Yazanlarda |
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kuran'da
"Kadınları Dövün" Buyruğu Yok
Cengiz
ÖZAKINCI
Cumhuriyet
gazetesi, Haziran 1991'de Oral Çalışlar'ın "İslam ve Kadın" başlıklı
yazı dizisini yayımlamaya başlamıştı. Oral Çalışlar, bu yazı dizisinde
Müslümanlığın kadınlara ilişkin yaklaşımını eleştiriyor; Kuran'dan birtakım
alıntılar aktarıyor; alıntılar üzerinde birtakım yorumlar yapıyor; yargılar
veriyordu ve yargılarının bilimsel olduğunu vurguluyordu. Ben de gazeteye
aşağıdaki yazımı göndererek, dinin dille olan ilişkisini gözler önüne serdim ve
olayın bilimsellik boyutuna katkıda bulundum. Yazım, 20.06.1991 günü Cumhuriyet
gazetesinde kısaltılarak yayımlanmıştı. Şimdi tümünü yayımlıyorum:
Oral Çalışlar, Cumhuriyet'te yayımlanmakta olan "İslam ve Kadın"
başlıklı yazı dizisine şöyle başladı:
"Kuran'dan yapacağımız alıntıları, anlaşılırlık durumuna göre bazen Okat
yayınlarının çevirisinden, bazen Milliyet yayınlarının çevirisinden
yapacağız."
Oral Çalışlar'ın alıntıladığı ayetlerin kimilerinin çevirisini Okat
yayınlarından, kimilerinin çevirisini de Milliyet yayınlarından aktarma
gerekçesi "anlaşılırlık"tır. Oysa Çalışlar'ın bu gerekçesi bilimsel
değildir. Herhangi bir çevirinin dilinin anlaşılır olup olmaması bir şey, o
çevirinin Arapça metne uygun olup olmaması başka bir şeydir. Cumhuriyet
döneminde yayımlanmış otuzu aşkın Kuran çevirisi vardır. Bu çevirilerin çoğunun
Türkçeleri sözlük yardımıyla "anlaşılır gibi" olmasına karşın, kimi
ayetlere verdikleri anlamlar birbirine çok aykırıdır. Şöyle ki:
1- Ali Bulaç’ın “Harutla Maruta indirileni öğretiyorlardı” diye çevirdiği bir
ayeti, Osman Keskioğlu; “Haruta ve Maruta bir şey indirilmemişti” diye çevirmiştir.
(Bakara 102)
2- Ali Bulaç’ın “Allah size minnet etmektedir” diye çevirdiği bir ayeti, Osman
Keskioğlu “Sizin Allah’a minnettar olmanız gerekir” diye çevirmiştir. (Hucurat
17)
3- Pek çok çevirmenin “İnkar edenlerin durumu” diye çevirdikleri bir ayeti,
Süleyman Ateş “İnkar edenleri (hakka çağıranın) durumu” diye çevirmiş; böylece
parantez kullanma sanatında yepyeni bir çağır açmıştır. (Bakara 171)
Kur’an çevirilerindeki birbirine uymazlıkların, tersliklerin eksiksiz bir
dizini çıkartılacak olsa, ayrı bir kitap olabilecek denli çoktur.
Demek ki, bir Kuran eleştirmeni, Kuran çevirilerinden alıntılar yapıyorken, o
çevirinin Türkçesinin, dilinin akıcı, düzgün, “anlaşılır” olup olmadığına
bakmaktan öte, o çevirinin Kuran�ın Arapçasına uygun olup
olmadığını “bilmek” ile yükümlüdür.
Oral Çalışlar’ın yazı dizisinde alıntı olarak verdiği çevirilerin Kuran’ın
Arapçasına upuygun olup olmadığı, çünkü Arapça bilmediği görülmektedir. Arapça
bilmeden Kuran’ı eleştirmek, Almanca bilmeden Marx’ın Kapital’ini eleştirmek
gibi bilimselliğe aykırı bir tutumdur. Fransızca bilmeden Baudelaire’i
eleştirmeye kalkanlara anında öfkeyle karşı çıkan aydınlarımız, Kuran’ı Arapça
bilmeden eleştirenlere niçin alkış tutarlar, anlayabilmiş değiliz.
Oral Çalışlar, Müslümanlıkta kadınlara katı davranmanın bir Tanrı buyruğu
olduğu savını kanıtlamak üzere, Kuran çevirilerinden “kadınların örtünmesi” ve “kadınların
dövülmesi” konusuyla ilgili olanları alıntı olarak verdi. Gelgelelim Çalışlar,
eğer çevirilerini alıntı olarak verdiği bu ayetlerin Arapça metnine bir göz
atabilseydi, dilimize “dövün” diye çevrilen Arapça sözcük ile “örtün” diye
çevrilen Arapça sözcüğün aynı olduğunu şaşkınlıkla görür ve bilimsel
kuşkuculukla; “Kuran’da geçen aynı bir Arapça sözcük, nasıl olup da bir ayette “dövmek”,
bir başka ayette “örtmek” diye anlamlandırılabiliyor?” diye sorardı.
Evet, çevirmenlerin bir ayette “örtün” diye çevirdikleri sözcük ile bir başka
ayette “dövün” diye çevirdikleri sözcük, Kuran’ın Arapçasında aynı sözcüktür.
D-R-B. Kuran’da 58 yerde karşımıza çıkan D-R-B sözcüğüne çevirmenler neredeyse
her ayette başka bir anlam veriyorlar. Kimi yerde yola “çıkmak”, kimi yerde
boyun “vurmak”, kimi yerde karanlığa “bürümek”, kimi yerde parmakları “doğramak”,
kimi yerde örnek “vermek”, kimi yerde verilen bir şeyi geri “almak”, konulan
bir şeyi “Kaldırmak”, birini “dövmek”, birini “yatırmak”, “uyutmak”, “örtmek”
ve daha pek çok birbirine uymaz anlamların hepsi aynı sözcüğe, Kuran’daki D-R-B
sözcüğüne yüklenmiştir. Örneğin Kuran’da geçen “Kulakların üzerine D-R-B etmek”
kimi çevirmenlerce; “Kulaklarının üzerine yatırıp uyutmak”, diye
anlamlandırılırken, kimilerince; “Kulaklarının üzerine vurmak”, diye
çevrilmektedir. “Bu nasıl böyle olabilir?” diye sorulduğunda: “Tümcenin
gelişine göre (Arapça deyimle “siyak”ına göre) uygun bir anlam yakıştırıldığı”
söylenmekte! Yani, “Arapça değil mi? Uydur uydur söyle!”
Çevirmenlerin ve yorumcuların büyük bir çoğunluğunun; “O kadınları dövün” diye
çevirdikleri ayette de karşımıza çıkan bu D-R-B sözcüğü hakkında, 1050
yıllarında yazılmış bir Arapça sözlük ki tüm İslam bilginleri kaynak olarak
benimsemişlerdir- şöyle der:
D-R-B: Bu sözcük hakkında ihtilaf vardır. (Bkz: Ragıb el Müfredat)
Yine tüm İslam bilginlerinin kaynak olarak benimsedikleri Firuzabadi’nin 1450
yıllarında yazdığı büyük sözlüğünde de aynen şöyle söylenir:
D-R-B: Bu sözcük hakkında ihtilaf vardır.
Evet, bu sözcüğün anlamının ne olduğu konusunda bilginler arasında “ihtilaf”,
yani uyuşmazlık vardır; gelgelelim bu sözcüğü “dövün” diye çeviren hiçbir
çevirmen, hiç değilse bir açıklama koyarak: “Bu sözcüğün anlamının ne olduğu
konusunda kesinlik bulunmadığını, bu nedenle “dövün” diye yakıştırılan Türkçe
anlamın doğru olmayabileceğini” belirtmek gereğini duymamış; sanki bu sözcüğün “dövmek”
anlamı kesinmiş gibi, hepsi de ağız birliği ederek “dövün” diye çevirmişlerdir.
İlginç olan bu çevirmenlerin tümünün de erkek olmasıdır. Yalnız kimi
çevirmenler, bir parantez açarak “acıtmadan, azıcık) dövün” diye çevirmişlerdir.
