Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
19.NAMAZ (Niyaz etmektir, hangi dilde niyaz edilmelidir?).
Dua Sözcük anlamı:
“Duâ”, da’vet ve da’vâ mastarları gibi mastar olup, “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” demektir.
Ayrıca isim olarak duâ, “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya olan talep ve niyaz” demektir.
İslamî bir terim olarak duâ: “Allah’ın yüceliği karşısında kulun, aczini itiraf etmesi, sevgi ve tazim duyguları içinde lütuf ve yardım dilemesi”
demektir. Duânın ana hedefi insanın Allah’a halini arzetmesi ve O’na
niyazda bulunması olduğuna göre, bu, Allah ile kendine inanan kul
arasında bir diyalogu ve yakın ilgiyi ortaya koyar. İşte bundan dolayı
duâya “münâcât” (Allah ile gizliden ve ruhsal
konuşma) adı da verilmiştir. Ki insan, varlığını kabul ettiği o Yüce
Güç karşısında duyduğu saygı ve ümit hisleri sebebiyle kendisinden daha
üstün olanla irtibat ihtiyacını duymaktadır.
Duâ tüm dinlerde vardır. Muhteva, şekil ve anlatım biçimine göre bazı türlere ayrılır. Asıl ve en yaygın olanı, “yalvarıp yakarmaktır”.
Duâlarda insan, kötülükten kurtulmayı veya iyiye kavuşmayı diler. Bunu
yaparken de önce Allah’a hamd ve şükür eder. Allah’ı üstün vasıflarıyla
yüceltir.
İslam dışında ve ilkel dinlerde duâ:
İlkel
topluluklarda görülen müşterek duâ, aile reisi, kabile başkanı veya
rahibin yakarışlarına cemaatin katılması (âmin demesi) şeklinde
olmaktadır. Kötülüklerden korunma veya dünya nimetlerinden faydalanma
isteği duânın iptidai halinin tespitinde en belirleyici özelliktir.
Hint mistisizminde Upanişad’lardan kaynaklanan ve yoganın
psikotekniğine dayanan ibadetsiz bir duâ türü vardır. Hinduizm’de duâ
inandırıcı sözlerle yapılır; ortak duâ sembolü bir çeşit besmele olan
“om”dur. Budizm’de yüce varlığa karşı belirli bir duâ söz konusu
olmamakla beraber Buda’ya duâ etmek ve ondan istekte bulunmak geleneği
hakimdir. Şintoizm’de duâ, mabed veya evde tanrılara pirinç ve pirinç
şarabı sunmakla yerine getirilir.
Eski
Meksika, Sümer, Bâbil, Mısır ve Yunan dinlerinde birbirine benzeyen ve
duâ yerine kullanılan kolektif şiirler vardır. Maniheizm’deki duâda
ruhu etkileyen düalist bir görüş hakimdir. Romalılar duâlarını
genellikle Jüpiter mabedinde yaparlardı. Cermen dininde büyünün duâ
üzerinde üstün bir gücü vardır. Ancak ilkel toplumlarda büyü ile duâ
arasındaki sınırı belirlemek oldukça güçtür. Yunan dininde duâ
geleneksel temizlikle başlar ve klasik yalvarma ile sona ererdi.
Sümerler duâ esnasında ellerini başlarının üzerine koyarlar,
sevinçlerini göstermek ve duânın inandırıcı olmasını sağlamak için
ellerini alınlarına çarparlar, böylece ölülerine de saygı göstermiş
olurlardı. Bu durum Doğu Asya’da özellikle Hint yogasında da
görülmektedir.
Duâ esnasında kutsal
eşyanın öpülmesi, okşanması, çıplak ayakla etrafında dönülmesi gibi
hususlar ilkel kabile dinlerinin özelliklerindendir. Hemen bütün ilkel
kabile dinlerinde güneş doğarken ve batarken, ekim ve hasat
zamanlarında kurallara bağlı olarak duâ edilir.
