Yazanlarda |
|
malik bin nebi Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 kasim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 439
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=5969&PN= 1&TPN=11
Selam Rıdvan Abi,
Yukarıda linki verdiğim sayfada konuştuklarımızı bu konu başlığı altında sürdürürsek konu bütünlüğü ve katılımcıların konu başlığı altındaki konsantrasyonları bozulmaz diye düşünüyorum, müsadenle konuya bu başlık altında devam ediyorum,
Sizi anlamaya çalışıyorum, bir alt yapı/zemin oluşturma gayretlerinizi de görüyorum. Sizinle yüz-yüze görüşmediğimiz ve daha önceden fikirlerinizi bilmediğim için yarısından devam ediyor olabilirim.
Ben de sizinle beraber meseleyi farklı yönleri ile ele almaya çalışıyorum, şahsen ben de sizin düşüncelerinizi yakinen bilmesem de yazı renginizden derdinizin hayır olduğunu görerek, nasıl daha ileri bir noktaya ulaşabiliriz için uğraşıyorum,
Meseleleri "özde" konuşursak bundan önce atmamız geren temel bana göre öncelikle var oluştan başlamaktır;
Düşüncenize katılıyorum iyiliğin varoluşu konu başlığında meseleyi bir de bu boyutu ile ele almaya çalışıyorum isterseniz inceler ve o başlık altında da yapacağınız katkıları sunabilirsiniz, memnun olurum.Üzerinde konuştuğumuz konuyla ve var oluşla alakalı olduğunu düşünüyorum.
"kendimizi bilerek", "bir bahçede var olduk" "bahçe sahibini" gören-bilen yok, bahçede meyveler bitiyor, rüzgarlar esiyor. Bahçede bizden başkada kendini bilen de yok.
Var olduğumuzda kendimizi bilmiyorduk ama kendimizi bildiğimiz anda bahçede olduğumuzu gördük. Kendimizi bildiğimiz anda içine düştüğümüz durum "bahçeydi/ihtiyaçsızlık hali ( unutmadan kaynaklanan hatırlatmaya ihtiyaç duyulmayan an/ paylaşılmamış dünyada toplayıcılıkla ihtiyaçların karşılandığı hal) idi/yeni bir sayfaydı" aslında var olduğumuz yer hep aynı yerdi ama bilmeye başladığımız da çevremizin ne olduğunu fark ettik.Tanıma/tanımlama/Esma
İlk realite şu; Yemek-içmek, ölme-öldürme, canlılığın kaderi birinin yok oluşu diğerinin var oluşu demek.
Şimdi bahçede yerleri mi paylaşacağız, bu adil şekilde nasıl olacak?
Bahçede ne yapacağız, varlığımızı sürdüreceğiz ve ihtiyaçlarımızı karşılayacağız, barınma ve korunma da ihtiyaçlarımızın içerisinde olduğuna göre yer paylaşımı da mutlaka yapılacak, ki zaten bu paylaşım da ki tavrımız karakterimizi "Adem/adam"'lığımızı gösterecektir, ortada bir paylaşım varsa eşitlik değil adalet temelli olmak ve madde paylaşımında ihtiyaç ve sahip olunan dengesi gözetilerek yapmak makul olanıdır diye düşünüyorum, ki bu noktada ortaya çıkan sorunlar da ihtiyaca göre değil güce göre paylaşılmalar başlamış olur, ve ister istemez güç ve hak arasındaki mücadele sürer gider, mutlak adaletin sağlanabileceği kanısında değilim ki herkes zihninde düşündüğü kadarı ile adaleti sağlamaya çalışır, ihtiyaçları karşılarken farklı araçlara ihtiyaçlar ortaya çıkacak bu araçlar farklı imarları gerekli kılacak, bahçedeki amacımız ihtiyaçlarımızı karşılamaktan ötesi değildir.
Aslanlar gibi ceylanları mı parçalayacağız?
