Yazanlarda |
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İnanç ve Bilim Cin13 İnanç ve Bilim (e-kitap)
“Yaşayabileceğimiz
en güzel deneyim, gizemli olandır.
Gerçek bilimin tohumlarını atan da bu deneyimdir. Bu hisse yabancı
olanlar, huşu içerisinde kendinden geçmeyenler ölüden farksızdırlar. Kendini
idrak edilemez olan evrende ifşa eden bir us gücünün varlığına duyulan bu
derin, duygusal inanç, benim Tanrı görüşümü tam olarak yansıtmaktadır.” (Einstein)
Din nedir? Dinle ile
ilgili olarak ilk akla gelen, Tanrı kavramını dinin merkezine yerleştirmek
ve dini bu üstün güç veya güçlere
inanmak olarak açıklamaktır. Halbuki, animizm, totemizm gibi görece daha az, hinduizm, budizm gibi görece
daha kompleks dinlerde Tanrı kavramı yer almaz. Bununla beraber eski yunanlıların çoktanrıcılıklarında ne
peygamber ne de vahiy kavramları vardır.Din, insan ve
evren hakkında bilgi veren sistemdir. Ancak,
bu sistemin bilgisi Tanrı, evren, evrenin amacı, insanın özü, Tanrı ile insan
arasındaki ilişkiler gibi bilimsel olmayan, metafizik bilgidir. Ancak din, salt
metafizik bilgiler bütünü de değildir, aynı zamanda bu bilgilere uygun yaşama
biçimini emreden ahlak sistemidir. Buna
dayanarak, din temelli olmayan bir ahlak sisteminin olmayacağını iddia
edenlerin olduğu gibi, Spinoza gibi, dinin temel özelliğinin ahlak sistemi
olduğunu söyleyenler de vardır.Dine mensup
olmak demek, o dine ait bilgileri bilmek demek değildir. Kişi, örneğin İslam’a
ait her bilgiyi bilebilir. Ama bu onu müslüman yapmaz. Müslüman olmak için, o
bilgilere inanmak, özel ifadesiyle “iman etmek” gerekir. Bu yüzden
dindeki en önemli öğe, inanç-iman öğesidir.
Önemli olan
neyi bildiğiniz değil, “nasıl”-yani, hangi ruh hali içinde o bilgileri
benimsediğinizdir. Bu inanç, belirli bir bilgi eksikliğinden dolayı benimsenen
geçici bir ruh hali değil, özgür irade ile yapılan seçim sonucunda edinilen ruh
etkinliğidir. Bilinen bir
şeye inanılmaz. O zaten bilinmektedir. İnanç konusu olan bilgiler de başka bir
bilgi türüyle ortadan kaldırılması yapısal olarak mümkün olmayan bilgiler
olmalıdır. Aksi durumda, zamanla inanç
yerini bilmeye bırakır. Bilgi ile yanlışlanabilecek olan bir şeye inanç, batıl
inançtır. İbni Rüşt’ e
göre her şeyin bir nedeni olduğuna göre inanmayı seçmenin de bir nedeni olması
gerekir. Gazali’ye göre ise bu, insanın özgürlüğünün ortadan kalkması demektir.
Gazali’ye göre seçim, zorlayıcı hiçbir neden olmaksızın seçmektir. Aksi durumda
inançtan ve dinden bahsedilemez. Bu
nedenlerden inanç, bir gelenek veya taklit değildir. Dinin derinliği de
bunlardan kaynaklanmaktadır.Bilimsel
bilgi ile dini bilginin kaynak, amaç, yöntem açısından farklı oldukları
açıktır. Bilimsel bilginin kaynağı insan aklı ve deneyi, amacı evreni
tanımlamak ve yöntemi deneydir. Dinsel bilginin kaynağı ise Tanrı, amacı
insanın yaratılışına uygun bir yaşam sürdürmek, insanlara ulaştırılması ise
peygamber ve vahiyler iledir. Tektanrıcı dinlerde bulunan kutsal kitaplarda yer
alan bazı metinlerin bilimsel bilgiler ile çelişebildiği görülmektedir. Bu ifadelerin sembolik bir anlama sahip
olduğunu, ya da Spinoza’nın söylediği gibi kutsal kitapların birer
fizik,biyoloji kitabı değil de birer ahlak,ibret, öğüt kitabı olduğunu kabul
edersek bilim ile din çatışma içine girmezler.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Tanrı’nın Varlığı: Dünya tarihi
kadar eski olan tanrının varlığı sorusunun lehte ve aleyhte cevaplarının
yanında bir üçüncü tavır olan agnostizm(bilinemezcilik) vardır. Bu görüşe göre
Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu bilenemez. O halde bu konu rafa
kaldırılmalıdır. Bilim insanın bilimsel tavrı agnostik olarak tanımlanabilir.Tanrının
varlığını kabul eden kişiler içinde de tanrının nasıllığı konusunda görüş
ayrılıkları vardır. Acaba Tanrı aşkın ( evrene ait olmayan, evrenin üzerinde)
yoksa içkin ( evrenin kendisi, evrendeki kuvvetler) midir? Tanrı, evreni
yoktan var eden yaratıcı mıdır, yoksa eski yunan filozoflarının düşündüğü gibi
kaosu kozmosa dönüştüren bir tanrı mıdır? Acaba Tanrı, evreni yarattıktan sonra
onun işleyişine karışmayan bir tanrı mıdır yoksa evrene her an müdahale eden,
vahiy gönderen bir Tanrı mıdır?Tanrı’nın mevcudiyetini reddeden kişilerden, Tanrı’nın varolmadığını kanıtlamasını istediğimizde
tutarlı bir yanıt alamayışımızın nedeni, yokluğun kanıtının yapılamaz oluşudur.