Yahudilik’te duâ:
Yahudilik’te
duâ Allah’a yaklaşma vesilesi kabul edilir. İbranice “tephillah” duâ
anlamına gelir. Tevrat’ta duâ için genel bir kavram ve belli bir sıra
olmamakla birlikte altmış altı cümle doğrudan veya dolaylı olarak duâ
ile ilgilidir. Yahudiler ayakları bitiştirmek, diz çökmek, baş eğmek,
elleri göğe açmak ve Kudüs’e yönelmek suretiyle duâ ederler.Bilhassa
ll. Tapınak’ın yıkılışından sonra yahudilerde toplu duâ da
yaygınlaşmıştır. Günümüzde yahudiler günde üç defa (sabah, öğle ve
akşam) duâ ederler. Ayrıca sinagogda cumartesi (sabbat) ve bayram
günlerinde bunlara ek olarak duâlar ilave edilir. Sabah duâsında duâ
atkısı talet (tallit) kullanılır, duâ kayışı da sol pazıya ve alna
takılır. Duâ dili İbranice olmakla birlikte bazı eski Aramice duâlar da
okunur. Duâ öncesinde temizlik yapmak ve özel âyin elbisesi giymek
gerekir. Duâların büyük bir kısmını ihtiva eden Mezmurlar hem yahudi hem de hıristiyanlarca duâ sırasında okunmaktadır.
Hıristiyanlık’ta duâ:
Hıristiyanlıkta
duâ dini hayat açısından büyük bir önem taşır. Duâ Tanrı’ya ulaşma,
O’nu tanıma ve vicdanın sesi olarak nitelendirilir. Duânın temelinde
Allah’a güven ve yüce bir inanış vardır. Luther’e göre duâ inancın eseri, Calvin’e
göre Allah’ı kavrayabilme inancının her gün tekrarlanışıdır.
İnciller’de Hz. İsa’nın tavsiye ettiği belli bir duâ şekli yoktur;
sadece putperestler gibi duâ edilmesi yasaklanmıştır (Matta, Vl, 7).
İnciller’in tamamında duâyı ilgilendiren yetmiş beş kadar cümle tespit
edilebilmektedir. Hıristiyanlık’ta duânın belli esaslar çerçevesinde
yapılması ilk defa İznik Konsili’inde (Miladi 325) kararlaştırılmış,
daha sonra Vatikan bu esaslar üzerinde bazı değişiklikler yapmıştır.
Duâda Hz. İsa temel unsuru teşkil etmekle beraber Allah ve Ruhulkudüs
de duânın önemli rükünlerindendir.
Günümüzde
hıristiyanların günlük (sabah, öğle ve akşam), haftalık (Pazar), ve
yıllık (paskalya) olarak keşişler ve rahipler gözetiminde manastırlarda
yaptıkları duâ geleneği oldukça uzun bir geçmişe sahiptir (M.S.150).
“Rabbin duâsı” Hıristiyanlık için toplu ibadetin doruk noktasını teşkil
eder. Katolik kilisesinde günde yedi ayrı duâ saati bulunmaktadır.
Ortodoks kilisesinin geleneğinde gün batarken okunan “Vesperum” günün
ilk duâsını teşkil eder. Genel olarak kiliselerdeki duâ şekilleri pek
fazla değişiklik göstermez.
İslam’da duâ:
Kur’ân-ı
Kerim’de duâ ile ilgili âyetler geniş bir yer tutar. 200 kadar âyet
doğrudan doğruya duâ ile ilgilidir. Ayrıca tevbe, istiğfar gibi kulun
Allah’a yönelişini ve O’ndan dileklerini ifade eden çok sayıda âyet
vardır. Konuyla ilgili âyetlerin bir kısmında insanların Allah’a duâ
etmeleri emredilmiş, duânın usul, âdâb ve tesirleri üzerinde
durulmuştur.