Oysa Kuran�ın Arapçasında “acıtmadan”, “azıcık” gibi uyarılar
bulunmamaktadır.
Eğer “D-R-B” sözcüğü “acıtmadan, azıcık dövmek” anlamına geliyor ise, aynı
sözcük, aynı kipte, bir başka ayette (Enfal, 12) niçin “Hiç acımadan
parmaklarını doğrayın” anlamına gelsin?
Evet, Kuran’da “O kadınları D-R-B edin” diye bir buyruk gerçekten de vardır;
ancak bunun “O kadınları dövün” mü, “yatırın” mı, gönderin” mi, “yollayın” mı, “doğrayın”
mı, “atın” mı, yoksa “örnekleyin” mi anlamına geldiği “ihtilaflı”dır, tartışmalıdır.
Çünkü Arapça’da “kitap D-R-B etmek”; kitap yayımlamak, piyasaya kitap çıkartmak
anlamına gelir. “Para D-R-B etmek”; dolaşıma para sürmek, tedavüle sokmak
anlamına gelir. Arapça’da “D-R-B’ül evvel” deyimi, ilk yaratıklar, anlamına
gelir. Arapça’da iki insanın birbirleriyle D-R-B’laşması, dövüşmeleri anlamına
gelmez, tersine, birbirleriyle ortak olup bir işletme kurmaları anlamına gelir.
Birinin kendi parasını D-R-B ettiği ortaklıklara da Arapça’da “D-R-B”laşma
(Mudaraba) adı verilir. Öyleyse Kuran’da geçen “O kadınları D-R-B edin”
tümcesi, nasıl olup da “dövün” demek olabilir? Arapça’da çadır D-R-B etmek”;
çadır “kurmak” anlamına gelir; yoksa çadırı “dövmek” değil.
Kuran eleştirmenlerinin tümü gibi, Oral Çalışlar da içinde D-R-B sözcüğü geçen
ve biri “örtmek”, diğeri “dövmek” diye çevrilen iki ayeti alıntı olarak
kullanmıştır. Müslümanların D-R-B sözcüğünün bu ayetlerde “dövün” anlamına
geldiğine inanmaları başka şey, Oral Çalışlar’ın bu Arapça sözcüğün
alıntıladığı ayetlerde çevirilerde verilen anlama gelip gelmediği üzerindeki
kendi yargısı başka şeydir. Oral Çalışlar, kendisini sosyalist olarak
tanımlayan, bilimselliğe dayandığını söyleyen bir araştırmacı olarak, bilim
erdemini, bilimsel kuşkuculuğu elden bırakmamalıydı. Oysa o, Müslümanların doğru
kabul ettikleri çevirilerin gerçekten de doğru olduğuna inanıyor; ölümünden üç
yüz yıl sonra yazılıp Muhammed’e aittir denilen sözlerin (hadislerin) gerçekten
de ona ait olduğunu, bilimsel kuşkuculuktan yoksun çoğu Müslümanlar gibi,
bilimsel sosyalist Oral Çalışlar da kabul ediyor ve tıpkı Müslümanlar gibi Oral
Çalışlar da bunlara inanabilmek için bilimsel nitelikte somut kanıtlar
aramıyor. Yazısının bir yerinde şöyle diyor:
Cehennemdekilerin çoğu kadınlar. Bu sözler Muhammed’e aittir. Kimse aksini iddia
edemez. Çünkü tüm İslam kaynakları bu sözlerden alıntı yapıyorlar.
Nasıl hiçbir bilgin, Tanrı’nın elçisi Muhammed yaşarken yazıya geçirilmemiş
olan ve ancak onun ölümünün üzerinden üç yüz yıl geçtikten sonra birileri
tarafından yazılıp Muhammed’e aittir denilen bu gibi sözlerin, gerçekten de ona
ait olduğunu söyleyemezse; kendisine bilimselliği dayanak aldığını savlayan
Oral Çalışlar’ın bu us yürütmesinin de bilim erdeminde yeri yoktur. Çünkü, bir
sözün çok yayılmış olması, o sözün o kişi tarafından söylendiğinin bilimsel
anlamda kanıtı değildir. Galilei’nin yüzyıllardır bilim adamlarınca anlatıla
anlatıla bitirilemeyen şu ünlü Pisa Kulesi deneyinin, araştırıldığında uydurma
çıkması, buna güzel bir örnektir. Ders kitaplarında bile yer aldığı için doğruluğuna
yüz yıllarca bilginler dahil herkesçe inanılan ünlü Pisa Kulesi deneyi öyküsü
şöyledir: Galilei bilimde deneyciliği başlatan bilgindir. Ondan önceki
bilginler deneyci değildirler. Galilei’nin bilimde deneyciliği başlatışı şöyle
olmuştur. Galilei, nesnelerin düşme hızlarında onların ağırlıklarının başka
başka oluşlarının bir etkisi olmadığını savlamış. Bütün bilginler onun bu
savına karşı çıkmışlar. O da tutup hepsini Pisa Kulesi’ne çağırmış. Gelmişler.
Galilei Pisa Kulesi’nin tepesine çıkmış ve ağırlıkları başka olan iki nesneyi
kulenin tepesinden aynı anda bırakmış. Nesneler yere aynı anda çarpmışlar.
Böylece nesnelerin üşüş hızında ağırlıklarının etkisinin bulunmadığı deneyle
kanıtlanmış. Bu, bilimde deneyciliği başlatan ilk deneymiş. Bu öykü böylece
yayılmış, ders kitaplarına girmiş, yüz yıllar boyu herkes bu anlatılanı doğru
bellemiş. Gelgelelim bu anlatının doğru olmadığı bu öyküdeki deneyi yeniden
yapan bilginlerce ortaya çıkarılmış bulunuyor. Galilei, yüz yıllarca gerçek
diye anlatılan o ünlü Pisa Kulesi deneyini hiç yapmamıştır. Eğer yapsaydı,
yanılan kendisi olacaktı. Çünkü Pisa Kulesi’nden bırakılan ağırlıkları başka
iki nesne yere aynı anda düşmüyor, bu deneyle saptandı. Ayrıca, bu denli ünlü
ve çağ değiştirici olduğu savlanan bir deneyin Galilei’nin yazdıkları
içerisinde sözü bile edilmemiş. Demek ki, kimi bilim tarihçileri, bir bilimsel
deney öyküsü uydurup bunu Galilei’ye mal ederek yüz yıllarca tüm insanlığı
Galilei’nin böyle bir deney yaptığına inandırmışlardır. (Bkz: Alexandre Koyre,
Yeniçağ biliminin doğuşu, Ara y. 1989, s. 159, v.s.) Bu nasıl olabiliyor? Çünkü
insan bir yönüyle de “Hadis uyduran hayvan”dır. Tarihte önemli işler başaran
insanların ölümlerinin ardından, onlara mal edilen çok şeyler uydurulmuş, kimi
uydurarak yüceltmeye, kimi uydurarak karalamaya çalışmıştır. Sağduyulu
insanlara düşen, bir insanın ölümünden üç yüz yıl sonra onun hakkında ona
atfedilen şeyleri somut belge ve bulgularla kanıtlanmadıkça ona ait
saymamaktır.
Kuran eleştirisi, din eleştirisi, inanç eleştirisi yaparken, bilimselliğin
sınırları içinde kalmak gerekir. Bilimsellik savında bulunan Oral Çalışların
yargıları:
1- Türkçe Kuran çevirileri içerisinden, Arapçasına uygunluğunu kendisinin
bilmediği alıntılara,
2- Hadislerden, gerçekten de Muhammed’e ait olduğunu bilemeyeceği alıntılara
dayandırılmıştır.
Bu nedenle bilimsel bir çalışmanın ürünü değildirler.
Müslümanlıkta Kuran’ın doğru anlaşılması, çok erken dönemlerde ortaya çıkmış
önemli bir sorundur. Bu yalnızca bir dil ve çeviri sorunu olmaktan da ötedir.