Aslanlar gibi ceylanları parçalamak aslanlar için geçerlidir ve ne bu konuda Aslanlar’a olumlu olumsuz bir şey diyemeyiz, bilmeye başlayan varlık için bu tarz kabul edilemez zira o artık “hayvan” değil “Adem/Adam”dır,bilendir, inşa edebilendir. Adam gibi yiyeceğiz, adam gibi savaşacağız, adamlık ise mutlak bir suretle içinde hayvanlık taşıdığını unutmadan haddini bilerek her zaman daha güzeli ve iyisi ve daha doğrusu ile karşılaşmasının mümkün olduğunu bilmek ve buna açık olmaktır, zira herkes farklı değerlendirecektir bunu, ama yönlerde birliktelik sağlanabilir.
Bahçe bizim değil, bahçe sahibinin biz de bir hakkı doğacak mı?
Bahçeye girmeyi ben istemedim, içinde bulunduğum / kendimi içimde / içinde bulduğum alan iradi bir seçim değildi, dolayısıyla beni bahçeye yerleştirenin benden alacağı bir şey yok.Oturduğum eve kira ödüyorum, zira ben seçtim bu evde oturmayı, ev sahibinin hakkı kirası ve evini aldığım gibi teslim etmem, evini çadıra barakaya çevirmemem, benim hakkım ise evi ihtiyaçlarım dahilinde kullanmam.Evsizken bana bedelsiz ev veren bir adama da ancak bir vefa borcum olur, bir teşekkür borcum olur o da bir ihtiyacımı giderdiği ve bana değer verdiği içindir, lakin benim yaratılma gibi bir ihtiyacım olmadı, lakin yaratıcıya şu yüzden teşekkür etmeye meyilli hissediyorum kendimi o da beni insan olarak yarattığı için ki bu konuda da teşekkür etmem gerektiğinden emin değilim zira bu da benimle alakalı değil, başlatmasaydı bu sistemi bunların da bir anlamı olmayacaktı yoktan yaratıldık neticede, Yaratıcı ile olan bağım bu üstün güce duyduğum haşyet, saygı, beğeni, hayret, içimde hissetiğim sevilen bir çocuğun duyduğu sevgiden ötesi değildir, Hak, ödev ve sorumluluk bağı kurmuyorum O’nunla, Yaratıcının hakkını veremem ki ben, O’nun ben de bir hakkı da olamaz ki, Ben O’nun bir şeyini kullanmak gibi talebim olmadı ki kullandıklarımdan dolayı O’nun bir hakkı doğsun, O benim için bir şey yapmadı ki O’nun ben de hakkı olsun, ben de dahil kullandığım her şey kendisinin takdiri ile oldu gözlerim olduğu için nesneleri yaratmadı, kulaklarım olduğu için sesleri yaratmadı, eşim olduğu için aşkı yaratmadı, tasarladığı sistemde beni bu şekilde görmek istediği için beni bu şekilde yarattı, eğer ben “yok” varken var olsaydım ve benim bağımsız varlığım neticesinde bana bir jest olarak aşk’ı yaratsaydı ona minnettar kalırdım, ama ben “yok” varken yoktum ve bir sistemle beraber var edildim.Kendisine yapacağımız kendisini memnun edeceğimiz en güzel işin Ruh’umuza bağlı kalarak “okumak” “sebep sonuç zincirinde tanımlamak” “gerekeni yapmak” eminim bunu yaptığımız da memnun oluyordur, aynı emek vererek yaptığınız bir aracın amacına uygun kullanıldığını gördüğünüzde duyduğunuz haz gibi.
İsa’nın baba oğul benzetmelerini çok güzel buluyorum,
Oğlu yumurta isterse yılan veren olur mu diyor,
Ben de
Bir babayı en mutlu edecek şeyin oğlunun adam olduğunu görmesidir diye düşünüyorum,
Bahçe ile kurduğum münasebette de, bahçe üzerinde de direk bir hakkı yok, yani dağın başında yetişen elmayı yediğim için o ağacı yaratana borçlu değilim, beni dağ başında yarattı içime açlık hissi uyandıracak donanımları yükledi ve yemek elde etmek için gerekli yetileri de verdi ve karşıma bir de yiyecek çıkardı, ben yediğim bu elmadan dolayı elmanın sahibine borçlu değilim.
