Namazın amacı, ruhu yüceltmek, kişiyi iyi bir insan yapmak olduğundan, vücudun beslenmesindeki üç öğün gıda gibi namaz da öğünleştirilmiştir. Yani belirli vakitlerde namaz kılınması istenmiştir.
Fiili duâ anlamına gelen “salât”ın (namaz) müminler için günün belli vakitlerinde yerine getirilecek bir görev olması, insan şuurunda Allah inancının devamlılığını gerçekleştirme gayesini güder.
Din psikolojisi araştırmalarına göre insan tabiatının ahlaki ve kutsal yönelişlerinin ihmal edilmesi, onu manen kör bir varlık haline getirmektedir. Bunun sonucunda da insan iyi, yapıcı bir toplum elemanı olamamaktadır. Onun için, insan için namaz çok önemli bir ödev durumundadır. Onun için de günün belli vakitlerinde (sabah, akşam ve gece yarısı) zorunlu olarak namaz kılması emredilmektedir.
Nisa suresi âyet 103:
“Korku halindeki namazı tamamlayınca, artık Allah’ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükunet bulduğunuzda, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.”
Namaz vakti gelmeden farz olmaz. Vaktinin dışında da kaza edilmez. Geçen geçmiş olur. Vaktinde kılınmamış namaz, vaktinde yenilmemiş yemek veya vaktinde alınmamış ilaç gibidir.
Bizlere namaz kılmayı emreden Yüce Rabbimiz namazları hangi vakitlerde kılmamız gerektiğini de Kur’ân’da açıkça bildirmiştir. Bizi şeyhe, imama, müçtehide muhtaç bırakmamıştır.
İsra suresi âyet 78-79.
“Güneşin dülukundan (batmasından, kaybolmasından) gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve sabah Kur’ân’ını da.. Çünkü sabah Kur’ân’ı görülecek şeydir.
Ayrıca, sana özgü olarak gecenin bir kısmında da Kur’ân okumak üzere uyan; Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur.”
Bu âyette Hz. Peygamber’e, güneşin sarkmasından, gecenin ala karanlığına değin ve bir de tan yeri ağarırken namaz kılması emrediliyor; sabah Kur’ân’ın, yani ibadet ve duâsının görülmeye değer, yapılması gerekli bir ibadet olduğu vurgulanıyor. Ayrıca gecenin bir kısmında da uyanıp ibadet etmesi, bu surette Allah’ın, kendisini hoş, yüce bir mevkiye ulaştırabileceği bildiriliyor.
Hud suresi âyet 114:
“Gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.”
Bu âyette de yine Hz. Peygambere, gündüzün iki ucunda ve geceye yakın zamanlarında veya diğer bir kıraate göre geceye yakın bir zamanda namaz kılması emrediliyor.
Dikkat edilirse her iki âyetin ifadesi de aynıdır. Her ikisinde de namazın vakitleri belirtiliyor. Ancak Kur’ân’ın genel üslubu uyarınca aynı anlam, değişik üslup ve özdeş kelimelerle belirtilmiştir. Bundan dolayı öğle ve ikindi namazlarının bu âyetlerle farz olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu âyetlerde, akşam/ışa, sabah ve gece yarısı namazı olmak üzere üç vakit namaz emredilmektedir. Rasülüllah Efendimizin uygulamalarından, özellikle de öğle ve ikindiyi bazen beraber kılmalarından da namazın aslının üç vakit olduğu kesin olarak anlaşılır.
Ama yapılmış bir çok rivâyet dalgası arasında işin aslı kaybolmuştur. Namazı beş vakit olarak ifade eden rivâyetlerin bazısı uydurma, bazısı da namaz vakitlerini düzenleyen ayetlerin inişinden evvelki uygulamaları içeren rivayetlerdir.
