Çevremizdeki
dünya, elektrik sinyalleri yoluyla meydana gelen algılardan oluşmuş
yapay bir dünyadır. Peki bu sinyalleri yorumlayıp, onları tanıdığımız
bir dostumuza, güzel bir çiçeğe, uçsuz bucaksız bir manzaraya,
annemize, sokakta oynayan çocuklara, sevimli bir yavru kediye
dönüştüren beynimiz midir?
Teknik anlamda sinyallerin beyinde yorumlandığı doğrudur.
Materyalistler buradan yola çıkarak, bir beynin içindeki nöronlardan
ibaret olduğumuzu ve yaşadığımız dünyanın bu nöronların birbirleri ile
olan iletişiminin bir sonucu olduğunu iddia ederler. Düşünen, gülen,
sevinen, karşısındaki insanı tanıyan, yorum yapabilen varlığın, DNA'yı
keşfeden materyalist evrimci fizikçi Francis Crick'in deyimiyle, "bir
nöron yığını" olduğunu savunurlar.
Bir
materyalist için insanın nasıl düşündüğü ve algılardan nasıl anlam
çıkardığı önemli değildir. Önemli değildir, çünkü bunlar için
yapabileceği bir açıklama yoktur. Ona göre her şey, maddesel anlamda
incelenmelidir. Oysa bu, insanları Allah inancından uzaklaştırmak için
ortaya atılmış büyük bir yalandır.
Bunu daha detaylı açıklayabilmek için beyni genel hatlarıyla tanımak yerinde olacaktır.
Beyindeki nöronlar, diğer nöronlarla binden on bine
kadar bağlantı yapar. Bunların birleştiği noktalara sinaps adı
verilir. Bu noktalar bilgi alışverişinin yapıldığı yerlerdir. Beynin
bu alışverişinin muhtemel permütasyonları ve kombinasyonları,
yeryüzünün başlangıcındaki tüm parçacıkların sayısını geçmektedir.
İnsan beyni dünyanın en
kompleks yapılarından biridir. Yeni doğmuş bir bebeğin beyni 100
milyar sinir hücresine sahiptir. Bu miktar, bir beynin sahip
olabileceği en fazla nöron (sinir hücresi) sayısıdır. İnsan beyninde
nöron sayısı hiçbir zaman artmaz, zaman ilerledikçe sadece azalır.
Nöronlar sinir sisteminin en temel ve işlevsel yapı birimleridir. Her
nöron diğer nöronlarla binden on bine kadar bağlantı yapar. Bunların
birleştiği noktalara ise sinaps adı verilir. Bu noktalar, bilgi
alışverişinin yapıldığı yerlerdir. Profesör Ramachandran'a göre;
"beyin aktivitesinin muhtemel permütasyonları ve kombinasyonları,
yeryüzünün başlangıcındaki bilinen tüm parçacıkların sayısını
geçmektedir. V. S. Ramachandran, A Brief Tour of Human Consciousness,
PI Publishing, 2004, s. 2-3
Beyindeki bir sinir hücresi, hücrenin metabolizmasını
sürdürmesi, proteinleri sindirmesi ve hücrelerdeki işlemlerin
yapılabilmesi için gereken tüm yardımcılara sahiptir.
Bir nörondan sayısız dallara ayrılmış dokungaçlar çıkar.
Bunlara dentrit adı verilir. Dentritlerin yaşamdaki en büyük işlevleri
diğer nöronlardan gelen elektromanyetik mesajları almak ve mesajları,
bunların ait olduğu hücrelere götürmektir. Dentritler, hücreden
ayrıldıkları noktada nispeten kalındırlar ama daha sonra düzinelerce
hatta yüzlerce dala ayrılırlar. Çok daha incelirler ve her defasında
daha da incelirler. Dentritlerin sayısı, hücrenin fonksiyonuna bağlı
olarak değişir.
Nörondan ayrılan bir başka uzantı daha vardır. Buna akson adı
verilir. Bunun görevi, diğer nöronlara bilgi taşımaktır. Bu bilgi,
elektrik akımı şeklinde olur. Beyinde, özellikle nörokimyasallar için
saklama depoları bulunmaktadır. Bu keseler, mesajları devredeki bir
sonraki hücreye taşımak için kimyasallar salgılarlar. Bu yolla
nöronlar, bilgiyi, aksonları vasıtasıyla bir sonraki nörona taşırlar.
Bir başka deyişle bir başka nörondan iletilen bilgiyi dentritler alır,
aksonlar ise diğer nöronlara iletirler. Aksonlar bir metre kadar
uzayabilirler veya milimetrenin onda birine kadar küçük olabilirler.
Tam olarak ne kadar farklı tipte nöronun beyinde bulunduğu
yanıtlanamamış bir sorudur, yapılan tahminler 50 farklı nöronun
bulunduğunu belirtmektedir.fiekillerindeki , büyüklüklerindeki,
bağlantı tiplerindeki ve nörokimyasal içeriklerindeki farklılıklara
rağmen, bütün nöronlar neredeyse aynı şekilde bilgi taşırlar.
Birbirleriyle elektrokimyasal bir dille konuşurlar. Bir nörondan çıkan
ve diğeri tarafından alınan bilgi, pozitif yüklü atomlar veya iyonlar
tarafından meydana getirilen elektrik sinyalleri şeklinde alınırlar.
Bunlar özellikle pozitif yüklü sodyum ve potasyum iyonları ve negatif
yüklü klorid iyonlarıdır. 100 milyar nöronun tamamı, birkaç binden 100
bine kadar farklı nöronla bağlantı kurar. Genel bir hesaplama ile
yetişkin bir insanın beyninin 100 trilyon sinaps (bağlantı noktası)
meydana getirdiği söylenebilir. Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley,
The Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental
Force", Regan Books, 2003, s. 110-111
Craig Hamilton, bu konuyu şöyle açıklar:
Şimdiye dek geliştirilmiş en kompleks şebeke hangisidir? Eğer
İnternet olduğunu düşünüyorsanız bir tahminde daha bulunun. Yüz milyar
nörondan meydana gelen elektrokimyasal matris sayesinde insan beyni
internetin sadece güzel bir örümcek ağı gibi görünmesini sağlıyor. Her
bir nöronun, 50.000 diğer nöronla bağlantısı olduğu düşünülürse, bu da
toplamda yüz trilyon bağlantı anlamına geliyor. Craig Hamilton, What
is Enlightenment?, sayı 29, Haziran-Ağustos 2005, s. 79
Bir nörondaki bilgiyi ileten aksonun, bir başka nöronun
dendritine ulaştığı noktada meydana gelen boşluk, yani sinaps, bir
santimetrenin milyonda biri kadardır. Dolayısıyla, akson ve dendritler
birbirlerine dokunmazlar. Bağlantıları saniyenin binde birinde
gerçekleşir. Bazı nöronlar birkaç dendrit şeklinde filizlenirler.
Diğerleri ise, neredeyse bir orman oluşturacak kadar çok dendrite
sahiptir. Eğer bir insan, beyninde gerçekleşen bağlantıları saymaya
kalkışırsa, her birini bir saniyede saymak koşuluyla, tamamını sayıp
bitirmesi 3 milyon yılını alacaktır. Bu, yaklaşık 42.000 insan nesli
demektir. The New Yorker gazetesi yazarlarından Cornell
Üniversitesi'nden Diane Ackerman, An Alchemy of Mind (Zihnin Simyası)
adlı kitabında, bu kompleks sistemle ilgili şu sayısal detayları
vermiştir:
Ne kadar imkansız gözükse de evrendeki yıldızların sayısı
kadar çok beyin hücresi bağlantısına sahibiz. En azından bize görünen
evreni kastediyorum, çünkü ölçülebilir evrenin %96'sı bizim için
görünmezdir. Sadece bir saniye için uzayın sonsuzluğunu gözünüzde
canlandırın... Daha sonra bir beynin içindeki mikroskobik hareketliliği
düşünün. Tipik bir beyin 100 milyar nöron barındırır ve vücudun
oksijeninin çeyrek miktarını yakar.
Sadece
yaklaşık 1.5 kg gelmesine rağmen vücudun kalorilerinin büyük bir
bölümünü tüketir. 10 watt'lık bir ampul oranında elektrik enerjisi
kullanmaktadır. Beynin tek bir kum tanesinden daha büyük olmayan tek
bir noktasında 100.000 nöron, yaklaşık bir milyar sinaps ile çalışarak
işlerini yapar. Sadece beyin kabuğunda (serebral korteks), 30 milyar
nöron, her biri 1 inç'in (1 inç = 2.54 cm) milyarda biri kadar
büyüklüğündeki 60 trilyon sinapsta buluşur.
Bilgisayarlar, beynin mükemmel sisteminin yalnızca bir
taklididir. Beyinde tek bir bit'lik bilgi, anında tam 100.000 nörona
yayılabilmektedir. Dolayısıyla beyin, bilinen en hızlı
bilgisayardan yüz binlerce kat daha hızlıdır. Günümüz teknolojisi ile
bunu gerçekleştirmek ise imkansızdır.
