Yazanlarda |
|
muratmatrak Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2009 Yer: United Kingdom Gönderilenler: 132
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam
korucu8282 dedi;
sen bir söylesene kuranı kerimde namazın kaç rekat kılanıcağı nasıl kılınacağı yazıyor mu, bunu çıkarabildinmi yoksa yazmıyo diye namazdamı kılmıyosun?
NAMAZ KAÇ VAKİTTİR?
Namazın amacı, insanın manevî yücelmesini sağlamak, kişiyi topluma yararlı iyi bir insan hâline getirmek olduğundan, vücudun beslenmesindeki üç öğün gıda gibi namaz da öğünleştirilmiştir. Yani, belirli vakitlerde namaz kılınması istenerek insanın manevî beslenmesinin sürekli olması sağlanmıştır. “Fiilî dua” anlamına gelen “salât (namaz)”ın, müminler için günün belli vakitlerinde yerine getirilecek bir görev olması öncelikle, insan şuurunda Allah inancının devamlılığını gerçekleştirme gayesini gütmektedir. Din psikolojisi araştırmaları ortaya koymaktadır ki, insanın içsel yönelişlerinin ihmal edilmesi, onu manen kör bir varlık haline getirmekte ve bunun sonucunda da insan, iyi bir yapıcı toplum elemanı olamamaktadır. Dolayısıyla, insan için namaz çok önemli bir ödev durumundadır ve bu sebeple de günün belli vakitlerinde (sabah, akşam ve gece) zorunlu olarak namaz kılması emredilmiştir:
Nisa; 103: &n bsp; Sonra (korku hâlindeki) namazı tamamlayınca, artık Allah’ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/ güvene erdiğinizde, namazı ikame edin. Hiç şüphesiz ki namaz, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır.
Ayetteki “vakti belirlenmiş yazgı” ifadesinden anlaşılmaktadır ki; namaz, sadece vaktinde farzdır, vakti gelmeden farz olmaz, vaktinin dışında da kaza edilmez. Vaktinde kılınmamış namaz, vaktinde yenilmemiş yemek veya vaktinde alınmamış ilaç gibidir, yani geçen geçmiş olur. (Bu husus “Namazın Kazası” başlığı ile başka bir yazımızda açıklanmıştır.)
Bizlere namaz kılmayı emreden Yüce Rabbimiz, namazları hangi vakitlerde kılmamız gerektiğini de, (bizi şeyhe, imama, müçtehide muhtaç bırakmadan) Kur’an’da açıkça bildirmiştir:
Hud; 114: &n bsp; Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.
Bu ayette peygamberimize gündüzün iki tarafında (yani sabah ile akşam) ve gecenin yakın zamanlarında (yani “yatsı”) olmak üzere toplam üç vakitte namaz kılması emredilmiştir.
İsra; 78, 79: &nb sp; Güneşin dülûkundan (batmasından, kaybolmasından) gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve sabah Kur’an’ını da. Çünkü sabah Kur’an’ı görülecek şeydir.
Ve geceden de. Ayrıca, sana özgü bir nafile olarak sen, onu (gece namazını) teheccüd et (uyanıp kıl)! Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur.
Bu ayetlerde de aynı şekilde peygamberimize, güneşin batmasından gecenin karanlığına değin (akşam), tan yeri ağarırken (sabah) ve geceden bir bölümde (yatsı) namaz kılması emredilmiştir. Yani, emredilen vakitler; sabah, akşam ve gece (“yatsı”)dir. Ayrıca peygamberimize özgü bir ayrıcalık olarak nafile olmak üzere (asıla ziyade olarak, yani ek görev olarak) onu (gece namazını) teheccüd etmesi (gece uyuyup uyanarak kılması) emredilmiştir.
Dikkat edilirse, Hud suresinin 114. ayeti ile İsra suresinin 78. ve 79. ayetlerinin ifadeleri aynı olup, bu ayetler namazın vakitlerini belirtmektedir. Ancak bu vakitler, Kur’an’ın genel üslûbuna uygun olarak; aynı anlamın, değişik üslûp ve özdeş kelimelerle ifade edilmesi suretiyle belirtilmiştir.
Bu ayetlerde, akşam, sabah ve gece namazı olmak üzere üç vakit namaz emredilmekte olup, bu ayetlere göre öğle ve ikindi namazlarının farz olduğunu söylemek mümkün değildir. Peygamberimizin bazı uygulamalarından, özellikle de öğle ve ikindi namazını bazen beraber kılmasından da, öğle ve ikindi namazlarının farz olmadığı, yani namazın aslının beş vakit olmadığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Ama işin aslı, bu konuda ortalıkta dolaşan rivayet dalgaları arasında kaybolmuştur. Oysa, namazı beş vakit olarak ifade eden rivayetlerin bazıları uydurma, bazıları da namaz vakitlerini düzenleyen ayetlerin inişinden evvelki uygulamaları içeren rivayetlerdir.
Meselenin aslını öğrenebilmek için bu ayetleri iyi anlamak, ayetleri iyi anlamak için de, ayetlerde geçen “dülûkuşşems”, “kur’an-el fecr”, “taraf”, “teheccüd” ve “nafile” sözcüklerinin ne demek olduklarını iyi bilmek gerekmektedir.
“Dülûkuşşems”; “Güneş’in batması, gözden kaybolması” anlamındadır. Ama bazı yorumcular buna “eğilmesi” anlamını vermişlerdir. Tac-ül Arus ve Lisan-ül Arab’ın verdikleri bilgiye göre “dülûk sözcüğüne “eğilme” anlamının verilmesi, namazı beş vakit olarak anlayabilme amacı gütmekteymiş. (!) (Tac-ül Arus, c: 13, s: 560, 561 ve Lisan-ül Arab, c: 3, s: 398, 399)
“Dülûk” sözcüğünün gerçek anlamına göre “dülûkuşşems” tamlaması; akşam vaktini ifade eder. Nitekim, dördüncü halife Ali, Abdullah ibn Mesûd, Said ibn Cübeyr, Nehâî, Mükatil, Dahhâk, Süddî, İbn Abbas ve Mücahid bu anlamı tercih etmişlerdir.
Buna karşılık “dülûk” sözcüğüne “eğilme” anlamı vererek sözcükten öğle vaktini anlayanlar da olmuştur. Klâsik kaynaklarda, İbn Ömer, Cabir, Atâ, Katâde ve Hasan’ın bu görüşü benimsedikleri bildirilir.
İsra suresinin 78. ayetinde yer alan bu sözcükten, her iki anlamın birden anlaşılabileceği ileri sürülse de, namazın vakitlerini belirleyen diğer ayet olan Hud suresinin 114. ayetindeki ifadeler, “dülûküşşems” tamlamasından, “Güneş’in eğilmesi” anlamının çıkarılmasına ve bu anlamdan da ayette öğle namazının kastedildiğinin sanılmasına engel olur. Çünkü, Hud suresinin 114. ayetinde peygamberimize “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın bir zamanda namaz kılması” emredilmiş ve anlam netleşmiştir. Çünkü, Hud suresinin 114. ayetinde geçen “zülefen” sözcüğü, İsra suresinin 78. ayetinde geçen “ğasak” sözcüğü ile aynı anlamda olup; “ortalığın karardığı zaman, gecenin ilk saatleri” demektir. Yani, her iki sözcük de “yatsı” vaktine karşılıktır. Bu durumdan kesin olarak anlaşılmaktadır ki, İsra suresinin 78 ve 79. ayetlerinin emri ile Hud suresinin 114. ayetinin emri aynıdır ve bu ayetlerde, namaz kılınacak vakitler, özdeş kelimeler kullanılmak suretiyle değişik üslûplarla ifade edilmiştir.
Diğer taraftan, bir çok yorumcu da “dülûkuşşems” ile “ğasakılleyl” tamlamalarının ayrı zamanları ifade ettiğini ileri sürmüştür. Oysa bunlar, ayrı zamanları değil, bir vaktin başını ve sonunu ifade etmektedirler. İsra suresinin 78. ayetinde “güneşin batmasından itibaren karanlığa kadar” namaz kılınması emredilmiştir. Bu ifade, iki namazın değil, bir tek namazın, yani akşam namazının vaktini belirlemektedir.
Ayette geçen “kur’an-el fecr”; sabah okuması, yani sabah namazıdır.
“Taraf”; “nahiye, yan bölge” demektir. Bir şeyin “taraf”ından söz edildiği zaman, o şeyin içi değil, dışı anlaşılır. Nitekim Fıkıh’ta “İnsanın iki tarafı” ifadesinden; bir taraf olarak insanın anası, babası, dedesi, yani atası, diğer taraf olarak da çocukları ve torunları anlaşılır. Benzer şekilde “masanın iki tarafı” denildiğinde de; masanın ikiye ayrılmış hâldeki iki parçası anlaşılmaz, masanın sağında ve solundaki şeyler anlaşılır.
“Taraf” sözcüğünün çoğulu “etraf” sözcüğü olup, bu sözcük Türkçeye, aynen Arapçadaki anlamı ile geçmiştir. “Etraf” sözcüğü de yöneltildiği şeyin dışı ile ilgilidir. Meselâ, bir kimseye “Etrafına bak” dendiği zaman, o kişi eline, yüzüne, vücuduna değil, sağına, soluna, önüne ve arkasına bakar. Bu örneği “ülkenin etrafı” dendiğinde ülkenin dışının kastedildiği ve anlaşıldığı, “Dünya’nın etrafı” dendiğinde Dünya’nın dışının kastedildiği ve anlaşıldığı şeklinde çoğaltmak mümkündür.
Ayetteki “Gündüzün iki tarafı” ifadesinden de, “gündüz”ün dışında kalan “sabah” ve “akşam” vakitleri anlaşılır. Yoksa bu ifade, “gündüz”ün kısımları, birer parçası olan “kuşluk” ve “ikindi” vakitleri demek değildir.
“Teheccüd” sözcüğünün kökü olan “hecd” sözcüğü, “ezdat”tan olup, iki zıt anlamı da ifade eder. Yani hem “uyumak” hem de “uyanmak” demektir. “Hecd” sözcüğünün bazı türevleri şöyle meşhurlaşmıştır: “Hâcid”; “uyuyan”, “tehcid”; “uykuyu gidermek, uyandırmak”, “teheccüd”; “uykudan uyanıp namaz kılmak”, “müteheccid”; “geceleyin uyanıp namaz kılan kimse”.
“Nafile” sözcüğü; “asıl üzerine yapılan ziyade (ek)” demektir. Buradan da anlıyoruz ki peygamberimiz, gece namazını herkes gibi karanlık bastıktan başlayıp tan ağarıncaya kadar olan zaman içinde kılmayacak, uyup uyanarak kılacaktır.
Sözcük anlamlarının tahlili neticesi de bize göstermektedir ki, bu ayetlere göre öğle ve ikindi vakitlerinde namaz kılınması söz konusu değildir. Ayetlerden anlaşılan, sabah, akşam ve gecenin bir kısmında namaz kılınması ve peygamberin ise bu gece namazını teheccüd etmesidir.
Kur’an’a göre üç vakit olarak vakitlenmiş olan namazların ikisi, bir başka ayette isimleriyle de anılmıştır:
Nur; 58: &nb sp; &nb sp; Ey iman edenler! Elleriniz altında bulunanlarla, sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlarınız üç durumda; sabah namazından önce, öğle vaktinde elbisenizi çıkardığınızda, ışa (akşam) namazından sonra izin istesinler. Bunlar sizin için üç avrettir (açık ve korumasız, üç zamandır). Bunlar dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, birbirinize bakabilirsiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklıyor. Allah Alim’dir, Hakim’dir.
Sonuç olarak, İsra suresinin 78, 79. ayetlerinde üç vakitte; sabah, akşam ve gece vaktinde üç namaz emredildiği gibi, Hud suresinin 114. ayetinde de aynı şeyler emredilmiş; üç vakit (sabah, akşam ve yatsı) namaz kılınması bildirilmiştir.
Vakitleri bildiren ayetlerde ilk muhatap peygamberimiz olmasına rağmen, emir tüm ümmeti kapsamaktadır. Çünkü ümmete verilen emirler, ümmetin örneği, rehberi, imamı olmak sıfatıyla önce onun şahsında yer tutmakta, ümmeti de onun her yaptığını yapmakla yükümlü bulunmaktadır:
A’râf: 158: &n bsp; De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah’ın size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde Allah’a ve O’nun sözlerine iman eden, ümmî peygamber olan elçisine iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulmuş olasınız.”