İhtiyaçları yaratıyorsunuz, ihtiyaç sahiplerini yaratıyorsunuz, sonra da ihtiyaç duyulanları yaratıyorsunuz, sonra da ihtiyaçları giderme yetilerini veriyorsunuz, bu halkanın içindeki hiçbir zincir halka sahibine borçlu değildir ve halka sahibinin hakkı yoktur.
Fakat mesul olduğum bir şey var o da bana yakışır şekilde “kullanmak” ki bu yüzden tanımlama verildi bize, bir sabah uyanıyorsunuz yanınızda bir madde ilk önce bunun ne işe yaradığını tanımlıyorsunuz sonra da yaradığı işte onu kendinize yaraşır şekilde kullanıyorsunuz.
Bahçede yapacağımız bahçe sahibinin hakkını ödemek için yaşamak değil, her bir şeyi yerli yerine koymak / esma ve her birini amacına uygun kullanım ile sistemin içerisine sokmak, bu çaba içerisinde oluşan sorunları aksaklıkları sistemdeki gıcırdamaları düzeltmek/salat,
Peki neden bunu yapalım ? Ben şahsım adına yapılabilecek daha doğru düzgün bir şey göremiyorum, bahçe sahibinin ben de bir hakkı yok, benim Yaratıcı da bir hakkım olabilir ama, en azından onun açısından durum böyle olmalı,
Ben bu soruların cevaplanmadan düğümü çözemeyeceğimiz kanaatindeyim
Bu düğümümüz bu soruların yanıtları ile çözülebilir lakin asıl düğümün yaratıcıya beni neden yaratma gereği duyduğunu sorduğum da alacağım cevapla çözüleceğine inanıyorum, ki o zaman da bu cevabın bir işime yarayacağından emin değilim, kim bilir belki de cennet bunun içindir,
Esen kalasın değerli kardeşim.
__________________ bildiklerimizle değil yaptıklarımızla, ellerimizin neleri ile değil hayatlarımızın nasılları ve nedenleri ile,,,
Beni bir yere oturtmaya çalışmayın,çünkü ben bir yerde oturmuyorum, sadece yürüyorum
|
Yukarı dön |
|
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kuran'a gore,Kalplerdeki hastaliklarin ilaci Allah'a taniyarak ona siginmaktir.
|
Yukarı dön |
|
|
baybora Ayrıldı
Katılma Tarihi: 06 eylul 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 547
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam,
Ünal kardeşim bende aynı bu başlık altında yazışmayı onaylıyorum.
İlk sorum "mülkiyet" sorusuydu "var oluştan" bu yana üretim araçları ve üretim araçlarına sahib olanlar/güçlüler bu paylaşımı yapmamışlardır. Marx'ın proleterya devrimiyle "ütopyası" (benim anladığım bu). O bunu "sınıf mücadelesi" bağlamında değerlendirdi. Ve bahçede "cenneti"n olacağını var saydı. (ikisinin aynı anlama geldiğini biliyorum. Bahçe/yer yüzünü temsil ediyor Cennet ise "sınıfsız bir toplumu").
İslam ve dolayısıyla Kur'an ise, sizin de dediğiniz gibi bahçede/yerde "cenneti" önermez. Bu konuda gerçeğin hakkını verir. Bunun için mücadeleyi "şahidlik" olarak nitelendirir. Yine işi "Güce" bırakmaz "Hakk"a bırakır. Ve bahçede bir mülkiyet iddiasını şiddetle red eder.
Paylaştırmak/paylaşmak için "Güce" ihtiyacımızın olduğu ise ironik bir durumdur. Bunun için Kur'an, "Hakk","Adl"i ve "qıst"ı devreye sokar.
Misafirim gelecek bu gün (iletiyi yazarken aradı).
uygun olduğumda inşAllah devam ederiz..
selam ve dua ile,
rıdvan
__________________ Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
|
Yukarı dön |
|
|
Metehan2003 Ayrıldı
Katılma Tarihi: 11 ocak 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 474
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam ,
konuyu ilgiyle ve dikkatle okudum.
devamını ve katılımınızı rica ediyorum.
bendeniz de dahil olup bilahare görüşlerimi belirteceğim.