Verilen
bu bilgiye göre, eğer her saniye beyin kabuğunda meydana gelen tek
bir sinapsı sayacak olursak, bunu saymayı 32 senede bitiremeyiz. Eğer
muhtemel nöral devreleri (beyinde kendisine ulaşan sinyalleri çeşitli
şekillerde yorumlayan ve değerlendiren merkezler) de dikkate alacak
olursak, hiperastronomik bir sayı ile karşılaşırız: 10'un arkasında en
az bir milyon sıfır.
Bu konuyla ilgili en şaşırtıcı gerçeklerden biri de,
olağanüstü rakamlara sahip olan bir insan beyninin, hiçbir zaman bir
başkasının beyni ile aynı olmamasıdır. Tek yumurta ikizlerininki bile
aynı değildir. Bir başka deyişle bu hayranlık uyandırıcı
komplekslikteki sistem, Allah'ın dilemesiyle her insanda ayrı ayrı
düzenlenmiş ve farklı bir yapı şeklinde meydana gelmiştir. Ama hala
aynı kompleksliği barındırmaktadır.
Bilgisayarlar, beynin mükemmel sisteminin taklit edilmesi
yoluyla üretilmektedir. Bilgisayar teknolojisinde en büyük firmalardan
biri olan IBM'in deneyimli teknoloji uzman? Kerry Bernstein, beynin
birçok yönüyle bilgisayar tasarımında taklit edildiğini ancak beyindeki
tasarımın aynı kalitede kopyalanmasının var olan hiçbir teknolojiyle
mümkün olamayacak kadar mükemmel olduğunu belirtmektedir. Bernstein
konuyla ilgili olarak şu açıklamaları yapmaktadır: "Beyinde olağanüstü
bir paralellik hakim. Yani tek bir bit bilgi, bir anda tam 100.000
nörona yayılabiliyor. Böylece beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan yüz
binlerce kat daha hızlı oluyor. Bizim ise bunu elektronikte
gerçekleştirebilmemiz mümkün değil." Dolayısıyla, beyin için yapılan
bilgisayar benzetmesi son derece basit ve beynin üstün kapasitesi
hakkında yeterince delil teşkil etmeyen bir benzetmedir. Rockefeller
Üniversitesi Nörobilimler Enstitüsü Başkanı, Nobel Tıp Ödülü Sahibi
Gerald M. Edelman bunu şu şekilde açıklamıştır:
Öncelikle, bir seri önceden belirlenmiş sinyale sahip manyetik
bilgisayar parçası gibi, dünya, beyne önceden sunulmamıştır. Ama yine
de ... beyin öğrenmeye ve hafızaya aracılık eder ve aynı anda vücut
fonksiyonlarını düzenler. Sinir sisteminin, görüş, ses vs. gibi farklı
sinyalleri algısal kategorizasyonlarını gerçekleştirme ve bunları daha
önceden belirlenmiş bir kod olmadan tutarlı sınışara bölme yeteneği
kesinlikle özeldir ve bilgisayarla karşılaştırılamaz bile. Bu
kategorize etme işleminin nasıl gerçekleştiği henüz tam olarak
anlaşılamamıştır... Gerald M. Edelman ve Giulio Tontoni, A Universe of
Consciousness "How Matter Becomes Imagination", Basic Books, 2000, s.
47-48
Dış dünya ve insanı insan yapan özellikler beynin
neresindedir? Kör ve şuursuz atomların birleşmesiyle meydana gelen
nöronlar böylesine yüksek bir bilincin kaynağı olabilir mi?
Kuşkusuz ki olamaz. Bunların kaynağı, yalnızca insan ruhudur.
Beyindeki
sistem, gerçek anlamda mükemmeldir. Ancak burada bahsettiklerimiz,
nöronların birbirleri ile etkileşimleri; akson ve dendritlerin
kompleks bir sistem dahilinde bilgiyi alıp iletmelerini kapsamaktadır.
Peki beyindeki "dış dünya" ve insanı insan yapan özelliklerin kaynağı
nerededir? Kör ve şuursuz atomların birleşmesiyle meydana gelen
nöronlar ve onların meydana getirdiği beyin, böylesine yüksek bir
bilincin kaynağı olabilir mi? Profesör Vilayanur S. Ramachandran, bu
konuyla ilgili şunları söylemektedir:
Kaynakwh:
Genel inanış bu olmasına rağmen, zihinsel yaşantımızın tüm
zenginliğini – tüm duygularımızın, hislerimizin, düşüncelerimizin,
hırslarımızın, sevgimizin, inançlarımızın, hatta her birimizin kendi
özel ve kişisel benliğimizin – sadece kafamızın içinde, beynimizin
içindeki küçük jöle zerreciklerinin bir aktivitesi olarak düşünmek beni
şaşırtmaktan alıkoymamıştır. V. S. Ramachandran, A Brief Tour of
Human Consciousness, 2004, PI Publishing, s. 3
Bu durum materyalistler için şaşırtıcıdır, çünkü
materyalistler, insanı insan yapan tüm unsurları, insanın sevincini,
endişelerini, inançlarını, insanın kendi kişisel benliğini beyninin
içinde bir yerlerde ararlar. Bir dostunu gördüğünde insanı
sevindirenin, bir yavru köpek gördüğünde insanın içini coşturan
duygunun, insanın karar verme, inanma, hissetme, duygulanma, sevinme,
üzülme gibi hislerinin kaynağının nöronlar olduğunu iddia ederler. Ancak
beynin içine girip nöronları inceleyen bilim adamları ve nörologlar,
bunların hiçbirinin kaynağını beynin içinde bulamamışlardır. İşte bu
yüzden yeni bir tanımlama yapmışlar ve insanı insan yapan unsurların
kaynağı "bilinçtir" demişlerdir. Peki bilinç nasıl bir şeydir ve acaba
materyalistler tarafından açıklanabilmiş midir?
Materyalistlerin Açıklayamadığı "Bilinç" Kavramı
Eğer
gören gözlerimiz değilse, kapkaranlık mekan içinde göze, retinaya,
merceğe, göz sinirlerine ihtiyaç duymadan rengarenk bir çiçek
bahçesini seyreden ve bundan zevk alan kimdir?
Kulağa ihtiyaç duymadan elektrik sinyallerini tanıdıklarının
sesi gibi duyan, bu sesleri duyduğunda sevinen, bu sesleri tanıyan
varlık kimdir?
Hiçbir kokunun girmediği beynin içinde fırındaki kekin kokusunu duyan, bundan zevk alan kimdir?
Bir çiçeği gördüğünde ondan zevk alan, bir kedi yavrusu
gördüğünde ona sevgi duyan, hiçbir ele, parmaklara ve kasa ihtiyaç
duymadan kedinin tüylerini okşadığını hisseden kimdir?
Sadece sinir hücrelerinden oluşan birkaç yüz gramlık et
parçası, yaşadığımız hayatın, üzüntülerin, sevinçlerin, dostlukların,
vefanın, samimiyetin, coşkunun sebebi olabilir mi?
Eğer bunların sebebi beyin değil, tüm bunları algılayan varlık ise, bu durumda algılayan kimdir?
Dış dünyayı algılayan, beynimizin içindeki "küçük insan" mı?
Kuantum fizikçilerinin bahsettiği "gözlemci" mi?
Bu gözlemci, beynin içinde bir yerlerde mi?
Eğer değilse nerede?
Fred Alan Wolf, bu soruyu şu şekilde cevaplamaktadır:
Bir gözlemcinin kuantum fiziği bakış açısından ne yaptığını
biliyoruz. Fakat kimin ya da neyin gerçekten gözlemci olduğunu
bilmiyoruz. Bu demek değil ki bir cevap bulmaya çalışmadık. İnceledik.
Kafanızın içine girdik. Her yere baktık gözlemci denen bir şey bulmak
için. Kimse yoktu. Beyinde kimse yoktu. Beynin kabuksal (kortikal)
bölgelerinde kimse yoktu. Alt kabuksal (kortikal) bölgelerde ya da
kenar bölgelerde de kimse yoktu. Gözlemci denecek kimse yoktu. Ama yine
de dış dünyayı gözlemlerken bizler, gözlemci denen şeyin varlığının
deneyimlerine sahibiz. What the Bleep Do We Know?, Belgesel film,
yönetmen: William Arntz, Betsy Chasse
Bilim
adamları, artık, beynin algıların kaynağı olmadığının, yalnızca bir
aracı görevi gördüğünün farkındalar. Ayrıca bilim adamları, yüzyıllar
öncesinin inanışı olan "beynin içindeki küçük insan" kavramından da
tamamen uzaklaşmış durumdalar. Bilim adamları, "gözlemci" adını
verdikleri benliğin, beyinden bağımsız olduğunu açıkça gördüler. Onlar
artık, algıların kaynağının insan bilinci olduğunu biliyorlar.
