Yazanlarda |
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
2.1.1.1-Dış Duyular Dış duyular, beş duyu organıdır ki bunlar: 1)Görme (bâsira) Duyusu: Görme duyusu gözün sinir boşluğunda yer alır. Gözün etrafında yer alan sıvıya ışık aracılığı ile yansıyan nesnelerin şekillerini algılar. Algılama nesnenin şekline yöneliktir. Nesne hakkında hüküm ifade etmez.9 2)İşitme Duyusu (Sem’iyye): Kulak deliğinin içindeki sinirler sayesinde gerçekleşir. Biri çarpan diğeri çarpılan iki nesnenin teması sonucu meydana gelen hava titreşimlerinin ilettiği şeyleri idrak eder. Hava titreşimlerinin sinirleri uyarması ile duyum gerçekleşir.10 3)Koklama Duyusu (Şammiyye): Beynin ön tarafında yer alan iki tomurcuk vasıtası ile gerçekleşir. Havada karışmış bulunan buharın burun yolu ile içeri alınması veya nesnenin oluşturduğu, kokusal değişimin teneffüs edilmesi ile koklama gerçekleşir.11 6 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 41. ; Ebû Ali İbn Sînâ, en-Necât, s. 159. 7 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 41. ; en-Necât, s. 151. 8 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 41. ; en-Necât, s. 159. 9 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 41. 10 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 42. 11 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 42. 31 4)Tat Alma Duyusu (Zevk): Dilin üzerindeki sinirlerde bulunur. Nesnelerin dile dokunması sırasında dil tükürük salgısı üretir. Nesne ile bu karışımın salgısı tadı meydana getirir.12 5)Dokunma Duyusu (Lems): Etin ve bedenin derisindeki sinirlerde bulunur. Dokunulan herhangi bir şeyi sinirler algılar ve etkilenir.13 Dokunma duyusu deride dört ayrı algılamada bulunur. Bunlar zıtlıkları içermektedir. Sıcak-soğuk, kuru-yaş, sert- yumuşak, pürüz-kaygan. Bu kuvve dört ayrı algılama yaptığı için dış duyuların toplamı sekiz olmaktadır.14 Beş duyu nesnelerin kendileri ile ilgili olan bir yönünü idrak eder. Görmenin renkleri seçmesi, işitmenin sesleri seçmesi gibi. Bunun yanında dış duyular nesnelere ait ortak nitelikleri de idrak ederler. Hareket-sükûn, uzaklık-yakınlık, büyüklük- küçüklük gibi. Bu ortak nitelikler dış duyuların dışında başka bir duyunun algılaması değildir.15 Dış duyuların belirgin özelliği nesnelerin suretlerini idrak etmeleridir. Dış duyuların elde ettiği idrakte nesneler maddesel ilişkilerden kurtulmuş değildir. İç idrak güçleri bunları maddesel ilişkilerden soyutlayıp saklar. Dış duyular nesnelerin suretlerini kavrayarak bunu iç duyulara iletir. İç duyular bu suretlerin anlamlarını kavrar. Kurdun sureti, biçimi, rengi, koyun tarafından dış duyular aracılığı ile kavranır. Bunlar iç duyulara iletilerek onlar tarafından da kavranmaları sağlanır. Düşünen ve düşünmeyen canlıların dış duyular ile algıladıkları maddesel ilintileri olan bir algılamadır. İç duyularda bunlardan anlamlar çıkarır. Koyunun kurttan algıladığı budur. Dış duyular koyunun kurttan kaçması gerektiği hükmünü vermez.16 2.1.1.2-İç Duyular Dış duyular aracılığı ile gelen idrakleri irtibatlandıran duyulardır. Şekilsel olarak elde edilen bilgilerin birbirleri arasındaki irtibatı kurup manalar verir. İç duyuların bazısı cisimlerin suretlerini bazısı ise manalarını idrak eder.17 12 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 42. 13 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 42. 14 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 41. 15 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 163. 16 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 43. , Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, Çev..Ali Durusoy, Muhittin Macit, Ekrem Demirli, İşaret ve Tenbihler, Litera Yayınları, İstanbul 2005, s. 111. 17 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s.43. 32 Koyun ve kurt örneğinde olduğu gibi kurttan sakınılması gerektiği manasını iç duyular verir. İç duyuların verdiği mana herkes için farklıdır. İç duyular aynı zamanda kavradıkları şeyler üzerinde etkin olup olmama yönünden de ayrılırlar.18 İç duyuların bazısı kavradıkları şeyleri birbirleri ile birleştirebilir veya ayrıştırabilir. Bazıları ise sadece idraki gerçekleştirir. Onunla bir bağlantı kurmaz. İç duyuların bazısı nesneleri doğrudan doğruya idrak eder. Bu birinci idraktir. İkinci idrak ise birinci idrak yolu ile elde edilen bilgi aracılığı ile başka bir idrakin oluşmasıdır. Bu insanın yerdeki ayak izini görmesi ve onun başka bir insana ait olduğunu bilmesidir.19 İbn Sînâ hayvani nefsin iç duyularını beşe ayırır. 1)Ortak Duyu (el-Hissü’l-Müşterek)20: Beynin ön boşluğunda bulunan ortak duyu dış duyular tarafından gelen verileri doğrudan kabul eden bir güçtür. Bu yeti dış duyular tarafından gelen verileri değerlendirmeye tabi tutan bir yetidir. Bu duyu sayesinde insanlar farklı dış duyular aracılığı ile algıladıkları şeyleri birleştirebilirler. Bu duyu ile insanlar belirli bir beyaz nesnenin belirli bir şarkıcı olduğuna karar verirler. Onun şarkısını işittikleri zaman şarkıyı söyleyenin o şarkıcı olduğunu bilirler. Hayvanlar ise bu yeti aracılığı ile sopayı görünce elemi hatırlarlar. Bu güç uyku esnasında da faaliyet gösterir. Bu yüzden doğuştan kör olan bir kimse renkleri görebilir. Bu yeti musavvira yetisinde alıkonmuş suretleri de insanda kuruntu yetisi hâkim olduğu zaman dışarıda görülüyormuş gibi görülmesini sağlar.21 Bu yetinin işlevi dış duyular tarafından idrak edilen suretlerin ayrışımını yapmak, bir arada toplanmasını sağlamak ve bellekten çağrışımını yapmaktır. 2) Hayal ve Musavvira Gücü (el-Kuvvetü’l-Hayal ve’l-Musavvira)22: Beynin ön girintisinin tam arkasında yer alır. Bu yeti ortak duyunun dış duyulardan aldığı idrakleri bunların yokluğunda muhafaza eder. Ortak duyunun idrak edilen şeyi muhafaza etmek gibi bir fonksiyonu olmadığı için bu yeti suretlerin ayrışımında ortak duyuya yardımcı olur. Düşen yağmur damlasını veya dönen bir nesneyi dış duyular tek tek algılar ve ortak duyuya iletirler. Ortak duyuya gelen bu algılar musavvira gücünde saklandığı için yağmur damlası düz bir çizgi halinde görünür. Ortak duyu ile 18 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 43. 19 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 43. 20 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 44. , el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 112. 21 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 163. , 165. 22 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 44. , el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s.112. 