Bu noktada hemen belirtmek gerekir ki, peygamberimize uymayı emreden bu ayet, peygamberimizin öğle ve ikindi vakitlerinde namaz kıldığı hakkındaki rivayetlere dayandırmak suretiyle, öğle ve ikindi vakitlerinin de namaz kılınması emredilmiş vakitlerden olduğu yolunda ileri sürülen iddiaları destekler mahiyette bir ayet değildir.
Bir çok yazımızda açıklamıştık ki, dinimizdeki namaz, oruç, hacc ve zekât görevleri, İbrahim peygamberden sonra gelmiş peygamberlerin şeriatlarında da mevcuttur. Mâûn suresinden ve Enfal suresinin 35. ayetinden, Mekkelilerin de namaz kıldıkları anlaşılmaktadır. Hatta Alak suresinin 9, 10. ayetlerine göre peygamberimiz de peygamber olmazdan evvel eski dinî inancı gereği namaz kılmaktadır. Fakat bu namazlar, Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla, özelliğini yitirmiş namazlardır. Dinimiz, sehivle, el çırparak kılınan bu namazları düzeltmiş, namazı huşu ekseni üzerinde yeniden şekillendirmiştir. Peygamberimizin de, Kur’an tarafından belirlenen bu şekle ne bir ilâve ve ne de bir eksiltme yapması mümkün değildir. Bu durumda A’râf suresinin 158. ayetinin, Hud suresinin 114. ve İsra suresinin 78, 79.ayetleri ile açık bir çelişki arz ederek rivayetleri desteklediğini değil, rivayetlerin Kur’an ayetlerine uymadığını düşünmek, daha mantıklı ve dinimize uyan bir davranıştır. Zaten yukarıda da belirttiğimiz gibi, namazı beş vakit olarak ifade eden rivayetlerin bazıları uydurma, bazıları da namaz vakitlerini düzenleyen ayetlerin inişinden evvelki uygulamaları içeren rivayetlerdir.
Özetlemek gerekirse; sabah, akşam ve gece (yatsı) namazı vakti (üç vakit), Kur’an ile sabittir. Öğle ile ikindi, -eğer rivayetler doğru ise- peygamberimizin kendi uygulamalarıdır, Allah tarafından emredilmemiştir.
Vakitleri Hud suresinin 114. ve İsra suresinin 78, 79.ayetleri ile belirlenmiş olan namazın rekât sayısı ise Nisa suresinin 101-103. ayetlerinde belirlenmiştir. Nisa suresinin 101. ayetinde korku hâlinde namazın kısaltılabileceği bildirilmiş, 102. ayette de kısaltılmış namaz tarif edilmiştir. Buna göre, namaza duranlar secdeden sonra arkada bekleyenlerle yer değiştireceklerdir. Yani kısaltılmış olarak kılınacak namaz, kıyam, rükû ve secdeden ibarettir; bir rekâttır. 103. ayette ise, korku hâlinin geçmesinden sonra namazın tam bir biçimde yerine getirilmesi istenmektedir. Nisa suresinde verilen bu bilgilerden, namazın iki rekât olduğu anlaşılmaktadır.
Namaz vakitleri, Hud suresinin 114. ve İsra suresinin 78, 79. ayetleri ile, namazın rekât sayısı ise Nisa suresinin 101-103. ayetleri ile, MEDİNE DÖNEMİNDE son şeklini almış, ve bu konuya ilgili ayetlerle son nokta konmuştur. Biz, peygamberimizin ve sahabenin bu konularda farklı uygulamalarda bulunduklarını söyleyen rivayetlerin, onların bu ayetler inmezden evvelki uygulamalarını aktardığını düşünüyoruz.
Hud ve İsra surelerinin başlarında MEKKÎ oldukları yazsa da, Hud suresinin 12, 17 ve 114. ayetleri ile İsra suresinin 72-80. ayetleri MEDENÎdir. Hatta her iki surenin tamamının MEDENÎ olduğunu ileri sürenler de vardır.
Bir çok yorumcu, bu ayetlerdeki kesin ifadelere karşı çıkamamışlar, ama namazın “beş vakit” olduğuna dair rivayetlerde yer alan iddiaları meşrulaştırabilmek için pek çok yol denemişlerdir.
Namazın beş vakit olduğunu ispat için sarf edilen gayretlerden bir tanesi; bu ayetlerin Mekkî oluşundan yola çıkarak, rivayetlerin Medenî olduğu (Miraç rivayetlerindeki gibi), dolayısıyla bu ayetlerin mensuh olduğu iddiası, diğer bir tanesi de; aşağıdaki ayetlerin anlamlarının bozulmak suretiyle mesnet olarak kullanılmak istenmesidir:
Kaf; 39, 40: &nb sp; O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et
ve geceden bir bölümde. Ve secdelerin artlarında da O’nu tesbih et.
Ta Ha; 130: &n bsp; Artık onların söylediklerine sabret, güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini tesbih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tesbih et ki, hoşnutluğa erebilesin.
Rum; 17, 18: &nb sp; O hâlde tesbih Allah için. Akşama erdiğinizde de sabaha erdiğinizde de...
Göklerde ve yerde hamd de O’na, gece sırasında da öğleye erdiğinizde de...
Leyl; 1, 2: &nbs p; Ant olsun bürüyüp örttüğü zaman geceye
Ve parıldadığı zaman gündüze,
Şems; 1-4: &n bsp; Güneş’e ve onun parıltısına ant olsun ki,
onu izlediği zaman Ay’a,
ona parlaklık verdiği zaman gündüze,
onu sarıp örterken geceye,
Dikkat edilirse, bu ayetlerde namaz vakitlerini ve namaz sayısını belirleyen bir ifade yoktur. Bu ayetlerde; gündüz ve gecenin belli başlı zamanlarında (ki ifadelerden “her an” anlamı çıkar) Allah’ı anmak, O’nu unutmamak, O’nu tesbih etmek emredilmekte ve Allah’ı anmanın, gönlü huzura kavuşturacağı vurgulanmaktadır. Bu ayetlerden namaz kılınacağını anlamak ve iddia etmek, tamamen hatalı bir davranıştır.
Farz namazlar niçin geceye tahsis edilmiştir?
Hud ve İsra surelerinde yer alan ayetlerle belirlenen namaz vakitleri (akşam, sabah ve gece), günün gece bölümündedir. Bu durumun hikmeti de yine Kur’an’da mevcuttur:
Müzzemmil: 1-7: Ey örtüsüne bürünen!
Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç,
gecenin yarısını ayakta geçir veya bundan biraz eksilt.
Ya da buna biraz ekle: Ve Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku.
Doğrusu, Biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.
Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere geceleyin kalkan, yer tutma bakımından daha güçlüdür (söz bakımından daha etkilidir).
Kuşkusuz gündüz boyu senin için uzun bir dolaşma/ uzun bir uğraşı vardır.
Gündüz, ister sıradan birisi olsun ister peygamber olsun herkes için çeşitli telaşların yaşandığı bir zaman bölümüdür. Namaz ise, yine kim olursa olsun herkesin kendini vermesi, konsantrasyon (huşu’ ve hudu’) içinde olması gereken bir faaliyettir. Ama iş, güç, harç, borç gibi telaşların hep gündüz cereyan etmesi, günün bu bölümünde insanların kendilerini bütünüyle namaza vermelerini mümkün kılamamaktadır. Çünkü herkesin aklı fikri işindedir, işlerin bitmesi gerekmektedir. Nitekim konuyu iyi anlayanlar; “Ğıllı ğışla namaz olmaz.” demişlerdir. Tabiî ki burada kastedilen namaz, İslâm’ın emrettiği namazdır, yoksa çoğunluğun “yasak savmak” kabilinden kıldığı ve kıldık sandığı şeklî namaz değildir. Çünkü, huzursuz, kafada bin bir gailenin yer aldığı zamanlarda, bilinçsizce kılınan namaz, gerçek namaz değil, bir şekildir. Gerçek namaz, kulun gönül huzuru ile kendisini Allah’a teslim ederek kılacağı namazdır.
İşte bu sebeple Yüce Allah bizlere namaz için vakit olarak akşam, sabah ve gece saatlerini belirlemiş ve gündüz de çalışmaya ayrılmıştır. Yani, Rabbimizin, namaz için gönlün boş ve huzurlu olacağı zamanları seçmesi boşuna değildir.
Görüldüğü gibi, bu hususlar Müzzemmil suresinin 1-7. ayetlerinde çok net olarak ifade edilmiştir. Gündüz boyu herkes için dağınık yerlerde, dağda bağda vs. işlerde uzun uğraşılar vardır ama dışarıdaki bütün işler günün sona ermesiyle biter ve insanlar bu üç vakitte sükûnet için evlerine dönmüş olurlar ve hepsi bu vakitlerde evlerinde bulunurlar. Böylece cemaat olmaları, camiye gelebilmeleri de mümkün duruma gelmiş olur.
Kutuplarda namaz vakti
İslâm dini evrensel bir din olduğuna ve tüm kuralları dünyanın her noktasında geçerli olduğuna göre, senenin yarısının gece, yarısının da gündüz olarak yaşandığı kutup bölgelerinde namaz ve oruç ibadetleri nasıl uygulanacaktır?
Bu konu, İslâm’ın evrensel olmadığı düşüncesinin teyidine yönelik olarak entelektüel geçinen bazı çevreler tarafından yeni ortaya atılmış bir mesele olarak gözükse de, aslında çok eskiden beri İslâm bilginlerinin düşünüp değerlendirdikleri bir konudur.
Konuya kitabında ilk yer veren, XI. yüzyıl fakihlerinden Ebu-l İhlas Hasan ibn-i Ammar eş- Şürunbilâlî’dir. Bu şahsın “Nur-ul İzah Şerhi, Merakıyelfelah” adlı eserinde (bu kitap Türkiye’de çok meşhur olup, tüm ilâhiyat eğitimi veren okulların temel fıkıh öğreti kitabıdır) konu şöyle açıklamıştır:
“Güneşin, batar batmaz hemen doğduğu ülkeler vardır. Burada namazın sebebi olan vakit bulunmadığı için yatsı ve vitir namazları yoktur. Ancak bir sene kadar sürecek Deccal Günleri’nde namaz vakitleri takdir edilir. Yani, namaz vakitleri için belirli saatler ayrılır. Namazlar, o saatler içinde kılınır. Alım satım, oruç, hacc ve iddet gibi meselelerde de takdire göre hareket edilir.”
Not: İslam fakihleri bu konuya, kutuplardaki vakti bilerek düşünerek değil de, “Deccal Günleri” adıyla meşhurlaşmış bir söylentiye cevap mahiyetinde çözüm üretmişlerdir. Bu söylentiye göre; ileride öyle bir zaman gelecektir ki, o zaman dünyanın her yerinde yılın yarısı gece, yarısı da gündüz olacaktır. Ancak bu “Deccal Günleri”, muteber olmayan bir rivayettir ve teferruatının burada gereği yoktur.
Görüldüğü gibi eski zaman din bilginlerince, vakti olan namazların kılınacağı, vakti olmayan namazların kılınmayacağı, oruç için ise gündüzün sürelerinin insanlar tarafından takdir edilecek olduğu söylenmiştir.
Bu tarz takdirler yapılırken her şeyden evvel Yüce Rabbimizin şu ayetleri dikkate alınmalıdır:
Rahman; 5: &nbs p; Güneş ve Ay bir hesap iledir (hesaba bağlıdır).
En’âm; 96: &nb sp; Tan yerini yarandır. Geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay’ı zaman ölçüsü kılmıştır. Bu, Güçlü Olan’ın, Bilen’in takdiridir (belirlemesidir).
Tövbe; 36: &nb sp; Gökleri ve yeri yarattığı gündeki Allah’ın yazgısına göre, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. …
Bakara; 189: & nbsp; Sana hilallerden soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir. ...”
Ayetlerde, Ay ve Güneş hareketlerinin bir ölçü olduğu bildirilmektedir. Demek ki bu ölçüyü iyi bilmemiz ve ihtiyaç duyulan hâllerde kullanmamız gerekmektedir. Nitekim kutuplarda bulunan bir Müslüman için bu ölçüler gerekmekte ve bu ölçüler kullanılarak kutuplarda da, ekvator üzerinde yaşayan bir Müslüman gibi Ramazan ayının hilali görüldüğünde oruca başlanabilmekte, Şevval ayının hilali görüldüğünde oruç bırakılabilmekte ve günün vakitleri de bu ölçülerle eş zamanlı olarak takdir edilebilmektedir.