Kaynakwh:
Robert Lawrence Kuhn, Closer to Truth (Gerçeğe Daha Yakın) isimli kitabında, bunu şu şekilde tarif etmektedir:
Neden bazı fizikçiler aniden insan zihniyle bu kadar
ilgilenmeye başladılar? "Bir kısmı zihnin, gerçek gerçeklik" olduğunu
ve maddenin ise aldatıcı bir hayal olabileceğini düşünmeye başlamış
durumdalar. Bu kadar akıllı insanın böylesine şaşırtıcı spekülasyonlar
ortaya atmasını gerektirecek derecede zihinsel faaliyetlerle ilgili
olan konu nedir? Bunun nedeni kısmen bizim gerçekliği algılama
şeklimizi sonsuza dek değiştirmiş olan iki temel teorinin garip
etkileridir: Kuantum mekaniği atom altı parçacıklar seviyesine
belirsizlik aşılamıştır, rölativite ise evrenin büyük çaplı ölçeği
üzerinde zaman ve uzayı birleştirmiştir. Fakat fizik teorileri zihinde
olup bitenleri açıklayabilir mi? Atomların davranışları, insanların
davranışlarını belirleyebilir mi? Evrenin yapısı bizim nasıl
düşündüğümüzü, hissettiğimizi ve bildiğimizi tarif edebilir mi? Robert
Lawrence Kuhn, Closer To Truth "Challenging Current Belief”,
McGraw-Hill, 2000, s. 35
Bir insanın yaşayışı, algılayışı, sevgisi, sevinci, üzüntüsü,
düşünceleri, kısacası insanı insan yapan özellikler, kuşkusuz ki
atomların davranışlarının bir sonucu değildir. Dış dünyayı algılayıp
fark edebilen, insana insan olma özelliği veren şey, insanın beyninden
bağımsız bir şeydir. İnsanın bir şeyin farkına varabilmesi, bir şey
üzerine analiz yapabilmesi, düşünebilmesi, seçim yapabilmesi ve sahip
olduğu diğer tüm insani vasışar için, maddesel her türlü kavramın
dışında bir açıklama gerekmektedir. Bir evrimci olmasına, hatta
"Darwin'in buldog"u olarak anılmasına rağmen Thomas Huxley'in şu sözleri, hararetli bir
materyalistin bile gerçekleri fark edebileceğinin önemli bir kanıtıdır:
Bilinç gibi hayranlık uyandırıcı bir şeyin, birbiriyle
etkileşim halindeki sinir dokusunun bir sonucu olması, Alaaddin'in
lambasını ovaladığında içinden cinin çıkması gibi açıklanamaz bir
şeydir. Steven Pinker, How The Mind Works, Norton Publishing, 1999, s.
132
Yağ, su ve proteinlerin oluşturduğu bir yapının insanın
benliğini meydana getirmesi, insanı algılayan, düşünen, sevinen, tepki
veren, gurur duyan, heyecanlanan bir varlık haline getirmesi kuşkusuz
ki mümkün değildir. Materyalistlerin iddiaları, algıların beyinden
bağımsız olduğu gerçeği karşısında tümüyle çöküntüye uğramıştır. 20.
yüzyılın önde gelen fizikçilerinden Sir Rudolf Peleris, bu konuyla
ilgili olarak şunları söylemiştir:
İnsanın tüm işlevini - bilgi ve bilinç de buna dahil - fizik
koşullarıyla tanımlamaya çalıştığınız önermenin savunulacak hiçbir
tarafı yoktur. Burada eksik kalan bir şeyler bulunmaktadır.
Peter Russell ise, bize ait maddesel dünyanın sadece bilincin ürettiği bir şey olduğunu söyler:
Bildiğimiz her şeyin, "dışarıda" olarak algıladığımız tüm
maddesel dünyanın, bu hadisenin bir parçası, bilinçte oluşturulan bir
görüntü olduğunu anladığımızda, gerçeğin, bizim günlük görüntümüzün
tamamen tersi olduğunu anlarız. Bildiğimiz kadarıyla madde, bilincin
ürettiği bir şeydir... Bu nedenle gerçekliğin doğası, bilinçtir. Mekan,
zaman, madde, enerji –bizim duyularımızla oluşan katı dünya– bilincin
içinde oluşmaktadır. Bu olağan dışı dünyanın temeli, madde değil,
bilinçtir. Peter Russell, The Spirit of Now,
“O, sizi tek bir nefisten yaratandır. (Sizin için) Bir karar (kalış)
ve emanet (olarak konuluş) yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk
için ayetleri birer birer açıkladık.”
(Enam Suresi,98)
Bizim gerçeklik
olarak tanımlamaya çalıştığımız şey, aslında bilinç temellidir. Renk,
ses, koku, tat, zaman, madde, kısacası dünyada algıladığımız her
özellik, bilincin içindeki bir şekil ve özelliktir. Bilincimiz
sayesinde evrendeki her şeyi kavrayabiliriz. Ama bilinci, dış dünyada
gözlemleyemeyiz. Peter Russell, bunun nedenini şu şekilde açıklar:
Bilinci gözlemlediğimiz dünyada göremememizin sebebi,
bilincin, zihnimizde meydana gelen görüntünün bir parçası olmamasıdır.
Peter Russell, The Spirit of Now,
Peter Russell'ın da belirttiği gibi dış dünyayı algılayan
bilincimiz, gözlemlediğimiz dış dünyanın içinde değildir. Dolayısıyla,
onu görüp analiz etmemiz mümkün olmaz. Russell, bilinci, bir sinema
perdesine yansıtılan ışığa benzetmektedir. Filmde gösterilen hikaye
içinde, ekrana yalnızca ışık ışınlarının yansıdığına dair hiçbir delil
yoktur. İnsan, yalnızca perde üzerindeki görüntü ile muhataptır. Ama
ışığın kendisi -ki onsuz hiçbir görüntünün varlığı mümkün değildir-
fark edilmez bile. Bilinç de aynı bu şekilde, izlediğimiz maddesel
dünyanın içinde olmadığından, elle tutulur gözle görülür bir varlığa
sahip değildir.
Diane Ackerman, bilinci şu şekilde tanımlamıştır:
... Beyin sessizdir, karanlıktır ve suskundur. O hiçbir şey
hissetmez. O hiçbir şey görmez... Beyin kendisini dağların arasına veya
uzaya fırlatabilir. Beyin bir elmayı hayal eder ve bunu gerçek gibi
yaşar. Gerçekten de, beyin, hayal ettiği bir elma ile gözlemlediği
arasında zar zor fark görür...
Beyin, bilinç değildir... Bir deyişle, makine içinde
hayalettir. Diane Ackerman, An Alchemy Of Mind "The Marvel and Mystery
of Mind", Scr****r Books, 2005, s. 5
Bilincin Kaynağı: İnsan Ruhu
Buraya kadarki açıklamalar dahilinde, algıladığımız dış
dünyanın bilincin içinde meydana gelen bir gölge dünyadan ibaret
olduğunu ve maddesel varlığın aslına ulaşamadığımızı delillendirdik. Bu
gerçekler ışığında, materyalist felsefenin öngördüğü "mutlak madde"
kavramı tam olarak geçersiz kalmıştır. Ama bütün bunlara rağmen, yine
de açıklanması gereken önemli bir soru karşımıza çıkar. Peter Russell,
bu soruyu şöyle özetlemiştir:
Bilim adamları, kompleks nöron ağının, nasıl bilinçli bir
deneyim sağlayabildiğini soruyorlar. Bilinç gibi maddesel olmayan bir
şey, nasıl maddesel dünya gibi bilinçsiz bir şeyden meydana gelebilir?
Bu acaba verilerin sinir ağı boyunca kompleks bir biçimde
şekillendirilmesinin bir sonucu mudur? Nöronların içindeki
mikrotüplerin, kuantum uyumluluk etkilerinden mi kaynaklanıyor? Ya da
başka bir şey midir?.. Peter Russell, The Primacy of Consciousness
Bu iki gerçekliği birbirinden ayırt ettiğimizde, bu soru tam
tersi şekle dönüşür: Madde, mekan, zaman, renk, ses, şekil ve tecrübe
ettiğimiz diğer tüm özellikler nasıl bilinçte meydana gelmektedir?
Zihnin içinde bunu meydana getiren yöntem nedir?
Bu, gerçekten de açıklanması gereken önemli bir sorudur.
Bilinç neden yapılmıştır? Bilinçte tüm bu hareketli dünyayı meydana
getiren nedir? Bu soru, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bilim
adamlarının halen cevabını aradıkları, üzerine kitaplar yazdıkları,
konferanslar düzenledikleri, çözmeye çalıştıkları ama her nedense çözüm
getirmekten çekindikleri bir sorudur. Bilincin kaynağının ne olduğu
sorusu üzerine yazılmış yüzlerce kitap ve makale ve sayısız bilim
adamının yorumu bu konuda beklenen açıklamayı vermemiştir. Bilinç
konusu, 21. yüzyılın en büyük gizemlerinden biri olarak kabullenilmiş
ve konuyla ilgili hemen her araştırmacı, yazar, profesör, bu konunun
açıklamasız olduğunu belirterek sözlerine başlamış ve bu
açıklamasızlığı vurgulayarak sözlerini bitirmiştir. Jeffrey M.