Tanrı’nın mevcudiyetine inanan kişinin kanıtı göstermesi gerekir. Bu kanıt nasıl gösterilebilir? Ne var
ki Tanrı’nın bilimsel olarak ne varlığı ne de yokluğu kanıtlanabilir. Tanrı,
formüllerin, yasaların ve algıların ötesinde ise o halde bilimsel olarak
gözlenemez, deney yapılamaz, matematiksel olarak ifade edilemez. Bilim tabiatla ilgilenir. Allah tabiat
ötesi ise bu durumda, deney ve gözlemler yaparak bilimin tabiat ötesini
kanıtlayacağını iddia edemeyiz. Bununla
birlikte din filozoflarının çoğu, dinsel bilgilerin örneğin Tanrının varlığının
akılsal kanıtlar ile desteklenebileceğine inanmaktadırlar. Bu filozofların
arasında Aristoteles, Farabi, İbni Sina, Descartes, Leibniz gibi filozoflar yer
almaktadır. Bazı filozoflar da dinsel bilginin başka bir
desteğe ihtiyacının olmadığına inanmaktadırlar. Bunlar arasında Gazali, İbni
Haldun, Bergson, Pascal gibi filozoflar vardır. Gazali ve Bergson’ a göre
insan, Tanrı’nın varlığını yaşar ve tecrübe edebilir. Neden Tanrı’ya inanırız sorusuna
verilebilecek var olma ihtimaline karşı
tedbir, ataları örnek alma, toplumsal aidiyat duygusu, zor anlarda rahatlatacak
bir güç olması, burjuvazinin sömürü düzenine kanma, adalet duygusuna olan
ihtiyaç, öznel dini tecrubeler, tarihi olaylar, inanma isteği, üstün yaratıklarca
genetik şifreye dahil edilen kodlar, akıl yürütme, cevap bulunamayan soruların
cevabı ve taklit etme cevaplarından, inancın akıl ile desteklenmesi gereği
bilim ve dinin ortak kaynaktan beslenmesi gerektiğindeki inancın sonucudur.Psikolojide
Freud’un, tarihte Marx ve Proudhon’un, sosyolojide Durkheim’ın yaptığı
çalışmalarda, insanı Tanrı fikrine götüren durumları ve dinlerin toplumlardaki
işlevini anlatışları Tanrı’nın insanlar tarafından uydurulmuş olduğu fikrini
desteklemiştir. Einstein: “Bilimsiz din kördür. İnançsız bilim ise sakattır” İnancın akli delillere dayanması
konusunda görüş bildiren, sayıca daha
fazla olan ilk grubun kanıtlarına bakalım:
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Teleolojik kanıt:
Evreni
gözlemlememiz bize onda bir düzen olduğunu göstermektedir. Evrene ait
bilgilerimiz arttıkça evreni oluşturan parçaların karmaşıklığı ve birbirleriyle
olan ilişkilerindeki düzen daha açık biçimde ortaya çıkmaktadır. İnsan elinden
çıkma bir makinede bir düzen bulunuyor ise, bu makineyi gördüğümüzde onu
oluşturan bir insanın varlığını düşünüyor isek,
düzenli, planlı mükemmel bir evrenin de mükemmel bir yaratıcısı olmalıdır. Bu mükemmel
yaratıcı Tanrı’dır.Bu kanıta
birçok eleştiri gelmiştir. Örneğin düzen ne demektir? Düzenin matematiksel bir
tarifi yapılamaz. Bambaşka kanunların olduğu bir evren bugünkünden bambaşka
olacaktır. Bu durumda o evrende yaşayan bizlere de o evren düzenli gelecektir. Düzensizlik,
alıştığımız düzenden farklı bir şey midir? Farklı düzenler düzensizlik
midir? Düzensizliği düşünmek mümkün
müdür?2. eleştiri
ise şu soruyla gelir: Evren-dünya gerçekten düzenli midir?
