Yukarıda anlatılan bazı rivayetler sahih kaynaklarda geçmemektedir. Nehcul Belağa kitabı H. 4. Asırda yazılmıştır. Hz. Ali’nin yazdığı bir eser değildir. Ona ait olduğu söylenen bazı rivayetleri almıştır.
Bu eserde ehl-i sünnete uymayan bazı fikirler vardır. Hz. Alinin dilinden ilk halifeler tenkit ettiriliyor. Bu açıdan ehl-i sünnete uymayan fikir ve düşüneceler alınamaz. Ayrıca Müslim de böyle bir rivayet geçmemektedir.
Konuyu bazı yönlerden incelemek ve ona göre karar vermek gerekir. Bu konu hakkında aktarılan görüşlerden birini alıp ona göre karar vermek hem doğru olmaz hem de ilmi anlayışa uygun değildir. Bu nedenle konuyu kısaca açıklamak gerekiyor:
Hz. Ömer (radıyallahu anh) hadîs rivâyetini tahdidde olsun, tahkikde olsun titizliği âdeta sistemleştirmiş, bir nevi devlet politikası hâline getirmiştir. Zehebî kendisinden “Hadîs naklinde hadîsçiler için tesebbüt (araştırma, titiz davranma) yolunu açtı” diye bahseder.
a) TAHKÎK:Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in dikkatimizi çeken ilk vasfı, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sağlığında hiç işitmediği bir hadîs rivâyet edilecek olursa, ikinci bir şâhit istemek sûretiyle bunu tahkîk etmektir. Bunun muhtelif örnekleri var:
Ebu Sa’îdi’l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ensârın bulunduğu bir mecliste oturuyordum. Ebu Musa el-Eş’arî (radıyallahu anh) beti benzi atmış olarak çıkageldi. Korku içinde olduğu hâlinden belli idi. Bize: “Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in huzuruna girmek için izin istedim. Üç sefer tekrar etmeme rağmen cevap alamadım. Ben de geri döndüm. Arkamdan adam göndererek
geri çağırttı ve: “Niye girmedin” diye sordu. “Üç sefer izin istedim, cevap alamayınca geri döndüm. Çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın: “Biriniz üç sefer izin istedikten sonra cevap alamazsa geri dönsün” dediğini işittim” diye açıklama yaptım. Bu cevabım üzerine Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Hz. Resûl (aleyhissalâtu vesselâm)’ın böyle söylediğine dâir ya delil getirirsin veya elimden çekeceğini sen bilirsin” dedi. İçinizde Resûlullah (âleyhissalâtu vesselâm)’dan bunu işiten var mı?” diye sordu. Ubey İbnu Ka’ab: “Seninle cemaatin en küçüğü gelebilir” dedi. Cemaatin en küçüğü bendim. Kalktım. Ebu Musa (radıyallahu anh) ile beraber gittik. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bunu söylemiş olduğunu haber verdim. Bunun üzerine Hz. Ömer, Ebu Musa (radıyallahu anhüma)’ya: “Ben seni itham etmiyorum. Fakat halkın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında gelişigüzel konuşmasından korktum” dedi.”
Bu hadîsin fârklı tariklerinde bâzı açıklayıcı ziyadeler gelmiştir. Ebu Bürde (radıyallahu anh)’nin rivayetinde Ubey İbnu Ka’ab (radıyallahu anh) Hz. Ömer’e çıkışır: “Ey İbnu’l-Hattâb, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın Ashâbına azâb (verici) olma!” Hz. Ömer de ona şu cevabı verir: “Subhânallah! (Niye yanlış anladınız!) Ben yeni bir hadîs işittim ve tahkik edeyim dedim”.