Bu modern çağda ise artık insanın takdirine gerek kalmamıştır. Radyo, televizyon, telsiz gibi araçlarla, istenilen bölgenin zaman dilimleri (gece-gündüz saatleri) sadece kutuplardan değil, uzaydaki herhangi bir noktadan da kolay ve gayet isabetli olarak takip edilebilmektedir. Kısacası, anormal beldelerde bulunan insanlar hayatlarını, normal bölgelerde yaşayan insanlarla eş zamanlı hâle getirebilme imkânına sahiptirler. Zaten anormal bölgelerdeki yaşam da, normal bölgelerde uygulanan sürelere göre ayarlanmaktadır. Yani kutuplardaki veya uzaydaki insanlar, çalışma ve dinlenme saatlerini, yemek düzenlerini, normal koşullardaki insanlar gibi belirlemekte, kutuplardaki hiç kimse altı ay uyuyup altı ay çalışmamaktadır.
Bu durumda, bir Müslüman’ın kutuplara değil, uzaya bile gitmesi durumunda, uzayda gece ve gündüz olmadığından tüm vakitlerin ortadan kalktığını ileri sürmesi ve namaz yok demesi mümkün değildir. Uzayda da vakit takdir edilmeli, namazlar vakitlerinde kılınmalıdır.
Hakkı Yılmaz
|
Yukarı dön |
|
|
muratmatrak Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2009 Yer: United Kingdom Gönderilenler: 132
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam
korucu8282 dedi:
Birde bu ayetleri oku bakalım
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
Cımbızlanan bu ayeti öncesi ve sonrasıyla buraya yazarak bakalım ayet bize ne anlatıyor:
59/6 ALLAH'ın onlardan alıp elçisine verdikleri için, siz at ve deve sürmediniz (savaşmadınız); ama ALLAH elçisini dilediğinin üstüne gönderir. ALLAH her şeye kadirdir.
59/7 ALLAH'ın o ülkelerin halklarından elçisine ganimet bıraktığı şeyler ALLAH'ın ve elçisinindir. Yani akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara verilmelidir ki zenginlerinizin arasında tekelleşmesin. Elçinin size verdiğini alın; ancak onun size vermediğinden uzak durun. ALLAH'ı dinleyin. ALLAH'ın cezalandırması çetindir.
59/8 ALLAH'ın lütuf ve rızasını aradıkları, ALLAH'ı ve elçisini destekledikleri için yurtlarından ve mallarından edilmiş bulunan göçmenlerin fakirlerine (öncelikle vermelisiniz). Doğru olanlar bunlardır.
59/9 Onlardan önce yurt ve inanca sahip olanlar, kendilerine göç edenleri severler ve verdiklerinden ötürü içlerinde bir burukluk duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç içinde bile olsalar onları kendilerinden önde tutarlar. Doğrusu, nefislerinin bencilliğinden korunanlar kurtulanlardır.
Bu ayetleri okuyan herkes rahatlıkla anlayacaktır ki; bu ayetler ganimetten bahsetmektedir. Burada ne hadis vardır ne sünnet ne de uydurulmuş rivayetler. Savaştan bahseden sure içinde alınmış ganimetlerin kimlere dağıtılacağı 7. ayette anlatılıyor: Akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara. Kimlere dağıtılmayacağı da söyleniyor: zenginlere. Zenginlere dağıtılmamasının sebebi ise şu: tekelleşme olmasın. Eğer ortada ganimet varsa ve bu ganimet birilerine dağıtılıp birilerine dağıtılmayacaksa birileri bundan alınabilir hatta kızabilir. İşte bundan dolayı ALLAH müminleri uyarıyor. Resulün verdiği ganimeti alın vermediğini almayın. Yapılması gereken şu: resulün verdiği ganimet alınacak vermediğinden uzak durulacak. Bir sonraki yani 8. ayette öncelik verilmesi gerek kişileri de söylüyor ALLAH: yurtlarından ve mallarından edilmiş bulunan göçmenlerin fakirleri.
korucu8282 dedi;
Birde bu ayetleri oku bakalım
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4]
Rahman ve Rahim ALLAH'ın ismiyle.
53/1.Düşerken yıldızlara andolsun. 53/2.Arkadaşınız (Muhammed) ne sapmıştır, ne de azmıştır. 53/3. Ne de kendi kişisel arzusundan konuşmaktadır. 53/4.O (Kur’an) ancak ve ancak bildilen bir vahiydir. 53/5.Onu, büyük güce sahip olan öğretmiştir.
Bu ayetlere dayanılarak hadisler vahiy kategorisine sokulmuş veya hadis denen uydurma sözlerinde ALLAH’tan geldiği iddia edilmiştir. Bu saptırıcılar ayetleri bağlamına, öncesine sonrasına göre okumayıp kafalarındaki kötü tavşanların etkisiyle okudukları için bu ayetleri anlayamıyorlar. Çünkü gerektiği gibi okusalar biliyorlar ki savundukları yalanların ortaya çıkacaklarından korkarlar.
Kur’an’da peygambere karşı bir çok iftiralarda bulunulduğuna dair bir çok ayet vardır. Necm suresindeki bu ayetleri bunlarla birlikte değerlendirelim.
44/14 Sonra ondan yüz çevirdiler ve, "Öğrenim görmüş bir deli!" dediler. 52/29 Sen öğüt ver. Rabbinin sana olan iyiliği sayesinde sen ne bir kahinsin, ne de deli. 52/30 Yoksa, "O bir şairdir, onun ölmesini bekliyoruz." mu diyorlar? 69/40 Ki bu şerefli bir elçinin (getirdiği) sözdür. 69/41 O bir şair sözü değildir; ne de az inanıyorsunuz? 69/42 Kahin sözü de değildir; ne de az düşünüyorsunuz? 69/43 Evrenlerin Rabbinden indirilmedir. 69/44 O bize bazı sözler yakıştırsa, 69/45 Biz onu kuvvetle yakalar, 69/46 Sonra, ondan vahyi keserdik. 69/47 Ve sizden kimse de buna engel olamazdı. 69/48 Kuşkusuz bu, erdemliler için bir hatırlatmadır. 69/49 İçinizden yalanlayanlar olduğunu iyi biliyoruz. 69/50 O, inkarcılar için bir üzüntü kaynağıdır. 21/3 Kalpleri pervasızdır. Zalimler gizlice birbirleriyle görüştüler: "Bu adam sizin gibi bir insan değil mi? Göz göre göre büyüye mi kapılacaksınız?"
Tüm bu ayetlerde görüldüğü gibi müşrikler ALLAH’ın resulünü şair mecnun, sihirbaz, bu söylediklerini kendisi uyduruyor diyerek suçlamışlar hakaret etmişlerdir. ALLAH’ta müşriklerin bu söylemlerine karşılık olarak resulüne destek veriyor. Ve müşriklere de bu benim sözümdür resulümün uydurması değildir diyor. Bu ayetlerde açıkça Kur’andan bahsediliyor. Peygambere Kur’an geldikten sonra onu azmış olmakla, sapmakla suçlayanlara iddialarının yanlış olduğu ve resulün sapmadığı ve azmadığı söylenmektedir. Yani onun size anlattığı Kur’an heva ve hevesinden değildir, ancak kendisine vahyedilen şeylerdir demek istemektedir.
Kur’ana bakıldığında müşriklerin hiç bir zaman Kur’an dışında bir şeylere itirazları olmamamıştır. Onlar hep Kur’an’la uğraşmışlardır. Resulü eleştirileride Kur’an’dan dolayı olmuştur. Yunus suresi 15. ayet bunun açık delilidir.:
10:15 Onlara apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar, "Bundan başka bir KUR’AN getir, yahut onu değiştir!," derler. De ki: "Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben yalnız bana vahyedilene uyarım. Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım."
Ayette Görüldüğü gibi sorun Kur’an. Bundan dolayı müşrikler Kur’anın değiştirilmesini yahut başka bir Kur’an getirilmesini istiyorlar.
Kısacası bu ayetlerde şu deniyor: Resulün duyurduğu sözler olan Kur’an kendi hevasından söyledikleri değil ALLAH’ın indirdiği ayetlerdir.
Bu ayetlerden hadislerin kastedildiğini ve ordan burdan duydukları sözleri Kur’an gibi görenler ayetleri öncesi ve sonrasıyla okusalar rahatlıkla anlayacaklar ama dediğimiz gibi işlerine gelmediği için anlamak istemiyorlar.
Eğer burdaki ayetlerden kasıt hadis adı verilen uydurmlaar ise ALLAH Kur’an’ı koruduğu gibi neden bunları da korumadı. ALLAH sizce neden vahyinin bir kısmını korudu da diğer kısmını korumadı. Ayrıca bunlar nasıl oluyor da birbirleriyle çelişiyorlar. Bir hadise göre abdest farklıyken diğerine göre daha farklı. ALLAH sizce resule bir kaç çeşit vahiy mi indirdi. Nisa suresi 82. ayette Kur’an’da çelişki yoktur diyor. Madem sizin vahiy diye adlandırdığınız hadisler de vahiy o zaman neden aralarında çelişkiler var. Neden bir hadis alimine göre sahih olan diğerine göre mevzu oluyor.
Görüldüğü gibi hadis adı verilen uydurma sözlerin, ne peygamberimizle ne de Necm suresindeki ayetlerle ilgisi olmadığı gibi tam tersine bu ayetler peygamberimizin duyurduğu sözlerin KUR’AN olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla Kur’an hadislere kesinlikle geçit vermez.
http://hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=5338
Linkten alintidir detayli olarak linkte bulunmaktadir.
Devam edicek Insallah
Herseyi Hakkiyla Bilen Yuce Allah
|
Yukarı dön |
|
|
muratmatrak Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2009 Yer: United Kingdom Gönderilenler: 132
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam
korucu8282 dedi:
bak murat matrak, herşeyle dalga geç, matrak yap ama dinle yapma kardeşim, yalan söyle ama din üzerine söyleme kardeşim, masonu karala ama osman ünlüyü tgrt yi karalama kardeşim, tevrattan incilden buselerle doluymuşmuş, yani münafık yalancı gördümde senin gibissini görmedim sana artık Allahtan kork falan demicem çünki misyoner yada seyyid kutb gibi mason olduğundan şüpheleniyorum.
matrak= Kalın sopa, değnek.
dalga gecmek,argo sakalar,sakci anlaminda bilinmekte ben onu almiyorum iste bilmemenin dogurdugu sonuclar..!
OSMAN UNLU'nun MESHUR SOZU ;
INSAN BILMEDIGI SEYIN DUSMANI OLUR.SANIRIM BUNU BILIYORSUNDUR. kesinlikle ben Osman Unlu den bir cok sey ogrendim eger onlari bilmeseydim.beyaz ve siyahin dengesini sezimleyemezdim.Kimseye iftira atmiyorum herkes kendi yaptigindan sorumlu,gorevlerimiz aynadaki yansimamiza deilde insanlarin bakis acisina saygi gostermeli .
HZ.Musa olayinda ki gibi once siz atin dedi buyuculere.
sen aticaksin neyin varsa bende aticam neyim varsa Allah hakkin sahibidir.Hak ve Batil kesinlikle ayrilmistir.
simdi osman unlu nun sitesini actim sitede kabir azabi ve kiyamet adinda bir kitabin reklami flash ta gosteriyor,sitenin ana sayfasinda
Ama Kur'an'a Gore kabir azabi yok. Ama senin velilerin evliyalarin oyle bir hikayeler koymuslar ki hindulara ve zerduslara tas cikaris
Yuce Kur'an da Gayet cok acik ve net
OKU..!Kur'an'i
(RÛM) 55. ayet// Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı.
(RÛM) 56. ayet// İlim ve iman verilenler ise şöyle dediler: "Yemin olsun, siz, Allah'ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz."
(YÂSÎN) 51. ayet//Sûra üfürülmüştür! Bak, işte kabirlerden, Rablerine doğru akın akın gidiyorlar.
(YÂSÎN) 52. ayet//Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Kim kaldırdı bizi mezarımızdan? Rahman'ın vaat ettiği işte bu! Peygamberler doğru söylemişler."
Euzu besmele nedir biliyorsun Kovulmus seytandan Allah siginmak Amma sen BU siginmayi o evliyalarin ve velilerin isiginin modunda yaparsan.......?
(MÜDDESSİR) 56.Ve onlar, Allah'ın dilediği dışında, öğüt alamazlar. Sakındırmaya ve affetmeye ehil olan O'dur.
(FUSSİLET) 4. O, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat insanların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar gerçeği işitmezler.
(BAKARA) 10. Kalplerinde bir hastalık vardır da Allah onları hastalık yönünden daha ileri götürmüştür. Ve onlar için, yalancılık etmiş olmaları yüzünden acıklı bir azap öngörülmüştür.