Örneğin Kuran’da geçen “es-salatı vusta” deyiminin Türkçe’ye “orta namazı” diye
çevrileceğinden hiçbir çevirmenin kuşkusu olmamıştır. Gelgelelim Kuran’da geçen
bu “orta namazı” deyimiyle hangi namazın adlandırılmış olduğu konusunda
çevirmenler ve yorumcular arasında en küçük bir anlayış uzlaşımı dahi
görülmemektedir. Bu konuda birbirine aykırı 17 değişik anlayış vardır: Şöyle
ki:
1. Kuran’da geçen “es salatı vusta” (Orta namazı), bildiğimiz ikindi namazıdır
diyenler: Bunlar bu anlayışlarını Hz. Ali, İbni Mesud, Ebu Eyyub, İBni Ömer,
Semret İbni Cündeb, Hz. Ayşe, Hz. Hafsa, Ebu Hanife, İmam Şafii, çok sayıda
tabiin ve bir çok ashab-ı malikten edinmişlerdir.
2. Kuran’da geçen “ salatı vusta”, bildiğimiz sabah namazıdır diyenler. Bunlar
anlayışlarını Hz. Ömer, Hz. Ali, Ebu Musa, Muaz, Cabir, Ebi Umame, Mücahid,
İmam Malik ve İmam Şafii�den almışlar.
3. Kuran’da geçen es salatı vusta, bildiğimiz öğle namazıdır iyenler. Bunlar bu
anlayışlarını, Ömer, Zeyd, Usame, Ebu Said, Hz. Ayşe ve İmamı Azam’dan almışlardır.
4. Kuran’da geçen essalatu vusta, bildiğimiz akşam namazıdır diyenler.
5. Kuranda geçen es salatu vusta bildiğimiz yatsı namazıdır diyenler
6. Kuranda geçen es salatı vusta, beş vakit namaz içerisinden hangisi olduğunu
bilemediğimiz bir tanesidir diyenler
vs. vs.
Görüleceği üzere Kuran’da geçen Arapça “vusta” sözcüğünün doğru okunmuş, Türkçe’ye
“orta” diye doğru çevrilmiş olması dahi, bu sözcükle neyin anlatıldığı
konusunda birbirine uymaz on yedi uzlaşmaz görüşün ortaya atılmasını önleyemiyor.
Üstelik bu on yedi değişik görüş, Kuran’dan sonraki ilk iki yüz yıl içerisinde,
hepsinin de anadili Arapça olan Arap dinbilirleri arasında ortaya çıkmış. Hepsi
tek bir Kuran’ı okuyup bir tek sözcük hakkında on yedi değişik anlayış
geliştiren bu Arapların her biri kendi anlayışının en doğrusu olduğuna tanık
olarak Muhammed’e atfen hadisler de söylemişlerdir. Her değişik anlaşı öbeği, “Hz.
Muhammed sağlığında bu konuda şöyle demişti, bu nedenle “orta namazı” bizim
anladığımız gibidir” demiştir.
Kuran’da kendilerine Tanrı’dan kitap verilmiş toplumların o tek kitap
çevresinde kenetlenip birlik olmak yerine, birbirleriyle tersleşip birbiriyle
çekişmelerinin nedeninin, onların kişisel hırs ve kariyerist eğilimleri
olduğunu bildiren ayetler vardır. (Bkz; Bakara/213) Demek ki, “Kuran’ı doğru
anlama sorunu”, Kuran’da bile sözü edilmiş bir sorundur ve buna göre “Kuran’ı
doğru anlamak”, Kuran’ı okuyan kişilerin kendi kişisel ruhsal biçimlenmesiyle
doğrudan ilintili bir sorundur, diyebiliriz.
Bunu bir diğer örnekle görelim: Kuran’da namaza durmadan önce temizlenirken “Başlarınıza
MESH edin” denilmektedir. (Bkz: Maide/6). “Mesh” sözcüğü Arapça’dır ve Araplar
için anlaşılmaz bir yanı olmaması gereken bir sözcüktür. Gelgelelim her biri
Arap olan, anadili Arapça olan ve Hz. Muhammed’in ölümünden sonraki ilk yüz
yıllarda yaşayan ilk dört büyük mezhebin kurucuları, Kuran’da geçen bu “mesh”
sözcüğünü ötekinden başka anlamış ve ötekinden başka uygulamıştır:
1- İmam Malik ve İmam Hanbel: “mesh”in başın bütününe uygulanmasını
2- İmam Şafii: “mesh” buyruğunu yerine getirmek için başa parmakla bir kez
dokunulmasının yeterli olduğunu,
3- Hanefi Mezhebiyse “mesh”in başın bir el kadarlık yerine uygulanmasının
yeteceğini söylemiştir.
Ortada, içinde Arapça “Mesh” sözcüğü geçen bir tek Kuran buyruğu ve bu buyruğun
Araplarca üç değişik biçimde anlaşılmasından doğan üç değişik uygulama var.
Durum diğer Kuran buyruklarının anlaşılmasında da karşımıza çıkıyor. Kuran’da
geçen ve “hırsızın elini kesin” diye çevrilen Arapça “kat’a eydiyehim” ayeti de
yine böyle değişik biçimlerde anlaşılmıştır. Kimi Araplar “hırsızın parmağının
ucunu birazcık çiziktirmek”; kimi Araplar ”hırsızın elini bilekten kopartmak”;
kimi Araplar “hırsızın kolunu omzundan kopartmak” biçiminde anlamış ve
anladıkları gibi başka başka uygulamışlardır Kuran’daki “Kat’a eydiyehim”
buyruğunu. Bu anlayışların doğru olup olmadığı; Kuran’da geçen “kat’a eydiyehim”
(ellerini kesin) sözlerinin, bir deyim olup olmadığı; örneğin “el kesme”nin
belki de “Toplumla ilişkisini kesmek” anlamına gelip gelmeyeceği, çok kesin bir
biçimde ortaya konabilmiş değildir.
Kuran’daki Arapça Tanrı buyruklarının, anadilleri Arapça olan mezhep
kurucularınca bile niçin başka başka anlaşılıp başka başka uygulandığı,
üzerinde durulması gereken önemli bir sorundur. Bu denli önemli bir diğer sorun
da Arapça olan Kuran’ın anadili Arapça olmayan Türklerce dosdoğru
anlaşılmasıdır. Bugüne dek yapılan Kuran çevirileri, kendileri şu ya da bu
mezhebe bağlı olan, dilbilimsel bir kaygı değil mezhep kaygıları güden, kendi
mezhebinin anlayışının diğer mezheplerin anlayışından daha doğru olduğunu
yaptığı çeviriyle kanıtlamak isteyen, mezhebini yaptığı Kuran çevirisine
doğrulatmaya çalışan kişilerce yapılmıştır. Bunlar, Kuran’ı çevirirken,
önündeki Arapça ayetin Türkçe karşılığını bilimsel bir çabayla bulmaktan çok,
kendisinden önce kendi mezheplerinin o ayete ilişkin daha önceki yorumlarına
aykırı bir çeviri yapmaktan ödleri patlamaktadır. Böylesi çevirmenlerin ortaya
koydukları çeviriler, bilimsel çeviriler olmayıp, kendi mezheplerinin Kuran
yorumunun bir özetidir. Söz gelimi, “el-küffar” sözcüğü, Kuran’da on dokuz kez
geçer. Bu sözcüğü on sekiz yerde “Kafirler” diye çeviren bir çevirmen, bir
ayette tutup “çiftçiler” der. Neden? Çünkü geçmişte kendi mezhebinden biri çıkmış,
o ayette geçen “el-küffar” sözcüğünün “kafirler” değil de “çiftçiler” anlamına
geldiğini yazmış; bu çevirmen de buna uymak zorunda duyumsuyor kendini ve Kuran’da
on dokuz yerde geçen “el-küffar” sözcüğü, on sekiz yerde “kafirler” oluyor da
niçin bir yerde “çiftçiler oluyor?” diye sormuyor (Bkz: Kuran çevirileri 57/20)
Mezhepçilik güden çevirmenlerin kendilerini önlerindeki Kuran’a sadık kalmaktan
çok, Kuran’ın kendi mezheplerince yapılmış önceki yorumlarına sadık kalmakla
yükümlü sayması sonucu, çevirilerde Kuran’ın kendisinde bulunmayan birtakım
tutarsızlıklar, çelişkiler görülmektedir. Örneğin bir ayette geçen “insanın
insana NSH etmesi”ni Türkçe’ye “insanın insana öğüt vermesi” biçiminde çeviren
biri, başka bir ayette karşısına “insanların Allah’a NSH etmesi” gibi bir tümce
çıkınca, bunu “insanların Allah’a öğüt vermesi” diye çevirmek yakışık
almayacağı için tutup, “Allah’a içten bağlandılar” diye çevirmiştir. Oysa bu
çevirmen, karşılaştığı bu çelişkili durumu, Arapça “NSH”nin bir önceki ayette
de “öğüt vermek” anlamına gelmeyebileceğinin bir göstergesi saymalı ve dönüp “insanın
insana öğüt vermesi” diye çevirdiği ayeti de “insanın insana içten bağlanması”
diye çevirmeli değil midir? Kuran çevirmenlerinin, kendi içinde kendi
kendisiyle ve Kuranla tutarlı çeviriler yapmak gibi dilbilimsel bir kaygıları
yoktur. Bu nedenle Kuran’daki NSH sözcüğü kimi yerde “öğüt vermek”, kimi yerde “içten
bağlanmak” diye çevrilmektedir. (Bkz: Tevbe 91, Araf 93). Bunlar yaptıkları
çevirilere çeviri de demiyorlar zaten; “meal” yani “anlamlandırma” diyorlar.