Schwartz'ın şu sözleri, buna bir örnektir:
... Fiziksel beyin aktivitelerini zihinsel olaylarla bağlamak
tartışılamaz bir bilimsel zafer olmasına rağmen, beyin üzerine
çalışma yapan kişilerin pek çoğunu tatminsiz bırakmıştır. Çünkü ne
nörobilimciler ne de filozoşar, nöronların davranışlarının, nasıl olup
da öznel olarak hissedilen zihinsel durumları doğurduğunu, tatmin
edici bir şekilde açıklayamamıştır. Aksine, nörobiyolog Robert Doty
1998 yılında, "nöronların faaliyet şekillerinin nasıl öznel
farkındalığa dönüştüğü bilmecesinin insan varlığının ana gizemi olmaya
devam ettiğini" savunmuştur. Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The
Mind and The Brain "Neuroplasticity and the Power of Mental Force",
Regan Books, 2003, s. 28
Acaba bu konu gerçekten açıklamasız mıdır? Yoksa, bilim
adamlarının görmek istemedikleri, beklemedikleri bir gerçeğe mi işaret
etmektedir? Acaba kuantum fiziğinin savunucusu bilim adamları,
yıllarca doğru kabul ettikleri materyalizmin etkisi altında mıdırlar?
Yoksa onların gerçeği görmelerini engelleyen bir sebep mi vardır?
Bilinç konusu, materyalist bilim adamlarının empoze etmeye
çalıştıklarının aksine açıklamasız değildir. Kendi varlığının
şuurunda olan bilinç sahibi varlık, Allah'ın insana vermiş olduğu
ruhtur. Materyalistler her ne kadar bunu inkar etmek isteseler de,
şuurlu bir insan, sahip olduğu üstün ruhun hiç tartışmasız farkında
olacaktır.
Bilinç konusu, kuşkusuz ki
açıklamasız değildir. Beynin içindeki görüntüyü "görüyorum" diyen,
beyninin içindeki sesleri "duyuyorum" diyen, kendi varlığının şuurunda
olan bilinç sahibi varlık, Allah'ın insana vermiş olduğu ruhtur.
Materyalist zihniyet, işte bu gerçeğin bilinmesinden, bu gerçeğin fark
edilmesinden çekinmektedir. Materyalist bilim adamlarının "hala
çözümlenemeyen bilinç" iddialarının temel sebebi budur. Ruhun mutlak
varlığı, ruhu insana verenin Allah olduğu gerçeği, onların tüm
materyalist inançlarını ve iddialarını altüst etmektedir. Her ne kadar
"açıklamasız" damgası vurmaya çalışsalar da, bilincin kaynağının ruh
olduğu, insana ait gerçekliğin, "ben benim" diyen varlığın ruhuna ait
olduğu, açık ve tartışılmaz bir gerçektir. Allah, Kuran'da, insanı önce
bedenen yarattığını, sonra da ona "ruhundan üşediğini" bildirmiştir:
Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan,
şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim
verdiğimde ve ona Ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere)
kapanın." (Hicr Suresi, 28 - 29)
Bilinç konusunu araştıran bilim adamlarının kabul ve itiraf
etmeleri gereken en önemli gerçek budur. Stanford Üniversitesi madde
bilimi ve mühendisliği profesörü William Tiller, bu gerçeği itiraf eden
bilim adamlarındandır:
Benim modelime göre, gözlemci, dört katmanlı biyolojik bedenin içindeki ruh. Bu yüzden, o makinedeki hayalet gibi.
Göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa ihtiyaç duymadan
duyabilen, beyne ihtiyaç duymadan düşünebilen, insanın "ruhudur".What
the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy
Chasse
İnsan Ruhu ve Yok Olan Materyalizm
Hayatınızı yaşamanızın yalnızca iki yolu vardır: Birincisi
sanki hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak. Diğeri ise, sanki her
şey mucizeymiş gibi yaşamak. Ben ikincisine inanıyorum.
Albert Einstein
Ruhun varlığı, materyalistlerin yüzyıllardır uğruna mücadele
ettikleri dinsizlik ilkesini bilimsel olarak ortadan kaldırmaktadır.
Ruhun varlığı, materyalizmi öldürmekte, Allah'ın mutlak varlığını
göstermektedir. Algılayanın, görenin, duyanın, idrak edenin, mutlu
olanın, bir çiçeğin kokusundan zevk alanın, müzik dinlerken
keyişenenin, bu bedenden bağımsız bir ruh olduğunu bilmek, tüm
insanların Allah'a karşı sorumluluklarını bilerek yaşamasını
gerektirecektir. Tüm canlıların; tesadüfen, birbirlerinden evrimleşerek
geliştiklerini ve nihayet insanın da şempanzelerle ortak bir ataya
sahip olduğunu iddia eden evrim teorisi, ruh gerçeğinin kabulü ile
yerle bir olacaktır. Dolayısıyla, materyalistlerin yüzyıllar boyunca
çeşitli propaganda, yayın ve beyin yıkama yöntemleriyle meydana
getirdikleri materyalist dünya düzeni ve görüşü, ruhun bilimsel kabulü
ile altüst olacaktır.
Materyalistlerin yüzyıllar boyunca çeşitli propaganda,
yayın ve beyin yıkama yöntemleriyle meydana getirdikleri materyalist
dünya düzeni ve görüşü, ruhun varlığı ve bilimsel kabulü ile altüst
olmuştur.
Materyalist
bilim adamları, insanı insan yapan vasfın, insanın ruhu olduğunu
bilirler. Ancak tüm bu sebeplerden dolayı, bilmediklerini iddia
ederler.
Fred Alan Wolf, bu gerçeği şu şekilde ifade eder:
Günümüzde, Allah, bilim, ve ruhun birbiriyle örtüşmesini
açıklamaya çalışan, en son yayımlanmış kitapların çoğunu
incelediğinizde şu gerçeği hemen göreceksiniz: Ruh; sahip olduğu en
temel özellikler (bunlar kutsallık ve ölümsüzlüktür) ve temel amacı
(bilincin var olması için gerekli olduğu) ihmal edilerek, maddesel bir
süreç olarak tanımlanmaya çalışılmakta veya ön plana çıkan kitap
adlarına rağmen hiçbir zaman tartışılmamaktadır.
Bilim adamlarının sözlerinden de anlaşıldığı gibi
bilimsellik, sadece maddecilik üzerine kurulmuş bir kavram haline
gelmiştir. Bilimsellik adına yapılan şey ise, salt ortaya çıkan gerçeği
kabul etmektense, bunun materyalizme uyarlanmış şeklini kabul
etmektir. Bu durumda, bugün karşı karşıya olduğumuz şey, oldukça büyük
bir çelişkidir. Çünkü bilim, insan bilinci ile ilgili olarak insanın
muhatap olduğu tüm maddesel dünyayı reddetmekte ama sözde bilimsellik
adına bu bilimsel gerçek göz ardı edilmektedir.
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu
deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu
gösterdik: (artık o) ya şükredici olur ya da nankör.
(İnsan Suresi, 2-3)
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard
arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde,
Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra
dirilttiği suda her canlıyı orada üretip yaymasında, rüzgarları
estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip
çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
(Bakara Suresi, 164)
Kaliforniya
Üniversitesi'nden parçacık fizikçisi Fred Alan Wolf, bir bilim adamı
olarak, bilimselliğin nasıl olması gerektiğini şu şekilde tarif
etmektedir:
Bilimin farklı aşamalarından çıkan ve beni asıl
endişelendiren kendi kibirim olmuştur. Benim bilimsel görüşüme uygun
olmayan başkalarının fikirlerini küçümserken ne kadar da kibirli
davranmışım. Dünyayı gezip yerli halklar ve insanlar ile tanışıp vakit
geçirince, kibirimin uygun olmadığını anladım. H.G. Wells'in
hikayesinde anlattığı adam gibi bilimsel açıdan kör olan bir ülkede tek
gözlü adam kral olabilir. Aslında asıl kör olan bendim. Bilgi donanımı
açısından yetersizdim. Bilimsel görüşlerime bağlı kaldıkça
göremiyordum. Ben her şeyi gördüğümü düşünüyordum, fakat aslında hiçbir
şeyi göremiyordum. Bu yüzden önceden gerçek zannettiğim şeyleri
bırakmak zorunda kaldım ve böylece bu insanların görebildiklerini ben
de gördüm. Sonunda bu yeni vizyona sahip olduğumda bilime bakış açım
tamamıyla değişti. Böylece bilimi sadece bir araç olarak görmeye
başladım; evrende tek önemli olan veya var olan şey olarak değil.
Bilim, insan olabilmenin ne anlama geldiğini daha derinlemesine
araştırmamıza yardımcı olacak bir araçtır. Fakat sanırım henüz bu
noktaya gelemedik. Sanırım henüz uyanmış değiliz. Şu an hala hepimiz
uyuyor ve sürekli içinde olduğumuz bataklıktan bizi kurtarması için
zihnimize mekanik olarak güvenip rüya görüyor, umut ediyor ve
istiyoruz. Ne zaman kalbimizi ve ruhumuzu beynimiz ile birlikte
kullanırsak, işte o zaman bilim yeni bir dünya düzenine uyum sağlamaya
başlayacak. Robert Lawrence Kuhn, Closer To Truth "Challenging
Current Belief”, McGraw-Hill, 2000, s. 58
Fred Alan Wolf'un burada vurguladığı gerçek, bilimin, evrende
hakim olan yaratılışı anlamak için yalnızca bir araç olduğu
gerçeğidir. Bu üstün yaratılış ise yalnızca Allah'a aittir. Her şeyin
sahibi tek gerçek Varlık Allah'tır. İnsan, beynini ve bilimi kullanarak
Allah'ın yarattıklarını görebilir, onları keşfedebilir, bunların
üzerindeki sanatı ve üstünlüğü kavrayabilir. Bilim, Allah'ın eserlerine
ulaşmak ve onlardaki detayları görebilmek için yalnızca bir araçtır.