Zürkânî’nin de kaydettiği üzere, âlimler, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in bu davranışına bazı açıklamalar getirmişledir: “Hz. Ömer (radıyallahu anh), kendisinin de söylediği üzere Ebu Musâ hazretlerini ithamı düşünmemiştir, ancak devrinde, Medine’de yeni müslüman olanlar mevcut. Bunların, içinde bulundukları şu veya bu durumdan bir çıkış ümid veya korkusuyla Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında hadîs uydurmaya tevvessül edeceklerinden korkmuş olabilir. Bu durumu önlemek için, yeni müslümanlar nezdinde (caydırıcı, psikolojik bir baskı hâsıl etmek için) şu fikrin yaygınlık kazanmasını istemiştir: “Kim böyle bir işe (yeni bir rivayete) tevessül ederse, bilsin ki şâhid getirmedikçe rivâyeti reddedilecektir ve sigaya çekilecektir. “
Bazı âlimler de: “Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in bu davranışının hedefi Ebu Musa değildir, onun rivayetinden şüphe etmiş olması söz konusu değildir, böyle davranarak başkalarını caydırmayı düşünmüştür. Yâni. kalbinde maraz bulunup, hadîs uydurmayı düşünecek olanların, bu kıssayı işiterek kendi başlarına da Ebu Musa’nın başına gelenlerin gelmesinden korkmalarını düşünmüştür” diye açıklama getirmişlerdir.
Nitekim, Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu düşünce ve bu korkuyu hâkim kılıcı benzer davranışları eksik etmemiştir: Mescid-i Nebevî’yi genişletmek isteyen Hz. Ömer (radıyallahu anh), Mescide mücâvir bulunan -Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın çok sevdiği ve saygı duyduğu amcası- Hz. Abbâs’ın evini istimlak etmek ister. Abbas (radıyallahu anh)’ı çağırarak “evi sat veya bağışla, veya sana inşa ettireceğim bir eve mukabil bunu terket” teklifinde bulunur. Hz. Abbas (radıyallahu anh) hiç bir şıkkı kabul etmez ve teklifi reddeder. Hz. Ömer (radıyallahu anh) teklifinde ısrar edince ihtilaf ortaya çıkar. Meseleyi çözmek üzere Übey İbnu Ka’ab hakem seçilir. Hz. Übey (radıyallahu anh), ev sâhibinin rızası olmadan evin istimlak edilemeyeceğini, Hz. Ömer’in ısrar etmeye hakkı bulunmadığını söyler. Kendisini bu hükme gitmeye delil olarak da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan bir hadîs rivâyet eder. Hadîs, Beytü’l-Makdis’in inşaatıyla ilgilidir. Hadîse göre Beytü’l-Makdîs’in inşasını Cenâb-ı Hak, Hz. Dâvud (aleyhisselâm)’a emrettiği zaman, inşaat sahasındaki bir evi zorla yıktırmak isteyen Hz. Dâvut (aleyhisselâm)’a Cenâb-ı Hak şöyle vahyediyor: “Ey Dâvud, Ben sana içerisinde Bana zikredilecek, Benim için bir ev inşa etmeni emrettim. Sen ise evime gasb sokmak istedin. Gasb bana yakışmaz. Sana Benim için ev inşa etmemek cezası veriyorum.”
Hz. Übey (radıyallahu anh) bu hadîsi anlatır. Ama Hz. Ömer daha önce bunu duymuş değildir. Übey’in elbisesinden tutarak Mescid’e kadar getirir. cemaatin huzurunda vak’ayı anlatarak “Bu hadîsi işiteniniz var mı?” diye sorup şahid ister Cemaatten birçok kimsenin “Evet”i üzerine Hz. Ömer (radıyallahu anh) Übey İbnu Ka’ab’ı bırakır ve Hz. Abbâs (radıyallahu anh)’a ısrardan vazgeçer.
Bilâhare Übey İbnu Ka’ab, Hz. Ömer (radıyallahu anhüma)’in huzuruna çıkarak “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan rivâyet ettiğim hadîs husunda beni itham mı ediyorsun?” diye sorar. Hz. Ömer:
“- Hayır! Allah’a yemin ederim ki seni ithâm etmiyorum. Fakat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan rivâyet edilen hadîsin halk arasında çok “zahir” olmasını istemedim” der.