Gelgelelim, yaptıkları “anlamlandırma”lar dahi kendi içlerinde tutarlı olmuyor.
Kuran’ın doğru anlaşılması, bilimsel bir sorundur. Kuran’a inananlar neye
inandıklarını, Kuran’a karşı çıkanlar neye karşı çıktıklarını bilmek için,
öncelikle Kuran’ı dosdoğru anlamak zorundadırlar ki bunun yolu da Kuran’a “dilbilim”le,
“anlambilim”le, “kökbilim'le, “insanbilim”le, özetle
bilimsel yöntemlerle eğilmekten geçmektedir. Bunu yapmaksızın ne inanırların
inançları, ne karşıtların yadsımaları sağlıklı olacaktır. Kaynak: 19.org
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Papatya Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 mart 2006 Gönderilenler: 211
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Alperen Yazdı:
Kuran'da "Kadınları Dövün" Buyruğu Yok
Cengiz ÖZAKINCI
Cumhuriyet ........
Oral Çalışlar, Müslümanlıkta kadınlara katı davranmanın bir Tanrı buyruğu olduğu savını kanıtlamak üzere, Kuran çevirilerinden “kadınların örtünmesi” ve “kadınların dövülmesi” konusuyla ilgili olanları alıntı olarak verdi. Gelgelelim Çalışlar, eğer çevirilerini alıntı olarak verdiği bu ayetlerin Arapça metnine bir göz atabilseydi, dilimize “dövün” diye çevrilen Arapça sözcük ile “örtün” diye çevrilen Arapça sözcüğün aynı olduğunu şaşkınlıkla görür ve bilimsel kuşkuculukla; “Kuran’da geçen aynı bir Arapça sözcük, nasıl olup da bir ayette “dövmek”, bir başka ayette “örtmek” diye anlamlandırılabiliyor?” diye sorardı.
Evet, çevirmenlerin bir ayette “örtün” diye çevirdikleri sözcük ile bir başka ayette “dövün” diye çevirdikleri sözcük, Kuran’ın Arapçasında aynı sözcüktür. D-R-B. Kuran’da 58 yerde karşımıza çıkan D-R-B sözcüğüne çevirmenler neredeyse her ayette başka bir anlam veriyorlar. Kimi yerde yola “çıkmak”, kimi yerde boyun “vurmak”, kimi yerde karanlığa “bürümek”, kimi yerde parmakları “doğramak”, kimi yerde örnek “vermek”, kimi yerde verilen bir şeyi geri “almak”, konulan bir şeyi “Kaldırmak”, birini “dövmek”, birini “yatırmak”, “uyutmak”, “örtmek” ve daha pek çok birbirine uymaz anlamların hepsi aynı sözcüğe, Kuran’daki D-R-B sözcüğüne yüklenmiştir. Örneğin Kuran’da geçen “Kulakların üzerine D-R-B etmek” kimi çevirmenlerce; “Kulaklarının üzerine yatırıp uyutmak”, diye anlamlandırılırken, kimilerince; “Kulaklarının üzerine vurmak”, diye çevrilmektedir. “Bu nasıl böyle olabilir?” diye sorulduğunda: “Tümcenin gelişine göre (Arapça deyimle “siyak”ına göre) uygun bir anlam yakıştırıldığı” söylenmekte! Yani, “Arapça değil mi? Uydur uydur söyle!”
Çevirmenlerin ve yorumcuların büyük bir çoğunluğunun; “O kadınları dövün” diye çevirdikleri ayette de karşımıza çıkan bu D-R-B sözcüğü hakkında, 1050 yıllarında yazılmış bir Arapça sözlük ki tüm İslam bilginleri kaynak olarak benimsemişlerdir- şöyle der:
D-R-B: Bu sözcük hakkında ihtilaf vardır. (Bkz: Ragıb el Müfredat)
......Eğer “D-R-B” sözcüğü “acıtmadan, azıcık dövmek” anlamına geliyor ise, aynı sözcük, aynı kipte, bir başka ayette (Enfal, 12) niçin “Hiç acımadan parmaklarını doğrayın” anlamına gelsin?
Evet, Kuran’da “O kadınları D-R-B edin” diye bir buyruk gerçekten de vardır; ancak bunun “O kadınları dövün” mü, “yatırın” mı, gönderin” mi, “yollayın” mı, “doğrayın” mı, “atın” mı, yoksa “örnekleyin” mi anlamına geldiği “ihtilaflı”dır, tartışmalıdır. Çünkü Arapça’da “kitap D-R-B etmek”; kitap yayımlamak, piyasaya kitap çıkartmak anlamına gelir. “Para D-R-B etmek”; dolaşıma para sürmek, tedavüle sokmak anlamına gelir. Arapça’da “D-R-B’ül evvel” deyimi, ilk yaratıklar, anlamına gelir. Arapça’da iki insanın birbirleriyle D-R-B’laşması, dövüşmeleri anlamına gelmez, tersine, birbirleriyle ortak olup bir işletme kurmaları anlamına gelir. .......
Kuran eleştirmenlerinin tümü gibi, Oral Çalışlar da içinde D-R-B sözcüğü geçen ve biri “örtmek”, diğeri “dövmek” diye çevrilen iki ayeti alıntı olarak kullanmıştır. Müslümanların D-R-B sözcüğünün bu ayetlerde “dövün” anlamına geldiğine inanmaları başka şey, Oral Çalışlar’ın bu Arapça sözcüğün alıntıladığı ayetlerde çevirilerde verilen anlama gelip gelmediği üzerindeki kendi yargısı başka şeydir. Oral Çalışlar, kendisini sosyalist olarak tanımlayan, bilimselliğe dayandığını söyleyen bir araştırmacı olarak, bilim erdemini, bilimsel kuşkuculuğu elden bırakmamalıydı. Oysa o, Müslümanların doğru kabul ettikleri çevirilerin gerçekten de doğru olduğuna inanıyor; ölümünden üç yüz yıl sonra yazılıp Muhammed’e aittir denilen sözlerin (hadislerin) gerçekten de ona ait olduğunu, bilimsel kuşkuculuktan yoksun çoğu Müslümanlar gibi, bilimsel sosyalist Oral Çalışlar da kabul ediyor ve tıpkı Müslümanlar gibi Oral Çalışlar da bunlara inanabilmek için bilimsel nitelikte somut kanıtlar aramıyor. Yazısının bir yerinde şöyle diyor:
.........................
|
|
|
Tesekurler Alperen bu yaziyi daha once okumamamistim. Bakalim Sahih hadisci yalancilar buna nasil cevap verecekler. Ama suc onlarda degilde ayni zamanda bizde Kurani okumayan biz Nisa taifesi, kendimizi yuzyillarca sahih yalanlar ezmelerine izin vermedik mi ?