33 musavvira ve hayal gücü aynı gibi görünmelerine rağmen farklı işlevleri yerine getirirler. Musavvira ve hayal gücü ortak duyudan gelen algıları muhafaza işlevini görür. Ortak duyu yargı işlevini görür. Şu siyahtır, kırmızı şey ekşidir gibi.23 3) Hayal Kurma ve Müfekkire Gücü (el-Kuvvetü’l-Mütehayyile ve’l-Müfekkire)24: Beynin ortasında yer alan bu duyu hayvanlar söz konusu olunca tahayyül olarak isimlendirilir. İnsanlar söz konusu olunca tefekkür olarak isimlendirilir. Bu yeti dışarıdaki nesneleri bulundukları halden farklı bir şekilde düşünülmesini sağlar. Nesneler arasında ve anlamlar arasında birleştirme-ayrıştırma yapabilir. Bu yeti insanda egemen olduğu zaman duyulur nesneler olmadığı halde onlar işitilir ve görülür. Acaba bu tür durum insanlarda hangi hallerde ortaya çıkar? İbn Sînâ’nın sorduğu bu soruya verdiği cevap peygamberin vahiy alma aşamasını da anlatmaktadır. Hayal gücünün kuvvetlendiği anların başında nefsin uyku ve sükûnet halinde olduğu durumlardır. Nefsi düşünmeden ve ayırt etmeden alıkoyan hastalık halinde bu durumlardandır. Bunun yanında korku esnasında akıl denetimi insandan kalktığı için hayal gücü baskın hale gelir. Bu durumlarda hayal gücü musavvira gücü ile birliktelik oluşturur. Musavvira gücündeki suretler ortak duyuya yansır. İnsanda bunları dış dünyada bulunuyormuş gibi görür ve duyar. Bunlar gerçekle ilgili olmamasına karşın peygamberin durumu farklıdır. Peygamber bu durumda gerçekle ilgili görüntüleri görür. Peygamberdeki bu hal hayal ve müfekkireye bağlı olabileceği gibi göksel bir nedene de bağlı olabilir.25 Vahyin alınışı esnasında mütehayyile gücü etkin bir durumdadır. Peygamber gayb bilgisini melek vasıtası ile Allah’tan alır. Hayal gücü de alınan bu bilgileri harflere şekillere dönüştürür. Melek peygambere nüfuz ederek onun ruhuna vahyi bırakır. Bu aşamada peygamber meleğin bıraktığı şeyi hem iç duyuları ile hem de dış duyuları ile algılar. Böylece meleği görür, işitir. Meleğin getirdiği şeyi peygamberin sese görüntüye dönüştürme aşaması şöyle gerçekleşir. “Vahiy bir şeyi zaman dışı olarak peygambere iletmektir. Peygamberde saf ruhunda kendisine iletileni biçimlendirir. Bu tıpkı ilimlerde bilinen nesnenin biçiminin zihinde biçimlendirilmesi gibidir. Zihne işlenen bu biçimler bazen İbranice, bazen Arapça olarak ifade edilir. Yani kaynak bir olduğu halde alıcı çoktur. İşte meleklerin 23 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s.165. 24 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 45. , el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 112. 25 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 170. 34 sözünü işitmek ve onları görmek bundan ibarettir.”26 Peygamber vahiy alma anında diğer insanlardaki gibi bir çaba ve gayretle verilen bilgiye ulaşmaz. Peygamberin nefsine akıtılan vahiy onun nefsinde tasavvur edilir. Bu nedenle peygamber önce bilir sonra bildiği şeyi duyuları ile algılar. Vahiy veren meleğin peygamberin ruhuna hitabı, güneş ışığının durgun suya nüfuzu gibi bir nüfuz içerir. Bu nüfuz sayesinde melek peygamberin ruhuna nakşeder. Bu nakış o kadar güçlüdür ki iç duyulara (mütehayyile kuvvesi) ulaşır. Bu anda peygamber meleğin vahyini işitir onu görür.27 Peygamberi diğer insanlardan ayıran özellik nefsini bil fiil akıl olarak yetkinleştirmesi, ameli erdemlerden olan ahlakları elde etmiş olmasıdır. Bu yetiyle peygamber Allah’ın kelamını işitir ve melekleri görür.28 Peygamberin vahyi almasında akli özellikleri de etkindir. Bu konuya çalışmanın ileriki başlıklarında değineceğiz. Peygamberin mütehayyile kuvvesinin etkin olarak kullanıldığı diğer bir alan ise vahyin halka aktarımıdır. Peygamberin Allah’tan aldığı vahyi halka onların tasavvur edebilecekleri bir dil kullanması mecburidir. Peygamberin insanlara bir mekânda gösterilmeyen, sözle bölünmeyen, âlemin dışında veya içinde bulunmayan veya bu cinsten bir şey olmayan Yaratıcı’nın Varlık’ını tasdik ettirmesi güçtür. Böyle bir uğraş insanları inandıkları şey hakkında karışıklığa götürebilir. İlahi hikmetin kavranması, tevhid ve tenzih konusunda peygamber öyle bir dil kullanmalıdır ki insanlar peygambere vahyedilene inanabilsin. Bunun için peygamber Allah’ın yüceliğini ve büyüklüğünü insanlarca değerli ve yüce şeylerden alınmış örneklerle ve remizlerle öğretmesi gerekir. Peygamber insanlara Allah’ın dengi, ortağı ve benzeri olmadığını bildirir.29 Uhrevi konularda dinin zahirini delil kabul etmek, tevhid ve tenzih konusunda insanları yanlışlığa götürür. Din bireye anlayabileceği bir şekilde Allah’ı, melekleri, cennet ve cehennemi anlatmaktadır. Dinin yapılmasını istediği şeyler karşılığında insanlara sunduğu mükâfatı ve bunun aksi durumdaki cezayı insanların anlayacağı bir şekilde sunmak gerekir. Din bu nedenle benzetmeye dayalı bir dil kullanmaktadır. Bunun nedeni ise anlatılmak istenileni bireylere daha iyi anlatmaktır. Allah’a el, yüz, yön isnat etmek insanları tevhid hususunda yanıltır. Fakat peygamberin böyle bir anlatımda bulunması kaçınılmazdır. Ahiret, Allah’ın Varlığı, Birliği ile ilgili durumlar 26 Ebû Ali İbn Sînâ, er-Risâletü’l-Arşiyye, Çev. Alparslan Açıkgenç, M.Hayri Kırbaşoğlu, İbn Sînâ Risaleler içerisinde Kitabiyat Yayınları, Ankara 2004, s. 56. 27 Ebû Ali İbn Sînâ, fî’l-Kuva’l-İnsâniyye ve İdrakâtiha, Tis’u Resâl İçerisinde, Cevâib Matbaası, Konstantiniyye 1298, s. 46. ,47. 28 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 181. 29 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 189. 35 insanların anlayabileceği bir şekilde sembolik olarak anlatılmıştır. İnsanlar sembolik anlatım vasıtası ile bu hususların gerçek anlamlarına yakınlaştırılmıştır.30 İbn Sînâ dinin hitabının insanlar tarafından anlaşılabilmesi için onların anlayabileceği teşbih ve temsillere başvurulduğunu belirtir.31 Teşbih ve temsil yoluyla anlatım şekli tevil edilebilir. İbn Sînâ Kur’an’da geçen mutluluk ve cezayla ilgili ayetlerin teşbihi olduğunu savunur. Ceza ile ilgili ayetlerdeki zebaniler, zincir ve bukağılar, çılgın azap, zemherir, deve dikeninden yiyecekler, irinden içecekler, demirden topuzlarla dövülmek, et ve derileri yanan insanların tekrar et ve derilerinin olması temsilidir. Uhrevi mutluluğun anlatımında da aynı yola başvurulur.32 Kur’an ve sünnetteki cennet tasvirleri de bu meyandadır. Cennetteki huriler, orada yaşayanların hoşlarına gidecek çeşit-çeşit meyveler, insanları sarhoş etmeyen şarabla dolu kadehler, süt, bal ve içkiden nehirler, altından ırmaklar akan bahçeler, ipekten yastık ve sergiler. Cennet ve cehennem tasvirlerinin böyle olma nedeni; insanlara adalet ve hayr gibi soyut kavramları anlatmanın zorluğudur. & nbsp; İnsanlara adaletli davranmanın mükâfatını onun anlayabileceği bir şekilde izah etmek gerekir. İnsanlara bu soyut kavramların iyiliği korkutularak anlatılır.33 Peygamberin hayal gücü faal aklın, nefsini aydınlatması ile işlerliğe başlar. Fal akıldan feyezan eden akledilirleri peygamberin hayal gücüne gelmektedir. Peygamber duyular aracılığı ile elde edilmiş idraklerin yardımı ile faal akıldan gelen akledilirlerin benzerlerini oluşturmaktadır. Bu benzerler ortak duyuda tasvir edilir. Böylece peygamber Allah’ın vasıfsız Yüceliğini ve Kudretini görmektedir.34 Bu tasavvur edilen şeyler halka onların anlayacağı bir şekilde temsil ile iletilir. Allah’ın yüceliği, büyüklüğü onlarca değerli şeylerle anlatılır. Uhrevi konulara da genel hatları ile değinilir. “Ahiretin gözün görmediği ve hiçbir kulağın duymadığı bir şey olduğudur. Orda büyük mülk olan bir haz ve sürekli azap olan bir elem bulunduğudur.”35 4) Vehm Gücü (el-Kuvvetü’l-Vehmiyye)36: Vehm gücünün aleti beynin tamamıdır. Beynin vehm gücüne münhasır olan yeri ortasıdır. İşlevi ise nesnelerdeki 30 Ebû Ali İbn Sînâ, el-Adhaviyye fî’l-Meâd, Tahkik, Süleyman Dünya, Daru’l-Fikri’l-Â’rabî, Mısır 1949, s. 46,49. 31 Ebû Ali İbn Sînâ, el-Adhaviyye fî’l-Meâd, s. 50. 32 Ebû Ali İbn Sînâ, el-Adhaviyye fî’l-Meâd, s. 60. 33 Ebû Ali İbn Sînâ, el-Adhaviyye fî’l-Meâd, s. 59. 34 Ebû Ali İbn Sînâ, el-Kerâmât ve’l-Mu’cizât ve’l-Eâcîb, et-Tefsîru’l-Kur’ânî ve’l-Lugatu’s-Sûfiyye fi Felsefeti İbn Sînâ İçerisinde, Neşir, Hasan Asî, Müessesetü’l-Câmiiyye, Beyrut 1983, s. 229. 35 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 190. 36 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 45. ; el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 112. 36 duyulur olmayan anlamları algılamaktır. Koyunu kurttan sakındırmaya, çocuğu sevmeye yönelten bu kuvvenin yargılarıdır.37 Nesnelerdeki duyularımız ile idrak edemediğimiz anlamları İbn Sînâ: 1)Hiçbir şekilde duyulur olmayan anlamlar. Koyunun kurdun suretinden idrak ettiği düşmanlık ve nefret bu türdendir. 