Duânın gereği:
Yüce
Kur’ân’ımız incelendiğinde insanlarda dini eğilimin fıtrî
(yaratılıştan, genlerine işlenmiş) olduğunu görürüz. A’raf suresi 172,
173. âyetlerde, şu şekilde açıklamalar buluruz:
“Hani
Rabbin, âdemoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz
benliklerine şahit tutarak sormuştu: “Rabbiniz değil miyim?” onlar:
“Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz.” demişlerdi. Kıyamet günü, “biz
bundan habersizdik” demeyesiniz.
Şöyle de
demeyesiniz: “Daha önce atalarımız şirke batmıştı. Biz de onların
ardından gelen bir soyuz. Gerçeği çiğneyenlerin yüzünden bizi helak mı
edeceksin?””
Ve bu âyetlerden Allah’ı
tanıma ve O’nun terbiyesine girmenin henüz dünyada hayat bulmadan
evvelden başladığını anlarız. Görünürdeki gerçekler de bunun böyle
olduğunu gösterir. Ayrıca,
İsra suresi, âyet 44:
“Yedi gök, yerküre ve bunların içindekiler O’nu tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O’nu överek tespih etmesin; fakat siz onların tespihlerini anlamıyorsunuz. O Halim’dir, Gafûr’dur.”
Ra’d suresi âyet 13:
“Gök
gürültüsü O’nu hamd ile tespih eder; melekler de O’ndan ürpererek..
Yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. O, tuzak kuranların
hilelerini başlarına geçirmede çok güçlü olduğu halde, onlar ona karşı
mücadele edip duruyorlar.”
Hadid suresi âyet 1:
“Göklerde ve yerdeki herşey Allah’ı tespih etmektedir. Aziz’dir O, Hakîm’dir.”
Haşr suresi âyet 1:
“Göklerde ne var yerde ne varsa Allah’ı tespih etmektedir. Aziz’dir O, Hakîm’dir.”
Saff suresi âyet 1:
“Göklerde ne var yerde ne varsa Allah’ı tespih etmektedir. Aziz’dir O, Hakîm’dir.”
Cuma suresi âyet 1:
“Göklerdekiler ve yerdekiler; o Melik, o Kuddüs, o Azîz, o Hakîm Allah’ı tespih ediyorlar.”
Teğabun suresi âyet 1:
“Göklerdekiler
ve yerdekiler Allah’ı tespih ediyorlar. O’nundur mülk ve yönetim; O’nun
içindir tüm övgüler. Herşeye gücü yetendir O.”
Özellikle de Zariyat suresi 56. âyette şöyle buyrulur:
“Ben cin ve insi (bilmediğiniz ve bildiğiniz her şeyi) sadece bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattım.”
Bu
gerçeklerden ve toplumdaki ateist ve din karşıtı kimselerin de dara
geldikleri zamanlar gayri ihtiyarı Allah’a sığınmaları, dini eğilimin,
kulluğun, duâya ihtiyacın, Allah’a yalvarmanın; kısacası, canlı cansız
her şeyin Allah ile ilişkisinin fıtri (yaratılıştan genlere
yerleştirilmiş) olduğunu gösterir.
Kur’ân’ı
Kerim’de, insanın çaresizlik içinde ve zor şartlarda duâya başvurma
şeklindeki genel psikolojik makanizması üzerinde ısrarla durulmuştur.
Bazı âyetlerde dini yöneliş veya duânın belirgin veya zayıf hale
geldiği durumlar açıklanırken aynı zamanda bu yönelişin insan
tabiatında fıtri ve külli bir motif olarak bulunduğu da ortaya
konmuştur. Âyetlerin ifadesiyle, insan bir tehlike ve sıkıntıya düşünce
bütün samimiyetiyle Allah’a yönelir; yatarken, otururken, ayakta
dururken bıkmadan usanmadan duâ edip, iyilik ve başarı ister.