Ama Allaha sukur artik sahih yalancilarin karsisinda elimizde Kuran dimdik durabiliyoruz. Sahih yalancilarin Kurandan ocu gibi korkup kacacaklari gunler Allahin izniyle yakindir.
__________________ Müslümanim diye hic utanmiyorum.... Mevsim Bahar..Ben artık özgur bir müslümanım. Bir elimde KURAN, Bir elimde bahar çiçekleri ve arkamda 1400 yıllık hurafe, hadis, mezhep ve şeyhlerın enkazı.
|
Yukarı dön |
|
|
dost1 Admin Group
Katılma Tarihi: 28 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 538
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamün Aleyküm! Değerli Alperen Kardeşim!
Kuran'da "Kadınları Dövün" Buyruğu Yok.
Bu buyruğun Kur'an'da olup olmadığını Kur'an meali ve tefsiri yapan tüm alimler bilir. Eğer çalışmaları kendilerine ait ise çeviriye emek verdiler ise.
Sorun, bu buyruğun olmadığını duyurabilmelerinde.
Sorun, mealcilerin rivayet ekseninden ayrılamamalarında.
Sorun, "Bilgi hamallığından" çok "Alim" olamamalarında.
Sorun, Gerçeği yazmazsam Allah ne der düşüncesinden çok ,geleneğe sahip olanlar ne der düşüncesinin yerini almasında.
Kamuya malolmuş akademisyenlerden Yaşar Nuri Öztürk ve bir kaç alimden başka var mı bunu yapabilen?
İlahiyatçı olan her akademisyenin elinde İbn Manzur'un Lisanu'l Arab'ı, Ragıp el Isfahani'nin el Müfredat li Garibi'l Kur'an'ı yok mudur?
Bizim gibi kendi çapında olan araştırmacıların bile ulaşabildiği bu sözlüklere bunlar ulaşamamakta mıdır?
Bu meal ve tefsir yazanlar;"Dövün ama azıcık, acıtmadan, misvakla ya da ..." sözlerine aklını işleten her insanın; "Bu nasıl dövmektir?" sorusunu sorabileceklerini düşünmüyorlar mı?
Türkiye'nin İlahiyat Fakültelerinin akademisyenleri nerede?
Seslerini topluma neden duyurmuyorlar.
Bilgi, Üniversite kampüslerinin duvarları arasında kalsın diye midir?
Yapılan Yüksek Lisans Ve Doktora Tezleri, Üniversite kütüphanelerinin raflarında kalsın diye midir?
Bilgi paylaşmak için değil midir?
Havas ve avam ayrımı ne zaman son bulacak.
Bilgiler ne zaman kamuya maledilecek?
Bu ülkenin ilahiyatçıları üzerinde bu milletin hakkı yok mudur?
Ne zaman halkın arasına inecekler?
Bu millet camilerinde bunlardan hiçbir şey dinleyemeyecek mi?
Daha ne zamana kadar meydanları tarikat ve cemaat liderlerinin eline bırakacaklar?
Ahde vefa yok mudur?
La ilahe İllaAllah Muhammedün Resulullah! Sözü hepimizin boynunda asılı duran bir sözleşme değil midir?
Türkiye'nin tüm ilahiyatçıları! Sizleri Kur'an üzerinde araştırmaya yapmaya çağırıyorum.
Ne olur? Çalışın! Yüce kitabımızın meali üzerinde çalışın lütfen.
Bildiklerinizi gördüklerinizi anlatın bu millete. İnanın! Milletimizin gözünde yücelirsiniz. Allah da sizlerden Razı olur.
Kusursuz olan Allahtır.
En doğrusunu Allah bilir.
Sevgi, saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
|
Yukarı dön |
|
|
safbilgi Yasaklı
Katılma Tarihi: 25 agustos 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 841
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
DOST1 YAZDI:
Sorun, Gerçeği yazmazsam Allah ne der düşüncesinden çok ,geleneğe sahip olanlar ne der düşüncesinin yerini almasında.
Kamuya malolmuş bir akademisyenlerden Yaşar Nuri Öztürk ve bir kaç alimden başka var mı bunu yapabilen?
İlahiyatçı olan her akademisyenin elinde İbn Manzur'un Lisanu'l Arab'ı, Ragıp el Isfahani'nin el Müfredat li Garibi'l Kur'an'ı yok mudur?
Bizim gibi kendi çapında olan araştırmacıların bile ulaşabildiği bu sözlüklere bunlar ulaşamamakta mıdır?
Bu meal ve tefsir yazanlar;"Dövün ama azıcık, acıtmadan, misvakla ya da ..." sözlerine aklını işleten her insanın; "Bu nasıl dövmektir?" sorusunu sorabileceklerini düşünmüyorlar mı?
Türkiye'nin İlahiyat Fakültelerinin akademisyenleri nerede?
Seslerini topluma neden duyurmuyorlar.
|
Yukarı dön |
|
|
şeyma Uzman Uye
Katılma Tarihi: 03 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 179
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Papatya Yazdı:
Alperen Yazdı:
Kuran'da "Kadınları Dövün" Buyruğu Yok
Cengiz ÖZAKINCI
Cumhuriyet ........
Oral Çalışlar, Müslümanlıkta kadınlara katı davranmanın bir Tanrı buyruğu olduğu savını kanıtlamak üzere, Kuran çevirilerinden “kadınların örtünmesi” ve “kadınların dövülmesi” konusuyla ilgili olanları alıntı olarak verdi. Gelgelelim Çalışlar, eğer çevirilerini alıntı olarak verdiği bu ayetlerin Arapça metnine bir göz atabilseydi, dilimize “dövün” diye çevrilen Arapça sözcük ile “örtün” diye çevrilen Arapça sözcüğün aynı olduğunu şaşkınlıkla görür ve bilimsel kuşkuculukla; “Kuran’da geçen aynı bir Arapça sözcük, nasıl olup da bir ayette “dövmek”, bir başka ayette “örtmek” diye anlamlandırılabiliyor?” diye sorardı.
Evet, çevirmenlerin bir ayette “örtün” diye çevirdikleri sözcük ile bir başka ayette “dövün” diye çevirdikleri sözcük, Kuran’ın Arapçasında aynı sözcüktür. D-R-B. Kuran’da 58 yerde karşımıza çıkan D-R-B sözcüğüne çevirmenler neredeyse her ayette başka bir anlam veriyorlar. Kimi yerde yola “çıkmak”, kimi yerde boyun “vurmak”, kimi yerde karanlığa “bürümek”, kimi yerde parmakları “doğramak”, kimi yerde örnek “vermek”, kimi yerde verilen bir şeyi geri “almak”, konulan bir şeyi “Kaldırmak”, birini “dövmek”, birini “yatırmak”, “uyutmak”, “örtmek” ve daha pek çok birbirine uymaz anlamların hepsi aynı sözcüğe, Kuran’daki D-R-B sözcüğüne yüklenmiştir. Örneğin Kuran’da geçen “Kulakların üzerine D-R-B etmek” kimi çevirmenlerce; “Kulaklarının üzerine yatırıp uyutmak”, diye anlamlandırılırken, kimilerince; “Kulaklarının üzerine vurmak”, diye çevrilmektedir. “Bu nasıl böyle olabilir?” diye sorulduğunda: “Tümcenin gelişine göre (Arapça deyimle “siyak”ına göre) uygun bir anlam yakıştırıldığı” söylenmekte! Yani, “Arapça değil mi? Uydur uydur söyle!”
Çevirmenlerin ve yorumcuların büyük bir çoğunluğunun; “O kadınları dövün” diye çevirdikleri ayette de karşımıza çıkan bu D-R-B sözcüğü hakkında, 1050 yıllarında yazılmış bir Arapça sözlük ki tüm İslam bilginleri kaynak olarak benimsemişlerdir- şöyle der:
D-R-B: Bu sözcük hakkında ihtilaf vardır. (Bkz: Ragıb el Müfredat)
......Eğer “D-R-B” sözcüğü “acıtmadan, azıcık dövmek” anlamına geliyor ise, aynı sözcük, aynı kipte, bir başka ayette (Enfal, 12) niçin “Hiç acımadan parmaklarını doğrayın” anlamına gelsin?