Şahit isteme hususunda Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in Übey İbnu Ka’ab gibi Ashâb (radıyallahu anhüm)’ın büyüklerinden, eskilerinden diğerleri arasında fazlaca itibarı olan birini seçmesi gerçekten mânidardır. Ve üstelik, kendisinden şüphe etmediğini yeminle temin ve te’kid de edince.
Şu halde bu davranışın asıl gâyesi bütün cemiyet üzerinde psikolojik baskı meydana getirerek yeniler arasında zuhûru muhtemel kötü niyetleri caydırıp hadîs konusundaki laubalilikten vazgeçirmektir. İbnu Abdilber, Hz. Ömer’in münafık, fâcir ve bedevîlerden korktuğunu belirtir. Hadîse kizb, hile, tedlîs bunlardan gelebilecektir. Nitekim, Hz. Osman (radıyallahu anh) zamanında patlak verecek olan fitne hareketleri, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in yeni müslümanlar karşısındaki ihtiyatkârlıkta ne kadar haklı bulunduğunu gösterecektir.
Hz. Ömer (radıyallahu anh)’le ilgili son bir misâlimiz Misver İbnu Mahreme’nin rivâyetidir. Der ki: “Hz. Ömer (radıyallahu anh), kadınlarda düşüğe sebep olanların cezası hakkında bir şey bilmiyordu. Halka sordu. Muğîre İbnu Şu’be (radıyallahu anh): “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bu mevzuda, erkek veya kadın bir köleye hükmettiğine şâhid oldum” dedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh): “Bu hadîs için, seninle beraber şâhid olan bir başkasını daha getir!” diye emretti. Muhammed İbnu Mesleme (radıyallahu anh) şâhidlik etti.”
HATIRA GELEN BİR SUAL: Hz. Ömer (radıyallahu anh) sonradan işittiği her hadîs için şâhid istemiş midir?
Cevabımız “hayır”dır. Hiç kimse böyle bir iddiada bulunmamıştır, bulunamaz da. Aslında buna gerek de yoktu. Çünkü, bazı kereler şâhid istemek ve bunu kasd-ı mahsusla mescid cemaatinin huzurunda yapmak güdülen gâyenin tahakkuku için yeterli idi. Nitekim Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in ilk defa işittiği halde şâhid istemeksizin, hükmüyle amel ettiği rivayetler de mevcuttur. Nitekim, bu bahsin başında Ashâb (radıyallahu anhüma)’daki sünnete teslimiyet ruhunu göstermek sadedinde kaydettiğimiz Said İbnu Müseyyeb hadîsi bunlardan biridir. Rivâyette belirtildiği üzere, Dahhâk İbnu Süfyan’ın büyükanneye (cedde) mirastan ayrılması gereken payla ilgili yaptığı rivâyeti Hz. Ömer- (radıyallahu anh) şâhid istemeksizin kabul etmiş ve tatbikata koymuştur.
Aynı şekilde sebep olunan düşüğün bir köle ile hükme bağlanmasında Hammat İbnu Mâlik (radıyallahu anh)’in rivâyetine uymuştur, şâhid istememiştir. Keza, Hz. Ömer Şam seferine çıktığı zaman yolda iken Suriye arâzisinde veba salgını haberi gelir. Yoluna devam edip etmeme ve alınması gereken tedbir hususunda tereddüde düşer. Önce yanındaki Muhacirûnu dinler, farklı tavsiyelerde bulunurlar. Sonra Ensârı çağırır,onları dinler onlar da farklı görüşler ileri sürerler. Sonra: “Bana fetih muhâcirlerinden olan Kureyş yaşlılarını çağırın” der. Bunlar ihtilaf etmeksizin dönmeyi teklif ederler. Hz. Ömer (radıyallahu anh) kararda zorluk çekerse de, bir ihtiyacı için oradan ayrılmış bulunan Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh)’ın dönüşü meseleyi çözer: “Ben, der, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı dinledim: “Bir yerde veba olduğunu duyarsanız oraya gitmeyin, bulunduğunuz yerde çıkarsa orayı terketmeyin” demişti”.