Meselenin hakikatini öğrenebilmek için Bu âyetleri iyi anlamak gerekir. Âyetleri iyi anlamak için de âyetlerde geçen “dülûküşşems”, “zülefen” , “ğasak”, “taraf” ve “teheccüd” sözcüklerinin ne demek olduğunu iyi bilmek gerekir.
“Dülûkuşşems”, “güneşin batması gözden kaybolması) anlamındadır. Ama bazı yorumcular buna “eğilmesi” de anlamını vermişlerdir. Tac-ül Arus ve Lisan-ül Arab’da yer aldığına göre “dülûk sözcüğüne “eğilmesi” anlamı verilmesi namazı beş vakit olarak anlayabilme amacı gütmekteymiş. (!) ( Tac; c. 13. s.560, 561, Lisan; c. 3. s.398, 399)
Düluk sözcüğünün gerçek anlamına göre “dülukuşşems” tamlaması akşam vaktini ifade eder. Nitekim Hz. Ali, Abdullah ibn Mesûd, Said ibn Cübeyr, Nehâî, Mükatil, Dahhâk, Süddî, İbn Abbas ve Mücahid bu anlamı tercih etmişlerdir.
Düluk sözcüğüne “eğilmesi” anlamı vererek sözcükten öğle vaktini anlayanlar da olmuştur. Klasik kaynaklarda . İbn Ömer, Cabir, Atâ, Katâde ve Hasan’ın bu görüşü benimsedikleri bildirilir.
Bu sözcükten her iki anlam da anlaşılabilir gözükse de, namazın vakitlerini belirleyen diğer, Hud suresi 114. âyetteki ifadeler, düluküşşems” ifadesinin “eğilmesi” anlamından öğle namazının anlaşılmasına engel olur. Anlam netleşir.
Yukarıda görüldüğü üzere Hud suresinin 114. âyetinde Hz. Peygambere “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın bir zamanda namaz kılması” emrediliyor. İsra suresinin 78. âyetinde geçen “ğasak” sözcüğü, “ortalığın karardığı zaman, gecenin ilk saatleri” demektir. Hud suresi 114 de geçen “zülefen” sözcüğü de aynı anlamdadır. Yani her iki sözcük de “yatsı vakti” ‘ne karşılıktır.
Bu durumdan kesin olarak anlıyoruz ki, İsra suresinin 78, 79 âyetlerinin emri ile Hud suresinin 114. âyetinin emri aynıdır. Her ikisinde de aynı vakitlerde namaz kılınması değişik üsluplar ile ifade edilmiştir. Özdeş kelimeler kullanılmıştır.
Bir çok yorumlarda “dülukuşşems” ile “ğasakılleyl” tamlamalarının ayrı zamanları ifade ettiği açıklanır. Oysa bunlar ayrı zamanları değil, bir vaktin başı ve sonunu ifade eden sözcüklerdir. İsra suresinin 78. âyetinde “güneşin batmasından itibaren alaca karanlığa kadar” namaz kılınması emredilir. Bu ifade, iki namazın değil, bir tek namazın, yani akşam/ışa namazının vaktini belirlemektedir.
Âyette geçen “Kur’ân-el fecr” sabah namazıdır. 79. âyette de “ayrıca sana özgü olarak gecenin bir bölümünde Kur’ân üzere (okuyup namaz kılmak üzere) uyan” ifadesiyle teheccüd namazı emredilmektedir.
Nur suresi 58. âyette:
“Ey iman edenler! Elleriniz altında bulunanlarla, erginlik yaşına gelmemiş olanlarınız sizden üç durumda izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vaktinde elbisenizi çıkardığınızda, yatsı namazından sonra.. Bunlar sizin için üç avrettir. (açık ve korumasız, üç zamandır.)” Bunlar dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, birbirinize bakabilirsiniz. Allah, âyetleri size işte böyle açıklıyor. Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.” buyrularak, sabah namazı ile akşam/ışa namazı direkt kendi adlarıyla ifade buyurulmaktadır.