(ÂLİ IMRÂN) 103. Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız.
(YÛNUS) 18.Allah'ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: "Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçılarımızdır." De onlara: "Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?" Şanı yücedir O'nun, ortak koştuklarından arınmıştır O.
(A'RAF) 30.Bir kısmını iyiye ve güzele kılavuzladı, bir kısmının üzerine de sapıklık hak oldu. Onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Bir de kendilerinin hidayet üzere olduklarını sanırlar
korucu8282 dedi;
yani münafık yalancı gördümde senin gibissini görmedim sana artık Allahtan kork falan demicem
(ÂLİ IMRÂN) 118. Ey müminler! Din kardeşlerinizden başkasını (kâfir ve münafıkları) dost edinmeyin: Onlar size fenalık yapmakta, fesad çıkarmakta kusur etmezler ve sıkıntaya girmenizi arzu ederler. Onların size karşı olan kin ve düşmanlıkları ağızlarından meydana dökülmüştür. Kalblerinde gizledikleri düşmanlık ise daha büyüktür. Onların düşmanlıklarına dâir âyetleri açıkladık, eğer düşünür ve anlarsanız...
(ÂLİ IMRÂN) 119.İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, halbuki onlar sizi sevmezler, siz kitap(lar)ın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştukları zaman «inandık» derler. Başbaşa kaldıkları zaman da kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: «kininizle geberin!». Şüphesiz ki Allah göğüslerin (gönüllerin) özünü bilir.
Şüphesiz ki Allah göğüslerin (gönüllerin) özünü bilir.
Devam Edicek Insallah
Herseyi Hakkiyla Bilen Yuce Allah
|
Yukarı dön |
|
|
korucu8282 Yasaklı
Katılma Tarihi: 30 mayis 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 19
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
anladığım kadarıyle siz paygamber efendimiz sallalahü aleyhi ve selem ölçü olarak almıyorsunuz da ibni teymiye gibi sapıkları ölçü alıyorsunuz, bizim evliyayla ilgimiz yok diyorsunuz da ibni teymiyeyi önder kabul edyorsunuz, kendini o kadar yüceltmişiniz ki kurandan doğru manaları çıkarırız sanıyosunuz kabir azabına inanmıyorsunuz hele mezheplere hiç inanıyorsunuz, hz. Aişe validemize sadece aişe diyecek kadar alçalıyorsunuz, yok ayetler çelişkili yok bu hadisler uydurma din hiç yaşanmıyordu da bugüne kadar osmanlı atalarımız hiç bir ey bilm,yordu dinimizi bizlerre ulaştıran atalarımız hepsi yanlış yoldaydı da şimdi siz kuran ayetlerinden uydurarak dini tamamladınız
murat matrak demiş
Eğer burdaki ayetlerden kasıt hadis adı verilen uydurmlaar ise ALLAH Kur’an’ı koruduğu gibi neden bunları da korumadı. ALLAH sizce neden vahyinin bir kısmını korudu da diğer kısmını korumadı. Ayrıca bunlar nasıl oluyor da birbirleriyle çelişiyorlar. Bir hadise göre abdest farklıyken diğerine göre daha farklı. ALLAH sizce resule bir kaç çeşit vahiy mi indirdi. Nisa suresi 82. ayette Kur’an’da çelişki yoktur diyor. Madem sizin vahiy diye adlandırdığınız hadisler de vahiy o zaman neden aralarında çelişkiler var. Neden bir hadis alimine göre sahih olan diğerine göre mevzu oluyor.
Peygamber efendimiz sallalahü aleyhi ve sellem bir hadisi şerifinde ümmetim 73 fırkaya ayrılacak bunlardan yalnız biri cennete girecek buyuruyor, cennete gitmek o kadar kolay değil kardeşim Allahü Teala insanları imtihan ediyor Kalbinde zerre kadar kiibir olan cennete giremez buyuruluyor, kibirli insan kendini beyenir nefsinden konuşmayı sever nefsine hoş gelene inanır ee tabiî ki bunlar ayıtlanacak öyle herkes cennete giremeyecek Allahü Teala insanarın kendini küçük görmelerine göre nimet veriyor, evet söylediğiniz doğru bir şey var hadislere size çelişkili geliyor kim okusa çelişkili gelir zaten, işte burası imtihan noktası aklı az olan ki bu nefsle alakalı bunlar uydurma der ben Kurandan anladığımla hareket ederim der sonra nefsi neyi istiyorsa onu yapar namazda kılmaz zekat da vermez karıyla kızlada yatar kalkar yani taptığı nefsine uyar. Amma aklı olan müctehid alimlerin kitaplarına bakar iki hadis arasındaki inceliği anlar bizler bu yuzden alimleri evliyaları severiz onlara uyarız çünkü onların bir tanesinin aklı senin gibi milyar tane insanın aklından üstündür bunu abartarak söylemiyorum geçekten böyle olduğunu biliyorum.
Siz Arapçayı biliyor musunuz bilmiyorum yani Kurandaki bu çevirilerin doğruluğuna eminsiziniz yada kılavuzunuzun(karga) doğru kişi olduğuna eminsiniz, benim arap arkadaşım vardı o derdi kuranda mana içinde mana var bazı ayetleri açık bazılarını anlamak imkansız diye k, elbette doğru siz bu çevirilerin doğru olduğunu nerden biliyosunuz ya bunlar masonların dinimizi yıkmak için yaptığı çeviriler ise…
Namazıda 5 vakitten üç vakte indirdiniz, sizin fikirlerinize saygı duymak demek kafir olmak demektir, ee kurandan namazın vakit sayısını çıkarmışınız uydurmuşunuz daha doğrusu peki nasıl kılınacağı hakkında nerden bilgi edindiniz peygamberimize uymaya gerek yok size göre amuda kalkıp namazda kılabilrsiniz sizin için oda uygundur, maksat kalbi temizlemek değil mi zıplayarak namaz kılın niyetimiz Salih nasıl olsa olur…
Allahü Teala cümle Müslümanları sizin şerrinizden korusun…
Matrağın anlamına gelince halk arasında bilinen manasını kastettim kardeşim sopaymış deynekmiş bunu kimse bilmez matrak diyince milletin aklına ne geliyo sen ona bakacaksın..
|
Yukarı dön |
|
|
korucu8282 Yasaklı
Katılma Tarihi: 30 mayis 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 19
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İbni Teymiye |
Sual: Vehhabilerin [selefilerin] Şeyh-ül-İslam bilip yolundan gittikleri İbni Teymiye kimdir, âlimlerimiz onun hakkında ne demiştir? CEVAP Hanbeli fıkıh ve hadis âlimi iken mezhepsiz oldu. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. 1263 senesinde Harran’da doğup, 1328 de Şam’da kalede hapiste iken vefat etti.
İbni Teymiye, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlamamış, tasavvufu inkâr etmiş, Ehl-i sünnetten ayrılmıştır. Kitapları, kendilerine Selefiyyeci diyen mezhepsizlere kaynak olmaktadır. Mezhepsizler, onu övmekte, İslam müceddidlerinin piri demektedirler. İbni Teymiye’nin şaki ve dalalette olduğu Seyf-ül-Cebbar ve farisi Tâlim-üs-sübyanda da yazılıdır.
Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin (Tathir-ül-füad min-denisil itikad) kitabı, (Et-tevessüli bin-Nebi ve bis-Salihin), (Şevahid-ül-hak), (Cevahir-ül-bihar), (Seyf-ül-Cebbar) ve (Tâlim-üs-sübyan) kitapları, İbni Teymiye’nin dalalete düştüğünü vesikalarla ispat etmektedir.
İbni Battuta, ibni Hacer-i Mekki, imam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, izzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusuf-i Nebhani, imam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiye’ye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve küfürlerini açıklamışlardır. Üstad Necip Fazıl da, (14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir” buyurdu) diyor. (Türkiye’nin Manzarası)
Dal ve mudil olduğu, Savi tefsiri 107. sayfasında da yazılıdır.
İslam âlimleri buyuruyor ki: (Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.) [İbni Hacer-i Mekki - Fetava-yı hadisiyye]
(İbni Teymiye öyle bir kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına, büyük âlimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya koymuşlardır. [Şam, Mısır ve Kudüs’de kadılık yapmış olan şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed] İzzibni Cemaa, onun için, Allahü teâlânın dalalete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslam âlimlerine ve bilhassa Hulefa-i raşidine karşı ahmakça itirazlarda bulunmuştur demiştir.) [İbni Hacer-i Mekki - El-cevher-ül-munzam]
(İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış, bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu, sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun yazmaktadır.) [Tahir Muhammed Süleyman - Zahiretül-fıkhil-kübra]
(Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.) [İmam-ı Sübki] (Nebras haşiyesinde bildiriliyor.)
(İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.) [Miratül-cenan, Nebras haşiyesi]
İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir. (Keşfüzzunun)
El-ubudiyyet kitabında ise, Allahü teâlânın ismini zikretmenin bid’at ve dalalet olduğunu bildirmekte ve tasavvuf âlimlerine çirkin iftiralar yapmaktadır.
(Arş kadimdir) diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi)
(Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.) [İbni Battuta -Tuhfetünnüzzar tarihi]
Abduh’un yetiştirdiklerinden olup, onun yolunda giden Abdürrazık paşa bile diyor ki: (Vehhabilik, bir bakımdan ibni Teymiye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi denilen Abduh’daki dinde reform fikirleri de, ibni Teymiye’ye bağlıdır.)
(Kaza namazı kılmak lazım değildir) derdi. Halbuki dört mezhepte de farzdır.
Cehennem azabı sonsuz olmadığını söylerdi. Kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacaklarına dair bir çok âyet-i kerime vardır. (Bekara 81, Ahzab 65, Fussilet 28, Zuhruf 74)
(Ömer çok yanılmıştır) diyerek, imam-ı Ahmed’in bildirdiği (Allahü teâlâ, doğru sözü, Ömer’in dili üzerine koymuştur. [O hiç yanılmaz]) hadis-i şerifine karşı gelmiştir. Eshab-ı kiramın çoğu, ictihad ile anlaşılacak işlerde yanılmış olsa da, onların yanılmaları, ictihadi mesele idi. İctihadda müctehidin yanıldığı bilinemez. Çünkü ictihad ictihad ile nakzedilmez. Bunun için, müctehid olan o büyükler tenkit edilemez. Dört mezhebin ictihadları farklı olduğu halde, benimki doğru diyerek biri ötekini tenkit etmemiştir.
Sadreddin-i Konevi, İbni Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine de saldırmıştır. “Gazali’nin kitapları uydurma hadis ile dolu” derdi. (Hadika)
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki: (İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.) [Tabakat-ül-kübra]
İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki: (İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) [Kam-ul Muarıd]
Muhammed Ali Bey; Hitat-uş-Şam kitabında diyor ki: (İbni Teymiye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat, Hıristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.)
İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki: (İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine]
İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: (İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır. Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere eshab-ı kiramın, velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.) [Fetava-i Hadisiyye]
Sual: Selefilerin vazgeçilmez üç prensibi varmış, bunlara uymayan Allah’ın gönderdiği din ile amel etmezmiş. Bu hususta açıklama yapar mısınız? CEVAP İbni Teymiye, Furkan isimli kitabında dini üç kısma ayırmaktadır. Selefilere göre bu üç prensip vazgeçilmez esaslardır. İslamiyet ancak bu üç kaide gereğince, aslına uygun olarak bilinebilirmiş. Yoksa İslam pınarını, etraftan karışmış bulanık sulardan yani mezhep imamlarının ictihadlarından arındırmak mümkün değilmiş. Çünkü fıkıhçılar, kelamcılar ve tasavvuf ehli, dinin aslına ilaveler yapmışlar, bu bakımdan din çok genişletilmiş ve içinden çıkılmaz bir hâl almışmış. Dine yapılan bu ilaveleri çıkarmak gerekirmiş. Selefilerin sımsıkı bağlandıkları üç prensip şöyle: 1- Münezzel din: Kur’an-ı Kerimden ve sahih kabul ettiği hadis-i şeriflerden kendi anladıkları. 2- Müevvel din: Mezhep imamlarının Kitap ve sünnetten çıkardıkları hükümler. 3- Mübeddel din: Geçmiş dinlerin hükümleri ve uydurma saydığı hadis-i şerifler.
İbni Teymiye’ye göre, Münezzel dine uymak bütün müslümanlara farzdır. Çünkü Allahü teâlâ bir müctehidin Kitap ve Sünnetten neyi anladığını bir başka mükellefe sormaz. Hatta onu mükellef de tutmaz. Herkesi Kitap ve Sünneti anladığı ölçüde sorumlu tutar. Bu bakımdan herkes, Münezzel din ile amel etmelidir.