2)Duyular ile idrak edilebilen fakat idrak aşamasında duyular aracılığı ile algılanmayan yargılardır. İnsanın sarı renkte bir şey görünce onun tatlı ve bal olduğu yargısına varması gibi. Tatlılık ve renk duyular ile idrak edilir. Fakat bal olduğu yargısı duyular ile idrak edilemez. Bu kuvvenin peşinen vardığı yargılar yanıltıcı olabilir.38 Vehm gücü hayvanlardaki en büyük yargı gücüdür. Hayvanlardaki yargılar ise tikel nitelikleri barındıran ve nesneler ile ilişkili olan yargılardır. 39 &nbs p; 40 Akıl denetimi olmadan vehm gücü, ilham & nbsp; & nbsp; ve tecrübe   ; yolu ile yargıda bulunur. Çocukların doğar doğmaz anne memesine sarılması, gözüne bir şey gidince gözünü kapatması ilahi rahmetten gelen ilhamla olur. Çocuk bunları seçme gücüyle yapamaz. Bunlara doğuştan sahiptir. Hayvanlar içinde aynı durum geçerlidir. Vehm gücü edinilen tecrübelerle de yargıya varabilmektedir. Köpeklerin kendisini dövenden ve sopadan korkması bu nedenledir. Hayvanların tecrübe ile kazandıkları haz ve acı suretleri ile birlikte musavvira gücüne iletilir. Hayvanı haz ve acıya sevk eden nesne musavvira gücünde kalır. Hayvanın daha sonra yargıya varacağı anlam ise hafızada saklanır. Hayvan geçmiş zamanda haz ve acı veren şeyi görünce onun anlamını da hemen hatırlar. Vehm kuvvesi nesneleri, anlamları ve nesnelerin anlamlarını birleştiren bir yapıdadır. Duyuların algılayamadığı anlamları ortaya kor vehm gücü. Koyunun kurttan kaçması gerektiğini bildiren bu güçtür. Hayvanların kendisine eziyet veren kişiden kaçması bu nedenledir. Kişinin sureti hayvana eziyeti hatırlatmakta ve o suretten kaçınması gerektiği yargısını vermektedir. Bu neden ile musavvira, hafıza ve zakire kuvvesi ile ilişki içerisindedir. Hayal gücüne benzemesine karşın ondan farkı yargıda bulunabilmesidir.41 37 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 45. ; el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 112. ; en-Necât, s. 163. 38 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 166,167. ; fî’l-Kuva’l-İnsâniyye ve İdrakâtiha, Tis’ü Resâl İçerisinde, s. 44. 39 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 183,184. 40 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 184,185. 41 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 168,169. , 184,185. 37 5) Hafıza ve Hatırlama Gücü (el-Kuvvetü’l-Hâfıza ve’z-Zâkire)42: Beynin arkasında yer alır. Vehim gücünün idrak ettiği anlamları muhafaza eder. Bu nedenle hafıza gücü olarak isimlendirilir. Bu idraklerin yokluğunda yeniden hatırlama işlevini yetine getirince ise hatırlama olarak isimlendirilir. Hatırlama gücünün işlevi vehm gücü ile de ilgilidir. Vehm gücünün musavvira gücüne ilettiği suretlerin hayal ve musavvira gücünde ortaya çıkması ile onların anlamları da hafızada belirir. Veyahut anlamlar hatırlanınca suretleri hafızada belirir.43 İbn Sînâ hafızayı bütün hayvanlar için ortak kabul ederken hatırlamayı sadece insana mahsus bir özellik olarak görür. Bunun nedeni ise var ve yok arasındaki bağlantıyı sadece insanın nâtık kuvvesi ile yapabilmesidir. İnsan dışındaki hayvanlar bir şeyi hatırlamak için talepte bulunmazlar.44 Dış idrak güçleri nesnelerin suretlerini algılayarak bunları iç idrak duyularına iletirler. Aşama aşama idrak süreci başlar. Dış idrak maddesel olduğu için organla işlev görür. Bu nedenle elde ettiği ve iç idrak güçlerine yolladığı idrakte maddesel ilintiler vardır. Dış idrak güçleri ile gözün gördüğü nesne anlam ve şekil olarak iç idrak güçlerinde yer eder. Bu nesne halen manası ve şekli itibari ile maddesel özellik taşır. Dış ve iç idrak güçleri organ ile işlev görür ve her birinin ayrıca bir organı vardır. İç ve dış idrak güçleri genel yargılarda bulunmazlar. Sadece idrak ettikleri nesnenin sureti ve anlamı ile ilgili yargıda bulunurlar. İnsani nefs ise genel yargıda bulunabilir. Bilginin elde edilişi ve maddesel ilintilerinden soyutlanmasında insânî nefs etkindir. “ Duyular ile algılanan her tikelde tümel bir yön bulunmaktadır. Kişi duyuları ile bir taraftan Sokrat’ı algılarken diğer taraftan da tamamen soyut olmayan ama arazları ile birlikte bulunan insanı da algılar. Akıl ise duyuların, arazları ile algıladığı insandan, arazlarını soyup hem Sokrat hem de Platon için kullanılabilecek tamamen soyut olan insanı algılamaktadır. O’na göre doğuştan getirilen bir bilginin olmamasına karşın insanda, kendileri aracılığı ile ilk ilkeleri öğrendiği iç ve dış idrak kuvveleri bulunmaktadır. İlk ilkeler denilen bedihi bilgiler de esasında sonradan elde edilmiştir. Ancak insanlar bunun farkına varamadıkları için bu bilgilerin sürekli kendilerinde var olduğunu zannederler. Görüldüğü üzere İbn Sînâ’da bilgi elde etmenin ilk aşamasını duyu bilgisi oluşturmaktadır. Duyu ve hayal güçleri yardımı ile tek tek elde edilen 42 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 45. ; el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 112. 43 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 167,168. 44 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 185. 38 bilgilerin, müfekkire kuvvesinin onları doğrulaması veya yanlış laması ile de evveli bilgiler meydana gelmektedir.45
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
2.2- Pratik, Teorik Akıl ve Kısımları Nefsin yetilerine göre yapılan ayrımda İbn Sînâ’nın en değerli nefs diye tarif ettiği insânî nefstir. İnsani nefs kâinatta organlara sahip olan tabi cismin ilk yetkinliğidir. Bitkisel ve hayvani neftsen farkı ise fikre dayalı aklî çıkarımlar yapabilmesidir. Bu işlevleri ile ortaya çıkan fiilleri yerine getirir ve tümelleri kavrar.46 Diğer nefislerden farklı olarak insani nefs bedenin ölmesi ile bozulmaya uğramaz. İnsani nefs bozulmaya uğramayan bir cevherdir.47 Bozulmaya uğramadığı için insana “o” denilir. İnsanı insan yapan şey nedir? Sorusunun cevabı İbn Sînâ’da insânî nefstir.48 İnsan ilk önce kendisini kendi yapan şey olarak bedeni ve cesedini görür. Fakat bu yanlıştır. İnsanın eli, ayağı, kalbi, beyni, ciğeri ve sair azaları olmasa dahi onu o yapan bir şey vardır. Görüldüğü üzere bedenin bu azaları bedenin bozulması veya insanın ölmesi ile yok olup gitmektedir. İnsanın bedene alışmış olması kendisini o yapan şey olarak bedenini veya uzuvlarını düşünmesine neden olmaktadır. İnsanın kendisine ben dediği şey gerçekte nefsidir. İnsan olgun bir yaşta yaratıldığını ve dış alemde bulunan şeyleri algılamaktan yoksun olması için hava veya boşlukta asılı olduğunu düşünsün. Dış ve iç organlarının varlığını bu durumda saptayamaz. Fakat kendi özünün varlığını bilebilir. Bunu bildikten sonra organlarının olduğunu düşünse bilir ki organları onun kendi özünün varlığı için gerekli değildir.49 İnsanı O yapan nefs insan bedeninin parçalarında ve bedeninde tasarrufta bulunan cevherdir.50 İnsanın ben dediği ve kendi özünü oluşturan nefsinin iki yetisi bulunmaktadır. Pratik akıl (amelî) ve teorik akıl (nazarî).51 45 Şaban Haklı, Müteahhîrun Döneminde Felsefe Kelam İlişkisi, Fahreddîn er-Râzî Örneği, Marmara Ü.N.V. S.B.E. Basılmamış doktora Tezi, İstanbul 2002, s. 20. 46 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s.39,40. 47 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 227. 48 Ebû Ali İbn Sînâ, el-Adhaviyye fî’l-Meâd, s. 94. 49 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 16. 50 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 109. 51 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 207. ; el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 112,113. 