Yazanlarda |
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
DEVAMI :
( Mehmet Yaşar Soyalan- Kur'an Dışı Vahyin İmkansızlığı kitabından )
Kur'an evrende olan ve olacak her şeyin, sadece Allah'ın bilgisi dahilinde değil , O'nun yönlendirmesi ve müdahalesi sonucu olduğunu da hissettiren bir dil kullanıyor.Kur'an'da, Allah'ın otoritesinin her şeyin üzerinde olduğu ve bu otoritesini hiçbir şekilde bir başkasıyla paylaşmadığını görüyoruz. önceki sayfalarda ifade edidiği gibi, birinin iman etmesi veya küfrü seçmesi , bir yaprağın düşmesi , yağmurun yağması, güneşin doğması, yani olan ve olması muhtemel herşey, otoritesi gereği Allah'ın kararı sonucu gerçekleşmektedir. bu bağlamda, ilgili haberin açığa çıkmasının da, Allah'ın iradesi, otoritesi ve herşeyi kapsayıp kuşatmasının bir sonucu olarak ifade edidiğini görüyoruz.zaten olumlu-olumsuz herşey Allah'ın emri gereği gerçekleşmektedir.
yukarıda dile getirdiğimiz ifadeler, insanın yapıp ettiklerini ve sorumluluklarını ortadan kaldırmıyor.olan her şey doğal süreçte, yasalar çerçevesinde gerçekleşiyor. yasaları ortaya koyan, hayatı idame ettiren yegane otoritenin Allah olduğu vurgulanıyor. kullar ve canlı cansız bütün varlıklar, yapıp ettiklerini bu yasalar çerçevesinde gerçekleştiriyorlar. kullar bunu kendi tercihleri olarak, özgür iradeleriyle, diğerleri de kendi konumları ve özellikleri gereği yerine getiriyorlar / yapıyorlar.
Kur'an'da, insanın gaybinde / gıyabında gerçekleşen olaylar, özellikle de, Allah ile ilgili anlatımlar bu üslub içerisinde kullanılıyor.bu üslub, her şeyi sınırlı bir varlık olan insanoğluna, sanki özellikle hatırlatılıyor. bu üslubu Kur'an'ın birçok anlatımında görüyoruz. insana, sınırlı olduğu, gücünün her şeye yetmeyeceği, her şeyini Allah'a borçlu olduğu ; bu nedenle azmaması gerektiği sürekli olarak söyleniyor. yapılan her işi, özellikle her hayırlı işi Allah'a izafe etmek, yani hayır ve şer, her şeyin Allah'tan olduğunu bilmek, Kur'an'da güzel ve olması gereken bir tavır olarak tasvir ediliyor. iki kişi arasında konuşulan bir şey, üçüncü kişi tarafından öğrenilmişse, öğrenilme kaynağı kim ve ne olursa olsun, öncelikle açığa çıkarma işinin asıl sahibi Allah'tır. saygı açısından en uygun olanı, bu işi Allah'a izafe etmektir.sonra, '' şundan duydum '' demek ne kadar ahlaki olur.
bu bağlamda böyle bir konunun, niçin Kur'an'da yer aldığını da düşünmek gerekir. acaba bu Ayet sadece Rasül'ün Kur'an dışı vahy aldığını ispatlamak için gelmiştir? yoksa insanlar arasında , özellikle de eşler arasındaki sorunların ( eşler ve diğer insanlar arasındaki sorunların büyük bölümünün bu haber getirip götürmeden kaynaklandığını unutmayalım.) nasıl çözülmesi gerektiğine dair, Peygamber ailesi özelinde bir örnek mi sunulmaktadır? Rasül'ün ailesinin konu edilmesi örneği etkili ve kalıcı kılmak için olduğu gibi, Rasül'ün beşer yönüne vurgu yapmak için de olabilir.
her şeyin Allah'a izafe edilmesi, Kur'an'da çok sık karşılaştığımız bir anlatım yöntemidir ve Allah'a saygının bir gereğidir. yani bir şey açığa çıkmışsa / çıkarılmışsa o işin gerçek sahibi Allah'tır. bu nedenle bu anlatımda da bir saygı ifadesi olarak bunlar dile getirilmiştir. Ayetin devamı göz önünde bulundurulduğunda, bu ifadeyi pekiştirdiği görülür.eşinin bir Nebi, yani Allah'tan vahy alan bir Rasül olduğunu bilen bir zevce, Nebi'ye '' bunu sana kim haber verdi ? '' diye sorduğunda, Nebi'nin de '' Alim, Habir olan haber verdi '' şeklinde ifade etmesi, aynı anlatım tekniğinin, her şeyin Allah'a izafe edilmesinin ve aynı saygı üslubunun devamı olduğunun devamı olduğunu gösteriri. altını çizdiğimiz gibi, gerçekte her şeyin sahibi Allah'tır.ondan habersiz bir yaprak dahi kıpırdamaz. bu anlatım her şeyin ; olduğu gibi , bire-bir, yaratılmışları devreden çıkaracak, onların sorumluluklarını anlamsız kılacak şekilde, Allah tarafından yapıldığı, üretildiği anlamına gelmez. bu tür ifadeler sadece Allah'ın otoritesini, sınırsızlığını, insanın güçsüzlüğünü, gücünün sınırlı olduğunu vurgulamayı hedefler.
ayrıca şunu da bilmemiz gerekir ki, .........................
DEVAM EDECEK İNŞAALLAH
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
DEVAMI :
( Mehmet Yaşar Soyalan - Kur'an Dışı Vahyin İmkansızlığı kitabından ) :
ayrıca şunu da bilmemiz gerekir ki , sözünü ettiğimiz insanlar, sıradan insanlar değildir. Peygamberin eşleridir. bu eşler, eşlerinin, yani Peygamberin, Kur'an dışında Vahiy aldığını bilseler ( ki böyle bir Vahiy olsaydı daha öncede bir şekilde gerçekleşmiş olurdu. böylece eşlerinin de bu Vahiyden haberleri olurdu.bunun ilk defa gerçekleşiyor olduğunu ifade etmek ciddiyet ile bağdaşmaz ; çünkü bu Medine döneminin son dönemlerinde cereyan etmiş bir olay olduğu gibi, önem açısından da olmazsa olmaz bir öneme sahip değildir. Peygamber Ailesinin yaşadığı ifk olayını hatırlarsak, eğer o olayla ilgili olarak bile Kur'an dışı Vahiy gelmemiş ise bu olayla ilgili olarak geldiğini söylemek abes kaçar ) '' Nebi'ye sana bunu kim haber verdi ? '' diye sormazlardı. bırakınız sormayı, Allah'ın Rasül'ünü mutlaka haberdar edeceğini bildikleri için, o sözü bir başkasına aktarmaya bile cesaret edemezlerdi. böyle bir şeye cesaret ettiklerine göre, bu durum onların böyle bir Vahiy'den haberleri olmadığını, yani böyle bir Vahyin hiç olmadığını da ortaya koymuş olur.