Bununla
birlikte bazı âyetlerde de insanın ihtiyaç ve sıkıntısının giderildiği,
kendini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda duâ isteğinin
zayıfladığı, Allah’tan yüz çevirdiği, kendi güç ve yeterliliğini
gözünde büyütüp bencil ve nankör olduğu, zalimce hareket ettiği
vurgulanmaktadır:
Yunus suresi âyet 12:
“İnsana zorluk dokunduğu zaman; yan yatarken, otururken, ayaktayken bize yalvarır. Ama sıkıntısını çözdüğümüzde, kendisine dokunan bir zorluk yüzünden bize hiç yalvarmamış gibi çekip gider. Haksızlığa aşırılığa sapanlara, yapmakta oldukları işte böyle süslü gösterilmiştir.”
İsra suresi âyet 11:
“İnsan, hayra davet eder gibi şerri çağırıyor. İnsan çok acelecidir.”
Lokman suresi âyet 32:
“Karabulutlar
gibi dalga kendilerini kuşattığı zaman, Allah’a dini O’na özgüleyerek
yalvarırlar. Fakat onları karaya çıkarıp kurtarınca, içlerinden sadece
bir kısmı doğru yolu tutar. Bizim âyetlerimize ancak gaddar nankörler karşı çıkarlar.”
Fussılet suresi âyet 49:
“İnsan
hayır istemekten/hayır için duâ etmekten bıkıp usanmaz. Kendisine bir
şer dokunmaya görsün, hemen ümidini keser, yıkılır.”
Zümer suresi âyet 8:
“İnsana
bir zarar/zorluk dokununca, Rabbine yönelerek O’na duâ eder. Sonra ona
bir nimet lütfettiğinde, önceden O’na yalvarmakta olduğunu unutur.
O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler, ortaklar isnat eder. De ki: “Birazcık nimetlen küfrünle. Hiç kuşkusuz sen, ateş halkındansın.”
Fussılet suresi âyet 51:
“İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir, yan yatar. Kendisine şer dokununca, hemen duâya koyulur.”
A’raf suresi âyet 189, 190 :
“O,
sizi bir candan yaratan, ve ondan da, kendisine ısınsın diye, eşini
yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük
yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki zevce ağırlaştı o
zaman onlar (o ikisi) Rablerine duâ ettiler: “Eğer bize salih (bir
çocuk) verirsen, andolsun ki kesinlikle şükredenlerden olacağız.”
Ne zaman ki onlara (o ikisine) salih (bir çocuk) verdi, o ikisine verdiği şey hakkında onun için ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir.”
”
Tevbe suresi âyet 75, 76:
“Onlardan, “Eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka bağışta bulunacağız ve iyilerden olacağız diye Allah’a söz verenler vardır.
Sonra, Allah, onlara lütfundan verince, onda cimrilik ederler ve ilgisizce sırt çevirirler.”
Yunus suresi âyet 22, 23:
“Size karada ve denizde yolculuk ettiren O’dur. Gemilerde bulunduğunuzda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgarla götürür, yolcular
neşeyle eğlenirken şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her
yandan saldırıp onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dinlerini
Allah için arındırarak O’na yalvarırlar:- Bizi bundan kurtarırsan, hiç
kuşkusuz, şükredenlerden oluruz.
Sonra O, onları kurtarınca, bir de bakarsın ki, yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler.
–Ey insanlar! Gerçekten, şimdiki hayatın geçici yararları için
azgınlığınız, bizzat kendi zararınızadır! Sonra dönüşünüz bizedir.
Yaptıklarınızı size bildireceğiz.”
Nahl suresi âyet 53, 54:
“Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, Allah’tandır. Size bir zarar dokunduğunda, yalnız O’na sığınırsınız.
Sonra, zararı sizden giderince, içinizden kimileri, Rab’lerine hemen tanrılar ortak ederler.”
Lokman suresi âyet 31, 32:
“Âyetlerini
size göstermek için, gemilerin denizde, Allah’ın nimetiyle kayıp
gittiğini görmedin mi? İşte gerçekten bunda, çok sabırlı ve çok
şükreden bir kimse için, âyetler vardır.
Gerçek şu ki, gölgeler
gibi bir dalga onu kapladığında, O’nun için dinlerini arındırarak
Allah’a yalvarırlar; ve onları karaya çıkararak kurtardığında ise,
içlerinden bir kısmı orta yolu tutar.(şükredici olur) Ama, âyetlerimizi
ancak, tam hain ve nankör inkar eder.”