39 İnsan bedeninde uygulamaya yönelik davranışları meydana getirir. Pratik akıl hayvansal istek gücü, hayal gücü ve vehm gücü ile ilişki içerisindedir. Pratik aklın uygulamaya yönelik işlevi nedeni ile insanın diğer güçlerini yönlendirir. Şayet diğer güçleri ağır basar ise insanda kötü huylar “ahlâkı rezâil” oluşur. Pratik akıl onları denetler ise iyi huylar “ahlâkı fazîle” oluşur. İyi huyların oluşabilmesi için de teorik aklın ilkelerine göre hareket etmesi gerekir. Pratik akıl hayal ve vehm gücü aracılığı ile nesnelerle ilgili planlar yapar, sanatlar ortaya çıkarır. Teorik aklın yardımı ile de genel kabul gören ilkeleri uygular. Yalan ve zulüm kötüdür gibi.52 Pratik akıl bedenin diğer güçleri ile eylemde bulunduğu ve onları yönlendirdiği için onların reisidir. İnsanın hayatı ile ilgili fiilleri pratik akıl diğer güçler aracılığı ile gerçekleştirir. Bu nedenle patik akıl bedenin organlarına muhtaçtır.53 Pratik aklın bedenle ve diğer güçler ile olan irtibatı onu teorik akıldan ayırır. İnsan nefsinin pratik aklı derece olarak teorik aklın aşağısında kalmaktadır. Teorik akıl; insanî nefse küllilerin mahiyetlerini külli olarak kazandırır. Küllî kavramları ve çıkarımları nefse verir.54 Teorik akıl, çıkarımlarında pratik akıl gibi bedenin diğer kuvvelerine muhtaç değildir. Teorik akıl küllî suretleri maddeden soyutlayarak alır. Teorik aklın bu özelliği onda ya güç halinde olur ya da fiil halinde olur. Güç halinde olması ise üç şekilde gerçekleşir.55 Mutlak istitâat, mümkün istitâat, kemal istitâat. İbn Sînâ bunları şöyle açıklar: Küçük bir çocuk yazıyor olmasa bile onda yazmaya ilişkin bir istitâat mevcuttur. Kalemi, hokkayı ve harfleri bilen ileriki yaştaki bir çocuğun yazma yeteneğine haiz olması mümkün istitâattır. Bütün bunlara haiz mahir bir kâtibin dilediği zaman bu istidadını kullanması kemal durumudur. Kâtip yazmak için tekrar bilgi edinmeye ihtiyaç duymaz. İnsanın teorik aklı ile soyutlama işleminin güç haline gelebilmesi için de farklı aşamalardan geçmesi gerekir. Bu aşamalar teorik aklın dereceleridir. İbn Sînâ dört adet derece zikreder. Heyûlânî akıl, güç halindeki akıl, fiil halindeki akıl ve müstefâd akıl56 Heyûlânî akıl güç halindedir. İnsanların bütününde bulunur. Heyûlânî diye isimlendirilme nedeni ise ilk maddeye (heyulâ) nispetledir. Çeşitli suretleri alabilmeye yatkındır. Nefsin akledilirlere yönelmesinin ilk aşamasıdır. 52 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 45.46.47. ; el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 113. 53 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 208. 209. 54 Ebû Ali İbn Sînâ, er-Risâle fî’l-Hudûd, Tis’u Resâl İçerisinde, s. 208. 55 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 48. 56 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 49,50. ; er-Risâle fî’l-Hudûd, Tis’u Resâl İçerisinde, s. 55. ; el- İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 113. ; Fî İsbâti’n-Nübüvvât, s. 43,44. 40 İbn Sînâ teorik aklın derecelerini Kur’an’ı Kerim’in Nur Suresi 35. ayetine göre de yorumlar. “Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fanus içerisinde. Fanus sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak ( kadar berrak ) tır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Heyûlânî akıl burada kandile tekabül etmektedir. Güç halinde akıl ise; ilk akledilirlerin nefiste hâsıl olma durumudur. İlk akledilirler ise bütün parçadan büyüktür, aynı şeye eşit olan şeyler birbirine eşittir gibi çıkarımlardır. Bu tür çıkarımlar için insan nefsi bir aracıya ihtiyaç duymaz. Güç halindeki akıl ilk akledilirlere sahip olduğu için heyûlânî akla oranla fiil halindedir. İlk akledilirlerle başka çıkarımlara sahip olma imkânı vardır. Fiil halindeki akıl aşaması ise ilk akledilirler aracılığı ile ikinci akledilirlere ulaşmaktır. İkinci akledilirler onda topluca bulunur. İkinci akledilirlere ise düşünme ve sezgi ile ulaşılır. İbn Sînâ’ya göre Nur Suresi 35. ayette geçen zeytin ağacı düşünmeye işarettir. Yağ ise sezgiye işarettir. Kendisinden önceki aşamaya göre istediği an düşündüğü için fiil halindedir. Kendisinden sonrakine göre ise halen güç halinde bir akıldır. Müstefâd akıl aşaması ise güç halinden sıyrılıp fiil haline çıkma durumudur. Nazari aklın soyut suretleri fiilen alma aşamasıdır. Teorik aklın güç halinden fiile çıkması ise faal akıl aracılığı iledir. Sürekli fiil halinde olan faal akıldan müstefâd akıl bir takım suretleri alır. Bu nedenle ona müstefâd akıl denir. Müstefâd aklın faal akıldan aldığı suretlerde nur üstüne nurdur. Nurla kastedilen bilgidir. Aklı güç halinden fiil haline (lamba) çıkaran faal akıldır ki o da ateştir. İnsanın mahiyetini oluşturan nefsinin iki yetisinden biri olan pratik akıl hayvani nefsin güçlerini kullanır. Bunlar aracılığı ile de nesnelerden haberdar olur. İnsanın günlük hayatla ilgili işlerini yönlendirir. İbn Sînâ derece olarak pratik aklı teorik aklın aşağısında görür. İnsanın maddeye yönelik tasarruflarında pratik aklın egemen olması bunun nedenidir. Böylece insan nefsinin iki yönü ortaya çıkmaktadır. Dünyaya yönelik yüzü pratik akıldır. Ulvi âleme yönelik yüzü teorik akıldır. Teorik aklın dereceleri de ulvi âleme yönelişin basamaklarıdır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
2.3- Sadece Peygambere Özgü Kudsî Akıl İbn Sînâ’nın insanları sınıflandırmasında peygamber en üst seviyededir. Peygamberin düşünce yeteneğinin üstünlüğü güç halinden fiil haline aracısız bir şekilde çıkmasından dolayıdır.57 Bu aracısız bilgiyi elde etme gücü peygambere özgüdür. İnsanlar akledilirleri elde edebilmek için teorik akıl aşamalarını geçip müstefâd akıl seviyesine ulaşmaları gerekmektedir. Fakat peygamberin teorik aklı bu aşamaları kaydetmez. O fiil halindedir. Peygamberin bu durumu öğrenime gerek duymadan faal akıl ile ilişki kurmasını sağlar. Peygamberin bu özelliği onda sezgi “hads”i oluşturur.58 Peygamber bu akli gücü sayesinde melekût âleminin ilmini elde ederek yüksek lezzetlere ulaşır.59 Allah peygamberin nefsini güçlendirmiş ve onu kudsi akıl “kudsi nefs” olarak kemale erdirmiştir.60 Peygamber bu gücü ile faal akıldan bilgiyi elde eder. Peygamberin kudsi akıl gücü insan güçlerinin en büyüğüdür. Sadece peygambere özgüdür. İbn Sînâ, peygamberin bu gücünü insanların bilgiyi elde edişlerindeki farklılığına değinerek açıklar. İnsanlar kıyastaki orta terimi ya talim (öğrenme) yahut da sezgi ile kavrarlar. Talim yolu ile orta terimi kavramak da sezgiye dayanır. Talim yolu ile kavrama sezgi ile kavramaya dayanır. Kıyastaki orta terimi sezgiyle kavrayan bir kişi talim yolu ile diğerine öğretmiştir. Sezgi yolu ile kavramada her birey bir birine eşit değildir. Kimisi az sayıda orta terimi bulur. Kimisi hiç bulamaz. Kimi insanların bazı konularda sezgisi güçlüdür. Her konuda sezgisi güçlü olan peygambere faal akıldan akledilirlerin suretleri bir anda veya buna denk bir surede feyz eder. Peygamberin bu bilgileri de aklî kesinlik taşır. Peygamberin bu gücüne en yüksek insani yeti “kutsal akıl” denir.61 57 Ebû Ali İbn Sînâ, fî İsbâti’n-Nübüvvât, s. 57. 58 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 248. 59 Ebû Ali İbn Sînâ, fî’l-Kuva’l-İnsâniyye ve İdrakâtiha, Tis’u Resâl İçerisinde, s. 44. 60 Ebû Ali İbn Sînâ, el-A’lâ, et-Tefsîru’l-Kur’ânî ve’l-Lugatu’s-Sûfiyye fi Felsefeti İbn Sînâ İçerisinde, s. 101. 61 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 249,250. ; en-Necât, s. 167. ; Risâle fî’n-Nefs ve Bekâihâve Meâdihâ, Neşr, Hilmi Ziya Ülken, Resâilu İbn Sînâ, 2.Cild İçerisinde, s. 145,146.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