tekrar üslup konusuna, yani her şeyin Allah'a izafe edilmesine dönersek, bunun anlamlı bir örneğinin Al-i İmran Suresi 37.Ayetinde ifade edildiğini görüyoruz :
'' bunun üzerine Rabb'i , onu hoşnutlukla kabul buyurdu, onu güzel bir biçimde yetiştirdi ve Zekeriyya'nın himayesine verdi. Zekeriyya, onun yanına mihraba her girdikçe yeni bir yiyecek bulur ve : '' Ey Meryem, bu sana nereden ? '' O'da '' Allah tarafından ( min indillehi ).derdi. şüphe yok ki, Allah dilediğine hesapsız rızık verir. derdi.'' ( 3/37)
bu ifadede Rızkın gerçek sahibinin Allah olduğu, asıl teşekkürün rızık getirmede aracı olan kişilere değil, Allah'a olması gerektiği vurgulanıyor.
ancak bu Ayet'de aynı mantığın uzantısı olarak geleneksel anlayış tarafından Hz.Meryem'in gökten gelen ilahi sofralar sayesinde karnını doyurduğu şeklinde algılanır. ancak yukarıda dile getirdiğimiz noktalar dışında , Ayetlerin başka noktalarının da göz ardı edildiği kanaatindeyiz. hem Tahri Suresindeki hem de Al-i İmran Suresindeki Ayette, kurgu ve vurgu aynıdır. şöyle ki ;
Al-i İmran Suresindeki 37. Ayette Zekeriyya Peygamber mabede girişinde : '' bu yemek sana nereden geldi ? '' diye soruyor. Meryem'de , '' Allah katından '' diye cevap veriyor.
aslında biz bu ve buna benzer ifadeleri, bugün de günlük hayatımızda çok sık kullanıyoruz. örneğin, ekonomik olarak sıkıştığımızda bir arkadaşımız vesile olur, sıkıntımız giderilir. '' kim yardım etti? '' diye sorulduğunda, ''Allah yardım etti '' diye cevap veririz. bu ifade, yardımın o kişiye direkt Allah tarafından yapıldığını ifade etmez. ancak bu yapılan yardım, '' Allah'ın Rızasını kazanmanın bir sonucu, yani Allah'ın emrinin bir tezahürü olduğu için yardım Allah'a izafe edilir.
aynı şey Tahrim Suresi'nin 3.Ayeti içinde geçerlidir. her şeyi bilen, her şeyi açığa çıkaran Allah olduğu için, en önemlisi de, '' hiçbir şeyin Allah'a gizli kalmıyacağını '' vurgulamak için, '' Alim ve Habir olan haber verdi.'' deniliyor. ayrıca, '' şu söyledi, bu söyledi, şuradan duydum, buradan duydum '' dememeyi ve tartışmanın dallanıp budaklanmasını da engeller.yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bize günlük sorunlara nasıl yaklaşacağımız konusunda bir yöntem önerildiği de söylenebilir.
önemli bir ayrıntının daha altını çizmeliyiz : ...................
DEVAM EDECEK İNŞAALLAH
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
DEVAMI :
( Mehmet Yaşar Soyalan - Kur'an Dışı Vahyin İmkansızlığı Kitabından ) :
önemli bir ayrıntının daha altını çizmeliyiz. bu ayrıntı her iki Ayet için de geçerlidir. Ai İmran Suresindeki Ayet'te, Zekeriyya Peygamber, her seferinde yiyeceğin kaynağını soruyor. eğer gelen sofra, bizatihi Allah'ın gönderdiği sofra olsaydı, bir Nebi olarak Zekeriyya'nın bunu anlamaması MÜMKÜN MÜYDÜ? anlatılmak istenen, Meryem'in Allah'ın gözetiminde güzel bir bitki gibi yetiştirildiğidir. bir Peygamber olan Zekeriyya'nın, sofra gerçekten Allah'tan gelseydi onu anlamaması ve her seferinde sormasının ne anlamı olabilirdi? bir önemli ayrıntıda ; bu Ayetin , biz Müslümanlara hitap ediyor olmasıdır. Yani bu Ayet, Tevrat veya İncil'den değil, Kur'an'dan bir Ayet'tir.
Tahrim Suresi'nin 3. Ayetinde de bir Nebi eşi, bir Nebi'ye, '' bunu sana kim bildirdi? '' diye soruyor. buradan şunu açıkça anlıyoruz ki, Nebi'nin eşi/ eşleri, Nebi'nin Kur'an ile birlikte başka bir Vahy aldığından, Allah ile Kur'an dışında bir iletişim kurduğundan haberleri yok veya böyle bir şey akıllarının ucuna bile gelmiyor ki, '' bunu sana kim haber verdi? '' diye soruyorlar. Eğer Rasül'ün, bir şekilde Allah ile Kur'an dışında bir iletişimi olmuş olsaydı, Rasül'e böyle bir soru sorulabilir miydi? Allah'ın Rasülünün, Kur'an ile birlikte başka Vahiyle aldığından, Nebi'nin en yakınları olan eşlerinin bile haberi yoksa, diğer insanların veya bizlerin nasıl haberi olacaktır?
konuya tekrar dönecek olursak , ilgili ifadelerde, Kur'an ile birlikte başka Vahiylerden veya farklı iletişim kanallarından bahsedilmiyor ; sadece olan ve olacak olan her şeyin Allah'ın bilgisi ve gözetimi dahilinde olduğu, Allah'tan hiç bir şeyin gizli kalmasının mümkün olmadığı, hayatımızında bu gerçek göz önünde tutularak dizayn edilmesi gerektiği vurgulanıyor.
konunun daha iyi anlaşılması için şu Ayetleri örnek olarak verebiliriz :
'' her nerede olsanız olun, ölüm size yetişir, göklere yükselmiş burçlarda da olsanız. bununla beraber kendilerine bir güzellik erişti mi '' bu Allah'tandır '' diyorlar ; bir felaket dokundu mu '' bu sendendir '' diyorlar. DE Kİ : '' hepsi Allah'tandır! '' fakat niye bu adamlar söz anlamaya çalışmıyorlar? ( 4/ 78)
'' Ya'kub : '' sizi nefsiniz bir iş yapmaya sürükledi, artık bana güzelce sabır gerekir ; belki Allah hepsini birden bana getirecektir ; çünkü O bilendir, hakimdir '' dedi. ''( 12/ 83 )
Tahrim Suresi 1-6 ile ilgili alıntı bitti.
|
Yukarı dön |
|
|
Müceddid Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 27 mart 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 51
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bismillahirrahmanirrahim..