Eğer dünya
düzenli ise doğal afetleri, hilkat garibelerini nasıl açıklayacağız? Kör
bağırsak ya da erkekteki göğüs uçlarının işlevi nedir? 3. eleştiri
ise David Hume’ın belirttiği, doğal
nesneler ile ilgili gözlemlerimizi hangi hak ve nedenle doğal olmayan, deneysel
olmayan bir varlığa taşımaktayız? Bir makinenin yaratıcısının insan olması
doğaldır, ama eser olan tanımladığımız evrenin tümünü görmemiz,tanımlamamamız
mümkün değilse, o halde nasıl evren-deney-doğal ötesi bir varlığa taşıyoruz? Kaldı
ki çocuk ölümlerinin, masum kişilerin katledilmesinin, salgın hastalıkların
mükemmel oldukları iddia edilemez. O halde evrenin yaratıcısı da pek mükemmel
olamaz. Hume burada iki yol ile karşılaşır: Ya Tanrı kötülüğü önleme gücü
olduğu halde önlemedi, o halde kötü ya da önlemeye gücü yetmedi, o halde Tanrı
güçsüzdür.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kozmolojik kanıt: Evrendeki her
olay bir nedene dayanır. Nedensiz hiçbir
şey gerçekleşmez. Evrendeki olaylar ya da nedenler dizisi ya sonsuza kadar
gidecektir ya da bir ilk neden de son bulacaktır. Sonsuz dizi mümkün olmadığına
göre o halde bir ilk neden olmalıdır. Bu ilk neden Tanrıdır. Tanrı, nedensel
bir açıklamaya ihtiyaç duymaz çünkü o kendi nedenini ve izahatını kendinde
bulur. İzahatını kendi içinde taşıyan tek varlık Tanrı’dır. Bu kanıt,
Aquino’lu Thomas, Farabi, Aristoteles gibi filozoflarca kullanılmıştır. Bu kanıta
itirazlar Gazali, Hume ve Kant gibi birçok filozoftan gelmiştir. Gazali şunu
sorar: Sonsuz bir dizi neden imkansızdır? Ayrıca “ilk neden” neden tek olsun?
İlk nedenin iki veya daha fazla sayıda olmasının önünde herhangi bir mantıki engel
yoktur.Hume’ a göre
dizinin ileriye ve geriye sonsuza kadar devam etmesinde akılsal hiçbir engel
yoktur. Bir ilk neden varsa bu “ilk neden” neden evrenin içinden doğal bir “ilk
neden” olmasın? Kant da şu
soruyu sorar: “Tanrı’nın neden “nedeni” yoktur? Eğer Tanrı bu kuralın dışında
ise o halde evrenin kendisi de bu kuralın dışında neden olmasın? “İlk neden”
neden evrenin kendisi olmasın?” Kant’a göre nedensellik ilkesi deney dünyasına
ait bir ilkedir. Bu dünyanın dışında bir anlamı yoktur. O halde, deney
dünyasını aşan her yorum metafiziktir. Metafizik ise hiçbir şeyi kesin olarak
kanıtlamaz.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ontolojik kanıt: Tanrı
dendiğinde hepimiz bir şey anlamaktayız. En mükemmel, her şeyin üstünde
kusursuz olan varlık. Bu varlık sadece zihnimizde var olabileceği gibi
zihnimizin dışında gerçek bir varlık da olabilir. Bu iki (yalnızca zihnimizde
veya gerçek) varlığı karşılaştırırsak hangisi daha mükemmeldir? Gerçekte var
olan varlık, var olduğu için zihnimizdeki varlığa göre daha mükemmeldir. O
halde, sadece zihnimizde var olan, gerçekte var olmayan tanrı “en mükemmel”
tanımına uymamaktadır. Var olmayan bir tanrı tanıma uymadığı için, Tanrı,
tanımı gereği var olmalıdır. Anselmus, bu akıl yürütmenin sadece Tanrı için
yapılabileceğini, çünkü en mükemmel varlık tanımının sadece Tanrıya ait
olduğunu belirtmiştir.
Bu kanıtı,
İbni Sina, Farabi, Descartes, Spinoza, Anselmus gibi filozoflar kullanmıştır. Bu kanıta
itiraz şudur: Bu kanıt aslında şunu
söylemektedir: “ Eğer bir şey, niteliklerinden biri olarak varlığa sahipse, vardır.” Bu cümlenin doğruluğu kesindir. Ancak, bu
cümle aslında şunu söylemektedir: Eğer bir şey varsa, vardır” Bu da boş bir
tekrardır yani totolojidir.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kanıtlara genel bakış: Kant, bu akıl
yürütmelere ilişkin şunu söyler: Bu konularda, akıl, kendisine aynı ölçüde
akılsal görünen yollar ile birbirine tamamen zıt akılsal sonuçlara
ulaşabilir. O halde, metafiziğe ilişkin
doğru bilgi mümkün değildir.Gazali
tarafından savunulan kurala göre ise: Bir tezi kanıtlamak için ortaya konulan
delillerin yanlış olması, tezin yanlışlığını ortaya koymaz. Bu yalnızca
delillerin yanlışlığını gösterir. Günümüzde,
teleolojik ve kozmolojik kanıt, bilimin son verileriyle yeniden ele alınmaya
devam edilmektedir. Ancak, Tanrı’nın varlığını akıl yoluyla kanıtlama yolunda
