu mezhebin "büyük günah işleyene mümin denemez" görüşü. Bu yanlış görüş nasıl bu mezhebe girmiş anlamadım.
|
Yukarı dön |
|
|
Saffet Metin Uzman Uye
Katılma Tarihi: 07 ekim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 672
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bu görüşte yanlış nedir onu anlamadım.
Mümin olmak o kadar ucuz mu.
__________________ Allah Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır.
|
Yukarı dön |
|
|
BarisYilmaz34 Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 21 mayis 2010 Gönderilenler: 34
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Mümin olmak ucuz değildir ama büyük günah işleyene mümin değilsin demekde ağır bir görüştür. Adam diyelimki içki içti şimdi mümin değilmisin diyeceğiz ona.
|
Yukarı dön |
|
|
Saffet Metin Uzman Uye
Katılma Tarihi: 07 ekim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 672
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
BarisYilmaz34 Yazdı:
Mümin olmak ucuz değildir ama büyük günah işleyene mümin değilsin demekde ağır bir görüştür. Adam diyelimki içki içti şimdi mümin değilmisin diyeceğiz ona. |
|
|
İçki içmek, Allah ile Kul arasında bir günahtır. Adam gibi içmesini bilenin topluma bir zararı da olmaz. Toplum da içki içenlerin % 90 ı bu durumdadır. Sosyal içiçidir. Kararını bilir. Çoğunun zararı olmaz. Alkolikler, akşamcılar başka. Sarhoş oluncaya kadar içen ayarsızlar başka. Günahkarlar bunlardır.
Günahın büyüklüğü açısından içki, adam öldürmekle bir tutulur mu. Mesela kan davası. Adam sırf karşı tarafın ailesinden diye herhangi bir masumu vuruyor. Şimdi Kur'ana inanan bir kişi bunu yapabilirmi. Masum birinin öldürülmesi cezası ebedi cehennem değil mi. Suç kişisel değil mi Kur'ana göre. Kim öldürmüşse , devlet te ona ölüm cezası verir, veya ölenin ailesi isterse diyet ödenerek bağışlanır. Şimdi hüküm bu ise, öldürenin sülalesinden başkalarını öldürmenin islami yanı nerede. Müslüman bir toplumda niye kan davası oluyor. Bütün İslam ülkelerinde var. Bunlar nasıl İslam.
Onun için Mutezilenin görüşü doğrudur. Keşke yüzyıllarca bu görüş tutulmuş olsa idi. İslam toplumları bambaşka bir yerde olurdu.
__________________ Allah Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|