Müevvel dine, tevil edilmiş olana, ictihaddan aciz olan mukallitlere caizdir. Ama müctehid olanlara bu caiz değildir.
İbni Teymiye’nin selefiye yolunu savunan bütün mezhepsizler, kendilerini birer müctehid zannettikleri için, mezhep hükümleri onlar için muteber değildir, Kitap ve Sünnetten anladıklarına tâbi olurlar. Kendilerine selefiyiz diyen bugünkü mezhepsizler, kraldan çok kralcı olup, İbni Teymiye mukallit halk için müevvel din ile [mezhep imamlarının hükümleriyle] amel etmeyi caiz görürken, onlar cahillerin de, mezhep hükümleriyle amel etmesini caiz görmezler, herkesi Kitap ve Sünnete el atmaya iterler.
İbni Teymiye’nin Mübeddel din diyerek eski dinleri bir kalemde silip atması caiz olmaz. Çünkü geçmiş dinlerin iman yani inanılacak hususları (yani amentüdeki esaslar, insanlar tarafından bozulmadan önce) bütün dinlerde aynı idi. İslamiyet bozulan bu hususların doğrusunu bildirmiş, amele ait hükümlerin de, hepsini değil bazılarını nesh etmiştir.
Uydurma hadislerle amel edilen bir din yoktur. Uydurma hadis meselesi de ayrı bir konudur. Bir müctehidin usulüne göre, uydurma sayılan bir hadis, başka bir müctehidlerin usulüne göre sahih olabilir. İbni Teymiye, aklının almadığı hadis-i şeriflere hemen uydurma damgasını basmıştır. Fıkıh, kelam ve tasavvufun ortaya koyduğu hükümleri, usulleri, uydurma hadislerden çıkarıldığı havasını uyandırmak istemiştir. Onun bu mugalatasına İslam âlimleri gerekli cevaplar vermiştir.
Mezhepsizler, imamları olan İbni Teymiye’nin görüşlerine uyar ve onun usulüne uyup Kitap ve Sünnetten ahkam çıkarmaya çalışırlar. Bunu da gayet normal sayarlar ve buna münezzel din derler.
Biz de mezhep imamımız olan imam-ı a'zam hazretlerinin hükümleriyle amel edince, onun usullerine uyunca, Allah’ın gönderdiği din ile değil, mezhep imamlarının çıkardığı din ile amel ettiğimizi söylerler.
İbni Teymiye’ye uyup Kitap ve Sünnete el ve dil uzatan mezhepsizler, bizim de imam-ı a'zama uymamıza ne hakla karşı çıkarlar ki?
En kötü insan kimdir? Sual: İbadet etmemek, günah işlemek kibirden midir? İbni Teymiye’nin bir mezhebe bağlanmaması da mı kibirdendir? CEVAP İki âyet-i kerime meali şöyledir: (Allahü teâlâ, ibadet etmekten çekinip kibirlenenleri [cezalandırmak için] kıyamette toplar.) [Nisa 172]
(Dünyada kibirlenip, günah işlediniz. Bugün şiddetli azap göreceksiniz.) [Ahkaf 20]
Cahiliyet döneminde Araplar kibirlerinden ayakkabılarının bağı kopsa eğilip bağlamazlardı. Asr-ı saadette iman edenler, eğilip toprağa secde ettiler; ama müşrikler yine kibirlerine devam ettiler. Kâfir kalmalarına kibirleri sebep oldu.
İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki: İbni Teymiye, kibirliydi, kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdetiydi. (Kamul-muarıd)
İşte bu kibri yüzünden bir mezhebe bağlanmayıp, mezhepsiz olmuştu. İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed, İmam-ı Züfer gibi büyük âlimler, müctehid oldukları halde, İmam-ı a’zama bağlanıp Hanefi mezhebinin mensubu oldular. Hiç kimse onları tenkit etmedi. Hâlbuki İbni Teymiye, tenkid yağmuruna tutuldu, hatta küfre girdiği bile bildirildi.
Dalalet fırkalarının hepsi de, kibirleri yüzünden çeşitli fırkalara bölünmüştür. Her fırka kendilerinin doğru olduğunu, diğer fırkaların sapık olduğunu ilan etmişlerdir. Hâlbuki tevazu, hakkı çocuk söylese bile kabul etmektir. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Kötü sıfatların en aşağısı, kibir sıfatıdır) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Kibir, hakka razı olmamak, hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.) [Müslim]
(En kötü kimse, katı kalbli ve kibirli olandır.) [İ. Ahmed]
(Kibirden sakın! Kibir şeytanı, hazret-i Âdem’e doğru secdeden alıkoydu.) [İ. Asakir]
(Büyüklenip, kibirli yürüyen kimse, ölünce Allah’ı gazaplı bulur.) [Buhari]
(Cehennemlikler katı kalbli, cimri ve kibirli kimselerdir.) [Buhari]
(Kibrinden dolayı ağzını eğip bükerek konuşan ateştedir.) [Taberani]
(Tevazu edip, fakirlerle beraber ol ki, Allah indinde kıymetin artıp kibirden de kurtulasın.) [Ebu Nuaym]
(Eski elbiseli fakir de, kibirli olabilir.) [İ. Ahmed]
(Allahü teala, [özellikle] kibirli fakire buğzeder.) [Taberani]
(Lâ ilâhe illallah kelimesini şeksiz, kibirsiz ve zulüm yapmadan söyleyeni Allahü teala Cehennem ateşinden korur.) [Hâkim]
(Güzelliğin âfeti kibirlenmektir.) [Harâitî] (Her güzelliği kibir yok eder.)
|
|
Yukarı dön |
|
|
korucu8282 Yasaklı
Katılma Tarihi: 30 mayis 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 19
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ehl-i sünnet kitaplarında uydurma hadis yoktur |
Sual: Mezhepler üstü hareket eden zatlar, (Hadis uydurmak veya uydurma bir hadisi kitabına almak, ihmallik, gafillik, cahillik veya hainlikten ileri gelir) diyorlar. Şevkani, Sehavi, Aliyyülkari, Acluni, Kardavi, Elbani, Ebu Gudde gibi zatlar, kütüb-i sittedeki veya diğer hadis, tefsir ve fıkıh kitaplarında, birçok uydurma hadis tespit etmişlerdir. Bunlara nasıl cevap verilebilir? CEVAP Evet, hadis uydurmak veya uydurma bir hadisi kitabına almak, ihmallik, gafillik, cahillik veya hainlikten ileri gelir. Bu çok doğru bir tespittir; fakat uydurma bir söze, hadis demek ne kadar yanlış ve tehlikeliyse, hadis kitaplarındaki veya İslam âlimlerinin kitaplarındaki hadis-i şerifleri de inkâr etmek, o kadar yanlış ve tehlikelidir. Kıyamet alametlerini bildiren, her biri bir mucize olan hadis-i şeriflerden üçü şöyledir: (Kur’andan başka, delil kabul etmem diyenler çıkacak.) [Ebu Davud]
(Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek beni yalanlayanlar çıkacak.) [Ebu Ya’la]
(Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacak.) [İ.Asakir]
Bazı kimseler, (Şevkani, Sehavi, Aliyyülkari, Acluni, Kardavi, Elbani gibi kimseler, gafil, cahil veya hain olmadıkları için, kitaplarına uydurma hadis almamışlardır. Bu hadis tenkitçilerinin kitabında bir tek uydurma hadis bulamazsınız) diyorlar. Peki hadis tenkitçileri dediğiniz kimseler, bu hadis-i şerifleri nerden aldılar? Hangi ravi ile konuşup yazdılar? Elbette Buhari, Müslim gibi hadis imamlarının kitaplarından aldılar.
Buhari’de, Kütüb-i sittede, diğer hadis, tefsir ve fıkıh kitaplarında uydurma hadis var denirse, bu büyük zatlar, ihmallik, gafillik, cahillik veya hainlikle suçlanmış olur. O mübarek zatlara bunlar nasıl yakıştırılabilir? Şevkani, Sehavi, Aliyyülkari, Acluni, Kardavi, Elbani gibi kimseler, uydurma hadisi kitaplarına almazsa, bunlardan çok daha büyük âlimler, nasıl kitaplarına uydurma hadis alabilirler? (Hadis uyduran, Cehennemdeki yerine hazırlansın) hadis-i şerifini kitaplarına geçirdikleri halde, nasıl olur da, bu cinayeti işleyebilirler?
Muhaddislerin, müfessirlerin ve diğer İslam âlimlerinin, Şevkani, Kardavi, Elbani ve benzerleri kadar Allah korkuları yok muydu? Cahil, gâfil veya hain mi idiler? İslam âlimi cahil olursa, kim âlim olur ki? Gafillik de öyledir. Onlar gafilse, biz nasıl müteyakkız [uyanık] oluruz? Bu büyük zatlar, nasıl töhmet altında bulundurulabilir? Sıradan bir Müslüman bile, Allah’tan korkar, uydurma bir söze hadis diyemez. Peki Resulullahın vekilleri olan, (Ümmetimin âlimleri, beni İsrail peygamberleri gibidir) diye övülen kimseler, nasıl olur da, böyle bir cinayet işleyebilirler? Nasıl olur da, böyle âlimler için, Allahü teâlâ, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyurur? Âlim, sadece mezhepsiz Şevkani, Kardavi ve Elbani gibi kimseler midir? Kütüb-i sitte sahipleri, âlim değil midir? Diğer muhaddisler, müfessirler ve fukaha âlim değil midir? Onlara bu büyük suç, nasıl isnat edilebilir?
Hadis kitaplarında uydurma hadis olmadığı gibi, İslam âlimlerinin tefsir, fıkıh ve tasavvuf kitaplarında da uydurma hadis yoktur. Müfessir, fakih, mutasavvuf demek, hâşâ hadis ilminde cahil demek değildir! Sadece aralarında iş bölümü yapmışlardır.
Mezhepsizler, mevdu hadisleri tanımak için bazı yollar belirlemişler, kendi akıllarına uymayan ve o kriterlere uyduramadıkları hadis-i şeriflere uydurma diyorlar. Bunlara verdikleri örnekler de, bid’at ehlinin uydurduğu, Ehl-i sünnet kaynaklarında bulunmayan, hadis âlimlerinin kitaplarına almadıkları sözler veya manasını anlayamadıkları sahih hadis-i şeriflerdir. Şimdi biri çıkıyor, (Bu hadisin ravilerinden biri fasık veya yalancıdır, onun için hadis uydurmadır) diyor. İslam âlimleri, bunu bilmiyorlar mıydı? O ravinin fâsık olduğunu bilmiyorlar denirse, onların bilmediğini, kendileri nereden öğrenmişler? Kendilerinden birkaç asır önce yaşamış bu âlimler, ravileri tanımıyorsa, ondan sonra gelenler, o ravileri nasıl tanıyor? Hadisler yeni mi çıktı? Raviler yeni mi çıktı? Naklettiği hadislerin ravileri arasında fâsıklar ve yalancılar olduğunu bilemiyordu diyerek cahillikle suçluyorlar. Hadis-i şerifte, mucize olarak bildirildiği gibi, sonra gelenler yani kendisini âlim zanneden cahiller, önceki âlimleri suçluyorlar.
Bir kimse, bir söz uydurup hadis dese veya sonradan uydurduğunu itiraf etse, yani bu söz hadis olma şartlarını taşımıyorsa, İslam âlimleri, zaten bunu kitaplarına almazlar. Lafzında, manasında, bozukluk olup olmadığını, Kur’an ve sünnete, akla aykırı olup olmadığını anlamak da, bizim değil, muhaddislerin, hadis ilminde müctehid olanların işidir.
Biz, İmam-ı Gazali hazretlerinin kitabından bir hadis-i şerif alıyoruz. Mezhepsizler, (Bunun Kur'ana uygun olup olmadığına bak) diyorlar. İmam-ı Gazali hazretleri, bir hadisin Kur'an-ı kerime aykırı olduğunu bilemiyorsa, hâşâ o kadar cahilse, biz nasıl bilelim? Yahut O, (Bu hadis Kur'an-ı kerime uygundur) diyorsa, biz nasıl o hadisin zıt olabileceğini düşünelim? Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Hadisimi Kur’anla karşılaştırın. Kur’ana uyarsa o söz benimdir, uymazsa benim değildir.) [Taberani]
Sapık veya cahil birisi bir söz uydurur, buna hadis der. Ehli olan hadis âlimi de, hadis ilminin şartlarının yanı sıra onu Kur’ana arz eder. Bu işi cahiller yapamaz elbette. Bu, hadis âlimlerinin, müctehitlerin, Ehl-i sünnet âlimlerinin işidir.