__________________ "Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz"
|
Yukarı dön |
|
|
malik bin nebi Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 kasim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 439
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Valla Mete abi,
Hala Rıdvan abinin misafirlerini bekliyorum ben :)
Esen kalasın
__________________ bildiklerimizle değil yaptıklarımızla, ellerimizin neleri ile değil hayatlarımızın nasılları ve nedenleri ile,,,
Beni bir yere oturtmaya çalışmayın,çünkü ben bir yerde oturmuyorum, sadece yürüyorum
|
Yukarı dön |
|
|
baybora Ayrıldı
Katılma Tarihi: 06 eylul 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 547
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam,
Ünal kardeşim size, "büyük bir özür borcum var",
Gökhan(cin13) kardeşime özelde özürümü bildirdim, size ise "çok ayıp ettim" (misafirler geldi gitti bir kaç kez).
Ne söyleseniz haklısınız tekrar özür diliyorum, (kafamı toparalayıp)devam edemedim. (Yine kemalizm başlığı altında da böyle oldu). (Şimdi de laptop'um buna izin vermiyor)
daha sonra, "başka başlıklarda yazdıklarınızın" aslında bu başlıkta konuşulanlarla ilgisi olduğunu bende görüyorum, (misal cin13 ile "bilme" üzerine devam etseydim "vahiy" meselesine de değinecektim)
"hakikati arama" sevdanızı takdirle karşılıyorum, uslubunuzu da beğeniyorum,
Yeni bir "dil" ile inançlarımızı "akla" indirebilmeyi, "altımızdan çekilen halının" tekrar "yeni bir tasavvur ve paradigma" ile bizi, "altlarından kilimi" çekmeye götüreceğini biliyorum. Bu anlayışın hertürlü sapmayla,sanrıyla ve tanrıyla hesaplaşa bilecek donanımada sahip olacağını var sayıyorum.
Yazmam ve devam etmem için "faydalı olmasını" önemsiyorum.
Yazmayı ve devam etmeyi çok istememe rağmen şuan yazacak imkanım sınırlı ve sürekliliği sağlamamda şimdilik zor.
Lütfen beni bir süreliğine azad edin,
İmkanlarım açıldığında inanın bende devam etmek istiyorum,
Tekrar bu iletiniz vesilesiyle sizden çok çok özür diliyorum,
Allah(a.c) yar ve yardımcımız olsun,
bizlere zihin açıklığı versin,
selam ve dua ile,
rıdvan
__________________ Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
|
Yukarı dön |
|
|
Metehan2003 Ayrıldı
Katılma Tarihi: 11 ocak 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 474
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
sevgili Rıdvan,
Teknik anlamda,Laptop ile ilgili yardımcı olabileceğim birşey varsa lütfen izin verin.
Biraz anlarım onların dilinden:) dilerseniz özelden mesaj atın yada telefonlaşalım.
imkanlar size amade...
sevgiler...
__________________ "Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz"
|
Yukarı dön |
|
|
malik bin nebi Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 kasim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 439
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam,
Abi mahçup ettiniz beni,
Biraz cürretkarlık gösterdim,
Sizi böyle bir ileti yazmaya mecbur bıraktığım için asıl ben özür dilerim,
İşlerinizde kolaylık dilerim,
Derin duyarlılığınız ve ileri farkındalığınız örnek teşkil ediyor,
Esen Kalın,
Sevgi ve Saygılarımla
__________________ bildiklerimizle değil yaptıklarımızla, ellerimizin neleri ile değil hayatlarımızın nasılları ve nedenleri ile,,,
Beni bir yere oturtmaya çalışmayın,çünkü ben bir yerde oturmuyorum, sadece yürüyorum
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yaratıcı aklımıza indirgeyemeyeceğimiz bir şeyi emretmez, eğer birileri emreder diyorsa emir dedikleri yaratıcıya ait olamaz diye düşünüyorum,
Kur'an muhattaplarından sürekli delil isterken, delilsiz emretmesi kendisi ile çelişmesidir,
Değerli kardeşim, kıymetli dostum,
o ilah'tır...biz kuluz...
işte tam da burada taraflar arasında bir tabiî çelişki olması kaçınılmazdır...
boyut ve kategori farkı...
tarafları eşitmişler gibi düşünüp, öyle bir pencereden bakmak insanı kesinkes yanıltacaktır...