İnned dıne indellahil islam
- Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır
Ellezıne yettebiuner rasulen nebiyyel ümmiyyellezı yecidune mektuben ındehüm fit tevrati vel incıli ye'müruhüm bil ma'rufi ve yenhahüm anil münkeri ve yühıllü lehümüt tayyibati ve yüharrimü aleyhimül habaise ve yedau anhüm ısrahüm vel ağlalelletı kanet aleyhim fellezıne amenu bihı ve azzeruhü ve nesaruhü vetteveun nurallezı ünzile meahu ülaike hümül müflihun
Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar.O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar, kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar.Ona iman eden, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla beraber indirilen nûra tâbi olanlar var ya, işte felaha erenler onlardır.
Kul in küntüm tühıbbünellahe fettebiunı yuhbibkümüllahü ve yağfir leküm zünubeküm vallahü ğafurur rahıym
De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.
Kul etıy'ullahe ver rasul fe in tevellev fe innellahe le yühıbbül kafirın
De ki, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.
Ve inneke le'ala hulukın 'azıymin.-
Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.
Huvelleziy be'ase fiyl'ummiyyiyne resulen minhum yetlu 'aleyhim ayatihi ve yuzekkiyhim ve yu'allimuhumulkitabe velhıkmete ve inkanu min kablu lefiy dalalin mubiynin.
O'dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.
Le kad mennellahü alel mü'minıne iz bease fıhim rasulem min enfüsihim yetlu aleyhim ayatihı ve yüzekkıhim ve yüallimühümül kitabe vel hıkmeh ve in kanu min kablü le fı dalalim mübın
Andolsun ki Allah, müminlere kendilerinden, onlara kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.
Ya eyyühellezıne amenu etıy'ullahe ve etıy'ur rasule ve ülil emri minküm fe in tenaze'tüm fı şey'in fe rudduhü ilellahi ves rasuli in küntüm tü'minune billahi vel yevmil ahırv zalike hayruv ve ahsenü te'vıla
- Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.
Ve mey yütıılahe ver rasule fe ülaike meallezıne en'amellahü alehim minen nebiyyıne ves sıddıkıyne veş şühedai ves salihıyn ve hasüne ülaike rafıka
Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, iyilerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştır!
- Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onlara bekçi olarak göndermedik. De ki, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.
Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Halbuki onu peygambere ve aralarında yetkili kimselere götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı. Allah'ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız.
Eğer Allah'ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana Kitab (Kur'an)ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana olan lütfu büyüktür.
Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber'e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir
Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a
Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.
(Ey Resulüm!) Biz, sana bu kitabı (Kur'ânı) sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklaman için ve iman edecek topluma bir hidayet, bir rahmet olsun diye indirdik.
(Ey Resulüm!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.
Ey Peygamber!) Sabret! Sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı üzülme! Kurdukları tuzaklardan telaş edip sıkıntıya düşme!
Rabbim Resulunu teselli ederken kendi hazeyanlarını din edinenlere mi tabii olacağız onlara uyacağız !! Haşa ve kella
Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen
Yine onların içinde öyleleri vardır ki, Peygamber'i incitiyorlar ve "O her söyleneni dinleyen bir kulaktır." diyorlar. De ki; "Sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, müminlere inanır, ayrıca sizden iman edenlere de bir rahmettir". Allah'ın Resulünü incitenlere acıklı bir azap vardır.
Bilmiyorlar mı ki, kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, ona muhakkak ki içinde ebedi kalınacak cehennem ateşi vardır. İşte rüsvaylığın büyüğü de budur
Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.
Resulullah'ın emrine aykırı hareket etmek uygun olmadığı gibi, onun katlandığı zahmetlere öbürlerinin katlanmaya yanaşmamaları da yakışık almaz.
Bunlar bana yetiyor sen kendi vehmine dön yine ben itikatımda çok da eminim hamdele her daim Rabbime yürüyorum alim olan odur o bilir fasıklara kafirlere meydanımız yok ayetlerse ayetler siz 20. yy uyanıkları (!) kuruntunuz ancak kendinizedir bizim peygamberimiz de dinimiz de kitabımız da sizden uzak ve tahirdir tayyiptir ..
Andolsun size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir üstünüze titrer, müminlere gayet merhametli ve şefkatlidir
Mod.Notu : uygunsuz kelimeler editlenmiştir...
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Birader yazmıştı :
bana tevbe süresinde bahsi geçen üç kişiden bahset kim bu üç kişi bunlar evrensel Kuran içinde ne geziyorlar ?
Söyle de bilelim birader Esbabı Nuzulsuz hadi bakayim..!
Selam Birader,
Tahrim Suresi 1-6 ile ilgili sorduğun sorunun cevabını çok değerli Sayın Mehmet Yaşar Soyalan'ın : '' Kur'an Dışı Vahyin İmkansızlığı '' adlı kitabından iyice anlayıp , genişçe kavrayabilmen için tam 13 sayfa yazmış bulunuyorum. lütfen bunlarda bana yetmez demeyin artık. VE lütfen niyetinizi güzelleştirip , konuyu anlamaya gayret edin artık...
gelelim Tövbe Suresi ile ilgili sorduğun soruya (savaştan geri kalan üç kişi konusu ) :
demek ki , dediğine göre Esbab-ı Nüzul'u bilmezsek , bu Ayetlerin anlamını bilmiyecekmişiz öyle mi?
peki, o halde bize bu rivayetler olmazsa idi bu Ayetleri anlıyamazdık diye İDDİA ettiğin Esbab-ı Nüzuluna bir bakalım o halde ::
( gerçekten İDDİA ettiğin gibi, Esbab-ı Nüzul olmadan Ayetleri anlayamıyacakmışız MI ? GÖRELİM BAKALIM :
önce ilgili Ayetler ve sonra da Esbab- Nüzüllarını görelim hemen :
9 Tövbe 117-119 :
117 Andolsun Allâh, Peygamberi ve o güçlük sâ'atinde ona uyan Muhâcirleri ve Ensârı affetti. O zaman içlerinden bir kısmının kalbleri kaymağa yüz tutmuş iken yine de onların tevbesini kabul buyurdu. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
118 Ve (seferden) geri bırakılan o üç kişinin de tevbesini kabul buyurdu. Bütün genişliğiyle beraber dünyâ başlarına dar gelmiş ve canları sıkıldıkça sıklmış ve Allah'tan, yine kendisine sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Allâh onların tevbesini kabul buyurdu ki tevbe etsinler. Çünkü Allâh, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.
119 Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.
şimdi de bu Ayetlerin Esbab-ı Nüzuluna bir bakalım :
Ka'b b.Malik der ki:
'' Bedir gazası müstesna olmak üzere , Tebük gazasına kadar, yaptığı hiç bir gazada , Hz. Peygamber (s.a.v.)'den geri kalmamıştım. Tebük gazvesi Hz.Peygamber ( s.a.v.)'in yaptığı son gaza idi. o zaman Hz.Peygamber ( s.a.v.) sefere çıkılmasını emretmişti. Ka'b b. Malik hadisi uzun olarak anlattıktan sonra şöyle dedi:
- Allah le kad tebellehü alen nebiyyi .. ayetlerini, innallahe tevvaburrahim lafzı celiline kadar inzal buyurarak , bizi af ettiğini bildirdi.
yine, Allah :
'' Ye eyyuhellezine emenuttakullahe ve kuvnu meas sadıkin '' Ayet-i Kerimesini bizim hakkımızda inzal buyurmuştur.