Bu gerçeğin farkına varmış bir diğer yazar ise What is
Enlightenment? dergisinin editörlerinden Craig Hamilton'dır:
Yıllar geçtikçe dinden uzak bir anlayışla yetiştirilmiş
olmama rağmen, kendimi manevi bir arayışa adadım ve kısa süre içinde
bilimle ilgili ders kitaplarında tarif edilenin çok ötesinde derin bir
gerçekliği hissetmeye başladım. Anlam, amaç ve gizemle dolu bu dünya
ortaya çıktıkça, bilimin tüm gerçekliği açıklayabildiği iddiasını kabul
etmem giderek güçleşti.
Evrimci biyologların, çocuklarımızı amaçsız bir evrende
yaşadıklarına inandırmak için neo-Darwinizm'in henüz ispatlanmamış
dogmalarını kullandıklarını görüyorum ve bir kez daha bilim adına
duyduğum sempatiyi kaybediyorum. Craig Hamilton, What is
Enlightenment?, sayı 29, Haziran-Ağustos 2005, s. 64
Materyalist bilim adamlarının da bu gerçeği fark etmeleri
önemlidir. Çünkü "algılayan kim?" sorusunun tek bir cevabı vardır ve bu
cevap artık fiziksel bir anlam taşımamaktadır: Algılayan, Allah'ın
insana vermiş olduğu ruhtur. İnsanlar, bunu bilmedikleri veya
bilmiyormuş gibi davrandıkları sürece, bilinç ile ilgili yaptıkları
çalışmaların ve açıklamaların hiçbir önemi yoktur. Kuantum fiziğinin
vermiş olduğu delillerin gösterdiği gerçek açıkça göz ardı edilmiş
olacaktır. Açıktır ki, insanı insan yapan şey, materyalistlerin iddia
ettikleri her türlü maddesel kavramın ötesindedir. Buna maddesel bir
açıklama aramak, gerçeği tam anlamıyla görmezden gelmektir ve bir zaman
kaybıdır.
Beynimizdeki
görüntüyü izleyen ruhumuzdur. Beynimizdeki kokuları, tatları alan,
birisine dokunduğu zaman onu hisseden, karşımızdaki kişinin
konuşmasını dinleyen ruhumuzdur. Sayısız delille anlattığımız ve
günümüzde bilimsel olarak kanıtlanmış olan gerçek, algılayanın beyin
olmadığıdır. Ünlü felsefeci Bergson'un belirttiği gibi, "dünya
imgelerden yapılmıştır, bu imgeler ancak bizim bilincimizde vardır;
beynin kendisi ise bu imgelerden bir tanesidir". Şu durumda, izleyen,
sevinen, düşünen, şefkat duyan, yemeği lezzetli bulan, zevk alan,
yumuşaklığı hisseden, yalnızca ruhumuzdur. İnsanı insan yapan vasıf,
insanın kendi bedeninden bağımsız bir şeydir. Bir manzarayı
seyretmekten zevk alan, küçük bir serçeye şefkat duyan, bir yemeğin
lezzetinin farkına varan, güzel bir müzik dinlemekten keyif duyan, zor
kararlar alabilen, düşünüp doğruyu bulabilen, kendi benliğini
araştıran ve sonuçlara varan, insanın sahip olduğu ruhtur.
Kuantum fiziğinin kaşişerinden ünlü fizikçi Erwin
Schrödinger, yalnızca maddesel bedenin, algı dünyasının açıklaması
olamayacağını şu şekilde açıklamaktadır:
...Çocuğunuzun ona yeni bir oyuncak aldığınız zaman size
doğru gülümsemesindeki pırıltılı, sevinçli gözleri anımsayın ve sonra
bırakın doktor size bu gözlerden hiçbir şeyin yayılmadığını anlatsın.
Gerçekte, onların (gözlerin) nesnel olarak tek hissedilebilir işlevi,
sürekli çarpan ışık kuantumlarını kabul etmektir. Gerçekte! Acayip bir
gerçek! Onda (bu gerçekte) eksik bir şeyler varmış gibi görünüyor...
Erwin Schrödinger, Yaşam Nedir?, Bilim Dizisi 13, Evrim Yayınları,
1999, s. 154
Bilinç, bedenin herhangi bir yerinde saklı değildir.
İnsan, tüm materyalist kavramların dışında bir şeydir. İnsan
metafiziktir, sahip olduğu ruh ile insan vasfı kazanır. Bu ruh,
yalnızca Rabbimiz olan Yüce Allah'a aittir.
Acaba, insanın düşüncelerinin, muhakeme ve yargı
yeteneklerinin, karar alma mekanizmalarının, sevinç, heyecan, hayal
kırıklığı gibi duygularının beyindeki nöronların hareketlerinin bir
sonucu olduğunu düşünmek mantıklı mıdır? Şuursuz atomlar bir araya
gelerek sevinmeyi, üzülmeyi, lezzeti, dostluğu, sohbet zevkini
bilebilirler mi? Şuursuz atomlar bir araya gelerek, beyni inceleyen,
bunun üzerine yorumlar yapan, bilinç konusu üzerine kafa yoran ve bir
sonuç çıkarmaya çalışan bilim adamlarını meydana getirebilirler mi?
İnsanı insan yapan, ona dış dünyayı algılatan, yalnızca bedeninin
içinde dolaşan elektrik sinyalleri midir?
Bir şeye karar veren, bir şeyi özleyen, bir şeye sempati
duyan, bir şeyin güzelliğine hayran kalan beyindeki hangi nörondur?
Eğer bunların tümünü bilinç gerçekleştiriyorsa, bilinç beyindeki hangi
nörondadır? Yeri neresidir? Hangi kimyasal reaksiyon bilinci meydana
getirmektedir? Hangi kimyasal reaksiyon bir insanın elmayı sevmesine,
ıspanaktan hoşlanmamasına karar vermektedir? Eğer her şey beynin içinde
oluyorsa, bu durumda düşünen hangi nörondur? Karar veren hangisidir?
Kararlarından dolayı heyecan duyan nöron nerededir?
Materyalistlerin
tüm bunların cevabını vermeleri gerekmektedir. Eğer "her şeyin
kaynağı bilinç" sonucuna ulaştılarsa, bu durumda beynin içinde
bilincin yerini göstermelidirler. Eğer her şey maddesel dünyadan
ibaretse, bunu yapmaları gerekir. Eğer bunu yapamıyorlarsa, bu
demektir ki, insan bir nöron veya atom yığınından ibaret değildir.
Bilincin var olduğu yer, beynin gizli bir bölmesi değildir. Bilinç
bedenin herhangi bir yerinde de saklı değildir. İnsan, tüm materyalist
kavramların dışında bir şeydir. İnsan metafiziktir, sahip olduğu ruh
ile insan vasfı kazanır. Bu ruh, yalnızca Allah'a aittir.
Freud'un çalışma arkadaşlarından ünlü İsviçreli psikiyatrist
Carl Jung, konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
... Bilimin tamamı, tüm bilginin içinde kök saldığı ruhun bir
fonksiyonudur. Ruh, bütün evrensel mucizelerin en büyüğüdür, bir
nesne olarak o dünyanın conditio sine qua non'udur (olmazsa olmaz
koşul – zaruri şart). Batı dünyasının (çok nadir istisnaları dışında)
bu varlığı bu denli az değerlendiriyor gibi görünmesi son derece
şaşırtıcıdır. Erwin Schrödinger, Yaşam Nedir?, Bilim Dizisi 13, Evrim
Yayınları, 1999, s. 150
İnsan, Allah'ın Ruhu'na sahip bir varlıktır. ve sonsuz
olan bu ruhtur. İnsan, ölümü ile birlikte bedenini dünyada bırakacak
ama ruhu sonsuz varlığını ahirette sürdürecektir.
İnsan, sahip olduğu ruh ile onur, sevgi,
saygı, dostluk, vefa, dürüstlük gibi kavramlara sahip olan, fikir
yürütebilen, fikirlere karşı çıkabilen bir varlıktır. Nasıl
parmağımızın ucundaki tek bir hücre düşünüp karar verme, üzülüp
sevinebilme gibi yeteneklere sahip olamazsa, beyindeki benzer yapıya
sahip nöronların da bu metafizik vasışara sahip olma imkanları yoktur.
Bu, insanların tümünün rahatlıkla görebileceği, bilimsel delillere
ihtiyaç duymadan kolaylıkla kavrayabileceği bir gerçektir. Nitekim,
materyalistler de bu gerçeğin farkındadırlar. Ancak materyalist ön
yargıları, bilimselliği yalnızca maddesel varlıklardan ibaret sanma
yanılgısı, onları gerçekleri çarpıtma yoluna itmektedir. Oysa
materyalizmi savunmak adına kabul ettikleri şeyler, ciddi bir mantık
çöküntüsünün göstergesi olmaktadır. "Düşüncelerimiz atomlarımızın
ürünüdür" diyen bir insanın, rüyalarını gerçek zanneden veya akıl almaz
masallar uydurup sonra bunlara inanan bir insandan hiçbir farkı
yoktur. Ancak materyalistler, her nedense, Allah'ın varlığını kabul
etmek yerine, bu küçük düşürücü duruma düşmeyi göze almaktadırlar.