Şimdi bir hadisin uydurma olup olmadığını anlamak için, Şevkani, Kardavi, Elbani gibi mezhepsizlerin kitaplarına değil, ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bulunup bulunmamasına bakılır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında varsa o hadis sahihtir. Şevkani, Sehavi, Acluni gibi kimselerin, fıkıh, tefsir ve hadis kitaplarındaki hadislere mevdu [uydurma] demesiyle, o hadisler uydurma olmaz. Hafız Iraki de, İhya’daki hadisleri incelemiş, bazılarına kaynak bulamamış, (Kaynağını bulamadım) demiş, mezhepsizler de, hemen yaygara kopararak (Bak kaynağı yok, bu uydurma hadis) diyorlar. İmam-ı Gazali hazretleri uydurma olsa, kitabına alır mı hiç? Keşifle söylenmiş hiçbir hadis-i şerif de yoktur. Evliya hadisleri keşifle söyler demek iftiradır. Kaynak verilmemesi, keşifle söylendiğini göstermez.
Muhaddisler, bir sözün hadis olması için, birçok şartlar koymuşlardır. Bu şartlara uymayanları kitaplarına almazlar. Ayrıca, her muhaddisin koyduğu şartlar, farklı olabilir. Bu bir ictihad meselesidir. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki: (Usûl-i hadis ilminde müctehid olan bir âlim, bir hadisin mevdu olduğunu ispat edince, bu ilmin bütün âlimlerinin de, mevdu demesi lazım gelmez. Çünkü, mevdu diyen müctehid, bir hadisin sahih olması için, lüzum gördüğü şartları taşımayan bir hadis için, benim mezhebimin usulünün kaidelerine göre mevdudur der. Yoksa, “Peygamber efendimizin sözü değildir” demek istemez. Yani, hadis-i şerif denilen bu sözün hadis olması, bence anlaşılmamıştır demektir. Bu âlime göre, hadis olmaması, hakikatte hadis olmadığını göstermez. Hadis usulü ilminin başka bir müctehidi de, hadisin doğru olması için aradığı şartları bu sözde bulunca, hadistir, mevdu değildir diyebilir. O halde, Şevkani’nin, “bazı tefsirlerin hadisleri mevdudur” demesiyle mevdu olmaz. Mesela Şevkani’yi, hadis usulü ilminde müctehid tanısak bile, onun kaidelerince, hadis olduğu meydana çıkmamış olursa da, mevdu hadis olduğunu hangi cesaretle söyleyebilir. Din büyüklerine karşı, böyle sözlerde bulunmanın çirkinliği meydandadır. Dört mezhep arasında ayrılık bulunması, sözlerinin yanlış olacağını göstermediği gibi, hadisler için de, böyledir. Böyle şeyler, ictihad işi olduğundan, bir müctehidin mevdu demesiyle, hakikatte mevdu olması lazım gelmez.)
Demek ki, ictihad ictihadla nakzedilemediği gibi, hadis-i şerif de başka hadis-i şerifle nakzedilemez. Bir müctehid, imam-ı Şafii’nin veya imam-ı a’zamın ictihadı yanlıştır, zayıftır gibi bir şey söylemez. Söylese de, geçerli olmaz. Hadisler için de, durum aynıdır. Mesela imam-ı Nesai, Taberani’deki bir hadise uydurma diyemediği gibi, imam-ı Taberani de, Nesai’deki bir hadise mevdu demez. Mevdu dese de, ona göre mevdu olur. Mevdu halk arasında uydurma anlamında kullanılıyorsa da, hadis ilminde müctehid olan bir âlimin, bir hadise mevdu demesi, onun ictihadına göre, hadis olma şartlarını taşımıyor demektir. Diğer bir muhaddise göre de, mevdu olması gerekmez. Bir örnek verelim:
(İlim Çin’de de olsa alınız) hadis-i şerifi, istisnasız bütün mezhepsizlere göre uydurmadır. Halbuki hadis âlimlerinden imam-ı Deylemi, imam-ı Taberani, imam-ı Beyheki, imam-ı ibni Adiy, imam-ı ibni Abdilber gibi muhaddisler ve Hüccet-ül islam ünvanıyla meşhur olan imam-ı Gazali hazretleri sahih olduğunu bildirmektedir. Bu büyük imamların, naklettiği bu hadis-i şerife, nasıl uydurma denebilir ki? Diyelim ki bu hadis-i şerife, imam-ı Buhari mevdu dese, bu hadis uydurma olur mu? Ancak bu hadis, imam-ı Buhari’ye göre mevdu olur; fakat öteki âlimlere göre yine sahihtir.
Mezhepsizler, bir hadise uydurma deyince, onların sözleri delil oluyor da, mezhep imamlarının, İmam-ı Gazali hazretlerinin, İmam-ı Rabbani hazretlerinin, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin sözü, neden delil olmuyor? Mezhepsizlerin anladığı din oluyor da, bu büyüklerin anladığı neden din olmuyor? Mezhep imamlarımızdan, hadis âlimlerinden ve diğer İslam âlimlerinden öğrendiğimiz bilgilerle, onları sorgu suale nasıl çekeriz?
Din cahilleri, (Bir hadise, bir âlim uydurma demişse, o hadise bin âlim sahih dese de, o hadis artık, damgayı yemiştir, onunla amel etmeyi içime sindiremem) diyorlar. Bunlara soruyoruz: Siz namaz kılıyorsanız, imam arkasında Fatiha okuyor musunuz? Şafiilerin okuması farzdır, Hanefilerin de, okumaması vacibdir, okurlarsa tahrimen mekruh işlemiş olurlar. Mezhepsizler okuyoruz derlerse, Hanefi âlimlerine muhalefet etmiş olurlar, okumuyoruz diyorlarsa, o zaman Şafii âlimlerine muhalefet olur. Böyle namazı içlerine nasıl sindirebiliyorlar ki? Yahut bir kâfir, bir casus Müslüman görünüp, (Kur’anı değiştirdiler, çok âyeti çıkardılar veya eklediler) dese, şimdi bunlar, bu haine inanıp, Kur’an-ı kerimi de, içlerine sindiremeyecekler mi? Ona da mı, damgayı yemiş diyecekler? Acaba bunlar, casuslarının, yabancıların, misyonerlerin kurduğu sapık fırkaları içlerine nasıl sindiriyorlar?
İslamiyet’i yıkmak isteyen yabancıların maksatları, İslam âlimlerine olan itimadı, güveni temelinden sarsmaktır. Yerli gafiller de, bu hainlere alet oluyorlar. Bir âlimin kitabında, bir tek uydurma hadis olsa, diğer bildirdiği hadislere nasıl itimat edilebilir, onlara da, şüphe gözüyle bakılamaz mı? Burada gaflet veya cehalet gösteren, öteki hadislerde niye göstermesin ki? İşte böylece, bütün din kitapları töhmet altına girmiş olur. Hadisler, dinde senet olmaktan çıkınca, geriye sadece Kur’an-ı kerim kalır. Onu da, istedikleri gibi tevil ederek maksatlarına rahatça ulaşabilirler. Bu sebeplerden dolaylı, yabancıların ve onlara alet olan mezhepsizlerin oyununa gelmemelidir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi icazetlidir. Günümüzdeki gibi diplomalı değildir. İcazetli olmayanlar zaten söz konusu olmaz. İcazetli bir âlimin kitabında, uydurma hadis var denirse, icazeti veren âlime suizan olur. Lâyık olmayan kimseye icazet verdin demek olur. Bu âlimler, uydurma hadisle sahih hadisi bilmeyecek kadar cahil değillerdi. Ravilerinin durumunu bilmeden, kılı kırk yarmadan kitaplarına hadis almazlardı. Kısacası Ehl-i sünnet âlimleri, âlim oldukları için kitaplarına uydurma hadis koymazlar.
Allahü teâlâ, bu mübarek zatlar vasıtasıyla, dinini korumuş ve yaymıştır. Bu zatlara saldırmak, onların kitaplarında uydurma hadis var demek, dinimizi yıkmaya çalışmak olur.
|
|
Yukarı dön |
|
|
korucu8282 Yasaklı
Katılma Tarihi: 30 mayis 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 19
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hadis-i şerifleri açıklamak gerekir |
Sual: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, zındıklar hariç hepsi Cennete gider) hadisi ile (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir) hadisi birbirine zıt değil midir? CEVAP Zıt değildir. İkisi de aynı şeyi ifade etmektedir. Cennete gider demek, doğrudan gider demek değildir ki. Cehennemde cezalarını çektikten sonra gidecek demektir. Ümmet kaç fırkaya ayrılırsa ayrılsın, bid’ati küfür olmayan yani zerre kadar imanı olan elbette Cennete gidecektir. Bunun gibi açıklama gerektiren birçok hadis-i şerif vardır. Birkaç örnek verelim: (Din kardeşini ziyaret eden Cennettedir.) [Taberani]
(Cömert, Cennete gider.) [Ebuşşeyh]
(Yatağa girince yüz kere "İhlas" okuyan Cennete girer.) [Tirmizi]
Din kardeşini ziyaret etmekle, cömert olmakla ve ihlas okumakla diğer günahlarının cezasını çekmeden Cennete mi gider? Açıklaması olması gerekir. Yani itikadı düzgün ise, sevapları günahlarından çok ise, yahut affa veya şefaate uğramışsa ancak o zaman din kardeşini ziyaret eden, cömert olan ve yüz ihlas okuyan Cennete girer. Bir de iman şart. Ne kadar iyilik ederse etsin, insanlığa ne hizmeti yaparsa yapsın, hatta namaz kılsın Müslüman değilse Cennete giremez. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Cennete Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
(Cebrail aleyhisselam, Allah’a şirk [ortak] koşmadan ölen herkesin muhakkak Cennete gireceğini müjdeledi.) [Buhari]
Bu iki hadis-i şerifi bile açıklamak gerekir. Her Müslüman doğrudan Cennete giremez. Günahlarının cezasını çektikten veya şefaate kavuştuktan sonra Cennete girer. Bu bakımdan Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında aklımıza ters gelen bir hadis-i şerif görünce, bu uydurma demekten çok sakınmalı. Biz o hadisin uydurma olduğunu biliyoruz da o büyük âlimler bilemez mi? Onlardan öğrendiğimiz bilgilerle, onları mı sorguya çekeceğiz? Bu fen bilgisi değil ki, zamanla daha iyisi bulunmuş olsun. Muhaddis bir âlimin kitabındaki bir hadis-i şerife uydurma demek, o âlimi cahillikle suçlamak olur.
(Halktan bir şey istemeyeceğine söz verenin Cennete gireceğine kefilim.) [Nesai] (Çok günahkâr birisi günahlarının cezasını çekmeden veya şefaate kavuşmadan elbette Cennete giremez.)
(Cennete temizler girer.) [Deylemi] (Bir kâfir de temiz olabilir, imanı olmadan nasıl Cennete girer. Sonra her temiz olan Müslüman da doğrudan Cennete giremez.)
(Kibirden de uzak olduğu halde ölen Cennete girer.) [Tirmizi] (Diyelim ki bir canide kibir yok ama her kötülük var, bu adam doğrudan Cennete girebilir mi? Demek ki bunları açıklamak gerekir.)
(İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni Mace] (Bu kimse, kibirli, hain, kul ve hak borçları varsa veya imanı yoksa nasıl Cennete girer?)
(Kocası razı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizi] (Bir kadın her türlü melaneti yapsın, sırf kocası razıdır diye doğrudan Cennete gidebilir mi? Burada kocaya itaatin önemi bildirilmektedir. Kocasını razı ederse, diğer işleri kolaylaşır demektir.)
