Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
"Yakınlarda Bizanslı bilge imparator İkinci Mihail Paleologos'un diyalogunun Prof. Theodore Khoury (Muenster) tarafından yayımlanan bölümlerini okuduğum esnada, Tanrı'nın doğasına ilişkin akıl ile düşünürken, zihnime gelenler şunlar oldu:
Bu, muhtemelen bir kış mevsiminde 1391'de Ankara yakınlarında eğitimli bir Farisi ile Hristiyanlık, İslam ve ikisinin geçerliliği hakkında yapılmış bir diyalogdur. Bu diyalog, bilahare 1394-1402 arasında, Konstantipoli kuşatması sırasında, muhtemelen bizzat imparator tarafından kaleme alınmış olmalı. Kendi açıklamalarının Farisi muhatabınınkilere oranla çok ayrıntılı olması da bundan kaynaklansa gerek. Diyalog, Kitab-ı Mukaddes ve Kur'an'da mevcut dinin yapıları üzerinde odaklanıyor. Özellikle Tanrı imajı üzerinde duruluyor.
Doğal olarak, üç şeriat ya da üç hayat düzeni diye de adlandırılan Eski Ahit, Yeni Ahit ve Kur'an arasındaki ilişkilere de değiniliyor. Bu derste benim bahsetmek istediğim konuya gelince... Ben, din ve akıl çerçevesinde, diyalogun bütünü içerisinde oldukça marjinal bir yer işgal eden tek bir konuya değineceğim. Zira bu beni çok etkiledi ve de bunu konuya ilişkin düşüncelerim için bir kalkış noktası olarak kullanacağım. Prof. Khoury'nin yayımladığı diyalogun yedinci bölümünde imparator, cihat, kutsal savaş konusuna değiniyor. İmparator, (Kur'an'daki) 2. suretin 256. ayetinde, 'Din konusunda zorlama yoktur' denildiğinden elbetteki haberdardı.
Uzmanlar, bunun başlangıç dönemindeki surelerden biri olduğunu söylüyorlar. O dönemde Muhammed, güçsüzdü ve de tehdit altındaydı. Ama imparator, doğal olarak, kutsal savaş konusunda müteakip dönemlerde gelişmiş ve Kur'an'da belirlenmiş diğer düzenlemelerden de haberdardı. İmparator, ayrıntılara dalmaksızın, bir Kitap sahibi olanlar ile 'inançsızlar' arasındaki davranış farkını izah etmek için, bizi hayrete düşüren sert bir üslupla muhatabına, genel anlamıyla din ve şiddet ilişkisi bağlamında basit bir temel soru yöneltiyor: (Hadi bana Muhammed'in yeni olarak ne getirdiğini göster! Bu konuda, kendisinin vaaz ettiği dini kılıç ile yayma emri türünden kötü ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın).
İmparator, böylesine ağır bir ifade kullanmasının ardından, dini şiddet aracılığıyla yaymanın neden akıl dışı olduğunu ayrıntılı biçimde izah ediyor. Şiddet, Tanrının doğasına ve ruhun doğasına zıttır. İmparator diyor ki, (Tanrı kandan hoşlanmaz. Akla göre davranmamak, Tanrının doğasına zıttır. Din, bedenin değil, ruhun ürünüdür. Dolayısıyla birini dine çekmek isteyen kişinin, şiddet veya tehdide değil, iyi konuşmaya ve doğru bir şekilde akıl yürütmeye ihtiyacı vardır. Makul bir insanı ikna edebilmek için, ne kola ihtiyaç vardır, ne vurabilecek bir şeye, ne de bir insanı ölümle tehdit etmeye yarayacak başka bir araca!).
Bu diyalogda, şiddet aracılığıyla dine çekmeye muhalefet bağlamında en önemli husus şudur: Akla göre hareket etmemek, Tanrının doğasına zıttır. Yayıncı Theodore Khoury, yorumunda diyor ki: Grek felsefesi içinde yetişmiş imparator için bu son derece net bir konudur. Ama Müslümanlık öğretisinde ise Tanrı mutlak anlamda aşkındır. Onun iradesi bizim kategorilerimizden tümüyle bağımsızdır. Buna akıllılık, makuliyet de dahildir. Khoury, bu bağlamda ünlü Fransız İslambilimci R. Arnaldez'in bir eserine de bir atıfta bulunuyor. Buna göre İbn-i Hazm, işi, Tanrıyı kendi kelamından bağımsız olmaya kadar götürerek, O'nun bize hakikati açıklamak gibi bir zorunluluğu dahi olmadığını belirtiyor. Eğer o irade buyurmuş olsaydı, insan putperestliğe de tabii olmak zorundaydı diyor".
"Yakınlarda Bizanslı bilge imparator İkinci Mihail Paleologos'un diyalogunun Prof. Theodore Khoury (Muenster) tarafından yayımlanan bölümlerini okuduğum esnada, Tanrı'nın doğasına ilişkin akıl ile düşünürken, zihnime gelenler şunlar oldu:
(................)
Prof. Khoury'nin yayımladığı diyalogun yedinci bölümünde imparator, cihat, kutsal savaş konusuna değiniyor. İmparator, (Kur'an'daki) 2. suretin 256. ayetinde, 'Din konusunda zorlama yoktur' denildiğinden elbetteki haberdardı.