Gerçek olan şudur: İnsan, Allah'ın kendisine verdiği ruh ile
algılayan, bu ruh ile düşünen, bu ruh ile konuşan, sevinen, mutlu
olan, kararlar alan, ülkeler yöneten, topluluklara hükmeden bir
varlıktır. İnsan, Allah'ın ruhuna sahip bir varlıktır ve sonsuz olan
bu ruhtur. Beden, bu dünya için yalnızca bir araçtır. İnsan, ölümü ile
birlikte bedenini dünyada bırakacak ama ruhu varlığını sürdürecektir.
Bu defa yaşamını sürdürdüğü yer, ya sonsuz cennet ya da sonsuz
cehennem olacaktır.
Dereceleri yükselten Arş'ın sahibi (Allah), 'toplanma ve
buluşma' günü ile uyarıp-korkutmak için, Kendi emrinden olan ruhu
kullarından dilediğine indirir. O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan
hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar "Bugün mülk
kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır." Bugün her bir nefis,
kendi kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah,
hesabı seri görendir. (Mümin Suresi, 15-17)
Tek Mutlak Varlık, Rabbimiz olan Yüce Allah'tır
Tarih
boyunca materyalistler, Yüce Rabbimiz'in her şeyin Yaratıcısı ve
hakimi olduğu gerçeğini inkar edebilmek için, "maddenin mutlak olduğu"
kandırmacasına büyük bir hırsla sarılmışlardır. Maddenin aslına dair
açıklamalar işte bu yüzden son derece önemlidir. Çünkü bu bilgiler,
yüzyıllardır sürdürülmeye çalışılan bu aldatmacanın geçersizliğini
ispat etmektedir. Maddenin yalnızca bir kopyasıyla muhatap
olabildiğimizi anlamak, insanın yalnızca etten kemikten oluşan bir
madde yığını değil, ruh ve bilinç sahibi bir varlık olduğunu da
kavramamızı sağlar. İnsandaki bu ruh ve bilinci yaratan ise Yüce
Rabbimiz'dir ve insan, Allah'a ait bir kuldur. Dolayısıyla, yerlere ve
göklere hakim olan tek Varlık, yalnızca Yüce Rabbimiz'dir.
Bu ise, Allah'ın kudreti, hakimiyeti ve sanatındaki
mükemmelliğe karşı büyük hayranlık uyandıracak bir gerçektir. Allah;
adeta kusursuz ve sayısız detaya sahip devasa evreni, hem dışarıda
maddesel olarak var etmekte hem de bunu her insanın beyninde ayrı ayrı
ve yalnızca bir hayal olacak şekilde yaratmaktadır. Her insanın
beynindeki bu hayal içerisinde, evrendeki tüm ayrıntılar kesintisiz ve
eksiksiz olarak sürekli var edilmektedir. Allah'ın bu yaratışı o kadar
kusursuz ve mükemmeldir ki, hayalden ibaret olduğu çok açık olduğu
halde, en küçük detaylara kadar her şey son derece gerçek ve inandırıcı
görünmektedir. Rabbimiz'in bu yaratışında hiçbir eksiklik ya da kusur
yoktur. Aklını kullanmayan insanlar bu kusursuzluğa aldanmakta,
maddenin gerçeği ile muhatap olduklarını sanmakta ve gördükleri
görüntünün hayal olabileceğinden bir an bile şüphe etmemektedirler.
Tüm bunları izleyen ise ruhumuzdur. Yeryüzündeki milyonlarca
insan, her an kendisine gösterilmekte olan görüntüyü izlemektedir. Bu
görüntülerle sevinç duymakta, düşünmekte, kararlar almaktadır. İnsanın
tüm bunları yapabilmesi ancak ruhu sayesindedir. Bu ruh ise,
Rabbimiz'in Kendi ruhundan üşediği bir parçadır. Bu da, tek mutlak
Varlık'ın, bu ruhun gerçek sahibi olan Yüce Rabbimiz olduğunu açıkça
göstermektedir. Allah'ın varlığı, kudreti ve gücü her şeyi ve her yeri
kuşatmıştır. Algıladığımız madde sanılan tüm varlıklar, gerçekte
Rabbimiz'in yarattığı bir görüntüdür. Bu görüntüyü seyreden de,
Allah'ın Kendi ruhundan yarattığı varlıklardır.
Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu
uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur.
İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O,
önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının
dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun
kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması
O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
İnsan, Rabbimiz'in yaratışındaki bu harikalığı ve algıladığı dünyanın
aslını görüp kavrayabilmek için Allah'a dua etmelidir. Çünkü tüm
bunları yaratan Allah'tır ve dilediği anda bunları insana kavratacak
olan da ancak O'dur. Bu gerçeğin farkına varmış olan bilim adamlarından
Peter Russell bu gerçeği şöyle dile getirmektedir:
Sanırım benim gerçekliğim, tek gerçeklik. Ancak bazen,
etrafımdakileri görmenin başka yolları da olduğunu anlıyorum. Ama bunun
ne olduğunu bilmiyorum. Kendi kendime bunu anlayamıyorum; yardıma
ihtiyacım var. Ama yardım için nereye gidebilirim? Diğer insanlar da
benimle aynı düşünce sistemine yakalanmışlar. Benim yardım için
gideceğim yer bunlardan çok daha derindir, materyalist anlayışın
ötesinde bir bilinç düzeyidir – Allah'ın Kendisi'dir. Yardımı Allah'tan
istemeliyim. Bunun için dua etmeliyim." Peter Russell, From Science
to God "A physicist's Journey into the Mystery of Consciousness", New
World Library, 2002, s. 96
Maddenin
gerçeğini kavrayan insan, Allah'tan başka güç sahibi bir varlık
olmadığını da kesin olarak kavramış olur. Bu kavrayış da, insanın
kendisine yalnızca Allah'ı İlah edinip, samimiyetle Rabbimiz'e
yönelmesine neden olur. Çünkü ruhun varlığını anlamak, insanın Allah'a
kul olmasını engelleyen tüm materyalist iddiaları geçersiz kılar.
Kişi, Allah'tan başka İlah edinebileceği başka hiçbir varlık
olmadığını açık bir gerçek olarak görecektir.
Dolayısıyla
da dünya hayatına dair kendisine sunulan materyalist açıklamalara
inanmayacaktır. Bu kavrayış ile birlikte, dünyaya olan tutkulu
bağlılık, maddi çıkara dayalı hırslar, büyüklenme isteği ve menfaat
beklentileri son bulacaktır. Her şeyin hayal olduğu bir dünyada
kibirlenmenin, hırs yapmanın, övünmenin, maddi üstünlük elde etmenin
hiçbir anlamı olmadığını anlayacaktır. Kişinin tek hedefi Allah'ı razı
etmek ve asıl sonsuz hayatını yaşayacağı ahirette cenneti kazanmak
için çaba harcamak olacaktır.
Allah'ın Yüce varlığı her yeri ve her şeyi kuşatmıştır.
İnsanın dünya hayatında muhatap olduğu küçük büyük her türlü detay,
Rabbimiz'in aklının, sanatının, kudretinin varlığının birer delilidir.
Ancak materyalist felsefenin etkisinde kalarak maddeyi tek mutlak
varlık zanneden insanlar, tüm bu mükemmelliği atfedebilecekleri yine
maddesel olan bir varlık ararlar. Bu da yine, bir hayal içerisinde
yaşadıklarını kavrayamamalarından kaynaklanır. Her şeyi sarıp kuşatan,
zamandan ve mekandan münezzeh ve Yüce olan yegane Varlık, ancak
Rabbimiz'dir. Allah bir ayette bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder... (En'am Suresi, 103)
Allah, bizim içimizi, dışımızı, bakışlarımızı,
düşüncelerimizi ve tüm varlığımızı kuşatmıştır. Allah'ın bilgisi
dışında hiçbir şey yapamayız, hiçbir söz söyleyemeyiz, nefes dahi
alamayız. Maddenin bizim için bir hayalden ibaret olduğu gerçeği ve
ruhun varlığı, bu açık gerçeği kesin olarak göstermektedir. Tek mutlak
Varlık olan Yüce Rabbimiz, insan için bir hayal olarak yarattığı
dünyayı ve ruhundan üşediği insanı, kuşkusuz ki her yönüyle bilmektedir.