şimdi, Yüce Allah'ın " aklımıza indirgeyemeyeceğimiz " bir şeyi emretmeyeceğine dair delilin nedir kardeşim?
veya:" delilsiz emretmesinin kendisi ile çelişmesi " ne dair delilin?
iman'ı nereye koyacağız o halde?
Yüce Allah'ın varlığına, birliğine, ehadiyetine ( yalnızlığına), sözlerinde ivecenlik( eğrilik)olmadığına, buyruklarına, ğayb'a, ahiret gününe, kader'e, ruh'a, Peygamberlerine, şek ve şüphe duymadan itimat etmemiz, sözüne inanıp güvenmemiz...
Mahfuz Ayetlerini başımız üstünde kabul edip, BAĞlanmamız...salatımız...
bunları nereye koyacağız...
bunları ne yapacağız o halde...
Muhammed Esed |
: |
Siz ey imana ermiş olanlar! Sımsıkı sarılın Allaha ve Peygambere olan inancınıza ve Onun Peygamberine safha safha indirdiği vahye: Zira Allahı, meleklerini, vahiyleri, peygamberleri ve Ahiret Gününü inkar eden, gerçekten şiddetli bir sapıklığa düşmüştür. |
şimdi eğer,Yüce Allah tarafından yasak edilmiş " domuz eti " ne yasağın hikmetlerine tahmin ve spekülasyonların ötesinde ulaşamadığımız için veya bugün o gün değildir anlamında, muhatabiyet problemi var veya bu buyrukları evrenselleştirmek doğaya , fıtrata aykırı olur gibi vb. bir takım beşeri düşünceler ile :
Kur'an mushafında şekle bürünmüş yasak, düzenleme ve uygulamalar,
Muhattaplarına yönelik hitaplardır, dolayısıyla metinde "ne" dendiği ile çok ilgilenmiyorum,
Hatipsiz muhattapsız hitaplar eksiktir, ortada ne hatip vardır ne de muhattap, biz kendimizi muhattap kılmaya çalışıyoruz ve 1400 yıllık bir dili de hatip ilan ediyoruz, ve bu hitabı kağıtlar halinde yazılı hale getirerek doğasının da yazı gibi kalıcı olduğu zannına kapılıyoruz oysa yazı değil algıdır esas olan,
İnsan doğuştan nelere yakın nelere uzak ise, yaratıcının emri bunlara sadık kalmaktır, bu el kitaptır, dönemsel araçlar gereği bu el-kitaptan indirilen zikirler bazı düzenlemeler uygulamalar getirir, sri lankada bir dönem inek etinin yenmemesi, çok yerinde bir yasaktır ama bunu evrenselleştirdiği zaman insan o zaman "O"'nun fıtratıına ters iş görmüş olur,
Zira bir dönem tarımsal araç bu hayvandır ama tarımsal makinaların gelişi ile bu yasağın sürdürülmesi gereksizdir,
gibi bir noktayı nasıl BAĞdaştıracağız...
yani yukarıda iman ile ilgili söylediklerim ile maviye boyadığım düşüncelerini birbirlerine nasıl BAĞlayacağız, değerli kardeşim...
doğa'nın yazı gibi kalıcı olmadığı, buyrukların evrenselleştirilemeyeceği, tarımsal makinaların gelişi ile tarımsal araçların hâliyle nasıl değişmesi gerektiği gibi sav'larla, insan olarak yaratılmış ve halen de insan olan, insanoğluinsanın artık bu saatten sonra satır satır yazılı ve değişmez olan Kur'an yazısına muhatap olamayacağı şeklindeki( yanlış anlamışsam lütfen düzelt) düşüncenin yukarıda bahsettiğim BAĞ larla BAĞlanmasının zorluğu ve hatta imkansızlığı ortadadır kardeşim.( yanlış anlamamışsam) bu söylediklerini kabul etmek mümkün değil kardeşim.