Sâlim İbnu Abdillah (radıyallahu anh)’ın kesin ifadesine göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu rivayet üzerine geri dönme emri verir. Hadîs için ikinci şâhid istendiğine dair hiç bir rivayet mevcut değildir.
Hz. Ömer (radıyallahu anh) İran fethedildiği zaman oradaki mecusîlere müşrik statüsü mü, ehl-i kitap statüsü mü uygulanacağı hususunda karar veremez. Yine aynı Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh)’ın “ehl-i kitaba karşı uygulanan statü’nün tâkip edileceği” ne dair rivayetini benimsemiş ve şâhid istememiştir.
Zina yapan mecnûn bir kadının recmedilme kararından dönmede, tek kişinin, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den rivâyet ettiği şu hadîse uymuştur ve şahid istememiştir: “Üç kimse hakkında kalem yürütülmez (yani günah yazılmaz, sorumlulukları yoktur): Uyanıncaya kadar uyuyan, büluğa erinceye kadar küçük, kendine gelinceye kadar mecnun (deli).”
Hz. Ömer (radıyallahu anh), parmaklarla ilgili diyetin farklı olması gereğine inanıyordu. Çünkü elde ifa ettikleri hizmet bir değildi. Ancak, parmaklara aynı değerde diyet takdir edileceğine dâir hadîs-i şerifi işitince, şâhid istemeksizin eski kanaatinden dönmüş ve hadîsi uygulamaya koymuştur.
İbnu Hazm, el-Muhallâ’da, kadınların mihrini belli bir miktara bağlamak isteyen Hz. Ömer (radıyallahu anh)’e bir kadının, Kur’ân-ı Kerîm’den âyet okuyarak (Nisa suresi 201. âyet) buna karşı çıkması üzerine, kararından dönmesini de Hz. Ömer’in haber-i vâhid’le ameline örnekler meyanında kaydeder.
Misaller çoğaltılabilir. Biz son olarak, daha önce kaydettiğimiz muknî bir rivâyeti hatırlatacağız. Hz. Ömer (radıyallahu anh) bizzat itiraf etmiştir ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı hergün tâkib edebilmek için Ensar’dan bir komşusu ile anlaşmıştır. Bir gün biri Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın meclisine gitmekte, diğer gün öbürü. Akşam olunca herkes kendi gününde görüp işittiklerini arkadaşına anlatmaktadır. Bu da, şâhitsiz olarak, tek kişinin rivâyetini kabul etmeye bir başka örnektir.
b) TAHDÎD: Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in hadîsleri tahkîk hususunda tâkip ettiği siyâseti açıkladıktan sonra, bunu tamamlayıcı mahiyetteki ikinci bir prensibi ve davranışı daha belirtmemiz gerekmektedir: Tahdid. Yâni hadîs rivâyetini sınırlamak, azaltmak.
Aslında bu hususa önceki açıklamalarımızda yeterince dikkat çekmiş sayılırız. Zira, Ebu Musa el-Eş’arî ve Ubey İbnu Ka’ab (radıyallahu anhüma) gibi Ashâb (radıyallahu anh)’ın ulularından olan ve bizzat Hz. Ömer (radıyallahu anh) tarafından da haklarında suizanna düşmediği, nazarında müttehem olmadıkları itiraf edilen zâtlara karşı, rivâyetleri sebebiyle “tahkîk eylemi” ne tevessül edişinin gerçek sebebi olarak halkı, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında rastgele konuşmaktan caydırmak, bir başka ifâde ile hadîs rivâyetini tahdîd etmek, sınırlamak olduğunu belirtmiştik.
Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in icraatı arasında bu mânayı te’yid eden daha sarih tatbikata rastlamaktayız. İbnu Abdilber’in Câmiu Beyâni’l-İlmi ve Fadlihi adlı kitabında kaydettiği bir rivâyette, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in Ammâr İbnu Yâsir’le birlikte Kufe’ye gönderdiği Karaza İbnu Ka’ab’ın anlattığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) onları, Medine’nin üç mil kadar dışında yer alan Sırâr mevkiine kadar uğurladıktan sonra durur, abdest tazeler -ve oraya kadar geliş maksadının, bu tenbîhi yapmak olduğunu da belirttikten sonra- şu tenbihte bulunur:
“Siz öyle bir beldeye gidiyorsunuz ki, ora halkının Kur’ân okuyuşu arı uğultusu gibidir. Sakın hadîs rivâyetiyle onları meşgul edip Kur’ân’dan uzaklaştırmayın. Kur’ân’ı tecvîd üzere okuyun, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan rivâyeti az yapın… ” Karaza (radıyallahu anh) Kûfe’ye varınca halk: “Bize hadîs rivâyet et!” diye talebde bulundu. Karaza: “Hayır! Ömer İbnu’l-Hattâb (radıyallahu anh) bunu bize yasakladı” cevabını verdi.
Zehebî’nin bir rivâyeti, hadîs rivâyetini fazla yapanlara Hz. Ömer’in “nasihatten” de öte zecrî tedbirler aldığını göstermektedir. Zira İbnu Mes’ûd, Ebu’d-Derdâ ve Ebu Mes’ud el-Ensârî’yi “çok hadîs rivâyet ettikleri için” hapse atmıştır.
Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in çok rivâyeti sebebiyle dikkat çeken, târizlere mâruz kalan Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’ye karşı tutumu da burada kayda değer. Bir gün Ebu Hüreyre’yi, çok rivâyetten menetmek maksadıyla huzuruna çağırır ve sorar:
- Falancanın evinde Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber olduğumuz günü hatırladın mı?” Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) :
- Evet! Ve beni de ne için çağırdığını şimdi anladım” der. Bunun üzerine Hz. Ömer (radıyallahu anh):
- Hayır (mâdem öyle, seni menetmiyorum!) git ve rivâyet et!” der. Ama, yine de bir başka rivâyetten anlıyoruz ki, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in getirdiği yasaklama havası Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) üzerinde bile tesir icra etmiş ve onu az ve ölçülü rivâyete sevketmiştir:
Ebu Seleme der ki: “Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’den sordum: “Sen Hz. Ömer (radıyallahu anh) zamanında da böyle (çok) hadîs rivâyet eder miydin?” Bana şu cevabı verdi: “Ben Ömer zamanında, size rivâyet ettiğim gibi çok hadîs rivâyet etseydim, o beni kamçısıyla döverdi”.
HZ. ÖMER’İN HADÎS ÖĞRENMEYE TEŞVÎKLERİ: Sözü bu noktada bırakıp asıl mevzuumuza devam ettiğimiz takdirde, Hz. Ömer (radıyallahu anh) hakkında yanlış kanaat edinmemize sevkedebilecek bir eksiklik olacaktır. Halbuki ilimde esas olan, bir mevzuya giren her noktayı imkan nisbetinde ibraz etmek, nazar-ı dikkatlere arzetmekir. Meseleyi bu noktada bırakmak ayrıca hadîs düşmanlarının eline de istismar edecekleri bir koz vermek olur. Çünkü, İbnu Abdilber’in kaydettiği üzere, başta yukarıda sunduğumuz Karaza hadîsi olmak üzere, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in hadîs rivâyetine koyduğu tahdidle ilgili rivâyetleri, “Sünnete sataşmayı meslek edinmiş, bid’at ehli ve benzerlerinden câhil ve mârifetsiz takımı, delil olarak kullanarak müslümanları Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hadîslerinden uzaklaştırmaya, hadîse gerek olmadığına inandırmaya çalışmışlar, hadîs ehlini de kötülemeye vesile kılmışlardır. Halbuki Kitabullah’ın gösterdiği hedefe ancak sünnetle ulaşılabilir.”