“Taraf”, “nahiye; yan bölge” demektir. ki eşyanın zatının(herhangi bir şeyin kendisinin) haricindedir. İnsanın iki tarafı ifadesi, bir tarafta anasını babasını, dedesini, diğer tarafta da çocuklarını ve torunlarını ifade eder. Yine “masanın iki tarafı” dediğimizde masa ikiye ayrılarak iki parçası ele alınmaz. Masanın sağında solunda neler olduğuna bakılır.
“Taraf” sözcüğünün çoğulu da “etraf” sözcüğü olup Arapça’daki anlamı aynen Türkçe’ye geçmiştir. “Etrafa bakmak”, kişinin vücut derilerine değil “sağdaki, soldaki, öndeki ve arkadaki nesnelere bakmak” demektir. Bu örnekleri “ülkenin etrafı, dünyanın etrafı vs” çoğaltabilirsiniz. “Ay dünyanın etrafında döner dediğinizde “ayın dünyanın dışında; uzayda döndüğünü” söylemiş olursunuz.
Gündüzün iki tarafı da gündüzün kısımları birer parçaları olan “kuşluk ve ikindi” vakitleri değildir. Gündüzün dışında olan “sabah ve akşam” vakitleridir.
Netice:
İsra suresinin 78, 79. âyetlerinde üç vakitte; sabah, akşam/ışa ve gece yarısı vaktinde üç namaz emredildiği gibi, Hud suresi 114. âyette de aynı şeyler emredilmektedir. Yani üç vakit (sabah, akşam/ışa ve gece yarısı vakti) namaz kılmak emredilmektedir.
Bu âyetlere göre öğle ve ikindi vakitlerinde namaz kılınması söz konusu değildir. Âyetlerden anlaşılan, sabah, akşam/ışa ve gecenin bir kısmında (teheccüd) namaz kılınmasıdır.
İsra suresinin 79. âyetinde Rasülüllah Efendimize ayrıca “gecenin bir kısmında teheccüd” etmesi emredilmektedir. “Teheccüd” uyku anlamındadır. “hücûd” kökünden gelir. “Hâcid” uyuyan, “tehcid” uykuyu gidermek, uyandırmak, “teheccüd” de uykudan uyanmak anlamındadır. Âyette geçen “bihi” zamiri 78. âyetin sonındaki “Kur’ân’a racidir. “Kur’ân ile uyan”, yani namaz kılıp Kurân okuman için geceleyin uykudan uyan” demektir. O nedenle “teheccüd” kelimesi, gece namazının adı olmuştur.
Geceleyin uyanıp namaz kılan kimseye “müteheccid” denilir.
Gece namazı İsra suresi 79. âyet, Hud suresi 114. âyeti ile özel olarak emredilmektedir. Gece namazı sadece Rasülüllah efendimiz için farz bir namaz değildir. İsra suresinde “nafileten leke” tahsisi olsa da diğer âyetlerde tahsis yoktur. Ayrıca vakitleri bildiren diğer âyette de ilk muhatap Rasülüllah Efendimizdir. Ama emir tüm ümmeti kapsar. O ümmetin örneği, rehberi, imamıdır. Ümmete verilen emirler onun şahsında yer tutmaktadır. Onun her yaptığı yapılmalıdır. Bununla yükümlüyüz.
A’raf suresi âyet 158:
“De ki: “Ey insanlar! “ ben sizin tümünüze Allah’ın rasülüyüm. Göklerin ve yerin mülkü o Allah’ındır. İlah yoktur O’ndan başka. O diriltir, O öldürür. O halde Allah’a ve rasülüne iman edin; Allah’a ve onun sözlerine inanan o Ümmî Peygambere iman edip uyun ki, doğruya ve güzele ulaşabilesiniz”
Sonuç olarak sabah, akşam/ışa ve gece yarısı namazı vakti (üç vakit) Kur’ân ile sabittir. Öğle ile ikindi Rasülüllah efendimizin kendi uygulamalarıdır. Allah tarafından emredilmemiştir.