bir kere kalıcı değil dediğin tabiat, yani doğa aynı doğa; hatta dünya gezegeni yine aynı gezegen, insanoğluinsan yaşam araçlarını değiştirmişse bile yine aynı insanoğluinsan dır. tamamen aynı genleri ve aynı DNAları taşımaktadır... nefis ve hevası tamamen aynıdır. ilk çağ insanları komşularının güzel bahçelerini elde etmek için ucuna taş bağladıkları sopalarla öldürüp gasb yapıyor idiyse, bugünün insanı gökten fosforlu bombalar atarak aynı şeyi yapıyor...
ilk insan, diğer insanlarla iletişim kurma ihtiyacını, duman çıkarma, boru öttürme, güvercin salma vs. gibi araç-gereçlerle sağladıysa bugünkü insan cep telefonu vs. ile iletişim kurmaktadır...değişen hiçbirşey yok...insanoğluinsan aynı insan...fıtratı aynı fıtrat...
ilk insan da, midesini doldurmak zorundaydı, şimdi ki insan da...ama pişirerek ama pişirmeyerek...insanoğluinsan kesinlikle aynı insan...değişen bir şey yok...kullandığı araç-gereçlerden başka...
şimdi, " domuz eti " örneğine geri dönersek :
zaten ne yiyilip ne içileceği konusunda Yüce Allah, işte bu insanoğluinsan'ı yiyecekleri şeyler muhayyer bırakmış, ölü, kan, leş ve domuz eti dışında olanlara mübahlık tanımıştır...ve hatta şunu bile buyurmuştur :
M. Esed Siz ey imana ermiş olanlar! (Kesin hukuki kurallar şeklinde) açıklandığı taktirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın; zira, Kuran vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size (hukuki kurallar şeklinde) açıklanabilirlerdi. Allah, bu konuda (sizi her türlü yükümlülükten) azat etmiştir: Zira Allah, çok bağışlayıcıdır, halimdir.
neyin yenip neyin yenemeyeceği hususunda ölü, kan, domuz eti ve Allah adından başka ad ile kesilenler dışında size " tayyip " gelenleri, size hoş ve güzel gelenleri yiyebilirsiniz diyerekten, dünya'nın dört bir tarafındaki insanlara büyük kolaylık sağlamıştır. işte bahsettiğin evrensellik , zamanşumüllük, cihanşumüllük budur... bundan daha iyisi olamazdı artık...
ve domuz etinin yasaklanmasının beşeri beyin ve sınırlı bilgi potansiyel ve olanaklarımızla yapacağımız sorgulamalarımızdan çıkabilecek bir HİKMED' de , yaşlanan ormanlara ve ormanların gelişmesine büyük katkı verdiği bilinen bir gerçektir:
örneğin şu adrese bir bakar mısın:
http://idak.gop.edu.tr/zozer/sunular/Domuzlarhakinda.pdf
.......................
Bilindi ği gibi atasözümüze giren “ Adam öyle varlıklı ki dağda bir domuzu eksik” Bu deyimin ne anlama geldiğini Avgünü dergisinin.1997 tarih ve 7. sayısında açıklamıştık. Bu açıklamamızı özetlersek; Dağın, Anadolu’nun kırsal alanların da orman anlamına geldiğini, ormanın oluşmasında domuzun önemli bir rol oynadığını, bu sebepten “ orman çiftçisi “ dendiğini, domuz olmayan ormanların iyi gelişmediğini anlatmıştık. Diğer bir ifade ile bir kişinin zenginliğinde orman varlığının eksikliğini ifade etmek için bu atasözü söylenmiştir (1).
Bir ülkenin do ğal zenginliğinin başında orman varlığı gelmektedir. Orman sadece yaban hayatının varlığını değil ülkelerin yaşanır olmasının da belli başlı sebebidir. Nasıl ki verimli ve canlı bir toprağın göstergecisi içerisindeki solucan ve diğer canlılar ise, ormanın zenginliği de içerisinde barındırdığı yaban domuzu ve diğer varlıklar ile değerlendirmek mümkündür. O halde bir taraftan orman varlığımızı geliştirirken, diğer taraftan da ormandaki yaban domuzlarını tanıyarak yararlanmanın çarelerine bakmalıyız.