İbnu Abdilber, âlimlerce dermeyan edilen bir çok sebeplerle, Hz. Ömer’in
tahdid siyâsetinden, kötü niyetlilerin çıkardığı mânâları çıkarmanın mümkün olmadığını belirtir. Özetleyelim:
1- Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu tahdidiyle Kur’ân’ı ihmal etmeyi önlemeye çalışmıştır.
2- Söz konusu yasaklama bir hüküm ifade etmeyen, sünnet olmayan sözlerle ilgilidir. Hatta bu görüş sâhipleri Karaza hadîsinin zayıflığına dikkat çekerler. Çünkü daha mevsuk rivâyetler Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in hadîs öğrenmeye teşvîk ettiğini göstermektedir. Mesela şu delillere bakalım:
“Ubeydullah İbnu Abdillah İbnu Utbe, Hz. Ömer’in bir cuma günü şu hutbeyi irad ettiğini rivâyet etmiştir:
“…. Ben size Allah’ın söylememi takdir ettiği bir konuşma yapacağım. Kim bunu öğrenir, anlar ve ezberlerse gidebildiği yere kadar gidip anlatsın. Kim de bunu (aynen) aklında tutmaktan korkarsa ben ona hakkımda yalan söylemesini helâl etmiyorum. Allah (celle celâluhu), Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’i hak ile gönderdi. O’nunla birlikte Kitap indirdi. O’nunla indirdiklerinden biri de recmdir…” Şu halde bu rivâyet de gösteriyor ki, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den çok rivâyeti yasaklayıp, az rivâyeti emretmesinden maksad, Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) hakkında yalan ve hatayı önlemektir. O, çok rivâyet edilince iyi akılda tutulmamış, hıfzı güzel yapılmamış şeylerin de rivayet edilebileceğinden korkuyordu. Çünkü rivâyeti az olanın zabtı, çok olanın zabtından daha kuvvetli olur. Az rivâyet, çok rivâyette emin olunamayan sehiv ve hatadan daha selâmettedir. İşte bu sebeple Hz. Ömer (radiyallahu anh) rivâyette azlığı emretmiştir. Şâyet rivâyetten hoşlanmayıp kötü addedseydi onun azını da çoğunu da yasaklardı. Nitekim şöyle dememiş midir:
“- Kim hadîsi hıfzetmiş ve aklında tutmuş ise rivâyet etsin.”
Nasıl olur da, onlara, Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)’dan hem hadîs rivayet etmeyi emreder hem de yasaklar. Bu doğru ve makul değildir. Resûlullah (aleyhissalatu vesselâm)’dan az rivâyette bulunmayı emrederken nasıl olur da rivâyet yasağı koymuş olur. Üstelik: “Kim benim sözümü öğrenir, anlar ve ezberlerse gidebildiği yere kadar gidip anlatsın” diyerek kendi sözünü rivayete teşvik etsin ve ilâveten: “Kim de onu (aynen) aklında tutmaktan korkarsa hakkımda yalan söylemesin” dediği halde Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında kesin yasak koysun, bu mâkul değil…”
İbnu Abdilber, Medine ehlince Hz. Ömer (radıyallahu anh)’den rivâyet edilen sahîh âsâr’dan başka, Kitap ve Sünnete olan muhâlefeti sebebiyle Karaza hadîsinin bu babta hüccet olamayacağını söyledikten sonra Kitap ve Sünnet’ten bazı örnekler kaydeder:
“Kitaptan örnekler: “Allah’ın Resûlünde sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21), “Resûl size ne getirmişse onu alın” (Haşr, 7), “O halde Allah’a ve O’nun ümmî peygamber olan Resûlüne -ki kendisi de o Allah’a ve O’nun sözlerine iman etmekte olandır- iman edin, ona tâbi olun,tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız” (A’râf, 158).
“Şüphesiz ki sen herhalde doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun. O yol Allah’ın yoludur…” (Şura, 52).