bilim insanlarının elinde başka argümanlar bulunmaktadır. Buna “insanmerkezcil
ilke” diyoruz.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Teolojik kanıtlara yeni bakış: Genellikle
David Hume ve İmmanuel Kant’ın tanrının varlığına dair ortaya konan kanıtların
kusurlu oldukları gösterdikleri kabul edilir. Hugo Meynell, Stanley jaki ve diğer bazı düşünürler, Hume ve Kant’a ait
bilgi teorilerinin kabul edilemeyeceğini, çünkü bunların bilimsel metoda zemin
oluşturan temel varsayımlara ters düştüğünü birçok kez göstermiştir.Stoeger’e
göre, herhangi bir şeyin var olması, kendi varlığı için başka bir sebebe
ihtiyaç duymayan bir varlığı gerekli kılarken, Carl Sagan “eğer, evreni kim
yarattı sorusuna Tanrı cevabını verirsek karşımıza şu soru çıkar: Tanrı’yı kim
yarattı? Eğer ,”Tanrı hep vardı” diyebiliyorsak neden “Evren hep vardı”
diyemeyelim? Eğer “Tanrı nereden geldi? “sorusu biz fanilerin idrak gücünü
aşıyorsa o halde “Evren nereden geldi? sorusu karşısında neden aynı cevabı
veremeyelim? karşılığını verir. Carl Sagan’ın
argümanlarına yapılan itiraz, Tanrı kavramının yanlış anlaşılmasından doğan
“Tanrı’yı kim yarattı”, “Tanrı nereden geldi” gibi soruların anlamsız olduğu,
evrenin kendi kendini izah edemez nitelikte olduğu ancak Tanrı’nın tanımı
gereği kendi kendini izah ettiğidir. Bu
soruların “Daire neden yuvarlaktır” sorusu gibi, kendi kendini izah eden bir
varlığın mevcudiyetine ait izah istemek kadar saçma olduğu yönündedir.Bertrand
Russell, evrenin sadece “var olduğu” ve evrenin varlığı için izahat istemememiz
gerektiğini söylemiştir. Jean Paul
Sartre ‘da evrenin “keyfi”, “sadece var” olduğunu düşünmektedir. Ünlü ateist
Antony Flew de evrenin mevcudiyetini ve temel öğelerini izah edici öğeler
olarak görmemiz gerektiğini belirtmektedir.Aziz
Augustine, gibi geleneksel teistler,, yaratım sürecini zamana bağlı müdahaleler bağlamında değil, nedensel
bağlantılar bağlamında ele almışlardır. Zamana başlangıcını veren şeyi O
yaratmıştır, ve O bütün şeyleri birden yaratıp, onları zaman aralıklarına
değil, nedensel bağlantılara dayanan bir düzene tabi tutmuştur. Profesör
Arthur Peacke şöyle diyor: “Eğer Tanrı
zamanın dışında ise Tanrı’nın evrenle olan yaratıcı ilişkisinin sadece zamanın
0 “sıfır” noktası ile sınırlı olması yerine bu yaratıcı ilişkinin her an varolduğunu
düşünmek kolay olacaktır.”
Paul Davies
“The Cosmic Blue Print” kitabında, “Evrenin
ve evrendeki yasaların karmaşık yapıların ortaya çıkmasına ve gelişmesine
olanak tanıdığı gerçeği, tüm bu olup bitenin arkasında “bir şeyler döndüğüne”
dair sağlam bir kanıttır” demektedir.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İnsan merkezcil İlke: Bugün, bilim insanları
teolojik kanıtların yerine, insan hayatı için biçilmiş kaftan olan evrenin,
bunu mümkün kılan olağanüstü kozmik rastlantılar dizisini izah etmeye çalışan
çeşitli versiyonlarıyla insan merkezcil ilkeyi ortaya koymaktadırlar.Yıllar boyu
bazı gökbilimciler ve fizikçiler, evrenin yaşamın evrimleşebileceği bir “ince ayar” geçirmiş gibi göründüğünü savuna
geldiler. Felsefecilerin ve din bilimcilerin
bu görüşe büyük ilgi duyduklarını eklemeliyiz. Bu ilke, fiziksel evreni yöneten
sabitlerin değerleri üzerine odaklanmaktadır. Özellikle parçacık fiziği ve
evrenbilimde yeri olanların. Tezin ana fikri şudur: Bu sabitlerin değeri çok az
farklı olsaydı bile, gökadalar,yıldızlar ve gezegenler oluşamazdı. Hatta atom
ve moleküller bile olmazdı.Tabi ki de yaşam. Bu
evrenbilimsel ince ayarın örneklerinin bazıları şunlardır:Kütleçekimin gücü:
Bilinenden
biraz daha fazla olsaydı, evren, yaşam ortaya çıkmadan çok önce çökerdi. Biraz
daha az olsaydı, bu kez de madde hiçbir zaman çökelip yıldızları ve gökadaları
oluşturamazdı. Büyük Patlamanın düzgünlüğü:
Büyük
patlamayla ortaya çıkan ateş topu içindeki ilk yoğunluk farkları çok az bile
daha az olsaydı, evren ışıktan ve yapıdan yoksun olurdu. Daha büyük olsaydı,
evren sadece karadeliklerle dolu olurdu. Atomaltı parçacıkların kütleleri:
Hidrojen
varlığını nötronun, protondan biraz daha fazla kütleye sahip olmasına