Buhari Sahih, K.el-Cihad, 7, K. el-Meğazi, 3, 79 ,K. et-Tefsir, Tevbe Suresi, 18-19 ; Müslim , Sahih , K.el-Cihad, 7, Tirmizi ,Sünen, K. et-Tefsir, Tevbe Suresi
bu rivayetin alındığı kitap :
SAHABE VE MÜFESSİRLERE GÖRE
ESBAB-I NÜZUL
Te'lif : Abdülfettah EL-KADİ
Tercüme : Doç.Dr.Salih AKDEMİR
Fecr Yayınevi Hacıbayram / ANKARA 1986
NOT : bu rivayet başka yerlerde daha da geniş ve ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır.
ey Birader ?
el- insaf ve el- iz'an !...
şimdi bu kadar açık Ayetlerin şu yukarıdaki Esbab-ı Nüzulunuza ne ihtiyacı var söyler misin? Ayetlerde bahis edilen konu son derece açık iken, neden '' bu rivayetler olmazsa ben bu Ayetleri anlayamam '' şeklinde özetlenebilecek olan ''bilinçaltındaki bu görüşüne teslim oluyorsun? tabiki bu durumda Ayetleri anlaman güçleşecektir...
bu Ayetler de, Yüce Allah :
1- Tövbe nin önemi,
2- Yüce Rabb'imizin şefkat ve Merhametle davranması,
3- güçlük saatinde ona uyan Muhacir ve Ensar'ı affetmesi,
4- savaştan geri kalanların bile hatalarını anlayıp tövbe ettiklerinde Yüce Allah tarafından bu tövbelerinin kabul buyrulacağı,
5- Yüce Rabb'imizin mağfiret dilemeye muvaffak kıldıktan sonra kulların tövbesini uygun bulup, kabul buyurması,
6- Yüce Allah'tan yine kendisine sığınmaktan başka çare olmadığının vurgulanması,
7- doğruluğun ve doğru bir şekilde davranmanın öneminin açıklanması, böyle davrananların tövbesinin kabul edileceği.
8- Kur'an'ın evrensel , zaman ve mekan tanımayan, tüm zamanları kapsayan , her zaman güncel bakışa sahip, çağlarüstü özelliğinden dolayı bu olayda konuda geçen 3 kişinin nüfus cüzdan bilgilerinin bizim için hiç bir şey ifade etmiyeceği...
EVET , bu ve benzeri sonuçlar, bu Ayetlerden , objektif bakabilenler için açıkça ortaya çıkmıyor mu? / açıkça anlaşılmıyor mu? O üç kişinin kimler olduğu ve nüfus cüzdanı bilgileri o kadar ÖNEMLİMİ Kİ illaki ve billaki o üç kişi için ,'' hadi bakayım söyleyin '' '' kim bu üç kişi ? '' diye sorabiliyorsun. lütfen olayda bize verilmek istenen mesaja bakın siz... sen Yüce Allah'ın bize açıkça anlattığı olaydaki mesajlara ve espriye bakacağına , kafanı istila eden rivayetlerin etkisiyle Ayetlerden gereksiz ve anlamsız şeyler İSTİYORSUN / BEKLİYORSUN... ve rivayette sözü edilen O üç kişinin özel isimlerini Ayetlerde bulamadığın için de bu sefer '' işte bakın bu Esbab-ı Nüzul olmasaydı biz bu Ayetleri anlıyamazdık ve o üç kişiyi tanıyamazdık '' gafletine ve dalaletine düşebiliyorsun... eğer konunun kendisi ve bu konudan alınacak dersler senin için önemli ise işte Ayetler de konu açıkça anlatılmış... bu olaydan alınması gereken ilahi dersler ortaya konmuş/ açıklanmış. YOK EĞER senin iddia ettiğin gibi '' o üç kişi nin nüfus cüzdanı bilgileri senin için daha önemli ise şunu bilmeni isterim ki, demek ki, Yüce Allah'ın yanında ( bu Ayet'lerden çıkaracağımız ilahi dersler bakımından) o kişilerin nüfus bilgileri önemli değilmişki Kur'an'a özel isimlerini almamış... oldu mu güzel kardeşim...
Selametle
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
|
Yukarı dön |
|
|
Fereç Hüdür Uzman Uye
Katılma Tarihi: 28 subat 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 48
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam ,
Bu yazımda kısmet olursa “Müceddid” takma isimli kişinin 27. Sayfada bana haksızca yöneltmiş olduğu suçlama ve iftiralarını cevaplandırarak, kimin yalancı ve fitneci olduğunu takdirlerinize sunacağım. Şöyle ki: Rivayeti Tam almadığımı söylemesi, Rivayeti aldığım sayfalar, aşağıya kopyalanmıştır, bahsettiği rivayet alıntıladığım 21. sayfanın sonunda bulunmaktadır, Rivayetin tamamını alıntı yaptığım açıkça görülebilir.
Görüldü ğü gibi Rivayeti noksan aldığım şeklindeki iddiası açık bir iftiradır.