Zümer suresi âyet 8:
“İnsana
bir zarar/zorluk dokununca, Rabbine yönelerek O’na duâ eder. Sonra ona
bir nimet lütfettiğinde, önceden O’na yalvarmakta olduğunu unutur.
O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler, ortaklar isnat eder. De
ki: “birazcık nimetlen küfrünle. Hiç kuşkusuz sen, ateş halkındansın.””
Zümer suresi âyet 49:
“İnsana
bir zorluk/zarar dokunduğunda bize yalvarır yakarır; sonra ona bizden
bir nimet lütfettiğimizde şöyle der: “Bu bir ilim sayesinde verildi
bana.” Hayır, öyle değil; o bir fitnedir ama onların çokları bilmiyorlar.”
Rum suresi âyet 33:
“Ve
insanların başına bir sıkıntı gelince, Rab’lerine yönelerek O’na
yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de
bakarsın ki, içlerinden bir kesim, Rab’lerine ortaklar koşarlar.”
Ankebut suresi âyet 65:
“Gemiye
bindiklerinde, dini yalnız O’na özgü kılarak Allah’a yalvarırlar.
Onları karaya çıkarıp kurtardığında ise, bir de bakarsın ki, ortak
koşmaya başlarlar.”
İsra suresi âyet 67:
“Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, yalvardıklarınız kaybolup giderler. O, kaybolmaz. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, boş verirsiniz. Ve insan, çok nankördür!”
İşte
bu olumsuz gelişmeleri önlemek amacıyla ilahi dinler, insan şuurunda
dini inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı, etkili bir halde
bulunmasını sağlamanın bazı çarelerini insan için görev haline
getirilmiştir. Bu görevler, ibadetlerdir. Özellikle de ibadetlerin özü ve beyni olan duâdır.
Bunun yanında bilhassa refah ve rahat ortamlarda insanın Allah’ı
hatırlamasın öngörülmüştür. Böylece, bu inancın kontrolü altında bencil
isteklerine kapılmamasını sağlamak hedeflenmiştir.
Duâ
ve ibadet, görünüşte, yaratılışı gereği insanın Allah’a doğru olan bir
yöneliştir. Böyle olmakla birlikte, bir başka boyutu da, Allah ile kul
arasındaki, Allah’ın rahmet ve şefkatinin gereği olan bir ilişkidir. Ve bu ilişkide kesinlikle Allah ile kul arasında bir vasıta söz konusu değildir.
O nedenler duâ kulluğun en ileri mertebesi ve ibadetlerin en
önemlisidir. Ve kul duâsıyla değer kazanır. İbadet ve duâ kulda Allah
bilincini canlı ve sürekli kılar. Bu bilinç sayesinde kul, boyun eğer.
Bu küçülme ve saygı, Allah’ın rahmet ve merhametini, bereketini çeker. Bu nedenle duâ, ibadetin beyni kabul edilmiştir.
Mümin suresi âyet 60:
“Rabbiniz buyurmuştur ki: “Duâ edin bana, cevap vereyim size. Kibre saparak bana ibadetten uzaklaşanlar, aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.”
Furkan suresi âyet 77:
“De ki: “ Duânız yoksa, Rabbim sizi ne yapsın! Yalanladınız; bu yüzden azap kaçınılmaz olacaktır.”
Allah
kuluna cevap vermek için onun her ne vesilesiyle olursa olsun
kendisine başvurmasını istemektedir. Bu vesileler, hayranlık, hamd,
şükür olabileceği gibi, ihtiyaç, korkulandan kurtulma ve yapılan
hataların bağışlanması isteği de olabilir.
Bakara suresi âyet 152:
“Anın beni ki anayım sizi. Şükredin bana, sakın nankörlük etmeyin.”
Hud suresi âyet 90:
“Rabbinizden af dileyip O’na yönelin. Rabbim Rahîm’dir, rahmeti sınırsızdır; Vedûd’dur, çok sevgilidir.”