borçlu.Eğer protonlar biraz daha ağır olsaydı, kendiliğinden nötrona
bozunacağından, hidrojen atomları yani yıldızlar oluşturamazdı. Proton da elektrondan
1840 kat daha kütleli. Bu durum, moleküllerin her birinin iyice belirlenmiş
biçimleri olmasını sağlıyor. Farklı olsaydı DNA gibi karmaşık moleküller
oluşamayacaktı. Şiddetli Çekirdek kuvvetinin büyüklüğü:
Bu temel doğa
kuvveti biraz daha zayıf olsaydı, evrende sadece hidrojen bulunur, yıldızlara
enerjilerini veren çekirdeksel tepkimeler gerçekleşemezdi. Daha büyük olsaydı
da, protonlar hemen çiftler halinde bir araya geleceklerinden hidrojen
oluşamazdı ve dolayısıyla yıldızlar varolamazdı. Evrenbilimsel sabitin büyüklüğü:
Evrenin ortaya çıkışından bir saniye
sonra, her cisim 186000 millik bir alandaki maddelerin çekimine maruz kalıyordu
ancak bu esnada, devasa ilk hızları sayesinde parçalar birbirinden, yoğunluğu
bir kara deliğin oluşması için gerekli kritik seviyenin altına indirecek kadar
uzaklaşmıştı bile. Ortaya çıkan maddeye verilen enerji,
onu çekim etkisinden kurtarabileceği bir hızda hareket ettirebilecek düzeyde
olmalı ancak bu hız, parçacıkların birbiriyle teması tamamen yitirecekleri bir
seviyeye ulaşmamalıydı. Galaksilerin, yıldızların ve bizlerin oluşması için,
ilk yaratılan maddeden belirli miktarı yan yana getirilmeliydi. Buradaki madde
ve enerji arasındaki hassas dengeye dikkat edilmelidir. Bir diğer nokta,
hiçbirinin birbiriyle muntazam bir temasa sahip olmamasına rağmen, bütün
parçaların hepsi, aynı anda madde ve enerji arasındaki aynı dengeye
ulaşmalıydılar.
Dünyadaki yaşamın ortaya çıkmasındaki
tesadüfi olaylar arasında doğanın buzul dönemi, ayın büyüklüğünün güneşinkine
oranı, volkanik patlamalar ve mikro organizmaların varlığı da yer almaktadır. Bu görüşe göre, Tanrı, sadece
fiziksel evreni değil, evrenin uyacağı yasaları da yaratmış olmalıdır. Schleiermacher:
“Doğa kanunlarının varlığı mucizelerin en
büyüğüdür”.Fizikçi ve
felsefeci, Avustralya, Macquire Üniversitesi öğretim üyelerinden Profesör Paul
Davies’e göre, evrenbilimcilerin çoğu bu fizik sabitlerinin “sanki biraz
oynanmış” olduğunu belirtmektedir. Doğa sabitlerinin, örneğin evrendeki
parçacıkların sayısı, elektronun kütlesinin protonunkine olan oranı, tam da ilk
gazın yoğunlaşarak nebula ve yıldızlara dönüşmesi, dünyayı oluşturması ve
yaşamın ortaya çıkmasını sağlayacak değerlikte olması, bize bu sabitelerin
başka türlü zaten olamayacaklarını ortaya koyacak bir matematiksel model ile
gelecekte gösterilebilir. Bu durumda ulaşacağımız nokta insan merkezcil bir
matematik kuramı olacaktır.İnsan merkezcil ilkeye karşılık
olarak ise çoğul evrenler düşüncesi ortaya atılmıştır. Sonsuz sayıdaki evrenden
tam da bizim ortaya çıkmamızı sağlayacak sabitelerin bulunduğu bir evren
bulunacaktır. O evrende yaşayan bizler de bu sabitelerin bizim için ayarlanmış
olduğunu sanacaktık. Öyle ya “başka türlü olsaydı, bizler burada olamazdık”. Ancak, çoklu evrenler teorisi de bu
evrenlerden en az birinin neden bizimki gibi bir evren olmasını sağlayan bir
potansiyele sahip olduğunu açıklamak zorunda kalacaktır. Evrenler topluluğu da
kendi başına varolan şeyleri ve karakterlerini izah edemez.İnsancı
ilkenin üç farklı yorumu bulunmaktadır.
Bunlar; zayıf, güçlü ve son diye adlandırılır.
Zayıf İnsancı İlke:
Evrendeki
sabitlerin böyle olmasının zorunlu olduğunu, eğer başka türlü olsaydı, burada
bu soruları sormak için var olamayacağımızı savunur. Kuvvetli İnsancı İlke:
Evrenin,
hayatın ortaya çıkabilmesi için saydığımız özelliklere sahip olması gerektiğini
savunur. Çünkü: 1.Gözlemcilerin
ortaya çıkabilmesi ve yaşamlarını sürdürmeleri amacıyla tek bir evren tasarlanmıştır.
Veya,
2.Evrenin
varolabilmesi için gözlemciler şarttır. (Katılımcı Evren Modeli) Veya,
3.Bizim
evrenimizin varolabilmesi için başka evrenler de gereklidir. Son İnsancı İlke:
Evrenin
varolması için Bilinçli Bilgi – Bilinç Oluşumu gereklidir. Bilinç bir kez
ortaya çıkarsa, bir daha yok olmaz.
Einstein şöyle demiştir: “Temel, ispatlanmış bir doğa yasasının keşfi, Tanrı’ya yönelik bir
ilhamdır.”