Bu, Allah için çok kolaydır. "Dış dünya" olarak düşündüğümüz algıları
izlerken, yani yaşarken, bize en yakın olan, etraftaki hayali
nesneler ve insanlar değil, Rabbimiz'dir. Allah bir ayetinde şöyle
buyurur:
"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne
vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha
yakınız." (Kaf Suresi, 16)
Bir insan, eğer maddenin aslı ile muhatap olduğuna inanır,
kendi bedeninin de maddeden oluştuğunu zannederse, büyük bir yanılgının
içine düşer ve bu büyük gerçeği fark edemez. Allah'ın, gökte veya
kendisinden uzakta olduğunu zanneder (Allah'ı tenzih ederiz), Allah'ın
ona kendi bedeninden bile daha yakın olduğunun farkına varmaz. Oysa,
dışarıda var olan maddeye asla ulaşamayacağını, her şeyin zihninde
yaşadığı kopyalar olduğunu kavradığında, artık içerisi, dışarısı,
arabası, kendisinden uzakta zannettiği Güneş, yıldızlar, tek bir
satıhtadır. Allah, kendisini çepeçevre kuşatmıştır ve kendisine sonsuz
yakındır. Allah bu gerçeği, "Kullarım Beni sana soracak olursa,
muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım..." (Bakara Suresi, 186) ayeti ile
haber vermiştir.
İnsanın bu gerçeği bilerek yaşaması çok önemlidir. Bunun farkında
olmayan insan, yalnızca imtihan olmak için gönderildiği geçici dünya
hayatını asıl hayat zanneder, tüm hırslarını, beklentilerini ve
zevklerini bu dünyada yaşaması gerektiğini düşünür. Maddenin aslına
ulaşabildiğine dair kesin inancı, onu Allah inancından uzaklaştırabilir
ve ölüp ahirette Allah'ın huzuruna çıkarılacağı gerçeğini
unutturabilir. Dünyayı mutlak zannedip bu hayali metaları kazanmak
adına, ahirette büyük bir hüsran ile karşılaşabilir. Allah Kuran'da, bu
gerçekle ilgili olarak insanları şöyle uyarmıştır:
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana
derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi
sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)
Allah'ın Ruhunu Taşıdığını Bilen Bir İnsan Nasıl Yaşar?
Dış dünya bizim için yalnızca bir hayal olarak yaratılır ve
biz de tüm bunları Allah'a ait olan ruhumuz ile izleriz. Bu gerçeğin
şuuruna varan her insan, yaratılmış tüm varlıkların Allah'a ait
olduğunu kavrar ve Rabbimiz'in bu üstün yaratışının hikmetlerini
anlamaya çalışır. Dünya hayatının, kendisine gösterilen görüntüler
doğrultusunda yaşadığı bir imtihandan ibaret olduğunun; asıl hayatın
ise sonsuz ahirette yaşanacağının farkına varır. Dünya hayatının geçici
bir hayalden ibaret olduğunu anlayınca, maddi hiçbir varlığı
olmadığını anladığı dünyaya ve dünya metaına karşı olan bağlılığından
da vazgeçer. Asıl sevgisini, bağlılığını, her şeyin tek ve gerçek
sahibi, Varlığı her şeyi kuşatmış olan, sonsuz kudret sahibi
Rabbimiz'e yöneltir. Hırs ve tutkuyla, hayalden ibaret olan bir
dünyayı elde etmeye çalışmanın mantıksızlığını anlar. Asıl olarak,
varlığın ve sonsuzluğun gerçek hakimi olan Rabbimiz'in rızasını
kazanmaya çalışır. Allah'ın sevgisinin, hoşnutluğunun, rızasının ve
cennetinin, hayal olarak yaratılan dünyadaki hiçbir şeyle
değişilemeyecek kadar kıymetli olduğunu anlar.
Dünya hayatında yaşadıklarımız sadece Allah'ın bizim
için yarattığı imtihanın bir parçasıdır. Bizim sorumluluğumuz ise,
bunlar karşısında Allah'ın en razı olacağı umulan ahlakı
gösterebilmektir.
Bu
gerçeği kavramasıyla birlikte, hiçbir değeri olmayan geçici dünya
hayatı için hırslara kapılıp üzülmek, menfaat elde etmek için
çabalamak, bunun için zalimliğe, gaddarlığa ve acımasızlığa yönelmek
yerine, nimetlerin sonsuz olanının dilediği an insana sunulduğu cennet
hayatını kazanmayı hedeşer. Kendisine verilen kısa ömür sürecini, en
güzel ahlakı göstererek, en güzel davranışlarda bulunarak geçirmeye
çalışır. Her şeyin aslına ve en güzeline ahirette kavuşacağını umut
eder ve bu sonsuz hayatta pişman olmamak için gücünün yettiği en fazla
çabayı harcar. Rabbimiz'in kudretini gereği gibi takdir edebildikçe,
Allah'ın cennetteki sonsuz nimet gibi, cehennemde de sonsuz bir azap
yarattığını anlar.
Tüm dünyasının gölge varlıklardan oluştuğunu ve mutlak var
olanın yalnızca Yüce Rabbimiz olduğunu anlayan bir kişi için, dünyanın
geçici hırsları değerini kaybeder. En korkutucu, en üzücü olduğunu
sandığı olaylara karşı olan tüm bakış açısı değişir. Çünkü her şey,
Rabbimiz'in kontrolünde, Allah'ın dilemesiyle yaratılan hayali
varlıklardan ve hayali olaylardan oluşmaktadır. Rüyadan uyandığımızda,
rüyamızdaki üzüntüler, sıkıntılar ve zorluklar nasıl tüm önemini
kaybederse, bu gölge dünyada var olan olaylar, üzüntüler ve sıkıntılar
da aynı şekilde önemsizdir. Dünya hayatında yaşadıklarımız sadece
Allah'ın bizim için yarattığı imtihanın bir parçasıdır ve bizim
sorumluluğumuz da bunlar karşısında Allah'ın en razı olacağı ahlakı
gösterebilmektir. Bu imtihan içerisinde yaratılan hayali görüntüler,
ahirette varlıklarını ve önemlerini tam anlamıyla yitireceklerdir.
Geriye kalan sadece bunlara karşı gösterilen davranışlar, Allah rızası
için yapılan salih ameller olacaktır. İnsan, bu gerçeği şimdi kavrasa
da kavramasa da, ahiret hayatının başlamasıyla birlikte, dünyadaki her
şeyin hayalden ibaret olduğunu, asıl gerçeğin ise Rabbimiz ve O'nun
yarattığı ahiret olduğunu anlayacaktır. Bir ayette bu durum şöyle
bildirilir:
Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden)
tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur.
Bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)
İnsan, nasıl bir televizyon ekranına bakarken, oradaki karakterlerin
tamamının hayali olduğunun farkında ise; onların yaptıklarına
kızmıyor, başlarına gelenlere üzülmüyorsa, dünya hayatında da bu
yanılgıya düşmemesi gerekir. Çünkü dünya hayatı, tıpkı televizyon
ekranından seyrettiğimiz bir film gibi sürekli olarak bize
izlettirilmekte olan görüntülerden oluşmaktadır. Rüyasında karşısındaki
kişiye kızıp bağıran veya başına gelen olaylara üzülen bir insan,
nasıl kalktığında boşa üzülüp kızdığını anlarsa, dünya hayatı için de
aynı şeyler geçerlidir. İnsan, maddenin aslı ile hiçbir zaman muhatap
olmadığını ister dünyada anlasın ister ahirette, yaşadığı endişelerin
son derece anlamsız ve boş olduğunu eninde sonunda fark edecektir. Bu
görüntüler, yalnızca birer deneme olarak yaratılmaktadır. Asıl olan
bunların bir hayal olduğunun farkına varıp, Allah'ın rızasına uygun
davranmak ve bu amaç için yaşamaktır.
Allah, insan için görüntüden ibaret olan bu dünyayı yalnızca
bir deneme olarak yaratmış olduğunu ayetlerinde şu şekilde haber
verir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve
gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu
şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının
metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran
Suresi, 14)
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, 'tutkulu bir
oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme, mal ve çocuklarda bir
'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin
ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki
sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise
şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza)
vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.
(Hadid Suresi, 20)
Dünya hayatını asıl hayat zannedenlerin durumunu ise Allah Kuran'da şöyle haber verir:
İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki
seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir
şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam
olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
İnsanlar, dünya hayatında sahip olduklarını sandıkları şeylerin
gerçekte bir hayal olduğunu kavradıklarında, boşa üzülüp
hırslandıklarını, boşa vakit geçirip oyalandıklarını, maddi istek ve
hırslarına boşa önem verdiklerini anlayacaklardır. Büyüklük
tasladıkları insanların bir anda hayal varlıklar olduklarını görecek ve
kibirlerinin yersiz olduğunu fark edeceklerdir. Her şeyi yaratan
Allah'a karşı boyun eğici olmaları gerektiğini kavrayacak, daha huzurlu
ve güzel bir hayat yaşayacaklardır. Kendilerini insanlara
kanıtlamaları, onların gözünde nasıl göründüklerini sınamaları
gerekmeyecek, insanlara karşı kin, nefret, kıskançlık gibi olumsuz
duyguları yaşamayacaklardır. Her şeyin hayalden ibaret olduğunu bilen
insanlar, hayali varlıklarla rekabet içinde olmayacak, birbirlerine bu
yüzden kin ve düşmanlık beslemeyeceklerdir. Herkesin kendini sadece
Allah'a teslim ettiği bir ortamda, tevazu, teslimiyet, şefkat, sevgi ve
samimiyet hakim olacaktır.