Kimli ğimin belirsiz olduğunu söylemesi: Yıllar önce kimlik bilgilerimi www.kuran-tekkaynak.com sitemde yayınladım, isteyen herkes kimlik bilgilerimi oradan rahatlıkla okuyabilir, hiç bir zaman hiç bir yazımı gerçek adım ve soyadım dışında herhangi bir ad altında yayınlamadım, Yaklaşik 100 bin nüfuslu Siirt İli Merkezinde ikamet etmekteyim bütün küçük illerde olduğu gibi Siirt’te de insanların birebir bir birlerini tanıma olayı olağan bir durumdur, kendimi yanlış tanıtmam veya söylediklerime uygun bir yaşantım olmaması halinde öncelikle hemşerilerim tarafından yalanlanmayla karşi karşiya kalırdım. Ben olduğum gibi görünen, göründüğüm gibi olan bir kimseyim, hele hele kendime “Müceddid” adı yakıştırıp en eski dini bozuklukları savunan bir kimse hiç değilim. Zira bu açıktan açığa bir çeliski olurdu. Gerçek adını gizleyip kendisine “Müceddit” diyen şahıs bu çeliskiyi yüklenmektedir. Yoksa gerçek adı Müceddid’te, Soyadını mı gizlemektedir, Gerçek Adını Soyadını yazıp ne kapasitede biri olduğunu ögrensek belki beni küçük görmesi hakkında bir fikir sahibi olurduk, olur ya belki belki sözel konularda harika eserleri veya fenni sahada büyük buluşları vardır, fakat pek sanmıyorum zira kapsamlı bir çalismaya 10 yıllık bir çalismayi çok görmesi böyle bir şeyi ihtimal dışı bırakmaktadır. Çalismalarimda gösterdiğim kaynaklar incelendiğinde bunları 10 yılda analiz etmekle aslında çok yoğun ve aralıksız bir çalisma yaptığım görülebilir. Ayrıca, Eğitimimi ve Arapça bilip bilmediğimi sorgulamaktadır, Kendim İstanbul Akademisi, Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek okulu 1976 Mezunuyum, Ayrıca, Dicle Üniversitesi, Siirt Eğitim Fakültesi Pedagojik Formasyon derslerini vererek ögretmenlik yapmama hak tanıyan Pedagojik Formasyon belgesi aldım, dolayısıyla Biri İktisat Diğeri de Eğitim olmak üzere iki fakülte belgesi almış bulunmaktayım. Halen Devlet Memurluğu Yapmaktayım, Esas Mesleğim Muhasebeciliktir. Arapça bilgime gelince, kendim ırk olarak Arap asıllı ana babanın çocuguyum ana dilim Arapçadır, Siirt Arapçası başka dillerden kelime karışmalarıyla biraz saflığını yitirmişse de ben kendi Arapça bilgimi geliştirerek telafi etme yoluna gittim, çalismalarimda yeterli gelecek seviyede Arapça bilirim, Kuran’ı da Arapça aslından okurum. Herhangi bir dilin veya Arapçanın bir kimsenin ana dili olmasının çok önemli bir özelligi vardır, bir dile istendiği kadar kelime karışsa dahi o dil anadili olanlar açısından grameri değişmeyen bir şuur halindedir. Fakat şunu belirteyim ki, İslam dini Evrensel bir din olduğundan, İslam dininin ögrenilmesinde Arapça bilme şartı yoktur, fakat bazıları Arapça bilmeyi sanki İslam dininde İmanın şartlarından bir şartmış gibi ileri sürmektedirler, Arapça bilmenin Kuran’ın indiği şekilde aslından okuyup anlamakta muhakkak faydası vardır, fakat İman etme olayında ve İslam’ı anlamakta bir faktör değildir, öyle bir şey olmuş olsaydı Anadilleri Arapça olan Arapların tamamı Kuran’a iman eden Müminler olurlardı fakat gerçek bunun Aksinedir, onlarda da diğer ırklarda olduğu gibi bazıları Mümin bazıları da kafir olabilmektedir, zira İslam dininde hidayet dile veya ırka bağlı olmayan, yalnızca Allah’ın takdirine bağlı bir olaydır. Bundan dolayı, “Müceddit”in Arapça bilmeyi İslam dininin olmazsa olmaz şartıymış gibi ileri sürmesi İslam dininden ne kadar habersiz olduğunu bir göstergesidir. İslami açıdan hiç mi Arapların halini görmüyor, yoksa gözü demi gerçekleri görmekten aciz.
Bana yönelttiği diğer suçlamasında, Tirmizinin Rivayetini Tamamlayan, Müslim’in Rivayetini görmemezlikten geldiğimi söylemesi, Şöyle ki: “Tirmizi Rivayetin tamamını almamıştır..Rivayetin tamamı Muslim de Ahmed bin Hanbelin Müsnedinde ve el-hindi'nin Kenzul Ummalında yer alır” demekte ve beni kendisince Tirmizinin noksan rivayetini kaynak göstermekle itham etmektedir. Ben Tirmizinin Rivayetini olduğu gibi aktardım, Tirmizinin Tahdis ettiği rivayetin aslen noksan olduğunu söylemesi yalnız kendisini bağlayan bir iddiadır., o zaman ona şunu sormak lazım Rivayeti noksan aldığını Tirmizi sana mı söyledi veya sen bu noksanlık bilgisini nerden aldın. “Rivayetin tamamı Muslim de Ahmed bin Hanbelin Müsnedinde ve el-hindi'nin Kenzul Ummalında yer alır” demesi boş bir iddiadır, bahsettiği rivayetin Tirmizinin Rivayetini destekler veya tamamlar bir yönü olmadığı gibi, peygamberi din konusunda İtirazcı bir konumda gösteren seviyesiz ifadeler içermektedir, Şöyle ki:
Ubey b. Kâ’b’dan rivayet edilmiştir: Şöyle dedi: “Rasulallah (a.s.) Gıfar
o ğullarının su havzasının yanında iken Cebrail (a.s.) kendisine geldi ve “Allah(cc)
sana Kur’an’ı ümmetine kesinlikle bir harf üzere okumanı emrediyor” dedi.
Rasulallah da “Ümmetimin buna gücü yetmez, Allahın bağışlamasını ve mağfiretini
dilerim ” dedi. Sonra Cebrail kendisine ikinci defa geldi ve “Allah (cc) sana Kur’an’ı
ümmetine kesinlikle iki harf üzere okumanı emrediyor” dedi. Rasulallah da “Ümme-
timin hakikaten buna da gücü yetmez. Allahın bağışlamasını ve mağfiretini dilerim”
dedi . Sonra Cebrail kendisine üçüncü defa geldi ve “Allah (cc) sana, Kur’an’ı ümme-
tine kesinlikle üç harf üzere okumanı emrediyor”dedi. Rasulallah da; “Ümmetimin
hakikaten buna da gücü yetmez, Allah’ın bağışlamasını ve mağfiretini diliyo-
rum ”dedi. Sonra Cebrail kendisine dördüncü defa geldi ve “Şüphesiz Allah (c.c) sa-
na , Kur’an’ı ümmetine kesinlikle yedi harf üzere okumanı emretmektedir; hangi harf
üzere okurlarsa doğru okumuş olurlar” dedi. (Web Alıntı: Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 3 Müslim, a.g.e., II, 203; es-Sicistani, a.g.e., II, 102; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V,128.)