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İmancılık ( Fideizm) Tanrı
hakkında yapılan akıl yürütmelerin ya da kanıtların sonuç verici olmaması
fideizm adı verilen tutuma yol açmıştır.
Bu görüşe göre, Tanrı hakkındaki bilgimiz akılsal, deneysel ya da doğal
bilgiye değil, yalnızca imana dayanmalıdır. Dinin kendisi akılsal olmadığı
için, onu akılsal olarak izah etmek mümkün değildir. İbn Haldun, Gazali, Pascal
bu görüştedir.Pascal’ın
söylediği gibi: “ Kalbin, öyle nedenleri
vardır ki akıl onları kavrayamaz”
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İnanç ve Bilim Felsefe ve din, bilimlerin
kısıtlayıcı sınırını aşabilir,ancak bu ikisi bilimsel bilgiyi hesaba
katmalıdırlar. Bu durumda bilimlerin bir negatif, bir de pozitif rol oynadığı
görülür. Negatif rol arındırmaya yöneliktir,felsefeden, bilimsel gözlemlere
ters düşen kabulleri ve dinden de batıl itikat ve putperestliği ihraç etmeye
çalışır. Oynadığı pozitif rol ise doğanın düzenlenişini gözler önüne sermesi,
bunu rasyonel bir şekilde izah etmeye çalışması ve yeni görüşler sunmasıdır.Din, gündelik hayatta, Tanrı ve
yaratılış ile ilgili temel sorulardan çok, toplumsal meselelerle ilgileniyormuş
gibidir. Bu nedenle birçok bilim adamının, özellikle birçok fizikçi, astrofizik,
kuantum mekaniği ve görelilik üzerinde yapılan çalışmaların bir sonucu olarak,
Tanrı ve yaratılış ile ilgili daha derin sorulara, salt dinsel çalışma
yürütenlerden daha yakın oldukları açıktır. Isaac Rabi’nin söylediği gibi, “Pozitif bilimlerin en asil görevi, bizi
Tanrı’ya daha da yaklaştıran temelleri araştırmaktır”.Tanrı’nın
biliminin zihinsel ufkundaki tezahürü
bilimin en tuhaf kavram ve kavramlarından bile daha tuhaftır. Bugün Newton
ve Laplace’ın makine evreninin deist inancı sunmasından farklı bir noktadayız.
Dinamik bir evrenin içinde bulunduğumuzu 20.yy’ın başlarında öğrendik.
Uzay-zamanın mutlak olmayışı, atomaltı dünyanın indeterminizmi,çok boyutlu
evren, parçaların birliği gibi fikirler özellikle doğu felsefesi ya da
dinleriyle bilimin arasında paralellik olduğu eğiliminin doğmasına yol açtı.
Buna karşılık, bilimin dinselleştirildiği yolunda itirazlar da gelmeye başladı.
Ancak bilim, nadiren bilimi yapan kişinin felsefesinden etkilenmemiştir.(Bkz.
Modern Fizik Kuramları)Einstein
şöyle demiştir: “ Ben Tanrı’nın evreni
nasıl yarattığını bilmek istiyorum. Tanrı’nın düşüncelerini öğrenmek
istiyorum.Gerisi tamamen ayrıntıdır.” Stephen
Hawking, “A Brief History of Time” kitabında amacımızın “Tanrının zihnindekini
bilmek” olması gerektiğini belirtmiştir.Jaegwon Kim,
“Explanation in Science” kitabında “Bilimsel
araştırmaların tek amacı dünyadaki olayları ve fenomenleri keşfedip tanımlamak
değil, ayrıca ve daha önemlisi bu olay ve fenomenlerin “niçin” olduklarını izah
etmektir” demektedir. Bilimin
apriori (deney öncesi) kabulü, gerçekliğin akılsal, idrak edilebilir ve insan
zihni tarafından algılanabilir olduğudur.Bilimin,
evrene ait bilgide geçmişe oranla daha ileride olduğunu kabul edersek, bu evrenin
idrak edilebilir olmasının kanıtıdır. Bilim insanlarının bilimsel bilgiye
erişmede kullandığı bilimsel yöntem yanlış olsaydı mevcut bilgiye ulaşabilir
miydik? İnsanın sahip olduğu, bir şeyleri nasıl keşfedip ortaya koyacağımız
konusundaki apriori bilgi , evrendeki nesnelerin içlerindeki akılsallığa delil
değil midir? Einstein bu
konuda şöyle demiştir: “Bu alandaki
başarılı gelişmelerin yoğun deneyimini yaşayan herkes, mevcudiyette açığa çıkan
rasyonellik karşısında derin bir huşu içerisindedir…Mevcudiyette vücut bulan
aklın ihtişamı…”Evrenin
varlığının izahı, evrene ait sorular soran insan zihninin temel sorunudur.