Uzmanlar, bunun başlangıç dönemindeki surelerden biri olduğunu söylüyorlar. O dönemde Muhammed, güçsüzdü ve de tehdit altındaydı. Ama imparator, doğal olarak, kutsal savaş konusunda müteakip dönemlerde gelişmiş ve Kur'an'da belirlenmiş diğer düzenlemelerden de haberdardı. İmparator, ayrıntılara dalmaksızın, bir Kitap sahibi olanlar ile 'inançsızlar' arasındaki davranış farkını izah etmek için, bizi hayrete düşüren sert bir üslupla muhatabına, genel anlamıyla din ve şiddet ilişkisi bağlamında basit bir temel soru yöneltiyor: (Hadi bana Muhammed'in yeni olarak ne getirdiğini göster! Bu konuda, kendisinin vaaz ettiği dini kılıç ile yayma emri türünden kötü ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın).
Merhaba,
Papa'nın İslâm Dini ve Peygamberimiz lehinde düşünceler taşımasını elbette beklemiyoruz. Ancak, konumlarına baktığımızda bu kadar basitleşebileceklerini de tahmin etmiyorduk.
Bu müflis konuşma sâyesinde hem kendilerinin hem de Bizanzlı 2. Mihael Paleogolos'un ne kadar "bilge" (!) oldukları konusunda aydınlandık...
Cenâbı Allah, böyle bilgelerin (!) şerrinden bütün insanlığı korusun!
Papa’nın İslâm ve Efendimiz hakkında yakışıksız lâflar sarf etmesi, aktüel çerçevesinden ayrılarak değerlendirildiği takdirde sofu bir Hıristiyan’ın hezeyanından ibaret, alelâde ve hatta bayat bir retorik olarak değerlendirilebilir.
Ama Benediktus Katolik dünyasının ruhani lideri; Vatikan Devleti’nin reisi; sıfatları onu ciddiye almamızı gerektiriyor.
Yıllarca Vatikan’ın ruhânî hiyerarşisinde dirsek çürütmüş bir kişinin evvelemirde “inançlara teallûk eden” şeylerin tartışılmaması gerektiğini bilmesi gerekirdi. Nitekim bizden birileri de hemen akabinde, “siz de şu akıllara ziyan Teslis inancını izah ediniz bakalım” diye güyâ karşı atağa geçtiler.
İki yanlış bir doğru etmez. Dinlerin mahiyetini tartışmak, polemik mevzuu yapmak doğru değildir; neticesi de yoktur. “Doğru inanç” ancak bir dinin çerçevesinde tarif edilebilir; dinlerarası doğru inanç diye bir şey yoktur: “Senin dinin sana, benimki de bana!” Vesselâm.
Papa cenapları, özel odasında mahrem yakınları ile fiskos edebileceği bir meseleyi kamuoyu nezdine taşımakla hem nezâket, hem diplomasi kusuru işledi. Bu üslupla kazanabileceği bir pozisyon veya tartışma yoktur. Öyleyse niçin: Zaten mesele de oradan çıkıyor; herkes, Papa’nın sofu Hıristiyanlara mahsus şuuraltının sevk-i tabiisi ile konuştuğuna ve bir şekilde düşmanlık izhar ettiğine kail oldu. Batı dünyasında İslâm’la ilgili her nevi imaj kötülenirken, Papa’nın da bu kervana katılması, İslâm dünyasının an’anevî müdafaa reflekslerini ayağa kaldırdı.
Te’vil götürmez cinsinden bir lâf; lüzumsuz ve tehlikeli!
Mukaddes metinler ve dinler tarihi referans gösterilmek suretiyle istisnasız bütün dinler hakkında bu kabilden suçlayıcı, mahkûm edici ithamlar üretmek mümkündür; zaten şu anda bütün İslâm dünyasında yapılmakta olan şey budur; daha şimdiden Haçlı seferleri, Engizisyon rezaletleri, Hıristiyanların yaptığı mezalim neviinden tarihî örnekler, tozları silkelenerek karşı ithamlara malzeme haline getiriliyor. “Siz de bize şöyle bir katliâmı reva görmüştünüz” yollu cevap ve ithamlar, neticede dünya çapında gerginliğe, maazallah “sahalarda görmek istemediğimiz türden” hareketlere sebep olabilir.
Müslümanlar şimdilik Papa’nın bile isteye “düğmeye bastığı”nı düşünüyor ve bu sevimsiz ithamın ardında hangi askeri, iktisadi ve diplomatik darbenin gelebileceğini hesaplamaya çalışıyorlar. Yerden göğe haklılar; çünkü ABD’nin önderlik ettiği Batılı kamuoyu, Naziler ve komünistlerden sonra Müslümanları “Public enemy”, yani halk düşmanı, huzur ve barışın bozguncusu olarak tanımakta. Papa’nın densiz lâfları, bir itidâl melcei sandığımız Vatikan’ın bile (ki müteveffa Papa John Paul, hakikaten mutedil bir insandı) koroya katılması olarak yorumlandı ve Müslümanları irkiltti, tedirgin etti.
Daha vahim sayılmak üzere Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki cılız ama iyi niyet dolu diyalog arayışlarını da zedeledi. Bu gibi diyaloglardan beklenen şey, nihayetinde tarafların birbiri hakkında yüksek derecede anlayış geliştirmesi değildi elbette; en azından düşmanlığın, husûmetin gündeme gelmemesiydi.
İyi şeyler böyledir, inşâsı meşakkat ve sabır ister, yıkmak ise bir “mürteci”nin iki dudağı arasındadır bazen.
Teolojik mahiyeti itibarıyla üç kuruşluk kıymet-i harbiyesi olmayan bu tartışma, bakalım Batı dünyasında sosyal demokrat v e laik ağızlardan Papa’nın ne yaman köktendinci olduğu ve Ortaçağlardan kalan bu irtica yuvasının (Vatikan oluyor) artık “irticâa meyl-i mahsus” mülahazasıyla külliyen hâk ile yeksân edilmesi gerektiği yolunda cephe salvolarına medâr olacak mıdır?
...
Azizim, dayayacaksın bunlara Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu!... Zaman Gazetesi
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma