Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Dostlar Diyanet Isleri Baskanligindan Sitemizde ki bazi konulara yazilan cevabi oldugu gibi kopyaliyorum. Ilginc
_______________________
Sayın Hanif DOSTLAR
1. Şartlarını taşıyan müslümanlara günlük beş vakit namazın farz olduğu Kitap (Kur'an-ı Kerîm), Sünnet ve icma' ile sabittir.
Beş vakit namazın vakitlerine Kur'an-ı Kerîm'de mücmel olarak değinilmiş, bu mücmel ifadeler Hz. Peygamber'in mütevâtir fiilî sünnetiyle açıklığa kavuşturulmuş ve İslâm alimleri bu konuda görüş birliğine varmışlardır. Dolayısıyla birtakım kimselerin beş vakit namazın vakitleri konusunda tereddütler uyandırmaya çalışmaları, ümmetin bu kuvvetli icma'ı karşısında tutunamaz.
Kur'an-ı Kerîm'de beş vakit namaza mücmel olarak işaret eden ayetlerden bazıları şunlardır:Bakara: 238; Nisa: 103; Hûd: 114; İsrâ: 78; Taha: 130; Rûm: 17-18; Nûr: 36; Kâf: 39-40.
Bu ayet-i celîlelerden, söz gelimi, Bakar Sûresi, ayet: 238'de: "Namazlara ve ayrıca orta namaza devam edin" buyurulmaktadır.
Ayet-i kerîmedeki "namazlar" kelimesi çoğuldur. Arap dilinde çoğul, "üç"ten başlar. "İki"ye tesniye denir ve "iki namaz" sözü "salâteyn" şeklinde ifade edilir. Demek oluyor ki "namazlar" ifadesinden en az üç namaz anlayacağız. Ayrıca bir de "orta namaz" var. Çünkü matuf, matufun aleyh'ten (üzerine atıf yapılandan) ayrıdır. Bu sebeple bu (orta namaz), "namazlar" ifadesine dahil değildir. Ancak üç namazın arasında kalacak bir namaza "orta namaz" denilmesi mümkün değildir. Ortanın her iki yanında eşit sayıda namaz olması gerekir. O halde "namazlar" ifadesinden en az 4 namaz ortaya çıkar. 4 namazın ortasında bulunan bir namaz, "orta namazı" olur. Bu orta namazın ikindi namazı olduğu Peygamber (s.a.v.) Efendimiz tarafından açıklanmıştır.
Kezâ Hûd Sûresi ayet: 114'de: "Gündüzün iki tarafından ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl..." buyurulmaktadır.
Ayet-i celîlede "gündüze yakın saatler" anlamındaki "zülef" kelimesi, "zülfe"nin çoğuludur. Yukarıda açıklandığı üzere, Arapça'da çoğul, en az üç adedi ifade eder. Demek ki bu emre göre, gecenin gündüze yakın saatlerinde en az üç vakit namaz var. Ayrıca iki vakit de "gündüzün iki tarafında" var. Böylece bu ayet-i kerîmeden de, günde beş vakit namazın farz olduğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Diğer ayet-i kerimelerden her birinde de beş vakit namaza veya vakitlerine mücmel olarak işaret olunmuştur. Bu mücmel ifadeleri sünnet açıklamış ve Rasûlullah (s.a.v.)'in açıkladığı ve uyguladığı şekilde, bütün müslümanlar tarafından amelî olarak günümüze kadar devam ettirilmiştir. Asr-ı saadetten beri her asırda müslümanlar günde beş vakit namaz kılmış, hiç kimse bunun aksini söylememiştir. Bu itibarla, üç vakit farz namazın olduğu şeklindeki iddiaların ilmî hiçbir değeri yoktur.
Başkanlığımızca İstanbul'da düzenlenen İstişare Toplantısına geniş bir katılım olmuş ve toplantı sonunda önemli kararlar alınmıştır. Mektubunuzda ismini zikrettiğiniz kişinin de altına imza attığı bu toplantının sonuç bildirgesinin 37. maddesi, namazın vakitleriyle ilgilidir ve bu maddede şöyle denmektedir:
"Namazın günde 5 vakit oluşu Kur'an, Sünnet ve Müslümanların ittifakı ile sabittir."
"Bununla birlikte Hz. Peygamber'in bazı uygulamaları sefer halinde öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının hem takdim hem de tehir biçiminde (birini diğerinin vaktinde) cem edilerek bir arada kılınabileceğini göstermektedir. Hz. Peygamberin mukim iken de bazen cem yaptığına dair rivayetler ve sahabe yorumları bir bütün halinde değerlendirildiğinde bunun sebepsiz olmadığı, alışkanlık haline getirilmemek kaydıyla dinen geçerli bir mazerete dayandığı anlaşılmaktadır."
Bu bildirgeye İnternetten www.diyanet.gov.tr. adresinden bakabilirsiniz.