İmam-ı Rabbani hazretleri, (şartsız bildirilen bir hüküm şartlı olarak anlaşılır) buyuruyor. Mesela koyun eti yemek caizdir. Hüküm şartsız bildirilmiştir. Koyun eti caiz diye canlı bir koyunun bir budunu kesip yiyemeyiz. Ehl-i kitap hariç, gayrı müslim keserse veya kendiliğinden ölürse, leş olur, yenmez. Besmelesiz kesilirse de yenmez. Bu anlaşılınca bid’at fırkaların hangi şartlar altında Cennete gideceği anlaşılır.
|
|
Yukarı dön |
|
|
korucu8282 Yasaklı
Katılma Tarihi: 30 mayis 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 19
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Salih âlimler tevazu sahibi idi |
Salih âlim demek, kibirden uzak, ilim, ihlas ve tevazu sahibi insan demektir. İmam-ı Gazali hazretleri, her salih âlim gibi, tevazu sahibi idi. Hadiste birikiminin az olduğunu bildirmiş. Bunun yüzünden, (O hadis ilminde zayıftı, sahih ile uydurma hadisi birbirinden ayıramazdı. Onun eserlerine güvenilmez. Çünkü eserlerini bu uydurma hadisler üzerine bina etmiştir) demek caiz olmaz. Salih âlim, bid’at ehli gibi kibirli değildi. Herbiri bir tevazu abidesi idi. Mesela ikinci binin müceddidi İmam-ı Rabbani hazretleri birçok mektubunda, kendisini en aşağı köle, fakir, aciz birisi olarak bildirir. Hocasına bir mektubunda diyor ki: (Bu köleniz gaflet uykusuna dalmıştır, yüzü siyahtır, kusurları çoktur, huysuzdur.) [m.9]
Şimdi biz (İmam-ı Rabbani gaflet uykusundadır, yüzü karadır, kusurları çok biridir) diyebilir miyiz? Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Kusurlarım pek çok, iyi anlıyorum ki, sağ omzumdaki melek, yirmi seneden beri, yazacak bir iyilik bulamamıştır. Allahü teâlâ biliyor ki, bu sözü gösteriş olarak söylemiyorum. İçimden geleni söylüyorum. Yine iyi anlıyorum ki, Frenk kâfiri, kendimden kat kat daha iyidir. Yine iyi anlıyorum ki, hatalarla, kusurlarla çevrilmişim ve günahlarımın altında ezilmişim. Yaptığım ibadetleri, iyilikleri, sol omzumdaki melek yazsa, yeridir. Sol omzumdaki melek, hep yazmaktadır. Sağ omzumdaki ise işsiz, boş durmaktadır. Sağdaki amel defterim bomboştur. Soldaki ise, dolu ve simsiyah olmuş. Ümidim yalnız Allah’ın rahmetindedir. Ancak Onun mağfiretine sığınıyorum. (Allahümme mağfiretüke evsau min zünubi ve rahmetüke erca indi min ameli = Ya Rabbi, senin mağfiretin, benim günahlarımdan daha geniştir. Rahmetin ise amelimden daha ümit vericidir) duasını kendime tam uygun görüyorum. Şaşılacak şeydir ki, yüksek derecelerde, durmadan gelen feyzler, nimetler, bu kusurları görmeye yardım ediyorlar. Ayıpları görmek kuvvetini arttırıyorlar. Ucb [kendini beğenmek] yerine, aşağılık gösteriyorlar. Yüksek yerde, tevazu [aşağı gönüllülük] yolunu açıyorlar. Bu an içinde, hem vilayetin [evliyalığın] en yüksek derecesini ihsan ediyorlar, hem de, kendini kusurlu görmeyi sağlıyorlar. Ne kadar çok yükselirse, kendini o kadar çok aşağı görüyor. Çok yükselmek, kendini çok aşağı görmeye sebep oluyor. Yabancılar, buna ister inansın, ister inanmasınlar. (m.1/222) [Bid’at ehli, aynı zamanda, tasavvufa yabancı insan demektir.] Şimdi biz, imam-ı Rabbani hazretleri hâşâ Frenk kâfirinden daha aşağıdır diyebilir miyiz? Tasavvuftan haberi olmayanlar bu inceliği anlayamazlar. İmam-ı Malik hazretleri, (Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan, dinden çıkar, Zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at sahibi olur. Her ikisini edinen, hakikate varır) buyurdu. (Merec-ül-bahreyn) İmam-ı Şafii hazretleri okuduğu bir şeyi kolay kolay unutmazdı. Buna rağmen (Benim hafızam zayıf) derdi. Belki imam-ı a’zama göre zayıf olduğunu söylüyordur, belki de Resulullah efendimize göre söylüyordur, niyetini bilemeyiz. Ama bizzat kendisi söyledi diye hafızası zayıftı diyemeyiz. Resulullah efendimiz bile, (Ben de beşerim, ben de yanılabilirim) buyuruyor. Hâşâ (O da yanılabildiği için ona güvenilmez) denir mi hiç? İmam-ı Gazali hazretlerinin Resulullah efendimizin söylediği bütün hadisleri bilmesine imkan yoktur, hatta Eshab-ı kiramdan da hepsini bilen yoktur. Bildiğim azdır demek, bütün hadisleri bilemem demektir, uydurma ile sahihi ayıramam demek değildir. |
|
Yukarı dön |
|
|
korucu8282 Yasaklı
Katılma Tarihi: 30 mayis 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 19
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Uydurma sanılan hadisler |
Din düşmanları ve bid’at ehli çıkardıkları bazı sözlere hadis demişlerse de, Ehl-i sünnet âlimleri bu sözleri kitaplarına almamışlardır. Hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis yoktur. Kitabına uydurma hadis alan kimse zaten İslam âlimi denmez. İslam âlimleri, hadis uydurmanın ve uydurulmuş hadisi nakletmenin vebalinin büyüklüğünü bildikleri için, kitaplarına uydurma hadis almazlar. Çünkü hadis-i şerifte, (Benden duyduğunuz âyet ve hadisi tebliğ edin! Beni İsrail’den bildirdiklerimi de söyleyin! Yalnız bana bilerek yalan isnat eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın!) buyuruluyor. (Buhari)
Bu âlimlerin kitaplarındaki hadis-i şeriflere uydurma demek büyük bir insafsızlık ve cehalettir. Hanefilere göre, deniz haşaratı yenmez, diğer üç mezhebe göre yenir. Hanefi, diğer üç mezhebe sizin ictihadınız yanlış diyemediği gibi, üç mezhep de, Hanefi’ye sizinki yanlış diyemez. Bir hadise bir âlim mevdu derken, öteki sahih diyebilir. Bu âlimler, birbirine dil uzatmaz.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki: Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dediği bir hadise mevdu diyebilir. Müctehidin böyle demesi; “Bu hadisi, Resulullah söylememiştir" anlamında değildir. Bu hadis benim usulüme göre yani sahih olması için aradığım lüzumlu şartları taşımadığından hadis değil, uydurmadır; fakat başka müctehide göre hadis sahih olabilir demektir. Farklı ictihadlar da aynen böyledir. Bana göre yani elimdeki mevcut delillere göre doğrusu bu der; fakat farklı ictihadda bulunan müctehide söz söylemez. Bunun için hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dil uzatmamalı ve onların kitaplarında uydurma hadis var sanmamalıdır.
Bir dergide, daha çok mezhepsizlerden şahit gösterilerek sahih olan bir çok hadise uydurma damgası basılıyor. Biz de muhaddisleri ve İslam âlimlerini delil göstererek onların sahih olduğunu ispat ediyoruz. Uydurma hadise sahih demek ne kadar tehlikeli ise, sahih olan hadise uydurma demek, Resulullahın mübarek sözünü yalanlamak olacağından en az onun kadar tehlikelidir. Bir de İslam âlimlerinin kitaplarından örnekler veriliyorsa, o âlime suizan edildiğinden ikinci bir tehlike meydana geliyor. Günümüzün mezhepsizleri Resulullahın vârisleri olan bu âlimleri küçük düşürmeye çalışıyorlar.
Şimdi verilen kaynaklara bakalım: Yusuf Kardavi bile delil olarak gösterilmiş. Halbuki bu zat, resmen benim mezhebim yok diyor. Çağdaş fetvalar kitabına bakalım: “İnce çoraba meshedilir” diyor. Dört mezhepte de mesh caiz olmaz. “Fitil kullanmak orucu bozmaz” diyor. Halbuki dört mezhepte de bozar. “Haşhaş, kenevir ve tütün ekmek haramdır. Çünkü bunlar kötü yerlerde kullanılıyor” diyor. Bunlardan afyon, tıpta çok kullanılır. İlaç olarak az miktarda kullanmak ise caizdir. Kötü yerlerde de kullanılıyor diye haşhaş ekmeye haram demek, şarap yapılıyor diye üzüm yetiştirmeyi yasaklamaya benzer. “Hastaya Kur'an okumak, âyetleri muska şeklinde üstte taşımak haramdır” diyor. Daha başka sapıklıkları çoktur. Bu mezhepsiz nasıl kaynak olur ki?
Kardavi’den daha süper mezhepsiz olan Elbani de kaynak olarak gösteriliyor. O Elbani ki, İbni Teymiyeci, mezhepler üstü konuşan, telfîkı savunan birisidir. Elbani’nin kitabını tercüme eden Ali Aslan, yanlış gördüğü bir yere şöyle bir not ilave etmiş: “Elbani’nin bu fetvası, dört mezhebe muhaliftir. Dört mezhebe göre de altın kadınlara helaldir, bilinsin” diyor. Böyle kimseler nasıl kaynak alınır ve kitapları niye tercüme edilir ki? (Dünya, ahiretin tarlasıdır) hadis-i şerifine de uydurma deniyor. Peygamber efendimizin mübarek ana babalarına kâfir demekten çekinmeyen Aliyyül Kâri, Zeydi bir mezhepsiz olan Şevkani, sahih hadislere uydurma demekle tanınan, Sehavi, Acluni ve Sagani şahit olarak gösterilmektedir. Halbuki imam-ı Münavi, imam-ı Deylemi, Hakim-i Nişapuri, imam-ı Gazali gibi büyük âlimler sahih olduğunu söylemişlerdir.
Yine Sehavi ve Acluni’nin yanı sıra, Derviş el Hut ile Elbani’yi ve ilim ehlince sahih hadislere mevdu diyen ibni Cevzi’yi şahit göstererek, (İlim Çin’de de olsa alınız) hadis-i şerifine de uydurma deniyor. Halbuki hadis âlimlerinden imam-ı Deylemi, imam-ı Taberani, imam-ı Beyheki, imam-ı ibni Adiy, imam-ı ibni Abdilber gibi hadis âlimleri ve Hüccet-ül islam ünvanı ile meşhur olan imam-ı Gazali hazretleri sahih olduğunu bildirmektedir. Bu büyük imamların naklettiği bu hadis-i şerife uydurma diyenin dili kurur.
Yine Aliyyül Kâri, Acluni, Elbani, mezhepsizlerin piri ibni Teymiye’nin talebesi İbni Kayyimi şahit gösterilerek, (Kim, aşık olup, aşkını gizlese, iffetini muhafaza edip ölse, şehid olur) hadis-i şerifine uydurma deniyor. Halbuki hadis âlimlerinden Hakim-i Nişapuri ve Hatib-i Bağdadi, Hüccet-ül islam imam-ı Gazali ve Molla Cami hazretleri bu hadis-i şerifin sahih olduğunu bildiriyor.
Yine Aliyyül Kâri, Acluni ve Sehavi’nin yanı sıra Zeydi Şevkani delil gösterilerek, (Âlimlerin mürekkebi, şehidlerin kanı ile tartılır, âlimlerin mürekkebi, ağır gelir) hadis-i şerifine uydurma damgası basılıyor. Halbuki hadis âlimlerinden ibni Neccar, Hatib-i Bağdadi, imam-ı Süyuti ve Şafii âlimlerinden imam-ı Rafii ve ikinci bin yılın müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri gibi âlimler, bu hadisin sahih olduğunu bildirmektedir.
Yine Aliyyül Kâri, ibni Kayyim ve Elbani ile birlikte imam-ı Süyuti’den naklen, (Fasıkı, hayasızı gıybet etmek günah olmaz) hadis-i şerifine uydurma deniyor. Halbuki hadis imamlarından Haraiti, Ebu Nasr, Deylemi, ibni Asakir, ibni Ebiddünya, Beyheki gibi âlimler, sahih diyorlar. İmam-ı Süyuti muteber bir âlimdir, bu hadis-i şerif ancak ona göre mevdu olur, diğer âlimlere göre sahihtir. Başka âlimlerin sahih dediği bir hadise hemen uydurma damgasını vurmak çok yakışıksız bir harekettir.
Sadece Elbani’yi şahit göstererek, (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, doğru yolu bulursunuz) hadis-i şerifine uydurma diyebiliyorlar. Halbuki, hadis imamlarından Beyheki, Deylemi, Münavi gibi âlimler sahih demiştir.
Yine Aliyyül Kâri, Sehavi, Zeydi Şevkani ve ibni Cevziyi göstererek, (Kadınlara itaat pişmanlıktır) hadis-i şerifine uydurma diyor. Halbuki hadis imamlarından Hakim, Deylemi, İbni Lâl, İbni Asakir gibi âlimler, uydurma olmadığını söylemişlerdir.