Evet, Kuran’da “O kadınları D-R-B edin” diye bir buyruk gerçekten de vardır; ancak bunun “O kadınları dövün” mü, “yatırın” mı, gönderin” mi, “yollayın” mı, “doğrayın” mı, “atın” mı, yoksa “örnekleyin” mi anlamına geldiği “ihtilaflı”dır, tartışmalıdır. Çünkü Arapça’da “kitap D-R-B etmek”; kitap yayımlamak, piyasaya kitap çıkartmak anlamına gelir. “Para D-R-B etmek”; dolaşıma para sürmek, tedavüle sokmak anlamına gelir. Arapça’da “D-R-B’ül evvel” deyimi, ilk yaratıklar, anlamına gelir. Arapça’da iki insanın birbirleriyle D-R-B’laşması, dövüşmeleri anlamına gelmez, tersine, birbirleriyle ortak olup bir işletme kurmaları anlamına gelir. .......
Kuran eleştirmenlerinin tümü gibi, Oral Çalışlar da içinde D-R-B sözcüğü geçen ve biri “örtmek”, diğeri “dövmek” diye çevrilen iki ayeti alıntı olarak kullanmıştır. Müslümanların D-R-B sözcüğünün bu ayetlerde “dövün” anlamına geldiğine inanmaları başka şey, Oral Çalışlar’ın bu Arapça sözcüğün alıntıladığı ayetlerde çevirilerde verilen anlama gelip gelmediği üzerindeki kendi yargısı başka şeydir. Oral Çalışlar, kendisini sosyalist olarak tanımlayan, bilimselliğe dayandığını söyleyen bir araştırmacı olarak, bilim erdemini, bilimsel kuşkuculuğu elden bırakmamalıydı. Oysa o, Müslümanların doğru kabul ettikleri çevirilerin gerçekten de doğru olduğuna inanıyor; ölümünden üç yüz yıl sonra yazılıp Muhammed’e aittir denilen sözlerin (hadislerin) gerçekten de ona ait olduğunu, bilimsel kuşkuculuktan yoksun çoğu Müslümanlar gibi, bilimsel sosyalist Oral Çalışlar da kabul ediyor ve tıpkı Müslümanlar gibi Oral Çalışlar da bunlara inanabilmek için bilimsel nitelikte somut kanıtlar aramıyor. Yazısının bir yerinde şöyle diyor:
.........................
|
|
|
Tesekurler Alperen bu yaziyi daha once okumamamistim. Bakalim Sahih hadisci yalancilar buna nasil cevap verecekler. Ama suc onlarda degilde ayni zamanda bizde Kurani okumayan biz Nisa taifesi, kendimizi yuzyillarca sahih yalanlar ezmelerine izin vermedik mi ?
Ama Allaha sukur artik sahih yalancilarin karsisinda elimizde Kuran dimdik durabiliyoruz. Sahih yalancilarin Kurandan ocu gibi korkup kacacaklari gunler Allahin izniyle yakindir.
|
|
|
Kadınların hakir bir yaratık olarak görülmesinin,hertürlü hakarete maruz kalmasının,ikinci sınıf vatandaş görülmesinin,söz hakkı olmamasının,erkeğe eşten çok köle gibi gösterilmesi ile bu sahih yalancılar erkek olmaları nedeni ile hegamonyalarını tatmin ettiler yıllarca..Şimdi bunların Kızları diri diri toprağa gömen,kadınların rahmini yarıp doğmamış bebelerin yaşam hakkını ellerinden alan Zalim Firavundan ne farkları kaldı!!
Çok şükür ki,alemlerin rabbi Allah;ışığımız Kuran ile biz bayanları yücelttide karanlıkta kalan bazı noktalar yine O'nunla açığa çıktı..
Sevgiyle kalın..
__________________ FATİHA: 6, 7/ Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selamün aleyküm,tam yeri gelmisken ilginize sunlari sunmak isterim. Cuma namazinda vaiz dinledik,tesadüfen Hocamiz Peygamber efindimizin kendi kadinlarina nekadar hürmetkar sevgi saygi dolu oldugunu anlatti,mesala yemek yerken kendi eliyle eslerine ikramda bulunmasi,ev islerinde yardimci olmasi,herdaim tebessümlü oldugunu,vs.Ama hicbirsekilde kaba davranmamis. Bu da güzel Ahlak dan kaynaklanmaktadir.kurani kerim de güzel ahlak üzere oldugunu,peygamber efendimiz icin acikla belirtiyor. sizler buyurmazmisiniz,güzel ahlakli olmaya davet etsem?
|
Yukarı dön |
|
|
Papatya Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 mart 2006 Gönderilenler: 211
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
şeyma Yazdı:
Kadınların hakir bir yaratık olarak görülmesinin,hertürlü hakarete maruz kalmasının,ikinci sınıf vatandaş görülmesinin,söz hakkı olmamasının,erkeğe eşten çok köle gibi gösterilmesi ile bu sahih yalancılar erkek olmaları nedeni ile hegamonyalarını tatmin ettiler yıllarca..Şimdi bunların Kızları diri diri toprağa gömen,kadınların rahmini yarıp doğmamış bebelerin yaşam hakkını ellerinden alan Zalim Firavundan ne farkları kaldı!!
Çok şükür ki,alemlerin rabbi Allah;ışığımız Kuran ile biz bayanları yücelttide karanlıkta kalan bazı noktalar yine O'nunla açığa çıktı..
Sevgiyle kalın..
|
|
|
Yok bir farklari. Bu ebu Hureyre zihniyeti kadini iyi kolelestirmek icin Saudi Arabistanda araba bile kullandirmiyor. Kurani erkekce yorumlayabilmek icin Allahin ayetlerinde kendilerine destek bulamayan Ebu Hureyreci zihniyet, Yazmislar kafalarindakini altina atmislar Ebu Hureyre Imzasi. Ama Resulun bize ulastirgi Kuran elimizde oldugu surece foylari nasilda ortaya cikiyor. Oyle degil mi ?
Yobaz zihniyetin Ebu Hureyre marka hadisler ile ERKECE bir Kuran yorumu baska bir sey degil.
__________________ Müslümanim diye hic utanmiyorum.... Mevsim Bahar..Ben artık özgur bir müslümanım. Bir elimde KURAN, Bir elimde bahar çiçekleri ve arkamda 1400 yıllık hurafe, hadis, mezhep ve şeyhlerın enkazı.
|
Yukarı dön |
|
|
prenses Newbie
Katılma Tarihi: 24 kasim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 21
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bizim gibi kendi çapında olan araştırmacıların bile ulaşabildiği bu sözlüklere bunlar ulaşamamakta mıdır?
Bu meal ve tefsir yazanlar;"Dövün ama azıcık, acıtmadan, misvakla ya da ..." sözlerine aklını işleten her insanın; "Bu nasıl dövmektir?" sorusunu sorabileceklerini düşünmüyorlar mı?
Türkiye'nin İlahiyat Fakültelerinin akademisyenleri nerede?
Seslerini topluma neden duyurmuyorlar.
Bilgi, Üniversite kampüslerinin duvarları arasında kalsın diye midir?
Yapılan Yüksek Lisans Ve Doktora Tezleri, Üniversite kütüphanelerinin raflarında kalsın diye midir?
Bilgi paylaşmak için değil midir?
Havas ve avam ayrımı ne zaman son bulacak.
Bilgiler ne zaman kamuya maledilecek?
Bu ülkenin ilahiyatçıları üzerinde bu milletin hakkı yok mudur?
Ne zaman halkın arasına inecekler?
Bu millet camilerinde bunlardan hiçbir şey dinleyemeyecek mi?
Daha ne zamana kadar meydanları tarikat ve cemaat liderlerinin eline bırakacaklar?
Ahde vefa yok mudur?
La ilahe İllaAllah Muhammedün Resulullah! Sözü hepimizin boynunda asılı duran bir sözleşme değil midir?
Türkiye'nin tüm ilahiyatçıları! Sizleri Kur'an üzerinde araştırmaya yapmaya çağırıyorum.