İnsan, tüm bu gerçekleri bu dünyada kabul etmek istemese de, ölüm ile
karşılaştığında ve ölümünün ardından ahirette tekrar diriltildiğinde,
her şeyi çok net olarak görmüş olacaktır. O gün, ayette belirtildiği
gibi insanın "görüş gücü keskinleşecek" (Kaf Suresi, 22) ve insan her
şeyi çok daha açık fark edecektir. Eğer dünyadaki yaşamını hayali
amaçlar peşinde koşarak harcamışsa, orada hiç yaşamamış olmayı
dileyecektir. Kuran'da bildirildiği gibi, "Keşke o (ölüm her şeyi)
kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim
yok olup gitti" (Hakka Suresi, 27-29) diyerek pişman olacaktır.
Tek
mutlak varlığın Rabbimiz olduğu gerçeğini dünyada fark edenler, bu
gerçekle birlikte, ahirette büyük pişmanlığı yaşamaktan da kurtulmuş
olurlar. Dünya hayatında kendilerine verilen süreyi Allah'ı razı
edebilmek, Rabbimiz'in dilediği şekilde yaşayıp O'nun emirlerini
uygulamak için kullanırlar. Dünyaya değer vermenin anlamsızlığını;
rahatlık, huzur ve mutluluk getirecek olanın, dünya hırslarına
kapılmadan, yalnızca Allah için yaşamak olduğunu anlarlar. Bu, büyük
bir nimet ve büyük bir kolaylıktır. İnsanı yıpratan yalancı hırslar,
yalancı beklentiler, var olduğunu sanarak ilah edindikleri putlar
(Allah'ı tenzih ederiz) tamamen ortadan kalkar. Her şeyi ve her yeri
sarip kuşatanın bir ve tek olan Rabbimiz olduğunu kavrarlar. Allah'a
teslim olarak, en büyük güveni ve rahatlığı kazanmış olurlar. Bir
ayette, dünyaya dair sahte ilahlar edinen insanlar ile yalnızca
Allah'ı İlah edinen kişi arasındaki fark şöyle haber verilmiştir:
Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi
hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan
(köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu
ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu
bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)
Allah'a inanan bir insan için, maddenin aslına dair gerçeği
bilmek ve bunu derinlemesine düşünmek çok önemlidir. Çünkü Allah'ın her
şeyi ve her yeri kapladığını bilen bir insan, Allah'a karşı hayatının
her anında samimi davranır. Her an ölümle karşılaşabileceğini, bu
dünyanın sona ereceğini ve gerçek ahiret hayatı ile karşılaşacağını
aklından çıkarmaz. Bunu bilmek ve buna göre davranmak, insana sonsuz
güzellikleri ve nimetleri getirecek olan büyük bir kazançtır.
Maddenin Gerçeği ve Yok Olan Materyalizm
Bir materyalist için, maddesel dünya ile hiçbir zaman muhatap
olmadığımız gerçeğini anlamak büyük bir yıkımdır. Bir materyalist
için, Allah'ın verdiği bir ruh ile yaratılmış olmamız ve bize ait tüm
maddesel dünyanın bu ruha gösterilen görüntülerden ibaret olması,
-kendi çarpık materyalist bakış açısına göre- korku ve dehşet
uyandırıcıdır. Çünkü bir materyalist için madde sözde bir ilahtır
(Allah'ı tenzih ederiz). Materyalistler oluşturdukları sahte
"maddecilik" dininde maddeye tapar (Allah'ı tenzih ederiz), yeryüzünde
amaçsızlık, bilinçsizlik ve tesadüflerin var olduğuna inanırlar.
"Yaratıldıkları" gerçeğine karşı çıkabilmek için, bir başlangıç ve bir
son olduğunu reddederler. Açıklanamaz bir şekilde evrenin ezeli ve
ebedi olduğu yanılgısını savunurlar.
Bir
insanın da, bir kuşun da, bir solucanın da hareketlerinin kaynağının
şuursuz süreçler olduğu aldatmacasını öne sürerler ve bunların her
birinin materyalist dünyanın birer ürünü olduğunu iddia ederler.
Materyalizmin bu çarpık anlayışına göre, insanın iç dünyasında
algılayan, düşünen, karar veren bir varlık yoktur. Sözde her şey,
insanı meydana getiren "maddelerin" yani şuursuz hücrelerin,
organellerin ve atomların sonucudur. Kısacası materyalizmin sahte
dünyasında, madde dışında bir varlığa yer yoktur. Materyalizmin bu
mantığının en önemli sebebi ise, Allah inancına karşı çıkabilmek,
Allah'a ve ahirete iman etmekten kaçmaya çalışmaktır.
Materyalistlerin, Allah'ın varlığına iman etmemek için
kendilerince öne sürdükleri en büyük dayanak ve delil, maddenin
varlığıdır. Oysa bu sitede anlatılmakta olanlar, bilimsel olarak
kanıtlanmış bir gerçeği, yani dışarıda var olan maddenin bizim için
yalnızca bir kopya olarak var olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Tüm bu
bilgilerle, materyalizmin elindeki en büyük delil ortadan kalkmakta
ve açıkça yok olmaktadır.
Maddenin aslı gerçeği, işte bu nedenle materyalistleri son derece rahatsız etmektedir.
Maddenin
aslı konusu, geçmişte belli birkaç düşünürün ve bilim adamının görüp
fark ettiği ve dile getirdiği bir kavram iken, bugün artık dünya
tarihinde ilk defa bu kadar kesin ve karşı konulamaz bir gerçek olarak
açıklanmaktadır. Büyük ve kesinleşmiş bilimsel bulgularla gündeme
getirilen bu konu, bilimin gözardı edeceği, materyalist bilim
adamlarının da inkar edebilecekleri gibi değildir. Kuantum fiziğinin
ortaya koyduğu gerçekler ışığında materyalistlerin tek güvencesi olan
madde, Allah'ın insan için yarattığı algı dünyasında bir hayale
dönüşmüştür. Tüm dünyayı ve tüm varlığımızı kaplayan en somut olduğu
sanılan şey, bir anda soyut bir kavram haline gelmiştir.
Materyalistlerin, Allah inancına karşı en güçlü şekilde
kullanabileceklerini sandıkları büyük delil, tüm bu bilimsel bilgiler
ışığında aniden ortadan yok olmuştur. Yok olan yalnızca atomlar,
moleküller değildir. Evler, arabalar, dev gemiler, gökler, dağlar,
gezegenler, uzay ve nihayet insanın kendi bedeni, tümüyle hayal haline
dönüşmüştür.
Materyalistlerin kendilerine put ve ilah edindikleri (Allah'ı tenzih ederiz) madde iddiası artık son bulmuştur.
Artık materyalizmin tutunabileceği hiçbir delil yoktur.
Materyalistlerin, kendilerince Allah'a karşı mücadele ederken güç bulup
güvendikleri maddenin varlığı, artık açıklanamaz durumdadır.
Bu, Allah'ın inkarcılara kurduğu muhteşem bir tuzaktır.
Allah'a karşı mücadele edebileceklerini sanmışlardır, bu gerçekle birlikte,
çok güvendikleri ve sarsılmaz gördükleri sahte putlarının insan için
bir hayale dönüştüğünü anlamışlardır. Çok güçlü sandıkları maddecilik
iddialarının en temel dayanağını kaybetmişlerdir. Allah'ın sonsuz gücü
ve kudreti açıkça karşılarındadır. Kuşkusuz ki, onların kurdukları
tüm tuzaklar, yok olup gitmeye ve çöküşe uğramaya mahkumdur.
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna
karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.
(Al-i İmran Suresi, 54)
Allah'ın muhteşem düzeni ile tüm varlıklarını yitiren
materyalistler, dünya hayatında inkar ettikleri ahiret gerçeği ile
er-geç buluşacak ve tüm diğer insanlar gibi Rabbimiz'in huzurunda hesap
vereceklerdir. Dünyada sözde maddeyi ilah edinenler (Allah'ı tenzih
ederiz), ahirette bir rüyadan uyandıklarını anlayacak, dünyada bir
hayal uğruna mücadele vermiş olduklarını kavrayacaklardır. Ancak
ahiretteki pişmanlık, geri dönüşü olmayan bir pişmanlıktır.
Allah Kuran'da şöyle buyurur:
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
"Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,"
"Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
"Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı."
"Artık bizim için ne bir şefaatçi var,"
"Ne de candan-yakın bir dost."
"Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik."
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 96-103)
Dünyada bulunduğu süre boyunca, insanın doğruyu görmeye ve
Allah'a yönelmeye hala fırsatı vardır. Yaşam boyunca materyalizme
inanmış olmak, yaşamın sonuna kadar aynı yanılgıyı sürdürmeyi
gerektirmez. Ölmüş ve toprağa gömülmüş bir felsefe için mücadele etmek,
insanın yegane fırsatı olan dünya hayatını buna harcaması, akıllı ve
vicdanlı bir insanın yapabileceği bir şey değildir. Önemli olan,
gerçeği gördükten sonra buna direnmemek, ölümle birlikte zaten apaçık
anlaşılacak olan bu gerçeği geç olmadan anlamaktır.