Zümer suresi âyet 53:
“De ki: “ Ey kendi aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah, günahları tümden affeder. Çünkü O, mutlak Gafûr, mutlak Rahîm’dir.”
Şu
kesinlikle bilinmelidir ki, duânın kabulu için ilk adım mutlaka kul
tarafından atılmalıdır. Allah ile kul arasındaki ilişki konusunda
Peygamber efendimize sorular yöneltilmiştir. Ve bu sorulan sorulara
cevap olarak cenabı hak şu âyeti indirmiştir.
Bakara suresi âyet 186:
“Kullarım sana benden sorarlarsa ben gerçekten çok yakınım. Duâ edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler.””
Duâ yalnızca Allah’a yapılır:
Kur’ân’ı
Kerim’de duânın sadece Allah’a yapılması vurgulanır. Allah’tan
başkalarına, putlara veya kendilerine kutsallık izafe edilmiş kişi ve
meleklere duâ kesinlikle yasaklanır.
Şuara suresi âyet 213:
“O halde Allah’ın yanında bir başka ilaha daha yalvarma. Yoksa azaba uğratılanlardan olursun.”
Kasas suresi âyet 88:
“Allah’ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O’ndan başka. O’nun yüzü dışında herşey helak olacaktır. Hüküm yalnız O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.”
Ayrıca Allah’tan başkasına duâ edenler kınanmış ve uyarılmışlardır.
Ra’d suresi âyet 14:
“Gerçek duâ yalnız O’na yapılır. O’nun dışında yalvarıp davet ettikleri ise onlara hiçbir şekilde cevap veremezler.
Onlar, ağzına ulaşsın diye iki avucunu suya doğru açan ama suya
ulaşamayan birinden başkasına benzemezler. Küfre sapanların duâ ve
davetleri şaşkınlığa dalmaktan başka bir işe yaramaz.”
A’raf suresi âyet 194, 195:
“Allah dışındaki yakardıklarınız sizin gibi kullardır. Eğer iddianızda haklıysanız, hadi çağırın onları da size cevap versinler.
Ayakları
mı var onların ki, onlarla yürüsünler; ellerim mi var onların ki
onlarla tutsunlar; gözleri mi var onların ki, onlarla görsünler;
kulakları mı var onların ki, onlarla işitsinler. De ki: “ Ortaklarınızı
çağırıp bana tuzak kurun. Hadi, göz açtırmayın bana!”
Nahl suresi âyet 20:
“Allah dışında yakardıklarınız hiçbir şey yaratamazlar; onların kendileri yaratılmaktadır.”
Nisa suresi âyet 117:
“Allah’ın dışındakilere duâ edenler sadece dişilere duâ ederler. Ve Onlar inatçı bir şeytandan başkasına çağırıp yakarmıyorlar.”
Hacc suresi âyet 12, 13:
“Allah’ı bırakır da kendisine zarar veremeyecek, yarar sağlamayacak şeylere kulluk eder. Dönüşü olmayan sapıklığın ta kendisidir bu.
Zararı, yararından daha yakın olan kişiye yalvarır. Ne kötü bir destekçidir o, ne kötü bir efendidir!”
Duânın âdabı:
Duâ
yapılırken takınılacak tavır ile ilgili bir çok davranış listesi
yazılıp çizilmiştir. Biz burada onları aktarmıyoruz. Biz bu konuda Yüce
rabbimizin bize bildirdiklerini ve bunun ilk müslüman ve ilk
uygulayıcısı olan Rasülüllah efendimizin uygulayışını aktaracağız.
Nisa suresi âyet 32:
“Allah’ın, bir kısmınıza bir kısmınızdan farklı olarak lütfettiği şeyleri isteyip durmayın. Erkeklere kendi kazandıklarından bir nasip var; kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay var. Allah’tan, o’nun lütfunu isteyin. Allah, her şeyi iyice bilmektedir.”