Dikkat edilirse bu rivayette Kuran’ın aslen bir harf üzerine okunmasının gerekli olduğu yedi harf üzerine okunmasının itiraz üzerine verilmiş bir ruhsat olduğu vurgulanmıştır, Tirmizinin rivayetinde İse iki rivayetin bir birlerini tamamlaması bir tarafa Kuran’ın aslen yedi harf üzerine indiği iddia edilmiştir, Şöyle ki:
“ Übeyy b Ka’b’den (rivayet edilmiştir.) Dedi ki: Resûlullah (s.a.v.) Cebrâil’e rastladı ve : Ey Cibril, ben ümmi bir kavme gönderildim. Bunların arasında koca karılar, ihtiyar erkekler, oğlanlar, kızlar, hiç kitap okumayan adamlar var, dedi. Cibril o zaman : - Ey Muhammed, muhakkak’ki, Kur’an yedi harf üzerine nâzil olmuştur, demiştir.” (Kur’an’ı Kerimin faziletleri ve Okuma Kâideleri. Dr. İsmail Karaçam, Marmara ünv. İlahiyat Fakl. Yayınları No 7 sayfa 21 alıntısı, et- Tirmizi, Sahihu’t -Tirmizi bi şerhı’l -İmam İbni’l Arabi, VI.63. Mısır 1934)
Görüldü ğü gibi iki rivayet çeliskilidir, Kur’an yedi harf üzerine inmişse, nasıl olurda, Allah, birinci rivayetin başlangıcında iddia edildiği gibi Kur’an’ın bir harf üzerine okunmasını emreder, diğer bir çeliskide birinci rivayette Cibril konuyla ilgili olarak özel şekilde geliyor, Tirmizinin rivayetinde ise Cibril ile Peygamber sadece rastlaşiyorlar, peygamber birinci rivayette iddia edildiğ gibi itirazcı konumda değil, sadece dertleşiyormuş, Cibrilde kendisine Kur’an’ın yedi har üzerine indiğini güya söylüyor, ben yine aynı şeyi söyleyeceğim, Peygamberin Kur’an’ın yedi harf üzerine indiğinden haberi olmuş olsa neden Cibrile yakınmaya ihtiyaç duysun, yakınmasının çüzümü Kuran’ın yedi harf üzerine inmiş olması değil midir, dolayısıyla dediklerine göre Kuran’ın yedi harf üzerine indiğinden Peygamberin haberi yokmuş, Peygamberi bu tür saçma iddia ve yakıştırmalardan tenzih ederim.
Ayr ıca, Arapların güncel yazılımlarında harekesiz yazı kullandıklarından bahisle, Kuran’ın ilk yazılımının harekesiz olduğunu iddia etmektedir, harekesiz yazılar mana çikarimsi olarak tahmini okunan yazılardır, harekeli yazılımlar ise tespitli yene sabit okunuşlu yazılımlardır, Kur’an tahmini okunabilecek bir metin değildir, böyle yapılması halinde istismara açık hale gelmiş olur, örnegin Ehi yane kardeşim kelimesi Ehû yane Kardeşi şeklinde okunabilir, bunlar bir birlerine ilgisiz ve karşit söylemlerdir bu şekilde binlerce örnek verilebilir. Kur’an bu şekildeki okunuşlara açık olmaktan uzaktır, o herhangi bir yazılım değildir, bizim inancımızda kesinlikle Allah sözüdür.
Ayr ıca, esbabı nüzülü inkar ettiğimi dolayısıyla yanlış yaptığımı zira esbabı nüzül olmadan Kur’an ayetlerinin anlaşilamayacağını söyleyerek, bana örnekler vermekte ve anılıyorsam anlatmamı istemektedir. Şöyle Ki:
“ Büyük Allame (!) Bana et-Tahrim süresini en-Nur süresini anlat bakayım Kuranın evrensel mesajına madem ters düşüyor bu süre ters arkadaş
Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun (Tahrim 1)
Neyi haram kılıyor peygamber ?
bana tevbe süresinde bahsi geçen üç kişiden bahset kim bu üç kişi bunlar evrensel Kuran içinde ne geziyorlar ?
Söyle de bilelim birader Esbabı Nuzulsuz hadi bakayim..!”
Kendisine göre, beni Arapça bilmemekle itham ediyor, yazdıklarına dikkat edilirse kendisinin Arapça bilmek bir tarafa Türkçeden habersiz olduğu açıktır, “Bana et-Tahrim süresini en-Nur süresini anlat bakayım” demesine rağmen örneklerinde, Tahrim 1’i sormakta ise de Neresini anlattığımı belirtmeden sorduğu Nur süresinden vazgeçip bunun yerine Tevbe süresinde bahsi geçen üç kişiden soru sormaktadır, bir zihin karışıklığı
(Devamı sonraki sayfada)
__________________ Kûran İslam Dininin Tek Kaynağı ve Tek Rehberidir
|
Yukarı dön |
|
|
Fereç Hüdür Uzman Uye
Katılma Tarihi: 28 subat 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 48
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ya şadığı ve meramını tam olarak ifade etmekten aciz olduğu belli, kullandığı “Kuranın evrensel mesajına madem ters düşüyor bu süre ters arkadaş” ifadesi dikişsiz bir ifadedir, madem ifadesiyle doğal olarak Kur’an’a ters düşen şeyden ne kastettiği anlaşilmamaktadır. Ben yinede bu ifadelerini dikkate almayarak, özel olarak konu ettiği Tahrim ve Tövbe süresindeki hususlara değinmeye çalisacagim, Kur’an’ın tek başina İslam dini için Kaynak ve Rehber kitap olduğunu anlatmaktır, Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:
- Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tövbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir. 9/118
Mealde görüldüğü gibi, 9 Tövbe 118 de, gerçek tövbenin özellikleri anlatılmakta olup, burada şahısların kim olduklarının konuyla bir ilgisi yoktur. Kuran’dan mealen:
- Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 66/1
“ Neyi haram kılıyor peygamber ?” diye sormaktadır. Ayette konu edilen peygamberin neyi kendisine haram ettiği değil başkalarının beğenisini almak için aslen helal olan bir şeyi kendisine haram kılmasıdır, bu tür haramlar genelde yeminle tahakkuk eden haramlaştırmalardır, Allah böyle bir şeyin yanlış olduğunu kendisine bildirmekte ve bu durumlardan diretmeyip vazgeçmeyi farz bir husus olarak olarak bildirmektedir. Kuran’dan mealen:
- Allah size, yeminlerinizi çözmeyi farz kılmıştır. Ve Allah, sizin Mevlâ'nızdır. Alîm'dir O, her şeyi bilir; Hakîm'dir O, hikmetleri sonsuzdur. 66/2
Çogu meallerde, 66/2 nin
- Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır. O, bilendir, hikmet sahibidir. 66/2
Olarak meallendirilmesi yanlıştır, zira ifade asıl metinde “kad faradallahu leküm” şeklinde olduğundan bunun manası kesin olarak, Allah size bu hususu farz kıldı manasındadır. Allah Kuran’da peygamberi boş yere konu etmez Onun Şahsında bize örneklendirmek için konu eder, almamız gereken ders başkalarını memnun etmek için helal olan bir şeyi kendimize haram etmememizdir, bu ise geniş kapsamlı bir husustur, Peygamberin neyi kendisine haram ettiği belirtilseydi konu o özel haramlandırmaya odaklanıp dar kapsamlı olacaktı, ayette ise anlatılmak istenen bu değildir. Bu tür durumlara ilgili olarak, örnegin: Bir kimse kumaş satan akrabalarını memnun etmek için, hayatı boyunca onlardan başkasından kumaş almayacağı konusunda yemin edebilir, veya Seyahat firması çalistiran arkadaşlarını memnun etmek için onların firmasından başka bir firmayla seyahat etmeyeceği konusunda yemin edebilir, veya bilindiği gibi dinimizde bir erkeğin dört eşe kadar bayanlarla evlenmesine ruhsat verilmiştir, örnegin: iki beyan eşle evli olan bir erkek eşlerinin rızasını almak için hayatı boyunca onlardan başkasıyla evlenmeyeceği konusunda yemin edebilir. 66 Tahrim 1-2 de vurgulanan bu gibi durumlardır. Yoksa 66 Tahrim 1-2 ile ilgili olarak uydurulan tutarsız nüzul sebebiyle ilgili değildir, nüzul sebebi olarak peygamberin kendisine bal şerbetini yasakladığından bahsedilmektedir, iddia edilen konumda Peygamber bal şerbeti değil de başka bir şerbet içse bunun eşlerini üzen veya memnun eden bir yönü olmaz, uydurdukları nüzul sebebi mantığı olmayan bir tutarsızlık içermektedir. Kuran’ı Kuran’dan değil de nüzul sebebi gibi başka şeylerden ögrenmeye kalkışanlar mantıken bir kafa karışıklığı içerisinde olan kimselerdir, zira her ayet bir kere inmiştir, bir ayet hakkında birden fazla nüzul sebebi olmasının veya böyle bir şeye inanmanın başka bir izahı yoktur, böyle bir şeyi akıllarına nasıl sığdırıyorlar, bu hayret edilecek bir durumdur, bir nüzûl sebebi kitabında yer alan şu ifadeler ilginçtir:
“ Bu rivayetlerin hepsinden anlaşilacağı üzere, bu âyetlerin nüzûlu için bir çok sebep mevcuttur. Daha önce de bir çok kere belirttiğimiz gibi, âyet yada âyetlerin nüzûl sebeplerinin birden fazla olmasında bir engel söz konusu değildir. (Alıntı: Sahabe ve Müfessirlere Göre Esbâb-ı Nüzul, Te’lif Abdulfetteh EL-KÂDİ Sayfa 402 Fecr Yayınevi 1986 baskısı.)”