2.4- Sezgi Vahiy İlişkisi Sezgi; zihinde orta terimin bir anda temsil edilmesidir.62 Orta terim ise iki öncülü tek bir sonuçta birleştirmektir. Her cisim bileşiktir. Her bileşik olan sonradan yaratılmıştır şeklindeki iki öncül her cisim sonradan yaratılmıştır sonucuna götürür. Bu da orta terimdir. Sezgi gücü insanlarda farklı derecelerdedir. Sezginin en güçlü olduğu kişi ise peygamberdir. Peygamber de sezgi gücüne talim yolu ile ulaşmaz. Peygamberin talim yolu ile bilgiye ulaşmamasının nedeni kutsi aklıdır. Peygamberin sezgi yolu ile elde ettiği bilgi faal akıldan feyezan etmektedir.63 Peygambere bu sezgi gücü sayesinde vahiy gelmektedir. İbn Sînâ vahyi şöyle açıklar; Allah’ın muradının melek vasıtası ile insan ruhuna iletilmesidir.64 Allah’ın bu hitabını peygamber, faal akıl veya “melekul mukarreb” denilen nakşedici kalem vasıtası ile alır. Böylece peygamberin kalb levhasına vahiy akıtılır. Peygamberin kalb levhasına akıtılan da onun elde ettiği ilimdir.65 Peygamber gayb bilgisini Allah’tan melek vasıtası ile alır. Onları çeşitli harfler ve şekiller halinde biçimlendirir. Hayal gücü duygu levhasını boş bulur böylece bu ifadeler ve biçimler oraya işlenir. Oradan düzenli sözler işitilir ve bir insan şekli görülür. İşte vahiy budur. Çünkü vahiy bir şeyi zaman dışı olarak peygambere iletmektir. Peygamber de saf ruhunda kendisine iletileni ve ileteni biçimlendirir. Bu tıpkı ilimlerde bilinen nesnenin biçiminin zihinde biçimlendirilmesi gibidir. Zihnen işlenen bu biçimler bazen İbranice bazen Arapça ifade edilir. Yani kaynak bir olduğu halde alıcı çoktur. İşte meleklerin sözünü işitmek ve onları görmek bundan ibarettir. Bu zihne işlenenler, söz konusu biçim ile birlikte söze dökülür ise bunalar Kitabın ayetlerini oluştururlar.66 62 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 114. 63 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 249. 64 Ebû Ali İbn Sînâ, fî’l-Kuva’l-İnsâniyye ve İdrakâtiha, Tis’u Resâl İçerisinde, s. 46. 65 Ebû Ali İbn Sînâ, er-Risâletü’l-Arşiyye, Çev. Alparslan Açıkgenç, M.Hayri Kırbaşoğlu, İbn Sînâ Risaleler içerisinde, s. 56. 66 Ebû Ali İbn Sînâ, er-Risâletü’l-Arşiyye, Çev. Alparslan Açıkgenç, M.Hayri Kırbaşoğlu, İbn Sînâ Risaleler içerisinde, s. 56.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
2.5- Vahyin Kozmolojik Dayanağı İbn Sînâ varlığın başlangıcını İlk’in katından başlamak üzere derecelendirir. İlk’ten sonra gelen her şey daha aşağı mertebededir. Bu derecelenme aşağı doğru sıralanır. Bunların ilki akıllar denilen soyut ruhani meleklerin derecesidir. Sonra nefisler denilen ruhani meleklerin mertebeleri gelir. Bunlar iş yapan meleklerdir. Sonra göksel cisimlerin mertebeleri gelir. Bunlardan sonra oluş ve bozuluşa uğrayan suretlere konu olan maddenin varlığı başlar. Maddesel varlığın en değerlisi insandır. Ondan sonra hayvanlar sonra bitkler gelir. İnsanlar da derecelendirilir. Onların en üstünü nefsini bil fiil akıl olarak yetkinleştirmiş ve amelî erdemler olan ahlakları elde etmiş kimselerdir. Onların en üstünü ise peygamberlik mertebesine istidatlı kimsedir.67 Allah ile âlem arasındaki ilişki bu derecelenmenin nedenidir. Konumuz itibari ile yaratılmışların içinde peygamberi öncelemesi ise ona atfettiği önemi göstermektedir. 2.5.1- Sudur Teorisine Genel Bir Bakış İbn Sînâ’nın varlığı özüne oranla zorunlu, mümkün ve yokluğu zorunlu (mümteni) olarak üçe a ayırır. Bu ayrım sudur teorisinin anlaşılmasına yardımcı olur. Zorunlu Varlık, şayet varlık için var olma özelliği zorunlu bir durumda ise o kendi zatından dolayı ( bizatihi ) gerçektir. Varlığı zatı gereği zorunlu olanın illeti yoktur. Zatı bakımından kendine yönelinen her mevcudun varlığı ya kendindedir ya da başka bir nedenledir. Zatı bakımından varlık kendinden ise varlık, onda zorunlu olarak bulunur. Eğer zorunlu olur ise işte bu zatından dolayı zorunlu olan bizatihi gerçektir. O en kurucu olandır. Eğer varlığı kendinden değil ve bir neden dolayısı ile var olmuş ise şöyle denilemez: O, var sayıldıktan sonra bizatihi yokluğu zorunludur (mümtenidir). Zatının değerlendirilmesinde sebebin yokluğu gibi bir şart ile birlikte olur ise yoluğu zorunlu olur. Eğer onunla birlikte bir şart bulunmaz ise bir nedenin meydana çıkması yoktur. Ve de onun yokluğu kendi zatında kalıcı değildir. Zatı bakımından Zorunlu Varlık dışındaki her şey mümkün kategorisindedir. Varlığı kendinden olmayan her varlığın varlık alanına çıkması bir sebep nedeni iledir. Bu sebepte Zorunlu Varlık’tır. 67 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 180,181. 44 Üçüncü bir durum ise imkândır. Buna göre imkân; zorunlu ve de yokluğu zorunlu olmayan şey zatı bakımından değerlendirildiği zaman olur. Dolayısı ile her mevcut ya bizatihi zorunlu varlıktır. Ya da zatına göre mümkün varlıktır.68 İbn Sînâ zorunlu, mümkün ve imkansızın durumunu gerçek anlamda tarifin kendisine güç geldiğini belirtir.69 Bunlar belirti sayesinde tarif edilebilir. Bunun için İbn Sînâ öncekilerin kısır döngüye neden olan tanımlarını verir. Mümkün; zorunlu olmayandır. Varlığı şu anda yok olan ama gelecek zamanda varlığı imkânsız olmayandır. Zorunlu; yokluğu farzedilemiyecek olduğundan başka bir durumun düşünülmesi imkânsız olandır. Mümteni, olması mümkün olmayan, olmaması zorunlu olan.70 İbn Sînâ naklettiği bu üç terimden ilk önce zorunlu ile başlanmasını ister. Çünkü zorunlu, varlığın pekişmesi demektir. Varlık ise yokluktan daha iyi bilinir. Zorunlu Varlık, zatı dikkate alındığında varlığı zorunlu olandır. İlleti yoktur.71 Zorunlu varlığın illetinin olmaması O’nu diğer varlıklardan ayırır. Zatı gereği mümkün olanın ise illeti vardır. İlleti Zorunlu Varlıktır. Şayet Zorunlu Varlığın illeti olmuş olsa idi O bu illet nedeni ile zorunlu olacaktı. Bu ise Zorunlu Varlık için düşünülemez. Varlığında başka varlığın tesiri olan şey zatı gereği Zorunlu Varlık olamaz. Zorunlu Varlık Bir’dir ve hiçbir şey O’nun mertebesine ortak değildir. O her şeyin varlığının zorunluluğunun ilkesidir. İlk’tir.72 Zorunlu Varlığın Zorunlu Varlık olmaktan başka bir mahiyeti yoktur.73 İbn Sînâ’nın Zorunlu Varlığa mahiyet yüklememesinin nedeni Zorunlu Varlığın cinsi, türü ve faslının olmamasıdır. O’nun zatının hiçbir tanımı yoktur. Zira O’nun cinsi ve ayrımı da yoktur.74 el-Evvel’in ne dengi ne zıddı ne cinsi ne faslı vardır. Öyle ise O’nun tanımı da yoktur. O’na yalnızca apaçık akılsal bir irfan ile işaret edilir. Bu itibarla varlıktan hareketle El-Evvel ispat edilse de “Allah’ın her şeye şahit olması sana yetmez mi?” Fussilet Suresi 53. ayeti varlık için Allah’ı şahit koşmaktadır. Bu ise sıddıkların hükmüdür.75 68 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 127. 69 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik I, Litera Yayınları, İstanbul 2004, 132. 70 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik I, s. 132. 71 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik I, s. 35. 72 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 88. 73 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 91. 74 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, Çev. s. 132. 75 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, Çev. s. 133. 