Nisa suresi âyet 134:
“Dünya nimeti ve bereketi isteyen bilsin ki, dünya nimeti de ahiret mutluluğu da Allah katındadır. Allah, çok iyi işitir, çok iyi görür.”
A’raf suresi âyet 29:
“Şunu da söyle: “Rabbim bana adaleti emretti. Her mescitte yüzlerinizi O’na doğrultun. Dini yalnız O’na özgüleyerek, O’na yalvarın. Tıpkı sizi ilk yarattığı gibi O’na döneceksiniz.”
A’raf suresi âyet 55, 56:
“Rabbinize boyun bükerek, gizlice/ürpererek yakarın. O, haddi aşanları/azmışları sevmez.
Yeryüzünde, orası barışa kavuştuktan sonra bozgun çıkarmayın. Ürpererek ve ümit ederek duâ edin O’na. Hiç kuşkusuz, allah’ın rahmeti güzel düşünüp güzel iş yapanlara çok yakındır.”
A’raf suresi âyet 180:
“En güzel isimler Allah’ındır; O’na onlarla duâ edin. O’nun isimlerinde ters bir tutum izleyenleri bırakın. Yapıp ettiklerinin cezasını çekeceklerdir.”
A’raf suresi âyet 205:
“Rabbini, kendi içinden yalvarıp ürpererek, bağırtılı olmayan bir sesle sabah-akşam zikret. Sakın gafillerden olma.”
Bakara suresi âyet 186:
“Kullarım sana benden sorarlarsa ben gerçekten çok yakınım. Duâ edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler.”
Yusuf suresi âyet 86, 87:
“Dedi ki: “Ben, içimi doldurup taşan özlemimi, kederimi Allah’a arz ederim. Ve Allah’ın yardımıyla sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim.
Ey oğullarım! Gidin, artık Yusuf’u ve kardeşini bulmak için dikkat kesilin. Allah’ın rahmetinden de ümit kesmeyin. Çünkü, Allah’ın rahmetinden, küfre sapanlar topluluğundan başkası ümit kesmez.”
Mü’min suresi âyet 60:
“Rabbiniz buyurmuştur ki: “Duâ edin bana, cevap vereyim size. Kibre saparak bana ibadetten uzaklaşanlar, aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir”
Enbiya suresi âyet 90:
“Kendisine hemen cevap vermiş, Yahya’yı ona hediye etmiş, karısını kendisi için doğurmaya elverişli hale getirmiştik. Onlar, hayırlarda yarışırlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı. Onlar, bize ürpererek saygı gösterirlerdi.”
Sahih Buhari, Kitab-üt Da’vat, 50. Bab 77 No.lu Hadis:
“ ….. Ebu Musa el-Eşarî RA. Şöyle demiştir:
Bizler
Peygamber AS. İle birlikte bir seferde bulunduk. Vadiden yüksek bir
yere çıktıkça, yüksek sesle tekbir getiriyorduk. Peygamber:
“Ey insanlar! Nefislerinize yumuşak davranın (sesinizi yükseltmeyin)! Çünkü sizler sağırı ve gâibi (uzakta, sizden haberi olmayan birisini) çağırmıyorsunuz. Lakin sizler Semi’ ve Basîr Allah’a duâ ediyorsunuz!” buyurdu.” ……..”
Sahih Buharî, Kitab-üt Da’vât 19. Bab, 33 No.lu Hadis:
“…… İbn-i Abbas şöyle demiştir:
“….. Duâdan
da seci’li nevini bırak, böylesinden sakın. Çünkü ben Rasülüllah’tan ve
sahabilerinden seci’li, kafiyeli duâ ile meşgul olmadıklarını
bilmişimdir. Yani onlar bunu değil de ancak seci’li ve kafiyeli sözlerden çekinmeyi yapıyorlardı.”