Devamı sonraki sayfada)
__________________ Kûran İslam Dininin Tek Kaynağı ve Tek Rehberidir
|
Yukarı dön |
|
|
Fereç Hüdür Uzman Uye
Katılma Tarihi: 28 subat 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 48
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Demi ya, böyle bir saçmalığa inananlar olduktan sonra ne mahzuru olabilir ki, Allah’ın gazabını, uydurma nüzûl sebepleri uyduranların üzerlerine çekmekten başka, Bu tür saçmalıklarla İslam dinini kendilerine oyuncak yapanların uzaktan, yakından İslam diniyle, inanç bazında bir ilgileri olamaz, amaçları herhangi bir hakikate varmak olmayıp, İslam dininde kargaşa çıkarmaya çalışmaktır. Kendilerinin en önde gelen hadis bağlıları olduklarını söylerler, fakat en önde gelen hadis inkarcıları olduklarını göz ardı ederler veya görmezler, şöyle ki, Kütub-i Sitteye bağlılığını ifade eden kimseler, Şia’nın hadislerini ret ettiklerini veya Vehhabilerin din olarak uyguladıkları Ahmed İbn-i Hambelin Müsnet’teki rivayetlerini ret ettiklerini veya önemsemediklerini göz önünde bulundurmazlar, bu husus her mezhep için geçerli olan bir inanç şeklidir, her mezhep ancak kendi hadis külliyatına çagirmakta ve kendi inandıklarına inanmayanları ret etmekte onları inkarcılıkla suçlamaktadır. Kuran dışında oluşan bütün bu oluşumlar, İslam dinine karşi oluşturulan veya oluşturulmaya çalisilan kargaşa ve inanç ayrılığının ana nedenidir, Kuran’ı dinimiz için yeterli gören ve ona Allah kelamı olarak İman etmiş olan bizler, Allah’ın Kuran’da bize teklif ettiği bütün hususlar da Kuran’ı nefsimiz üzerine geçerli kabul ediyoruz ve böylece iman ediyoruz, hadislere inanıp öylece iman ettiğinizi söyleyen sizler, bir övgü ve bilgi vesilesi kabul ettiğiniz aslında insana hakaret içeren ve sizce tümüyle geçerli hadis kitaplarında yer alan hadisleri kendi nefsiniz üzerine geçerli kabul ediyormuşsunuz, bu tür rivayetlerden bir kaç tanesini bu sayfaya yazsam kendi nefsiniz üzerine de geçerli olduğunu ve uygulanabilir olduğunu herkese karşi açıkça söylemeyi kabul eder missiniz, yoksa sizler kendi nefsinize layık görmediklerinizi başkalarına layık gören ve İnsanları çagirdiginiz şeylerden ilk önce kaçan kimseler misiniz. Yada İslam diniyle hiçbir inanç bağı olmayan, amaçları İslam dinine saldırmak suretiyle ortalığı asırlardan beri karıştırmaya çalisan kimseler misiniz, aksi takdirde, İslam’daki Allah tanımına İman ettiğini söyleyip, İndirdiği Kuran’a iman etmeyip ona karşi mücadele yürütenlerin dini kötü manada çok ilginç. Dünyada çeliskilere tahammülü olmayan en köklü oluşum dindir, zira çeliski saçmalıktır, güvence vermekten yoksundur, dünyada dini inancını çeliskiler üzerine inşa eden kimselerin ahirette karşilaşacakları netice kötü sürprizlerdir, başka bir ifadeyle cehennemdir. Din gününün, başka bir ifadeyle ahirette ki hesap gününün diğer bir adı “Teğabün” günüdür, bunun manası yanılgı günü demektir, yüklendikleri çeliskilere rağmen Allah’ın rahmetini bekleyenler o gün yanıldıklarını çok acı şekilde göreceklerdir. Kuran’dan mealen:
- Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o aldanma günüdür. (Ancak) kim Allah'a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter, onu (ve benzerlerini), içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur. 64/9
Din adına burada, çeliskilerle kendini aldatan ve başkalarını aldatanların, Ahirette karşilaşacakları netice hüsrandır. Kuran’da Peygamberlerimizden, Peygamberimiz Muhammed ile ilgili ilgili tek bir tanım vardır, sizler ise Kuran dışında çesit çesit Peygamber tanımı oluşturdunuz, Kuran dışında oluşan her inanç biriminin kendine ait bir peygamber tanımı vardır, her oluşum ortaya koyduğu peygamber tanımı içeriğindeki çeliskileri görmediği gibi, diğer oluşumlarla olan çeliskileri de görmemektedir. Diğer önemli husus, bütün bu tanımların, Kuran’ın ortaya koyduğu tanımla çelismektedir. Bütün bunların neticesinde İnanç bazında bölük pörçük oldunuz, her yanlış inancın yanlış bir neticesi vardır. Şöyle ki:
Bu durumlar neticesinde ortaya şöylece bir olay çikti :
1- Seçilmiş Devlet Başkanı yerine babadan oğula devreden Kraliyet. 2- Kûr’an yerine, rivayetler, keyfi şahıs sözleri, felsefi görüşler ve tağuti uygulamalar. 3- İslâm birliği yerine, mezhepler ve fırkalar. 4- Mescit yerine, tekke ve zaviyeler. 5- Açık Kûr’an ögretisi yerine, batini ögreti. 6- İslâm ümmetçiliği yerine ırkçılık. 7- Takva ile üstünlük yerine, soy sop üstünlügü. 8- Namaz yerine, sema, raks ve çalgi aletleri. 9- Kabe yerine, türbelerin tavaf edilmesi. 10- Allah'a iman ve Allah’ın birliği yerine, Kutup, Gavs, kırklar, Yediler, Evtâd v.s. Telakki edilen kimseler. 11- Zekat ve Sadakalar yerine, Sofistlere vakıf tahsisi ve mali destek. 12- Helal ticari kazanç yerine, faizcilik ve karaborsacılık. 13- Aktif, adaletli ve çaliskan toplum yerine, hak gözetmeyen pasif ve tembel toplum. 14- Yaratılış ve yaratıklar üzerine açık ve müspet düşünen toplum yerine, düşünceden kaçan, akletmeyen, boş hayaller kuran fertler toplumu. 15- Meşru müdafaa üzerine kurulu, af ve barışa teşvik eden İslâm cihadı yerine, haksız saldırılar ve çapulculuk. 16- Allah’ın korumasını isteme yerine nazarlıklar, muskalar, kullar v.s. den medet ve koruma ummak. 17- Allah’a istiâne yerine, kullara istiâne. 18- Peygamber yerine, Rivayet imamları, Mehdi iddiaları, şu kadar surede şu şahıs geldi veya İsa Peygamber gelecek v.s. gibisinden, insanların kurtuluş için Kûran'a umut besleme morallerini kırma amaçlı iddialar. 19- Allah’ın tevhidi; birliği yerine, kulların ilâhlık iddiaları. 20- Aklı önemseme ve kullanma yerine, aklı küçümseme ve ret etme. 21- Gayba iman yerine, gayb konusunda keyfi iddialar ve falcılık. 22- Açık ve adil İlâhi adalet yerine, zorbaların ve diktatör yöneticilerin tağuti ve keyfi kararları.