Leibniz şöyle der: “Hiçbir şey
olmamasındansa neden bir şeyler var?” Bilim ve din arasındaki gerilim
çoğunlukla köken soruları ekseninde ortaya çıkmaktadır. Hayatın başlangıcı,
Homo Sapiens’in ortaya çıkışı, evrenin başlangıcı.Evren şu anda
varolduğuna göre, hep var mıydı? Yoksa kendi kendini mi yarattı? Ya da kim,
neden yarattı? Evren her
zaman varolduysa bile bu evrenin varoluşunu izah etmez. Madde ve enerjinin
sonsuzluğu nasıl kanıtlanabilir ki? En önemlisi, bir şeyleri tanımlamak izah
etmek demek değildir.Modern bilimin birçok keşfi de işte bu izah etme çabasının
sonucunda ortaya çıkmıştır.
Laplace’ın Napolyon’un
“Anlattıklarınızda Tanrı’nın rolü ne?” sorusuna verdiği “ jen’ai pas besoin de cette hypothese” (böyle bir hipoteze gerek
duymadığı) cevabı, o zamanlar dinamik sistemlerin karmaşıklığının henüz
ayırtına varılmamış olmasındandır. Büyük patlama
evrenin izahına yaklaşmamız açısından önemlidir. Ancak son değildir. “Büyük
patlamaya ne neden oldu?”, “Evrenin
toplam enerjisi nereden geldi?” gibi sorunlar ortada durmaktadır.Bu ve bunun
gibi sorulara cevap sağlamak amacıyla dalgalanan evren, kuantum yerçekimi, boşluk
salınımı gibi kuramlar ortaya konmuştur.
Dalgalanan evren modelinde evren bir noktada genleşmesini durduracak,
büzülerek ilk haline dönecektir. Sonra bir büyük patlama ve büzülme şeklinde sonsuza kadar devam
edecektir. Bu kuram,bir bakışa göre ilk
başlangıç ve son izaha dayalı soruları ertelemekten başka bir şey
yapmamaktadır. Deneysel kanıttan da yoksundur. Evrende çöküşü başlatabilecek
yeterli madde de yoktur. Big bang’i
salınım olarak izah etmek yetersizdir. O zaman şu soru ortaya çıkar: Salınım
nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır?Kuantum
yerçekimi modelinde, örneğin Hawking’in çalışmalarında, büyük patlamayı kuantum
yerçekimi kuramına göre açıklayarak, başlangıçtaki özel durumların var olmadığı
gösterilmeye çalışılmıştır. Hawking, “sanal zaman” kavramı geliştirerek, uzay
zamanın sonlu ama sınırsız ve hiçbir noktada bilim kurallarının ihlal
edilmediğini göstermeye çalışmıştır. Bu uzay zamanın tek sınır koşulu onun bir
sınırının olmamasıdır. Ancak, bir
eleştirmenin ifade ettiği gibi, Hawking’in çalışmaları Tanrı’nın evreni yarattığı ancak sonra işlemesine
karışmadığı evrene izah bulma girişimleridir. Oysa geleneksel teizmde, Tanrı
evreni sadece yaratmaz aynı zamanda her an müdahale eder. Evrenin bir
başlangıcının olup olmamasının, evrenin yaratılmış olup olmamasıyla ilgisi
yoktur. Evren sınırsız da olsa, bu, evrenin yaratılmamış olduğunu
göstermeyecektir. Evrene ait herhangi bir fiziksel model, evreni izah etmeye
yeterli olmayacaktır. Her model, kendisine temel olacak varoluşsal bir dayanağa
ihtiyaç duyacaktır.Hawking’in
belirttiği gibi : “Denklemlere can veren
ve onlara tanımlamaları için bir evren sunan şey nedir? Model, tanımlayacağı
bir evrenin varolması gerektiğini izah edemez. Evren, varolma zahmetine neden
katlansın ki?” Evrenin bir
boşluk salınımından ortaya çıktığı savunulan kuramın öncülerinden Heinz Pagels
şöyle der: “Evrenin yaratılmasından önce
(burada “önce” kelimesi anlamsızdır) varolan
hiçlik en eksiksiz boşluktur. Bu boşluk “dolu” bir mevcudiyete dönüşüyor. Bu
olay, fizik yasalarının sonucudur. Peki, bu yasalar boşluğun neresinde
kayıtlıdır? Boşluğa, olası evrene gebe olduğunu “söyleyen” nedir? Öyle
görünüyor ki, boşluk bile yasalara tabidir. Uzay ve zamandan önce varolan bir
mantık.”Sonraki
zamanlarda, evrenin tümünü kapsayan bir birleşik teori bulsak bile (bkz. Modern
fizik Kuramları syf.43) bu kuram iki sebeple sınırlı olacaktır. Birincisi,
bizim ölçme ve algılama sınırlarımızı çizen “Heisenberg belirsizlik ilkesi”
ile (bkz. Modern fizik Kuramları syf.33) ve “Gödel’in Eksiklik Kuramı” dır. Gödel Eksiklik
Kuramı’na göre, bir kuramın kapsayıcı olup olmadığı, bu kapsamın dışında bunun sınanabileceği başka bir küme yoksa ,
anlaşılamaz. Eğer, bunun sınanabileceği
daha büyük bir referans çerçevesi varsa o halde ilk kuram her şeyi açıklayamaz.