.............................
Değerli kardeşim, ya Yüce Allah, doğanın olmazsa olmazı olan ormanları korumak, yaşlanan ormanların bir yandan da domuz hayvanının sayesinde gençliğini devam ettirmesini sağlamak, yeni ormanların oluşmasını sağlamak/ kolaylaştırmak, doğa daki ormanların tümden yok olmasını ENGELLEMEK amacıyla, maksadıyla, yani bu gerekçeyle, yani bu hikmete binaen ( yani hikmetlerinden biri olarak)domuz eti ni yasak etmiş ve böylelikle " orman çiftçisi " diye adlandırılan domuzların neslini korumaya almışsa...özellikle domuz neslinin, kaybolan diğer hayvan nesilleri gibi yok olmasını istemiyorsa... nedenlerinden/ hikmedlerinden biri olarak, domuz hayvanının yenmesini bu yüzden yasaklamışsa...bu da domuz neslini ve dolayısıyla da ormanları koruma/ yenileme/ yeni ormanların oluşmasını sağlama tedbirlerinden, yöntemlerinden biriyse...buna hayır böyle bir şey olamaz diyebilir miyiz acaba?
tekrar iman meselesine geri dönersek:
acaba senin yukarıdaki bakış açınla, imanımızın olmazsa olmazlarından olan: " ğayb" , " kader " , " ahiret " , " ruh " kavramlarını ne yapacağız bu durumda?
bunları nereye koyacağız , nasıl açıklayacağız ve bu kavramları senin bu görüşlerine göre nereye oturtacağız değerli kardeşim?
her dâim Yüce Allah'a emanet olasın.
Muhabbetle
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Domuz'un yasak olmasıyla ilgili olarak Hasan kardeşin alıntı yaptığı yazıya katılıyorum.Bu konuya Hürriyet gazetesinden Soner Yalçın da değinmiş ve bir sürü gerekçenin ardından-ki beni ikna etmedi- konunun iktisadi yönünü de incelemiş,ilgili kısmı şöyle:
..Meselenin iktisadi boyutu vardı:
Türkler
göçebe bir toplumdu ve göçebelik domuz yetiştiriciliğine uygun değildi.
Domuz fazla yürüyebilen bir hayvan değildi. Bu nedenle domuzların bir
yerden bir yere götürülmeleri imkânsızdı. Ayrıca salt otlayarak
beslenmeleri de söz konusu olamazdı.
Göçebe
hayat tarzını benimsemiş Türklerin bu nedenle domuz beslemedikleri
iddia ediliyor. Domuzu sadece yerleşik toplumlar (Çin gibi)
besliyorlardı, yiyorlardı!
Fakat bu tez de Türklerin domuza olan nefretini açıklamıyor.
Göçebe Türkler domuz beslemeseler bile, avladıkları yaban domuzlarını niye yememişlerdi?
Demek ki bir başka neden vardı.
Evet vardı.
Ve bu neden günümüzde kabul gören bir tezdi:
Deniyor ki:
Göçebeler ile yerleşikler arasında hep nefret ilişkisi olmuştur.
Yerleşikler, göçebeleri vahşi, barbar, haydut olarak görmüşlerdir.
Göçebeler de evlerinde, dükkânlarında oturan yerleşikleri hiç sevmemişlerdir. Onlara “yatuk”, tembel diyorlardı. Yani aralarında nefret ilişkisi vardı.
Göçebeler, yerleşiklerin her şeyinden nefret ediyordu.
İşte domuzdan nefret etmelerinin nedeni buydu.
Domuz yerleşiklerin hayvanıydı ve göçebeler yerleşiklerin hayvanından da nefret ediyorlardı.
Zaten bunca hurafeyi çıkarmalarının nedeni de buydu.
Evet kabul edersiniz ya da etmezsiniz; bilim insanının açıkladığı durum budur.
Kuşkusuz
bu arada bilim insanlarının araştırması hâlâ sürüyor. Bakalım
önümüzdeki günlerde başka nedenler üzerinde de durulacak mı?
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12828381.asp?yazarid=218 &gid=61
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
|
|