45 Mümkinü’l-vücûd; Zatına göre varlığı gerekmeyen ve imkânsız olmayan şeydir.76 Zatına göre varlığı gerekmediği için Zorunlu Varlıktan ayrılır. İmkân dâhilinde olması ise bir illet nedeni iledir. Var olması onu yokluktan varlığa çıkarır.77 Bu illet onun varlığının zorunluluğudur. Mümkün varlığın zorunluluğu illetine kıyasladır.78 Mümkün varlığın illeti ise Zorunlu Varlıktır. İbn Sînâ zatı gereği mümkün olup illet nedeni ile zorunluya “vacib bigayrihi” ismini verir.79 Zorunlu Varlığın dışındaki her şeyin mahiyetleri vardır. Mahiyeti olan varlıklarda zatları bakımından mümkün varlıklardır. Varlıkta onlara dışardan ilişir.80 Başkası ile zorunlu varlığın illeti kendisi ile Zorunlu Varlıktır. Bu nedenle onun bir zorunluluğu vardır. Fakat zatına göre mümkündür. Burada iki tane zorunlu varlık olmamaktadır. İbn Sînâ ayrımı zatına göre yaptığı için Zatı İle Zorunlu Varlık, Vacibul Vucuttur. Başkası ile zorunlu varlık zatına göre mümkün, illet sebebi ile zorunludur. İbn Sînâ’nın bu ayrımı sudur teorisinin anlaşılması için de önemlidir. Zatı ile mümkün dolayısı ile zorunlu varlıklar ayüstü varlıklara tekabül eder ki burası ibda âlemidir. Gerçek mümkün ay altı varlıklara tekabül eder ki hudus âlemidir.81 Zorunlu Varlık, ilktir. Zira her şeyin varlığı O’ndan gelmiştir.82 Bütün varlıklar ondan taşmıştır, sırf iyilik, sırf akıldır. Akletmesi zamansal değildir. Bunun için bilgisi tümeldir.83 Varlığın Zorunlu Varlıktan süduru kasıt nedeni ile değildir. O’nun zatını akletmesi bütün varlığın kendisinden olduğunu ve onların ilkesi olduğunu akletmesidir.84 Böylece de varlıktaki iyilik düzenini ve nasıl olması gerektiğini bilir. Bu inayet gereğidir. İnayet ise varlık silsilesinin ezeli ilim sahibi Allah’tan uygun ve gerekli vakti ile sıralama üzere taşmasıdır.85 Zorunlu Varlıktan İlk südur eden şey sayıca birdir. Birden bir çıkar.86 Bu bir ilk maluldür. İlk malül zatı gereği mümkün, el-Evvel nedeni ile zorunludur. İlk akıl kendi zatını akleder ve zorunlu olarak el-Evveli akleder. 76 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, Çev. s. 127. 77 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik I, s. 36. 78 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik I, s. 37. 79 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik I, s. 37. ; el-İşârât ve’t- Tenbîhât, Çev. s. 128. 80 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 91. 81 Hüseyin Atay, İbn Sînâ’da Varlık Nazariyesi, T.C.Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, s. 155. 82 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 88. 83 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 102.104.105. 84 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 147. 85 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 147. 86 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 148. 46 Bu nedenle çokluk ilk akıldadır.87 İlk akıldaki çokluğun anlamı kendi zatını akletmesi ile başlar. Çünkü O zatı gereği mümkündür. Varlığının zorunlu olduğunu akledilir olan el-Evvel dolayısı ile olduğunu akleder. Evveli akleder. Bu üç durum ondaki çokluktur. Çokluk da ona el-Evvelden gelmez. İlk aklın el-Evveli akletmesi onun altındaki aklı meydana getirir. Zatını akletmesi en uzak feleğin sureti meydana gelir. Varlığının imkân olduğunu akletmesi nedeni ile de en uzak feleğin cirmi meydana gelir. Bu durum bizim nefslerimizi yöneten faal akla kadar devam eder. Bu durumun sonsuza kadar sürüp gitmesi gerekmez. Faal akılda durur. Akıllardaki çokluk anlamı bütün mallüller için gerekli değildir.88 İbn Sînâ Zorunlu Varlığın cömertliğine değinerek ay üstü ve ay altı varlıkların varlık kazanmasını anlatır. Cömertlik gerekeni karşılıksız vermektir. Öyle ki kendisine dönecek bir şeyi kast etme, istek ve arzusu olmaksızın kendisinden yararlar bol bol taşandır.89 İbda bu taşmadır. Bu taşmada madde alet veya zaman gibi bir aracı olmadan taşmadır.90 Bu ise yoktan yaratmadır. Zaman harekete tabi olduğu için91 ibda âleminde zaman yoktur. Öncelik- sonralık vardır. Bu nedenle Zorunlu Varlık ile ay üstü, ay altı varlıklar arasındaki ilişki öncelik-sonralıktır. Zorunlu Varlığın Varlığı diğer varlıkları önceler. İbn Sînâ Zorunlu Varlığın yaratmasında zamanı kaldırır. Bu sebep ile âlem niye şu zaman yaratıldı da sonra yaratılmadı, yaratmadan önce ne yapıyor gibi soruları işlevsiz hale getirir.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
2.5.2-Bilgi Edinmede Faal Aklın Rolü İbn Sînâ’nın sudur düşüncesinde onuncu akıl faal akıldır. Bizim nefslerimizi de yönetir.92 Faal akıl bir yönü ile mahiyeti mücerret olan maddeden ayrı makul bir cevherdir. Bir yönü ile de heyûlânî aklı aydınlatıp (işrak) güç halinden fiile çıkarandır.93 94 İbn Sînâ faal aklı küllî akıl, küllî nefs, âlem nefsi, ateş &n bsp; nakşedici kalem, mukarrab melek95 olarak da isimlendirir. 87 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 150. 88 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 151. 89 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 144. 90 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 139. 91 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 191. 92 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik II, s. 151. 93 Ebû Ali İbn Sînâ, er-Risâle fî’l-Hudûd, Tis’u Resâl İçerisinde, s. 56. 94 Ebû Ali İbn Sînâ, Fî İbâti’n-Nübüvvât, s. 44. 95 Ebû Ali İbn Sînâ, er-Risâletü’l-Arşiyye, Çev. Alparslan Açıkgenç, M.Hayri Kırbaşoğlu, İbn Sînâ Risaleler içerisinde, s. 56. 47 Faal aklın aydınlatmasından insan şu şekilde faydalanır. İnsan nefsi fikri düşünce ve teemmül içinde olmalıdır. Böylelikle insan faal akıldaki saf tikel suretleri almaya hazırlanır. İnsanın bir çabası olmalı ki faal aklın nuru onu aydınlatsın.96 Ona orta terimi versin. İnsan nefsini, güç halindeki akıldan bil fiil akıl seviyesine ulaştırarak faal aklın nuruna kavuşur. İnsanın teorik aklı manaların hakikatlerini kavrayacak ve hadlerini tasavvur edecek şekildedir. Teorik aklın aşamalarını kaydeden ve nefsini bil fiil akıl derecesine ulaştıran kişinin ruhunu, faal akıl aydınlatır. Ruh ayna gibidir. Teorik akıl da ruhun parlatıcısı ve aydınlatıcısıdır. İnsan nefsinin akledilirlere yönelen tarafı teorik akıl olması nedeni ile yüce taraftan gelen bilgi ile aydınlanır. Şayet bu aydınlanan nefs peygamberin nefsi ise melekût âlemini akleder. Peygamberin bu hali uyku esnasında veya uyanık iken olabilir. Peygamber melekût âleminden gayb bilgisini böylece alır. Peygamber, vasıtasız bir şekilde hakiki kelamı (vahiy) işitir, meleği görür. Elde edilen bu bilgiler de hafıza da saklanır. Daha sonra da hayal gücü ile benzerlerine dönüştürülür.97 İbn Sînâ’nın isimlendirmesine göre faal akıl ve vahiy meleği aynı şeydir. İşlevleri de aynıdır. Hukema faal akıl diye isimlendirirken din vahiy meleği demektedir. Faal akıl insanın teorik aklını güneş misali aydınlatır. Güneş zatında görünendir. Görünür olmayan şeyleri ışığı ile bizim gözümüze görünür kılar.98 İbn Sînâ’nın güneşi faal akıldır. Işığı nedeni ile bizim gözümüzün görmesi de teorik aklımızın güç halinden fiil haline çıkmasıdır. İnsanın nefsini bu aşamaya getiren faal akıl ve insanın nefsini buna hazırlamasıdır. İbn Sînâ insan nefsinin faal akıl aracılığı ile aydınlanmasına işrak ismini verir.99 İnsan nefsi fıtratı gereği bil fiil akıl değil bilakis güçtür. Güç olması nedeni ile tikel suretleri hayal etme istidadını kazanır. Faal aklın feyezanı onu aydınlatır. Tikel suretlerde insan nefsinde külli olarak resmedilir. İnsan nefsinin faal akıl ile bitişip bilgi alması esnasında ne faal akıl müstefâd akıl olur ne de müstefâd akıl faal akıl olur. Faal aklın ayrık bir cevher olması nedeni ile bu mümkün değildir.100 Faal akıl insanların bilgilerinin yegâne kaynağıdır. Faal akıl Zorunlu Varlıktan çıktığı için ondan gelen bilgi de Vacibul Vücuttan gelen bilgidir. Sonuçta bilgi ilahidir. 96 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 235,236. 97 Ebû Ali İbn Sînâ, fî’l-Kuva’l-İnsâniyye ve İdrakâtiha, Tis’u Resâl İçerisinde, s. 44,46. 98 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 234. 99 Ebû Ali İbn Sînâ, er-Risâle fî’l-Hudûd, Tis’u Resâl İçerisinde, s. 56. ; el-Kerâmât ve’l-Mu’cizât ve’l-Eâcîb, et- Tefsîru’l-Kur’ânî ve’l-Lugatu’s-Sûfiyye fi Felsefeti İbn Sînâ İçerisinde, s. 299. 100 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 163.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