2. Kur'an-ı Kerîm'de kadınların örtünmeleri ile ilgili olarak, "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mümin kadınlara (dışarı çıktıkları zaman) örtülerini, üstlerine salmalarını söyle. Onların tanınıp incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." buyurulmuştur (Ahzâb, 33/59). Bu ayetten sonra inen Nûr suresinin 31. ayetinde ise; "Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar; ırzlarını korusunlar. Kendiliğinden görünen kısmı hariç, zinetlerini açmasınlar. Baş örtülerini, yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları, babaları, kayınpederleri, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunan köleleri, erkekliği kalmamış hizmetçiler yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetlerinin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz." buyurulmuştur. Kur'an'daki bu hükümlerin yanında Hz. Peygamber de, vücut hatlarını belli edecek tarzda ve karşı cinsi tahrik edecek şekilde, dar ve şeffaf giyinmeyi yasaklamıştır. Bu ayetler ve Hz. Peygamber'in hadislerinden, avret mahallinin namazda olduğu gibi namaz dışında örtülmesinin de farz olduğu, bu uzuvların açılmasının yasaklandığı anlaşılmaktadır.
Bir kısım kimseler, bu ayetlerde geçen emir sığalarının vücub (farz) ifade etmediğini, tavsiye niteliğinde olduğunu iddia etmektedirler. Halbuki ayetlere bakan ve başka hiçbir bilgisi olmayan herkes bunun emir olduğunu ve vücub ifade ettiğini anlar. Şöyle ki, açılması yasaklanan uzuvların örtülmesi emredilmeyip sadece tavsiye edildikten sonra, "şu sayılan kimselerin yanında zinetlerinizi açabilirsiniz" şeklinde ruhsat verilmesi hiçbir mantık ve dil kuralına sığmaz. Bundan da açıkça anlaşılmaktadır ki, bu ayetler kesin emir/vücub ifade etmektedir.
Örtünmenin zorunlu olduğuna şu âyet de delildir: "Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların zinetlerini (bütünüyle) açmaksızın (dış) elbiselerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama iffetli olmaları onlar için daha hayırlıdır..." (Nûr, 24/60). Ayet, evlenme ümidi olan kadınların avret mahallerini açmalarının günah olduğuna işaret etmektedir.
İslâm dini tesettüre böyle önem vermekle birlikte, örtünmenin şekli konusunda ayrıntıya girmemiş, bunu örf ve adete bırakmıştır. Böylece her çağda ve her bölgede bu emrin yerine getirilmesine imkan verilmiştir.
Sonuç olarak tesettür evrensel ve sürekli bir hüküm olup; örtünmenin şekli ise yereldir.
3- Buhari ve Müslim hiçbir yerde Kur'an'ın eksik olduğunu söylememişlerdir.
4- Sözlükte bir başkasını desteklemek üzere ona katılmak, yardımcı olmak ve aracılık yapmak gibi manalara gelen şefaat, ıstılahta, ahirette günahkar müminlerin affedilmesi, günahı olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerin, Allahu Teâlâ'ya yalvarmaları, dua etmeleri ve günahlarının bağışlanmasını istemeleri demektir. Allahu Teâlâ'nın izni olmadan bir kimsenin şefaat etmesi veya Allahu Teâlâ'nın razı olmadığı birine şefaatte bulunması mümkün değildir. "Hiçbir şefaatçı yoktur ki, O'nun izni olmadan şefaat edebilsin" (Yunus 10/3), "Bunlar Allah'ın rızasına ermiş olandan başkasına şefaat edemezler" (Enbiya 21/28). Kafir ve münafıklar için şefaat söz konusu değildir. "Onlara (kafirlere) şefaatçıların şefaati fayda vermez." (Müddessir, 74/48; En'an 6/51) Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde ümmetinin günahkârlarına şefaat edeceğini haber vermiştir (Tirmizî, Kıyamet 11, İbni Mace, Zühd, 37).
Hz. Peygamber(s.a.v.)'in bir de genel ve kapsamlı bir şefaatı olacaktır. Mahşerde bütün insanlar heyecan ve ızdırap içinde bulundukları bir sırada bunların hesaplarının bir an önce görülmesi için Hz. Peygamber(s.a.v.) şefaat dileyecektir. Buna "şefaat-i uzma" (büyük şefaat) adı verilir. Hz. Peygamber(s.a.v.)'in bu anlamdaki şefaat yetkisi Kur'an-ı Kerim'de "Makam-ı Mahmud" (övülen makam) adıyla anılır.Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), "Her Peygamber (s.a.v.)'in bir duası vardır. Ben ise, inşaallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefâat etmek için saklamak istiyorum" buyurmuştur (Buhârî, Daavât, I; Tevhid, 31; Müslim, Nşr. M. Fuâd Abdulbaki, İman, 86). (3)
5- Mevlana, eserlerinin hiç birisinde kendisine vahy geldiğini söylememiştir.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
Din İşl.Bşk(Dini Sorular) [dinisorular@diyanet.gov.tr]
__________________
|