Çünkü daha kapsamlısı var demektir. Bu
durumda, her kuram doğası gereği her şeyi açıklayamaz. Yaratıcı, belirsizliği
tercih ediyor olmalıdır.O halde esas
köken sorusu bilim-ötesi ya da dışı bir sorudur. Esas kökene ait cevap dini ya
da metafiziksel olabilir. Hayatın
başlangıcına dair yapılan çalışmalarda temel soru, hayata giden süreçteki doğa
üstü müdahaleye değil, bu süreçlerdeki akıl ve tasarıma yöneliktir. Hayatın başlangıcına dair ortaya konan “kendi kendini organize
etme” senaryoları, nihai izahat ihtiyacını
ortadan kaldırmamaktadır. Eğer madde ve enerji kendi kendini organize
etme yeteneğine ve meyline sahip ise bu yetenek ve meyli nasıl edindiler? Beynin herhangi bir andaki durumu
koordinatların tam olarak bilindiği bir olasılığı tanımlamaktadır. Bu şu anlama
gelir: eğer beyin zihni belirliyorsa, zihin de her zaman bir olasılık durumu
içersindedir demektir. Zihnin bedene yaptırdığı eylemi, fiziksel durumuna
bakarak çıkaramayız, bu noktada zihne, sergileyebileceği eylemler arasından
fiziksel nedenlere dayanarak seçim yapabilme gücü vermiş oluruz. Buradan da
zihnin salt bir mekanizma değil, seçme yetisine sahip olduğuna varırız. Protein sentezi, DNA replikasyonu ve
onarımı gibi son derece karmaşık süreçler göz önüne alındığında insan ancak
huşu olarak tanımlanabilecek bir hisle baş başa kalır.Temel sorun, ilk canlı sistemi için
gerekli olan orijinal modelde (DNA ve RNA) yatmaktadır. En temel özlerine
indirgense bile, bu model çok kompleks yapıda olmalıydı. Var olan kozmik sistemde amaç ve
tasarımın var olmadığı da savunulmaktadır. Örneğin, Jasques Monod “ Chance and
Necessity (şans ve gereklilik) adlı kitabında her şeyin bu iki temele bağlı
olarak şekillendiğini ileri sürmüştür.
Monod’un kitabının son bölümüne verdiği ad olan “krallık ya da karanlık” gibi,
şans ve gereklilik sizi krallığa, amaç ve tasarım ise karanlığa götürecektir.Materyalist bir kişi, duygu ve
düşüncelerin sinir sisteminde gerçekleşen çok karmaşık uyarılar ile oluştuğunu,
konuşmanın da bu uyarıların söze dökülmesi için sesin kullanılması olarak
tarifler. Nörofizyolojist Sir John
Eccles bu noktada şuna işaret ediyor: “Her
şeyin beyinde olup bittiği ve ruh diye bir şeyden söz edilemeyeceğini iddia
eden kişiye, ilk önce bunları düşünüp düşünmediğini ve düşüncelerinin bu
söyledikleri ile alakası olup olmadığını sorduğunuzda şu cevabı
verecektir:”Hayır, söylediklerin sadece beynin ürettiklerinden ibarettir, ben
sadece bunlara kulak veririm”. Bu şu demektir:” Eğer insanlar, bütün dilsel
ifadelerin beyin tarafından yaratıldığına ve kendilerinin pasif bir alıcı
olduğuna inanıyorlarsa , o zaman ben onlarla tartışmam. Zira ben robotlarla
tartışmanın iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum. Ben sadece bir öz-bilince,
eleştirel düşünme ve yargıda bulunma yetisine sahip olan, mantıklı düşünüp, mantıklı
düşüncenin ayırtında olan ve tartışma esnasında muhatap alınabilecek insanlarla
tartışırım. Kişi ancak bu özelliklere sahipse diyalog mümkün ve anlamlı
olabilir. Bir robotla kurulan diyalogun anlamlı olması imkansızdır”.Bilinç
kavramı ile madde birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır ancak birbirlerinden ayrı
kavramlardır. Sir Nevill Mott, asla bilimsel bir izahatın yapılamayacağı bir
boşluk olduğuna inanmaktadır: Bu bilinçtir. Mott’a göre,
gelecekte hiçbir insan, bir bilgisayarı kendisinin bilincinde olarak çalıştırmayı
başaramayacaktır. Sir Brian Pippard bu boşluğu “Tanrı’nın kendini ifşa ettiği
nokta “olarak görmektedir. Sir John
Eccles’e göre “Elimizdeki tek kesin veri
benzersiz bilinçli varlıklar olduğumuzdur. Her birimiz benzersiziz ve eşsiziz.
Hiçbirimizin benzeri var olmayacaktır. Bu, sevgi dolu kutsal yaratılıştır.” Evrende bildiğimiz hiçbir şey
hiçlikten var olmamaktadır. Bir noktada hiçliğin bir şeye dönüşmesini ise
açıklamak zorundayız. Hiçbir şey olmamasındansa neden bir şeyler var? Eğer bu soruyu
cevaplayabilirsek o zaman da şu soruyla karşı karşıya kalırız: Niye başka
bir şey değil de bu şey?
“İki
yolunuz/seçeneğiniz vardır. Ya hiçbir şey mucize değil gibi, ya da her şey bir
mucize gibi yaşamak”. Einstein
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
|
|