2.5.3- Peygamber – Filozof İlişkisi Faal akıl peygamber ve diğer insanlar için bilginin kaynağıdır. Faal akıldan bilgi edinme faal aklın teorik aklı aydınlatması dolaylı ya da dolaysız olur. Aydınlatmanın dolaylı ya da dolaysız olması teorik aklın aşamalarında açığa kavuşmaktadır. Heyûlânî akıl (nâtık nefs) her insanda mevcuttur. Güç halindeki akıl ise akledilirleri verir. Bütün parçadan büyüktür gibi. Fiil halindeki akıl ise güç halindeki aklın elde ettiği ilk akledilirlerden hareketle ikinci akledilirlere ulaşır. İkinci akledilirlere ulaşma ise düşünme ve sezgi ile gerçekleşir.101 İnsanın düşünmesi teorik aklını aşama aşama bil fiil haline getirir ki bu dolaylı bir şekilde insanın faal akıldan bilgi elde etmesidir. Peygamberin teorik aklı bil fiil olduğu için bu aşamaları kaydetmez. İbn Sînâ peygambere has olan bu akla kutsi akıl adını verir.102 Peygamber bu özelliği sayesinde her an faal akıl ile ilişki kurabilir. Tikelleri külli surette alır ve benzerlerine dönüştürür. Peygamberin kudsî aklı peygamberde sezgiyi de en üst seviyeye çıkarır. Sezgi konusunda da insanlar farklılık arz eder. Kimisi düşünce ile buna ulaşabilir.103 Fakat düşünerek elde edilen sezgilerin doğruluğu insandan insana farklılık arz eder. Bazen azalır bazen çoğalır. Peygamber de ise sezgi gücü en üst seviyededir. Bu sezgi gücü ile de peygamber vahiy alır. Peygamberin sezgisinin üstünlüğü kudsi aklından kaynaklanmaktadır. Kudsî akıl ise insan kuvvelerinin en üstünüdür.104 İnsanın ruhu ayna misalidir. Kendisine yönelineni yansıtır. İnsanın teorik aklı da ruhun (aynanın) kendisine yöneleni yansıtmasına yardımcı olur. Bunun için insan düşünce ve teemmülde bulunarak teorik aklını harekete geçirir. Teorik akıl bu hareketle ruhu faal akıl ile ittisale hazırlar.105 İnsan bu durumda faal akıldan tikel suretleri küllî biçimde alabilir. Filozof bu noktada aldığı tikel suretleri insanların anlayabileceği bir şekle büründüremez. Peygamber ise faal akıldan kudsî aklı sebebi ile bilgiyi her an alabilir. Filozoftan farklı olarak peygamber, aldığı bilgiyi benzetme ve simgeler haline dönüştürür.106 Bunu da peygamberin muhayyile kuvvesi meydana getirir. 101 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 249, 250. , Fî İbâti’n-Nübüvvât, s. 44, 46. 102 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 250. Risâle fî’n-Nefs ve Bekâihâve Meâdihâ, s. 146. 103 Ebû Ali İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-Tenbîhât, s. 114. 104 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 250. 105 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 235. 106 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ Kitâbu’n-Nefs, s. 179. 49 İbn Sînâ filozofun aklî bilgisi ile peygamberin vahyi bilgisini bir noktada birleştirir, bir noktada ayırır. Birleştikleri noktanın iki yönü vardır. Kaynakları itibari ile ve elde edişleri itibari ile. Peygamber kudsî aklı sebebi ile sürekli faal akıl ile ittisal içerisindedir. Filozof ise faal akıldan bilgi alabilmek için müstefâd akıl aşamasına gelmesi gerekir. Bu durumu da her zaman tekrarlaması gerekir. Kaynak faal akıl olmasına karşın peygamberin & nbsp; ve filozofun bundan bilgiyi alma aşaması farklılaşmaktadır. Filozof her seferinde müstefâd akıl aşamasına gelebilmek için fikri çaba içerisindedir. Peygamber &nb sp; ise istediği an müstefâd akıl aşamasına ulaşabilmektedir. Ayrıldıkları nokta ise filozofun bilgisinin dağınık iken peygamberin vahyinin öz, küllî ve düzenli olmasıdır.107 Filozof peygamberdeki gibi istediği an faal akıl ile ittisale geçemediği için elde etti bilgilerde dağınıktır. Filozof elde ettiği bilgiler ile somut bir şekilde istenileni sunamamaktadır. Peygamber ise elde ettiği bilgiyi insanlara somut bir şekilde sunabilmektedir. Karşılaşılan sorunla ilgili çözümü anında insanlara iletebilmektedir. İbn Sînâ açısından peygamber ve filozofun bilgiyi elde edişleri itibari ile birleşme nedenleri teorik akıldan yola çıkmalarıdır. Peygamberin teorik aklı bil fiil olduğu için filozof gibi müstefâd akıl seviyesine çıkmasına gerek yoktur. O kutsî aklı ile faal akıl ile ittisal kurar. Ayrıca peygamber elde ettiği bilgiyi mütehayyile gücü ile şekle dönüştürerek herkesin anlayabileceği bir seviyeye getirir. İnsanların anladıkları şeylerden yola çıkarak onlara somut şeyler sunabilir. İbn Sînâ peygamberin değerinin ve yüceliğinin Allah katından bir zorunluluk olduğunu belirtir. İnsan nefisleri uhrevi mutluluğa ulaşmak için hikmetin yanında bazı şeylere muhtaçtır. Onları mutluluğa iletecek olan hikmet ile birlikte peygamberin eylemi ( sünneti) ve öğrettiği ahlaktır.108 107 Bilal Kuşpınar, İbn Sînâ’da Bilgi Teorisi, M.E. B. Yayınları, Ankara 2001, s. 148. 108 Ebû Ali İbn Sînâ, eş-Şifâ İlahiyat, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Metafizik I, s. 132.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
SONUÇ Eş’arîlerde, Allah’ın hiçbir şeyle kayıt altına alınamayacağı fikri, onların, nübüvvet görüşlerinin temelini oluşturmaktadır. Sonsuz kudret sahibi olan ve yaptıklarından sorgulanamayan Allah’ın, her hangi bir sorumluluk altına alınarak peygamber göndermesinin zorunlu olduğu da ileri sürülemez. Her hangi bir zorunluluk olmadığı halde Allah, insanların kurtuluşu için peygamberler gönderiyorsa bu O’nun, ancak lutfu ile açıklanabilir. Bunun yanında insan iyi ve kötüyü aklı ile bilebilir mi bilemez mi? Sorusu da peygamberin getirdiği dini açıklar. Şayet bu soruya insan aklı iyi ve kötüyü belirleyebilir cevabı veriliyor ise peygamberin getirdiği din anlamsız kalacaktır. Mead ile ilgili konular bu sorunun dışında tutulsa bile dinin sosyal hayata dair getirdiği çözümlere insanların ulaşma imkânı yoktur. Eş’arîler açısından Allah bir fiille kayıtlanamayacağı için peygamber göndermek Allah için gerekli değildir. Göndermesi insanlar için bir lutuftur. Eş’arîler açısından insan iyi ve kötüyü bilemeyeceği için peygamber iyi ve kötüyü insanlara açıklar. Mâturideler açısından insan; iyi ve kötüyü bilebilmesine karşın peygamber bunun anlaşılmasına yardımcı olur. Allah’ın peygamber göndermesi aklî bir zorunluluktur. Zira Allah’ın muradının ne olduğunu insanın bilmesi için Allah’ın peygamber göndermesi gerekir. Fârâbî peygamberliği insanın mutluluğa “saâdetü’l-kusvâ” ulaşması açısından ele alır. İnsanlar öyle bir yönetim içinde olmalı ki bu âlemde ve ahirette mutlu olabilsinler. İnsanlara bu mutluluğu verebilecek olanlar ise peygamber ve filozoftur. Fârâbî açısından peygamber ve filozof bilgiyi faal akıldan alır. Peygamberin faal akıldan aldığı bilgi müstefâd akıldan münfail aklına oradan tahayyül kuvvesine gider. Filozofun bilgisi ise müstefâd aklından münfail aklına gelir. Peygamberin tahayyül kuvvesi onu filozoftan ayırır. Filozof elde ettiği bilgiyi herkese iletemez. Peygamber bilgisini her bireye temsil yoluyla iletebilir. Bunun nedeni ise insanların kavrayış derecesidir. Kavratma; gerçeğin kendisini kavrama veya gerçeğin hayal ettirilerek kavratılmasıdır. Peygamber ve filozofun bilgiyi alma aşamaları aynıdır. Alınan bilginin kavratılması aşaması ise farklıdır. Peygamber bunu hayal ettirerek kavratır. 