Ne olur? Çalışın! Yüce kitabımızın meali üzerinde çalışın lütfen.
Bildiklerinizi gördüklerinizi anlatın bu millete. İnanın! Milletimizin gözünde yücelirsiniz. Allah da sizlerden Razı olur.
Kusursuz olan Allahtır.
En doğrusunu Allah bilir.
allah razı olsun alperen ve dost1 diğerleri gerçekler acıdır değimi hiç bu kadar gün yüzüne çıkmamıştı.nerede akademisyenler??????
rabbimden tek dileğim birgün bu gerçekleri onlarda farkeder tekrar allah razı olsun selamun aleyküm
__________________ ttp://ibadetleriniz olmasa Allah sizin neyinize değer versin!!!
|
Yukarı dön |
|
|
Hamiyet Newbie
Katılma Tarihi: 21 agustos 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 18
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Nisa 34 ve Muhatapları (Kadın ve Şiddet)
Nisa 34 ateist kesimin en fazla ağzına doladığı ayettir belki de. Kadınlara kötü muameleyi reva gören bir ayet olarak nitelendirilir. Muamelenin “kötü” olması yada olduğunun sanılması belli başlı şüphleri getirir insanların aklına. Konumuz bu olmasa da acaba “hakedilen” muamele şiddet ise burda şiddet kötü müdür. Bu yazıda bu ayeti işlemeye çalışalım.
Ne ilginçtir insan hayatında en başından günümüze erkek egemenliği hakim olmuştur. Bu bir dayatmanın sonucu değildir. Siz bir kavim oluşturun ve onları ilkel bir ortamda bırakın aralarında oluşturacakları hiyerarşide erkek egemenliği kendisini mutlaka gösterecektir. Bunun en temel nedeni erkeğin “doğal” fiziksel üstünlüğüdür. Fakat farkı belirleyen yalnızca bu değildir. İstisnalar dışında erkeğin bazı konularda duygusallığı daha az yaşaması bunlardan bir başkasıdır. Hatta doğal üreme sürecine yani türlerin kendi devamlılığını sağlama sürecine baktığımızda işin kilit noktasının gene erkek olduğunu görmekteyiz. Çünkü üreme için kadının hazır olması gerekmez fakat erkeğin hazır olması şarttır. Bu tip durumalrın sonucu toplumsal bir şartlanma değil, fizyoloijk yapısıdır insanoğlunun. Çeşitli fizyolojik ve ruhsal farklılıklar kadın ile erkeği birbirinden ayırmaktadır görüldüğü gibi. Kadın ile erkek eşit değildir, eşit olsa ya hepimiz kadın olurduk yada erkek. Eşitliğin olmadığını bunun toplumsal dayatmadan daha farklı asla değiştiremeyeceğimiz genetik ve fizyolojik yapımızın bir sonucu olduğunu görmek, bunun bir doğa kanunu olduğunu bilmek önemlidir.
İslami toplumlarda da erkek egemenliği söz konusudur. Bunlar çeşitli ayetler ve hadisler ile de sabittir. Bu asla kadını aşağılamak değildir. Daha doğrusu kadını olduğundan daha aşağıda yada daha yukarda göstermek de değildir. Kadının ve erkeğin fizyolojik ve ruhsal durumlarına göre görev paylaşımı vardır genel olarak. Tabi bunlar kesinlikle böyle olmalıdır değildir. Yani kadının iş hayatından çekilmesi, sosyal aktivitelerden uzak kalması olarak algılanmamalıdır kesinlikle. Aslında işin en kötü tarafı budur. Gelenek görenek töre denilen şeylerin ve bunların yarattığı baskının dini olduğunu sanma. Kadınların yalnızca üremem aracı olduğunu sanma, namus terazisi, dedikodu malzemesi…
Ne yazıkki ülkemizde yer alan çarpık namus anlayışı hepimizin midesini bulandırmaktadır. Nedense namus kadına aittir. Kadın kocasını aldatamaz ama erkek yapar hatta yapmak zorunda hisseder. Sanki erkek yapınca aynı günaha girmiyor yada namusunu kaybetmiyor. Nedense “namussuz” damgasını yemiyor. Ve bunların hepsinin İslami şeyler olduğunu sanma. Ne acı…
Oysaki kurandaki mümin yani kuranın MUHATAP ALDIĞI insan. Haksızlığı, namussuzluğu, zulmu asla ve asla kabul edemez. Herkese yardım etmekle görevlendirilmiştir. Haksızlık yapmamakla, her hareketinde seviyeyi ve akılcılığı ön planda tutmmakla yükümlü tutulmuştur. Kuran bu insanları MUHATAP ALIR. Bunu bilmek, bunu görmek çok önemlidir.
Nisa 34?ü yazmanın zamanı geldi:( Muhammed Esed tefsirinden nakil) ERKEKLER, kadınları, Allah’ın kendilerine onlardan daha fazla bağışladığı (42) nimetler ve sahip oldukları servetten yapabilecekleri harcamalarla koruyup gözetirler. Dürüst ve erdemli kadınlar, gerçekten Allah’ın koru [nmasını buyur]duğu mahremiyeti koruyan (43) sadık ve itaatkar kadınlardır. Kötü niyetlerinden (44) korktuğunuz kadınlara gelince, onlara [önce] nasihat edin; sonra yatakta yalnız bırakın; sonra dövün; (45) ve bundan sonra itaat ederlerse onları incitmekten kaçının. Allah gerçekten yücedir, büyüktür.
42 - Lafzen, “onlardan bazısına diğerlerinden daha fazla …” -Kavvâm ifadesi, kâim’in (”bir şeyden sorumlu kişi” veya bir şeyi veya kişiyi “koruyup gözeten”) mübalağa halidir. Böylece, kâme ‘ale’l-mer’e ibaresi, “kadının geçimini üstlendi” veya “onun geçimini sağladı” anlamlarına gelir (bkz. Lane VIII, 2995). Kavvâm gramatik kalıbı kâim’den daha kapsayıcıdır ve maddî bakım ve koruma kavramları ile ahlakî sorumluluk kavramının bileşimini ihtiva eder. Bu son zikredilen faktörden dolayı bu ibareyi “erkekler kadınları koruyup gözetirler” şeklinde çevirdim.
43 - Lafzen, “kavranamayanı (ğayb) koruyanlardır, çünkü Allah korumuştur [ve korunmasını istemiştir]”.
44 - Nüşûz terimi (lafzen, “isyan”; burada “kötü niyet” olarak çevrildi), günümüzde “ruhsal baskı” olarak tanımlanan durumu da içine alan, kadının kocasına veya kocanın karısına karşı her türlü bilinçli kötü davranışını ifade eder. Bu terim, koca ile ilgili olarak da kocanın karısına fiziksel anlamda “kötü muamele”sini gösterir (karş. bu surenin 128. ayeti). Bu bağlamda kadının “kötü niyet”i, evlilik sorumluluğunu kasıtlı ve sürekli olarak ihmal etmesine delalet eder.