Görmekteyiz
ki, Yüce Rabbimizin âyetleri, ve bu âyetler ile terbiye edilmiş olan
Peygamberimizin uygulamaları göz önüne alınınca duânın olması gereken
âdâbı şunlar olmaktadır:
Dikkatin
dağılmaması, Hudû ve Huşûlu bir niyaz yapılması için gece, seher vakti,
ve topluca duâ edilen zaman ve ortamlar dikkate alınmalıdır.
Namaz bahsinde göreceğiniz gibi, duâyı sadece dil ile değil, gönül ve tüm beden dilleriyle de yapmak gerekmektedir.
Duâ yaparken edebiyat yapılmamalıdır. Yapmacık, kafiyeli, seci’li ifadelerden ve tavırlardan kaçınılmalıdır.
Duâlar, Hudû ve Huşû (mahiyetleri ileride “namaz” bölümünde açıklandı) ile, umarak, korkarak ve ürpererek yapılmalıdır.
Yapılan duânın kabul edileceğine kesinlikle inanılmalıdır.
Duâ yaparken önce Allah’ı anıp, hamdedilmeli, sonra da kişisel istekler istenmelidir. (Fatiha örneğinde olduğu gibi.)
Haksız
ve yersiz isteklerde bulunulmamalıdır. Kimsenin zararı istenmemelidir.
Duâlar, Kur’ân’da yer almış, Allahü Teâlâ’nın tasvip ettiği türden;
günahların affı, kötülüklerin def’i, ve örtülmesi, canın iman ile ve
iyilerle beraber alınması, kıyamet gününde rezil ve rüsvay olmamak,
hidâyet, tevbenin kabulü, hayırlı bir nesile sahip olmak, iyi, güzel
işler yapabilmek, cehennem azabından korunmak, ilim ve sağlık istemek
için olmalıdır. (Kitabın arkasındaki Kur’ân’da yer alan duâlara dikkat
ediniz.)
İşin aslını görünce, ısmarlama
sözde duâların duâ olmadığını, ve Allah’a emirler yağdırırcasına tv. Ve
radyolarda, camilerde, değişik merasimlerde yapılan artistik
gösterilerin, düzmecelerin de duâ olmadığını anlıyoruz.
Kur’ân-ı
Kerim’deki duâ mahiyetindeki âyetler ön ve arkalarıyla pasaj içerisinde
dikkate alındığında geçmiş peygamberler gibi o duâları edenler kendi
bulundukları koşullar ve ortama göre niyazda bulunduklarını göreceğiz.
O nedenle ısmarlama, basma kalıp, şablon bir çoğu uyduruk,
yalan-yanlış duâlar (Ramazan Duâsı, Kenz-ül Arş Duâsı, İsm-i A’zam
Duâsı, Hacet Duâsı, Karınca Duâsı, Bereket Duâsı, İstihare Duâsı,
Nazar Duâsı, Ağrı, sancı vs. duâları gibi) okuyacağımıza, biz de kendi
şartlarımıza ve ortamımıza göre, kendimiz niyazda bulunmalıyız.
Kesinlikle şablon duâlar okumayalım, kendimiz, kendimizce duâ edelim,
yalvaralım.
Bazı sure ve âyetler örnek
duâ metinleri mahiyetindedir. Mesela, Fatiha suresi Allah’ı veciz bir
şekilde niteledikten sonra O’na kulluk ve duâdaki ihlası ve insanlığın
en çok muhtaç olduğu hidâyeti (doğru yola ulaşma) içten dilemeyi eşsiz
bir üslupla ifade eden sözleriyle bütün müslümanların en çok okudukları
duâ metni haline gelmiştir. Bakara suresinin 201. âyetinde geçen, “Ey
Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver; bizi
cehennem azabından koru” mealindeki sözler de Fatiha’dan sonra en çok
okunan duâ olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de duâ ile ilgili 200 civarında
âyet mevcuttur. Duâ konusu hadislerde de önemli bir yer tutar. Duâ ile
ilgili bir çok hadis kitapları oluşturulmuştur. Ayrıca “Mesur Duâlar”
adıyla bir çok örnekler belirlenmiş bunun çokları da kitaplaşmıştır.
hakkı yılmaz
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|