51 İbn Sînâ Allah’tan başlamak üzere varlığı bir düzen içerisinde görür. Bu düzende Allah “ el-Evvel, Zorunlu Varlık” tır. Bu düzen Allah’tan sudur (feyz) eder. Allah’tan sudur eden varlık silsilesi On’dan aşağıdadır. Zorunlu Varlıktan sudur eden varlık düzeni şu şekilde sıralanır. Allah “ El- Evvel”, akıllar “ Ruhani Melekler”, nefisler, gök cisimleri, madde, basit cisim, bitki, hayvan, insan, teorik ve pratik aklını olgunlaştırmış insan ve peygamber. Allah en şerefli ile başladığı varlık düzenini en şerefli ile bitirir. İnsanın gerçek bilgiye ulaşması; varlık düzenindeki onuncu akıl olan faal akıldan bilgiyi elde etmesi ile olur. Faal akıldaki bilgi; soyut ve küllîdir. İnsan bu bilgiye nasıl ulaşabilir? Sorusunu İbn Sînâ şöyle açıklar. İnsanın benim dediği şey nefsidir. Bütün azalarını yok saysa bile yinede insan varlığını bilir. Bu varlığı ve insanın benim dediği şey insanın nefsidir. Nefs cisimden ayrıdır. Cismin hareket, üreme, düşünme gibi faaliyetlerinin nedenidir. Nefs bitkisel, hayvani ve insani olmak üzere üçe ayrılır. Bunların en değerlisi insani nefstir. Bitkisel nefs büyüme, üreme ve beslenmeyi sağlar. Hayvansal nefsin hareket ve idrak olmak üzere başlıca iki görevi vardır. Hareket; istek ve o isteği yapma-yapmama halidir. İdrak ise dış ve iç idrak olarak ikiye ayrılır. Dış idrak gücü duyu organlarıdır. Her biri algılarını iç duyulara iletir. Dış duyuların elde ettiği algılar maddesel özellikleri barındırır. İç duyular elde edilen algıları değerlendirir. Aralarında irtibat kurarlar. İç duyulardan olan hayal ve müfekkire gücü vahyin alınışı ve ulaştırılması esnasında etkindir. Peygamber gayb bilgisini melek vasıtası ile Allah’tan alır. Hayal kurma gücü ile bilgileri şekillere ve harflere dönüştürür. Peygamber Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü halkın anlayacağı şekilde temsille anlatır. İnsani nefsin teorik ve pratik olmak üzere iki aklî gücü vardır. Pratik akıl teorik akıl vasıtası ile bedeni yönetir. Teorik aklın, heyûlânî, güç, fiil ve müstefâd akıl olmak üzere kısımları vardır. İnsan soyut ve akledilir bilgiye bu kısımları kat ederek ulaşır ve faal akıldan bilgi elde eder. Peygamberin ayırıcı özelliği bu noktada kendisini gösterir. O’nun teorik aklı bilfiildir. Diğer insanlardan farklı olarak kudsî akla sahiptir. İnsanlar fiil halindeki akılları sayesinde ilk akledilenlerden hareketle ikinci akledilirlere ulaşırlar. Bu durum düşünme veya sezgi “hads” ile olur. Filozof düşünme “teemmül” ile ikinci akledilirlere ulaşarak müstefâd akıl safhasına geçer. Böylece soyut, akli suretleri faal akıldan alabilir. 52 Peygamberin teorik aklı bilfiil olduğu için faal akılla her an ilişki kurabilir. Peygamberin bu farklılığı sezgi konusunda onu diğer insanlardan ayırır. Peygamberin sezgisi kudsî aklı nedeniyle her an gerçek bilgiye ulaşabilir. Peygamberin bu bilgisi aklî kesinlik taşır. Bilginin kaynağı olan faal akıl ile temas düşünme veya sezgi ile olur. Her iki durumda insan gerçek bilgi olan kıyasın orta terimini elde etmeye çalışır. İnsan düşünme aşamasında kendinde önceden bulunan kavramlar üzerinde sıkı bir teemmül içine girer. Bu düşünme ile bazen gerçek bilgiye ulaşır bazen de ulaşamaz. Sezgi peygamberin kutsal aklı sayesinde faal akıldan verilen ilahi bir feyzdir. Bilgiye ulaşmadaki yollardan en güvenilir olanı sezgidir. Fakat sadece peygamberin sezgisi her an gerçek bilgiyi verir. Filozof ile peygamberin ayrım noktalarından biri de budur. Filozof teorik akıl aşamalarını geçerek faal akıl ile ilişki kurar iken peygamber kudsî aklı ile bunu gerçekleştirir. Filozof elde ettiği bilgiyi halka ulaştırmada mahir değildir. Peygamber ise tahayyül gücü sebebi ile bilgileri halkın anlayacağı bir şekilde onlara iletir. Filozof ve peygamberin bilgisi Faal akıldan dolayısı ile Allah’tan olduğu için gerçekte her ikisinin de bilgi kaynağı, ilâhîdir.
bitti...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KUR'AN-I KERİM NEDİR?
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
diderotun delişmen bir kahramanı, ne lüzum var dahiye der...
dünyanın başına dert açan hep o...
deha tabiatın en tehlikeli armağanı...
genç hügo, münzevi bir dinleyici olduğunu söyler...
esrarlı bir ses yükselir içimden...
dışımdan esrarlı bir ses gelir...
kimin sesi bu, ne söyler bilmem...
şairin duyduğu bu ses, ilhamın sesidir...
ilhamın yani dehanın...
bu cezbe lamartine nin de yabancısı değildir...
mucizelerini terennüm edeyim diye ikinci bir ses verdin bana tanrım ...
duyduğumuz seslerden daha saf, rüzgarlardan, dalgalardan, ormanlardan daha heybetli...
israil nebilerinin soluğu bu...
ölümlü dünyanın hay u huyunu musikiye kalbeden deruni ses...
sanat bir görevdir hugo için, mukaddes bir görev...
santaçı bir nevi rahiptir...
yeryüzünde ruhani bir reis, bir sacerdo magnus var ...
deha...
bu ilahi güç zaman zaman bir insanda tecelli eder...
shakespeare yazarı için ilham, meçhul bir varlığın esrarlı bir fısıltısı değildir,artık...
dahinin tabiat-üstü yardımcıları yok...
tek yardımcısı beyni...
sokratesin demonu...
musanın yanan çalısı...
numanın perisi...
birer remiz....
yunancada dahi ile şairin kökleri bir, ikisi de yaratıcı demek...
deha ilahi bir cezbedir, eflatuna göre...
kant için, sanata kaideler sunan bir meleke...
hegel, gerçek sanat ne öğrenilir ne aktarılır diyor...
kabiliyet ile dehayı şöyle ayrıştırıyor schopenhauer : kabiliyet belli
bir hedefe başkalarından daha ustaca ok atmak...deha, okları
başkalarının bakışlarıyla dahi ulaşamayacağı bir hedefe saplamak....
taine ,dehayı girift bir varlık olarak vasıflandırıyor...
önce sanatçının mizacı ,üslubu,yapıcılığı,sonra çevre...
tabiat ,insiyak, deha,mizaç,sinir sistemi,beyin ve kan....
bu esararlı varlığa ne ad verirseniz verin,her büyük eserin ilk kaynağı o...
sabırmış, emekmiş,çevreymiş,hiç bir şey o cevherin yerini tutamaz...
şairlerle filozoflardan sonra bir filozof-şair guyau yu dinleyelim...
sanat ve şiirde deha, alabildiğine geniş ve derin bir sevgi bir içtimaileşme gücüdür....
veludiyete yönelen bir aşk bu...
bütün gerçek aşklar gibi yeni bir dünya, yeni bir canlılar dünyası yaratmadan rahat etmez...
dahi bütün varlıkları anlamak için, bütün varlıkları sevmelidir...
ilimde bile,hakikati bulmanın ilk şartı,kendini bir düşünceye bağlamak ,bir meseleye vermek...
sevmeden olur mu bu...
dahi, başkasının içine giren ,başkasını veya başkalarını duyan, yaşayan, yani yaratan adam...
deha,bazen bütün melekelerin harikulade güçlü ,harikulade ahenkli bir gelişmesidir...
bazen tek bir melekenin alabildiğine derinleşmesi, büyümesi...
bazen de oldukça gelişmiş melekeler arasında tam bir ahenk...
çevre ile izah edemeyiz dehayı...
çevrenin eseri olmaktan çok yaratıcısıdır deha...
darwin in *mesut tesadüfü*...
seneca her dahi bir parça delidir diyordu...
guyau da perili ruhlar var diyor ; eski konaklar gibi...
bazı hekimler göre bir sanrıdır deha...
bazılarına göre bir nevroz...
max nordau ,beethoven den tolstoya verlainden rimbraud ya kadar geçen asrın bütün şöhretlerini tereddi ile damgalar...
bu cüceler asrı ne dehaya inanıyor ne fazilete...
deha bir sümük meselesidir leon paul fargue a göre...
sanat bir virgül meselesi aragon için dahinin özelliği,öldükten yirmi yıl sonra salaklara düşünceler ilham etmesidir...
dahi münzevi bir yıldız....
anasız doğan çocuk...
anasız doğan ve zürriyetsiz ölen...
zirveden zirveye akseden şarkı...
cemil meriç ....
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|