45 - Birçok sahih rivayetten de açıkça anlaşılacağı gibi, Hz. Peygamber’in kendisi, erkeğin karısını dövmesini şiddetle kınamış ve çeşitli vesilelerle, “İçinizden biri, köle döver gibi karısını dövüp sonra da gece onunla yatabilir mi?” buyurmuştur (Buhârî ve Müslim). Başka bir Hadiste ise, “Allah’ın hizmetkarlarını hiçbir zaman dövmeyiniz” sözleriyle kadını dövmeyi yasaklamıştır (‘Iyaz b. Abdullah’dan rivayetle Ebû Dâvûd, Neseî, İbni Mâce, Ahmed b. Hanbel, İbni Hibbân ve Hâkim; Abdullah b. ‘Abbas’dan rivayetle İbni Hibbân ve Ümmü Gülsüm’den rivayetle Beyhakî). İsyankar bir kadını dövme izni veren yukarıdaki Kur’an ayeti vahyedildiğinde Hz. Peygamber’in, “Ben bir şey istedim. Ama Allah başka bir şey irade etti. Allah’ın irade ettiği şey, en hayırlısıdır” dediği rivayet edilmiştir (bkz. Menâr V, 74). Bütün bunlarla birlikte, vefatından kısa süre önce Veda Haccı münasebetiyle yaptığı konuşmada, kadının sadece “gayriahlakî davranışta bulunmaktan açık şekilde suçlu bulunması” halinde dövülebileceğini ve bunun da, “acı vermeyecek şekilde yapılması” (ğayr-i müberrih) gerektiğini bildirmiştir. Bu mealdeki Hadislere Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Neseî ve İbni Mâce’de rastlanmaktadır. Bu Hadisler ışığında bütün otoriteler, eğer her şeye rağmen dayağa başvurulursa, bunun hafif veya sembolik nitelikte olması, “bir misvakla veya benzeri bir şey” ile (ilk dönem alimlerinin görüşlerine dayanarak Taberî) veya hatta “katlanmış bir mendil” ile yapılması (Râzî) gerektiğini vurgulamışlardır; ve bazı büyük İslam bilginleri (mesela Şâfiî) dayağa istisnaî olarak izin verilmiş olduğu ve tercihen bundan sakınılması gerektiği görüşündedirler. Nitekim bu görüşü Hz. Peygamber’in konuya ilişkin şahsî hassasiyetiyle de desteklemişlerdir.
Bu ayetin her emrini açıklamak yerine yalnızca Kötü niyetlerinden korktuğunuz kadınlara gelince, onlara [önce] nasihat edin; sonra yatakta yalnız bırakın; sonra dövün; ifadesine bakıcaz. Kadınların kötü hareketlerin sonucunda uygulanacak ceza olarak fiziksel şiddete başvuralabilceği aktarılmış.
Herşeyden önce en baştan beri anlatmaya çalıştığım şeyi söylemenin zamanı geldi. Bu ayet genel geçer insanlık adına bir kural değildir, bu ayet fiziksel şiddeti saplantı haline getirmiş tipleri de muhattap alan bir ayet de değildir.
Bu ayet yukarda belirttiğimiz haksızlığa, zulme karşı duran, kimseye zerre haksizlik yapmamasi gerektiğini bilen, her hareketinde akilciliği şiar edinmiş mumin kullara hitabendir. Bu ayet ilkel toplumlardaki (afederseniz) hanzoları muhatap almaz, onların yaptıklarına izin değildir. Ayetin muhataplarini görmek çok çok önemlidir. Ayetin muhataplari muminlerdir ve ahlaksizlik yapilmasi halinde kademe kademe verilecek cezalari aktarmaktadir ayet. Erkek herşeyi yapabilir ama kadin yaprsa dövebilirsin de değildir bu ayet. Sen kendin ahlaksızlık yapmiyorsan kadina bu kademeli cezalandirma sistemi uygulayabilirsindir sen haksizlik yapmıyorsan ancak kuranin muhatabi olabilirsin. (ve şunu bilinmelidir ki hakedilen mumale “kötü” muamele değildir.) Sen zaten namussuzluk peşindeysen, namussuzluk yapiyorsan bu ayetin söylediği cezalandirmayi uygulamaya hakkın var mi apayrı bir tartışma konusudur. Eğer düşünürsek ayetin muhataplarini daha iyi anlayabiliriz bu ayeti.
Suç varsa ceza da vardır. Bunu unutmamak gerekir. Yalnzıca bu konu için söylemiyorum bunu ceza hakedildiği ölçüde verilmelidir cezanın azı da çoğu da haksızlıktır “kötü” muameledir. Erkeğin fiziksel üstün olması onun namussuzluk yapabileceği anlamında da değildir yada ahlaksızlığı yalnızca erkek yapabilir kadın yapamaz da değildir. Ama realitede evde kadın erkeğe ahlaksızlığı karşısında şiddet uygulayabilcek yaradılışta değildir. Bu doğa kanunudur. Onun için ayet yalnızca erkeği muhattap alır. Muhattap aldığı erkekler de kuranın genel olarak muhattap aldığı erkektir. Yani müminler. Onların özellikleri de yukarıda.
Ayetin muhattapları ayetin içeriğini belirginleştirmekte. Şartlar oluştuktan sonra fiziksel şiddeti uygulayabilecek kişiler bellidir. Dikkatinize…
Moderatör Notu: Lütfen forum ilkelerine uyunuz ve alıntı yapmış olduğunuz iletilerin kaynağını belirtiniz.
http://encodeum.blogspot.com/2007/03/nisa-34-ve-muhataplar-k adn-ve-iddet.html
__________________ inanıp direnirseniz, ıssız çölün sessiz kuyusuna da düşseniz, ilahi yardım size gönderilecektir.
|
Yukarı dön |
|
|
savana Uzman Uye
Katılma Tarihi: 30 nisan 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1235
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
34. Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.
35. Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından endişe ederseniz, bir hakem erkek tarafından, bir hakem de kadın tarafından gönderin. Bunlar, barıştırmak isterlerse Allah, kadınla erkeğin aralarını düzeltmede onları başarılı kılacaktır. Allah Alîm'dir, her şeyi bilir; Habîr'dir, her şeyden haberdardır.
nisa 34 ve 35i ard arda okuduğumda bu ayetlerden benim vardığım sonuç şu.
Bu iki ayet evlilik hayatında meydana gelecek veya gelen sorunların çözümünde izlenmesi gereken yolları anlatmaktadır
Nisa 34te erkeğin kadın üzerinde gözetici ve malından harcayan statüsünden söz edilmiştir.Nikaha ilişkin ayetlerdede belirtildiği üzere erkekler boşanma halinde kadınlara tazminat(mehir)ödemekle yükümlüdürler.Nisa 34 de Erkekler üzerine yüklenen kadına karşı maddi yönden sorumlu olmak görevine atıfta bulunarak erkekler malından harcarlar ifadesi bulunmaktadır.
Karı kocanın arasında meydana gelen ve anlaşmazlığa neden olabilecek bir örnek üzerinden giderek ayetin anlamının ne olabileceğini daha detaylı anlatacak olursak;
Kocanın onaylamadığı veya rahatsız olduğu bir takım davranışlar sergileyen kadın ,kocanın bir takım kaygılara(korkarsanız)kapılmasına sebep oluyorsa
-Eşiyle konuşup bu hal ve hareketlerini düzeltmesini ister nasihat eder
Nasihatlari işe yaramazsa
-Kadını yatağında yalnız bırakıp -bak hatun bu hareketlerinden bir an önce dön yoksa koca elden gidiyor senden ayrılabilir-mesajı verir.
Buda işe yaramazsa
-kadını evden atar\uzaklaştırır\ondan ayrılır
Bu yaptırımlardan sonra kadın hal ve hareketlerini düzeltir ise işte o zaman erkek başka yaptırım uygulamaz.Çünkü kadını evinden etmek ondan ayrılmaktan sonra nihayi çözüme yönelik yaptırım boşanmaktır.Kadında erkekte son yolun boşanmak olduğunun farkındadır.Ancak kadın davranışlarını düzeltmişse ve dönmek istiyorsa o koca yok ben anlamam seni boşuyorum DİYEMEZ.Tekrar bir araya gelip evlilği sürdürmek sorumluluğu var bu ayete göre.
Nisa 35e gelince
nisa 34te uygulanan çözüme yönelik tedbirlere rağmen kadın ve erkek arasındaki anlaşmazlıklara nihayi çözüm bulunamamışsa,
veya nisa 34te bahsi edilen huzursuzluğa neden olacak davranışları koca sergilemişse ve kadınla aralarının açılmasına evliliğin sarsılmasına neden olmuşsa
Kısacası bu aile artık boşanmanın eşiğine gelmişse
kadının tarafından bir kişi erkeğin tarafından bir kişi gelip her iki tarafı dinleyip anlayacaklar.Her iki tarafı dinledikten sonra probleme neden olan hal ve davranışların çözülebileceğine kanaat getirirlerse işte o zaman bu kişilerin bu çiftin aralarını düzeltmek için yaptıkları\yapacakları işlerde Allah onları başarılı kılacaktır.
__________________ O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır
|
Yukarı dön |
|
|
|
|