Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Tabularla Nereye Kadar? [Tarihsel Atatürk'ü Keşfetmek][22 Temmuz 2005 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı. Yazinin Almanca versiyonunu da okuyabilirsiniz.]
Eski Başbakan Bülent Ecevit'in "Vahdettin hain değildi" demesiyle
birlikte ilginç bir tartışma başladı. Bazı tarihçiler Ecevit'i haklı
bulduklarını açıklarken, diğerleri onu Atatürk'ü tekzip etmekle
suçladılar; çünkü Atatürk 'Nutuk'ta son Osmanlı Padişahı Vahdettin'den
'alçakça önlemler' alan bir 'soysuz' diye söz etmişti.
Vahdettin'in nasıl bir insan olduğu önemli bir tartışma sayılabilir.
Ancak meseleyi çok daha önemli hale getiren, tartışmanın Türkiye'deki
'Atatürkçülük algısı' hakkında ortaya çıkardıkları. Ortaya çıkan şu:
Bazı kanaat önderleri, Atatürk'e saygı göstermenin, onun her yaptığının
ve söylediğinin mutlak doğru olduğuna da inanmayı gerektirdiğini
varsayıyor. Bu inanca sahip olmamayı ise, 'ihanet' addediyor.
Eski Trabzon Milletvekili Rahmi Kumaş'ın basına yansıyan sözleri -ki
buna benzer yorumlar pek çok gazete köşesinde de yapıldı- tam da bu
yaklaşımın ifadesi. Şöyle demiş sayın Kumaş:
"Ecevit, Mustafa Kemal'e karşı çıkma modasına katıldı... Böyle bir
ortamda bunu dile getirmek Atatürkçülüğe de ihanettir. Asıl hain
Ecevit'tir."
Sayın Kumaş'a göre 'böyle bir ortamda' yani muhtemelen 'birlik ve
beraberliğe en çok ihtiyacımız olan zamanda' eski Başbakan Bülent
Ecevit'in çıkıp da Atatürk'ten farklı bir perspektif dile getirmesi,
ihanet...
Geçmişte yaşamayalım
İlginçtir ki 'birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan zaman'
80 küsur yıldır hiç kesilmeden devam ediyor... Daha da devam edecek
gibi. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel çıkan Vahdettin tartışması
üzerine şunları söylemiş: "Daha en az 100 yıl bu büyük Atatürk
referansına ihtiyacımız var. Onu sarsmamak lazım." Aslında sayın
süleyman Demirel haklı. Gerçekten de Atatürk Türkiye için bir referans
ve öyle de kalmalı. Ama şunu düşünmek lazım: Atatürk'ü tartışılmaz bir
tabu olarak korumaya çalışmak, bu 'referans'a yarar mı yoksa zarar mı
getirir?
Bugüne kadar hep 'tabu' yöntemini seçtik. Cumhuriyet onyıllardır
yıldır çocuklarına her sabah 'Ey bugünümüzü sağlayan Ulu Atatürk' diye
yemin ettirdi; onu asla şaşmaz ve yanılmaz bir 'Büyük Serdümen' gibi
tasvir etti. Bu ve buna benzer telkinler, geçmişin dünyasında
'referans'ı iyice pekiştirmek için gerekli ve yeterliydi belki de.
Cin şişeden çıktı
Ama Türkiye artık eski Türkiye değil. Toplum hızla açılıyor,
çoğulculaşıyor, renkleniyor. Türk insanı dünü ve bugünü artık çok
çeşitli kaynaklardan okuyor, araştırıyor. Dış dünyayı eskisinden çok
daha iyi tanıyor ve oraya bakıp kendisini sorguluyor. Sözgelimi bizdeki
gibi ulusal bayram törenlerinin eski Doğu Bloku'nun karakteristik
özelliği olduğunu, günümüzde ise artık sadece Kuzey Kore'de
düzenlediğini görüyor. 'Milli Şef'le yönetilen, 'kadir-i mutlak devlet'
anlayışına sahip bir rejime ne ad verileceğini, uluslararası siyaset
literatüründen öğreniyor. Kısacası artık cin şişeden çıkmış durumda.
İnsanlara 'öyle ince eleyip sık dokumayın, ne diyorsak inanın işte'
di-yemezsiniz. Dolayısıyla Cumhuriyet'in referans'ını, onu tabu olarak
korumak suretiyle ayakta tutamazsınız. Eğer 'Öyle yaparsanız, 'resmi
söylem'i tekrar eder durursunuz ama giderek daha fazla vatandaşınızın
yüzünde alaycı tebessümler görürsünüz.
Çözüm, referans'ın çıtasını gerçeküstü bir düzeyde tutmak yerine,
gerçekler dünyasına indirmek. Atatürk'ü, tarih ve insan üstü bir Ulu
Varlık olarak tutmak yerine, objektif bir gözle anlamaya çalışmak. Onun
Kurtuluş Savaşı'nı yönetip ardından da Türkiye Cumhuriyeti'ni kurup 15
yıl başarıyla yönetmiş olması, zaten olağanüstü büyük bir başarı. Bu
başarının yanında eğer hataları da var ise, bunları da oturup
konuşabilmemiz gerekiyor.
Peygamberler bile hata yapıyor
'Atatürk'ün hataları' gibi bir kavram şaşırtıcı geliyor, değil mi?
Aslında bunun bu kadar şaşırtıcı olması şaşırtmalı bizi. Tevrat ve
Kuran gibi kutsal kitaplar bile, peygamberlerin bile hatalarından söz
ediyor. İlahi dinlerin peygamberlere dahi vermediği bir 'yanılmazlık'
payesini bizim ilk cumhurbaşkanımıza vermiş olmamız, garip değil mi?
Hıristiyanlar ve Hz. İsa
Peygamberlerden söz etmişten, 'tarihsel İsa' tezine de değinelim. Konuyla uzaktan da olsa bir benzerliği var çünkü...
Bilindiği gibi Hıristiyanlığın Hz. İsa'ya atfettiği bir 'Tanrı'nın
Oğlu' kavramı var. Buna göre Hz. İsa tüm evrenden önce var olan
insan-üstü bir varlık.
19. yüzyıldan beri ise, Batılı tarihçiler, Hıristiyanlık'ın bu
'resmi' görüşünü bir kenara bırakıp, 'tarihsel İsa'yı tanımaya
çalışıyorlar. Yani o dönemin kaynaklarına objektif bir gözle bakıp, bu
kaynaklar ne gösteriyorsa ona göre bir İsa portresi çizmeye
uğraşıyorlar. Ve bu portrede, 'tarihsel İsa', kendisinin peygamber ve
Mesih olduğunu ilan etmiş ama insan-üstü olmayan bilge bir İsrailoğlu
olarak ortaya çıkıyor.
Atatürk hakkında da aynı bunun gibi iki ayrı portre var. Bir 'Ulu
Atatürk', bir de 'tarihsel Atatürk'. 'Ulu Atatürk' gerçekten insan-üstü
bir varlık; karanlıklar içindeki ulusunun üzerine bir güneş gibi
doğmuş, denizlerden mavi gözleriyle her şeyi görüp kuşatmış, Kurtuluş
Savaşı'na başka herkes hıyanet veya gaflet içinde iken tek başına
önderlik etmiş, sonra mutlak doğru ilkeler üzerine sonsuza dek
yaşayacak bir devlet kurmuş, tüm Türkler ve hatta Türkiye'deki farklı
işkolları için ilelebed geçerli olacak nasları belirlemiş, uğruna "Kâbe
Arab'ın olsun, bize Çankaya yeter" diye dizeler okunmuş bir
şaşmaz-yanılmaz kurtarıcı...
Atatürk'ün zaafları da vardı
'Tarihsel Atatürk' ise bir Osmanlı paşası ve aydını. Kurtuluş
Savaşı'na önderlik eden, ama bunun şerefini diğer pek çok 'silah
arkadaşı' ile -örneğin Milli Mücadele'ye kendisinden bir adım önce
başlayan Kazım Karabekir ile- paylaşan bir komutan. Ülkesini ve
milletini çok sevmiş, onları iyiliği için doğru bildiklerini yapmış,
ama bunları yaparken kaçınılmaz olarak içinde bulunduğu devrin düşünce
kalıplarından (sözgelimi pozitivizmden ve otoriter devlet anlayışından)
olumlu/olumsuz etkilenmiş bir lider. Büyük dehası, cesareti,
yetenekleri yanında zaafları da olan, nitekim içkiye yenik düşerek
hayata gözlerimi yummuş bir insanoğlu...
Tarihsel veriler tartışılmalı
Vahdettin üzerinden yürüyen tartışmada aslında bu iki Atatürk anlayışı çarpışıyor.
Ulu Atatürk'e inananlar, onun her sözünün mutlak doğru olduğuna
baştan karar verdikleri için, Vahdettin'e yönelttiği "hain" suçlamasını
da, tarinsel verileri dikkate almadan ve kesinlikle tartışmaya gerek
duymaksızın, sahipleniyorlar. Tarihsel Atatürk'ü arayanlar ise, onun
sonuçta bir siyasetçi olduğunu, her devrimci siyasetçinin 'devr-i
sabık' yaratmak isteyeceğini, bunu büyük olasılıkla iyi niyetle
yaptığını, ama sonuçta yakın tarihimize 'Atatürk perspektifi' dışında
bir bakış açısıyla da bakmak gerektiğini düşünüyorlar.
Tarihsel Atatürk'ü keşfedebilmek Türkiye için çok ama çok gerekli.
Sadece doğru tarih bilgisi edinmek için değil, aynı zamanda tam
anlamıyla demokratikleşebilmek için de gerekli. Çünkü Türkiye'de daha
fazla demokrasi için gereken ne varsa, bunlara 'Ulu Atatürk'
referansıyla karşı çıkılıyor. Dini azınlıkların ve dini çoğunluğun
özgürlüklerinin genişletilmesi, Kürt kimliğinin özgürce ifade
edilebilmesi, Kıbrıs'ta çözümün hedeflenmesi ya da Avrupa Birliği'ne
girmek için 'ulusal egemenlikten ödün' verilmesi... Tüm bunlara
'Atatürk devrinde böyle değildi' diye itiraz ediliyor.
Eğer tarihsel Atatürk'ü keşfedebilirsek, diyebileceğiz ki, 'Atatürk devrinde öyleymiş gerçekten, ama devir değişti...'
Ona olan saygı ve sevgimizi sürdürecek, ama onun hiç bilmediği yeni
bir dünya artık kendi ayaklarımız üzerinde durup düşünebilmeyi
öğreneceğiz. Buna 'olgunlaşmak' deniyor... Ve hiç kimse korkmasın,
Türkiye aslında her geçen gün biraz daha olgunlaşıyor...
Yazan: Mustafa Akyol Tarih: July 22, 2005 01:21 PM http://www.mustafaakyol.org/2005/07/tabularla_nereye_kadar_t arihse.php
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|