Kur’an’da bu çeşit âyet çoktur. Bu âyetlere tâbi olmak, hükmünü yerine getirmek, emirlerin hududunda durabilmek ancak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan gelecek rivâyetlerle mümkündür. Öyleyse Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in Allah’ın emrine muhalif bir emirde bulunacağını kim aklından geçirebilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: “Allah, benim sözümü dinleyip belleyen, sonra da dinlemiyene ulaştıran kulun yüzünü (kıyâmet günü) tâze kılsın” buyurmuştur. Bu hadîste de kendisinden tebliğde bulunmaya,
te’kidli bir teşvik mevcuttur. Keza Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Benim konuştuklarım dışında da benden alın ve bana nisbet ederek rivâyet edin”… Bu söz de, bu bahta, aklı ve idraki olanlar için gündüzden daha aydınlıktır”.
İbnu Abdilber bir de şu mülâhazayı yürütür: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan rivâyet ya hayırdır, ya şer. Şayet hayırsa -ki hayır olduğunda şüphemiz yok- hayırda çokluk efdaldir, daha iyidir. Şayet şerse Hz. Ömer (radıyallahn anh)’in halka şerden az miktarda işlemelerini tavsiye edeceğini zannetmek câiz olmaz. Öyle ise bu söylediğimiz husus, sana, Hz. Ömer’in hadîs rivâyetini az yapmayı emretmesi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında yalan ve hataya düşülme korkusundan, Sünnet ve Kur’an üzerine düşünmeye vakit kalmayacak kadar meşguliyete dalmak korkusundan olduğunu göstermelidir. Zira çok rivâyet eden kimseyi mutlaka tefekkürsüz ve kavrayışsız bulursun.”
Bundan sonra İbnu Abdilber Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in mevzuya müteallik bazı sözlerini kaydeder:
“Kim bir hadîs dinler, sonra da duyduğu şekilde (yani artırıp eksiltmeden) rivayet ederse selâmete erer.”
“Ferâizi ve sünneti öğrenin, tıpkı Kur’ân’ı öğrendiğiniz gibi:” (Kur’ân ve sünneti burada bir tutmuştur.)
“Sünnet, feraiz ve lahm (dilin doğru kullanış kaideleri) tıpkı Kur’ân’ı öğrendiğiniz gibi öğrenin”.
“Rey’den sakının. Zira rey ashabı sünnet düşmanıdır. Hadîsler, onları kör etmiştir, ezberleyemezler”.
“Yolların en hayırlısı Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’in yoludur”. “Birgün gelecek Kur’ân-ı Kerîm’in müteşâbih ayetlerini kendilerine delil yaparak sizinle mücâdeleye girişecek kimseler çıkacak. O zaman onlara karşı sünneti esas alın. Zira, Sünnet ehli, Kur’ân’ı iyi bilen kimselerdir.”
Ayrıca daha önce kaydedildiği üzere birçok durumlarda Hz. Ömer halka başvurarak, ortaya çıkan vak’ayı aydınlatıcı rivâyet sormuş ve söylenince hükmüyle amel etmiştir.
İbnu Abdilber, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’den rivâyet edilen sözleri sahîh ve ittifâk edilmiş sözler olduğunu belirttikten sonra şu NETİCE’nin çıkacağını belirtir:
“Kim bir hadîste şüpheye düşerse terketmelidir, aksine eksiksiz olarak ezberlemişse onu rivâyet etmesi câizdir”.
Bu mevzuyu aynı minval üzere işlemiş bulunan İbnu Hazm da, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in hadîs rivâyetini yasaklamasıyla ilgili rivâyetlerin, hüccet kılınamayacak kadar zayıf olduğuna hükmettikten sonra şöyle der: “Şayet bu rivâyetler sahihse, yasaklama, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in hadîsleriyle ilgili olamaz, geçmiş ümmetlere ait hikâyelere veya onlar gibi içerisinde fıkıh bulunmayan kıssalara aittir… Çünkü hadîs rivâyetinden men etmek değil Hz. Ömer (radıyallahu anh)’e, hiçbir müslümana helâl olmaz.”
Bu yazıyı okusun mindar okusun..!