İ nanç bazında dünyası bu olanın, Ahirette karşilaşacağı netice “Teğabun” dan başka ne olabilir. Kuran’ı Dinimiz için Tek Kaynak ve Tek Rehber edinerek hepimiz aynı İslam İnancına sahip “Mümin Kardeşler” olalım dememiz bazılarına ağır geldi, Bizim Müslüman olarak tek bir adımız, Kendisine karşi sorumlu olduğumuz tek bir kitabımız Kuran vardır, sizlerin ise din bazında (şafii, hambeli,v.s.) çesit çesit İsimleriniz, (Şu kitap külliyatı veya şu kitap bu kitap v.s.) şeklinde çesit çesit kitaplarınız vardır. İsterseniz Günümüze bakın, isterseniz Tarihe dönüp bakın İnanç bazında ve uygulamada bir birlerinize karşi yaptığınız faaliyet ve aldığınız neticeler, elinizdeki uydurmalarla bir birlerinize karşi İnanç bazında uzlaşmaz bölük pörçük guruplar olmaktan başka bir şeye yaramadığını veya başka birşey olmadığını açık şekilde görmeniz mümkündür, meğerki görmeye niyetiniz olsun, söylediklerimizden dolayı bize kızmayın, sizleri çeliskilere ve İnanç bölünmelerine götüren biz değiliz, sizin kendi kabullerinizdir. Biz sizleri Tek İsimli ve Sorumlulukta Tek Kitaplı kardeşliğe davet ediyoruz, sizlerinde İnançta tek adınız Müslüman ve Kendisinden Sorumlu olduğunuz tek dini Kitabınız Kuran olsun, teklifimiz bu; bizi anlamak isterseniz veya anlasanız.
Fereç HÜDÜR
__________________ Kûran İslam Dininin Tek Kaynağı ve Tek Rehberidir
|
Yukarı dön |
|
|
iblissavar Uzman Uye
Katılma Tarihi: 06 subat 2007 Gönderilenler: 363
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ferec Hüdür yazdı:
"Kuran’ı dinimiz için yeterli gören ve ona Allah kelamı olarak İman etmiş olan bizler, Allah’ın Kuran’da bize teklif ettiği bütün hususlar da Kuran’ı nefsimiz üzerine geçerli kabul ediyoruz ve böylece iman ediyoruz, hadislere inanıp öylece iman ettiğinizi söyleyen sizler, bir övgü ve bilgi vesilesi kabul ettiğiniz aslında insana hakaret içeren ve sizce tümüyle geçerli hadis kitaplarında yer alan hadisleri kendi nefsiniz üzerine geçerli kabul ediyormusunu, bu tür rivayetlerden bir kaç tanesini bu sayfaya yazsam kendi nefsiniz üzerine de geçerli olduğunu ve uygulanabilir olduğunu herkese karşi açıkça söylemeyi kabul eder missiniz, yoksa sizler kendi nefsinize layık görmediklerinizi başkalarına layık gören ve İnsanları çagirdiginiz şeylerden ilk önce kaçan kimseler misiniz. Selam Ferec bey,bir geldiniz,pir geldiniz.Gönlüm sizin gibi Kuran erlerinin burada daha fazlasını yazmasından yana,ama başka meşguliyetlerinizin bundan alıkoyduğunu düşünüyorum.İyiki varsınız,sağolun,Rabbim yolun(m)uzu açık etsin.
__________________ ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
|
Yukarı dön |
|
|
HAKgelenek Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 611
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam
eyimanedenler,namaza duracağınız zaman....
allah bu ayette sünnetin olmadığını açıkça ifade ediyor hem abdestin alınma şekli ile hemde abdestin alınma zamanı ile ilgili,alma şekli 4 aza üzerine alınma vakti namaza dururken,şimdi abdesti alıp namaza durduktan sonra namaz bittikten sonra ikinci bir kez abdest alan varmı yada allah insana zorluk verirmi namazı kıldıktan sonra ikinci bir namazın olmadığını dahası bunu istemediğini açıkça vurguluyor.sabah namazını kılacağınız zaman aldığınız abdest sadece o namaz için geçerlidir daha sonra ki vakitte kılacağın namaz için allah tekrar abdesti almayı emrediyor yani tek bir namaz vardır oda allahın istediği namaz dır ve(h.z muhammed de sadece farz namazı kılmıştır)işi yoksa boyuna abdest almaya gitsin.özelliklede teravih namazını göz önüne getirin her namaz öncesi abdest aldığını düşünün resulun tebliğe ayıracak vakti kalmaz onun için allah sadece tek namaz ve onun öncesindede abdesti şart kılmıştır.yani anlayacağımız şudur abdesti namaz bozar her abdest kılınması gereken vakit için geçerlidir dolaysıyla bu ayet sünnetin olmadığını,açıkça anlatıy or,tabiki anlayana.yada anlamak isteyene.
selam huda ya tabi olanlara
|
Yukarı dön |
|
|
|
|