Yine yalnız Elbani baykuşu gösterilip, (Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışınız) hadis-i şerifine uydurma damgasını basılmıştır. Halbuki hadis âlimlerinden İbni Asakir sahih olduğunu bildirmiştir. Elbani’ye inanıyorlar da hadis âlimine inanmıyorlar. Bu da kıyamet alametlerinden olsa gerektir.
Yine Aliyyül Kâri, Elbani, Acluni, imam-ı Süyuti, Sagani ve Derviş şahit gösterilip, (Dünya sevgisi bütün hataların başıdır) hadis-i şerifine uydurma deniyor. Halbuki, imam-ı Münavi, Beyheki, imam-ı Rabbani ve Kenzu’l-Ummal sahibi sahih olduğunu bildiriyor.
Yine Sehavi ve Acluni’ye ilaveten ibni Arrak’ı da yanına alarak, (Zengine zengin olduğu için tevazu gösterenin dininin üçte ikisi gider) hadis-i şerifine uydurma diyor. Halbuki, Deylemi, imam-ı Rabbani ve Urvet-ül-vüska, Kayyum-i rabbani Muhammed Masum-i Faruki Serhendi hazretleri sahih demektedir.
Yine Aliyyül Kâri, Acluni, Sagani, Zeydi Şevkani ve Elbani’den naklen, Kur’an-ı kerimde, (Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdim) mealindeki âyet-i kerimesi ile övülen Peygamber efendimiz için, (Eğer sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım) kudsi hadisine, uydurma demeye çekinmiyorlar. Halbuki sahih olduğu Deylemi ve diğer hadis âlimlerince bildirilmektedir.
Ayrıca, Marifetname’nin ön sözünde, Yusuf-i Nebhani hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13. sayfasında ve imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat’ının 122. mektubunda vardır.
Mektubat-ı Rabbaninin 3.cildinde, (Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım), (O olmasaydı kâinatı yaratmaz, rububiyetimi izhar etmezdim) kudsi hadisleri de bildirilmektedir.
Acluni, Sehavi, Derviş ve Elbani gibi netameli kimselerden birinin veya birkaçının uydurma dediği aşağıdaki hadis-i şeriflerin hangi kitaplarda bulunduğu sonlarında bildirilmiştir. (Çok konuşan çok yanılır.) [Taberani, Askeri]
(Âlimlerin uykusu ibadettir.) [İ. Gazali, İmam-ı Rabbani, Tezkire-i Kurtubi muhtasarı]
(Vatan sevgisi imandandır.) [İmam-ı Rabbani, Hazret-i Mevlana Mesnevi]
(Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten kıymetlidir.) [Ebuşşeyh, İ.Gazali]
(Ümmetimin âlimleri, İsrail oğullarının Peygamberleri gibidir) [İmam-ı Yâfii, İmam-ı Rabbani, Abdülgani Nablusi]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ey dünya, bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet edene de güçlük göster") [Ebu Nuaym, Muhammed Hadimi]
(Her şeyin bir anahtarı vardır, Cennetin anahtarı da yoksul ve fakirleri sevmektir.) [İbni Lâl, İ.Süyuti]
(Dünyayı terk etmek, sabırdan daha acıdır. Fisebilillah kılıç vurmaktan da zordur. Dünyayı terk edene, Allahü teâlâ şehid sevabı verir.) [Ebu Nasr, Deylemi]
(Dünya, ahiret adamlarına haram, ahiret de, dünya adamlarına haramdır. Dünya ve ahiret ise Ehlullaha haramdır.) [Deylemi]
(Sarıkla kılınan bir namaz, sarıksız kılınan 25 namazın derecesine bedeldir. Sarıklı kılınan bir Cuma namazı, ise sarıksız kılınan yetmiş Cuma namazına bedeldir.) [İ.Asakir] şöyle bir rivayet de vardır: (Sarıkla kılınan iki rekat namaz sarıksız kılınan 70 rekat namazdan efdaldir.) [Ebu Nuaym, Deylemi]
Daha bunlar gibi, İslam âlimlerinin kitaplarında bulunan sayısız hadis-i şerife uydurma damgası vurulmuştur. Mezhepsizler, bir hadis-i şerifi tenkit ederken, bu hadis Kur’anın ruhuna aykırıdır derler. Yukarıda birçok uydurma denilen hadisleri yazdık. Bunların hangisi, hangi âyete aykırıdır? İctihad ictihadla yok edilemeyeceği gibi, bir âlimin sahih dediği hadise, yetkili başka bir âlim uydurma dese de o hadis uydurma sayılamaz. Hadis âlimleri tarafından bildirilen aşağıdaki hadislere de, aynı şahıslar şahit gösterilerek zayıf damgası vurulmak istenmiştir: (Şu üç şey için Arabı sevin: Ben Arabım, Kur'an Arapça, Cennet dili de Arapçadır.) [Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Ukayli, Hakim]
(İşlerin hayırlısı vasat [orta] olanıdır.) [Deylemi, Beyheki, İ.Gazali, İ.Süyuti, Hadika, Berika]
(Hikmetin başı Allah korkusudur.) [İ.Asakir, Beyheki, İ.Süyuti]
(Kişinin dini, dostunun dini gibidir, kiminle dostluk ettiğinize dikkat edin.) [Ebu Davud, Tirmizi, Hakim, Askeri, İ.Süyuti]
(Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.) [Taberani, Hatibi Bağdadi, Ziya el-Makdisi]
(Müminin firasetinden korkun, o Allah’ın nuru ile bakar.) [Buhari, Tirmizi, İ.Cerir, İ.Süyuti]
Sual: Aşağıdaki hadislerin kaynağı nedir? Bir İslam âliminin kitabında uydurma hadis olmaz mı? CEVAP Kaynakları şöyle: (Soğuktan sakının, çünkü kardeşiniz Ebüdderdanın ölüm sebebidir.) [Darekutni]
(Töhmetten, dedikoduya sebep olacak yerlerden sakının.) [İ.Münavi-İ.Gazali]
(Ekmeğe hürmet edin!) [Beyheki, Hakim]
(Toprak yemek her müslümana haramdır.) [Deylemi]
(Ya Rabbi, hükümdarı ve mahiyetindekileri ıslah eyle.) [İ.Münavi-İ. Gazali]
(Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır.) [Deylemi, Taberani]
(Sadaka vermekte acele edin, çünkü bela sadakayı geçemez.) [Beyheki]
(Din temizlik esası üzerine kurulmuştur.) [İ. Gazali]
(Bir saatlik tefekkür, bir senelik ibadetten hayırlıdır.) [Ebuşşeyh]
(Kalbler, iyilik edenleri sevecek kötülük edenlere de buğzedecek şekilde yaratılmıştır.) [Beyheki, Ebu Nuaym]
(Aşırı sevgi, kör ve sağır eder.) [İbni Mace]
(Dünya sevgisi bütün hataların başıdır.) [Beyheki]
(Ümmetimin kadınlarının hayırlısı yüzü güzel ve mehri az olandır.) [İbni Asakir]
(Dünya ahiretin tarlasıdır.) [Deylemi]
(Arabın seyyidi Ali’dir.) [Ebu Nuaym]
(Kadınlara itaat pişmanlıktır.) [Hakim, Deylemi, İbni Lal]
(Cömerdin yemeği şifa, Cimrinin yemeği hastalıktır.) [Hakim, Deylemi, İbni Lâl]
(Müminin kalbi tatlıdır, tatlıyı sever.) [Beyheki]
(Kerim, gücü yettiği halde affedendir.) [Taberani]
(Eğer yoksul, yalan söylemiyorsa, onu reddeden iflah olmaz.) [Künuz-üd-dekaık]
(Mümine, Rabbine kavuşuncaya kadar rahat yoktur.) [Hatib, İbni Nasr]
(Ümmetim için en korktuğum şey, kadın ve içki fitnesidir.) [İ. Süyuti]
(Dostlara meclis dar gelmez.) [Hatib]
(Müslüman olarak öl, gerisine karışma!) [Deylemi]
(Hastalık ani gelir, fakat yavaş çıkar.) [Deylemi]
(Birinin müslüman olmasına sebep olan Cenneti hak eder.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, bir zalime yardım edene o zalimi musallat eder.) [İbni Asakir]
(Gurbetteki garibe yardım eden Cenneti hak eder.) [Deylemi]
(Devamlı gece namazı kılanın yüzü güzelleşir.) [İbni Mace]
(Cimri, Cennete girmez.) [Taberani]
(Namaz dinin direğidir.) [Taberani, Beyheki]
İslam âlimlerinin sahih dediği hadis-i şeriflere, Aliyyül Kâri, mevdu dedi diye, o hadislerin mevdu olduğu iddia edilemez. Çok kitap tercüme ve şerh ederek yazıcılıkla geçinmiş olan Aliyyül Kâri, (El- Mevduat-ül-kübra) isimli kitabında, sahih hadislere mevdu demektedir. Fıkh-ı ekberi şerh ederken Peygamber efendimizin mübarek ana-babasına hakaret etmiş, tasavvuf büyüklerine de iftira atmıştır. Din büyüklerine çirkin itirazlarda da bulunmuş, imam-ı Şafii ve imam-ı Malik hazretlerinin ictihadlarına dil uzatmıştır. (Turub-ül-emâsil)
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar. İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva verir, insanları doğru yoldan saptırırlar.) [Buhari]
Demek ki son zamanlarda, cahil ve sapık din adamları çoğalarak müslümanları aldatacaktır. Peygamber efendimizin, mucize olarak gelecekten haber veren birçok sözü vardır. Bunların çoğu çıktı. (Uydurma hadis çok, Kur’andan konuş) diyenlerin de çıkacağını bildirerek buyurdu ki: (Bir zaman gelir, beni tekzib eden çıkar. Kendisine benden bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak Kur’andan söyle” der.) [Ebu Ya’la]
Eğer herkes Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarabilseydi, hadis-i şeriflere, Eshab-ı kirama ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Onun için Allahü teâlâ da, Peygamber efendimiz de, âlimlere uymamızı emrediyor. (Hadika)
İmam-ı Gazali gibi büyük âlimlerin kitaplarında uydurma hadis olduğunu söyleyen Acluni ve M. Şemseddin Sehavi ve Peygamber efendimizin ana-babasına kâfir diyen Aliyyül Kâri gibilerin sözlerine aldanarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dil uzatmamalı ve onların kitaplarında uydurma hadis var sanmamalı. Hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz.
Vatanı sevmek imandandır Sual: Vatan sevgisi imandandır hadisi uydurma mıdır? CEVAP Art niyetli kimseler İslam âlimlerine olan itimadı sarsmak için, iyi niyetli kimseler de buradaki maksadı anlamadıklarından dolayı böyle hadisleri uydurma sanıyorlar. Halbuki her dilde, çok zaman zarf söylenir, mazruf anlaşılır. Mazruf, zarfın içindeki demektir. Mesela soba yanıyor dediğimiz zaman, sobanın kendisi değil içindeki odun, kömür, gaz yanıyor demektir. Yoksa sobanın kendisi değildir. Bu sınıf tembel dendiği zaman, sınıftaki öğrencilerin tembel olduğu anlaşılır. Böyle örnekler Kur'an-ı kerimde de vardır:
(Köy halkına sor) yerine, (vese’lil karye = köye sor) ifadesi kullanılmıştır. (Yusuf 82)
Zalim köylüler manasına (Karye-tiz-zalim = zalim köy) ifadesi kullanılmıştır. (Nisa 75)
Vatanını seven herkese mümin denmez. Fakat mümin vatanını sever. Yani, vatanını sevmek mümin olmanın alametlerindendir.
(Temizlik imandandır) buyuruluyor. Yani müminin alametlerinden biri de temiz olmaktır. Fakat her temiz olana mümin denmez. Kâfirlerden de temiz olanlar çıkar.
(Haya imandandır) buyuruluyor. Yani, imanlı olmanın alametlerinden biri de hayalı olmaktır. Fakat her hayalı olana mümin denmez.
(Arabı sevmek imandandır) buyuruluyor. Her Arabı değil, Müslüman olan Arabı sevmek gerekir. Ebu Cehil de, Ebu Leheb de Arab idi. Halbuki bu Arabları seven kâfir olur. Vatan sevgisi de böyledir. Müslüman olan vatan sevilir. Vatanın Müslümanlığı, halkının Müslümanlığı demektir. Vatanını sevmek, taşını, toprağını değil, oradaki Müslümanları, yakınlarını, akrabalarını sevmek demektir.
(Vatan sevgisi imandandır) hadis-i şerifi, İslâm âlimlerinin en büyüklerinden ve ikinci bin yılın müceddidi olan İmam-ı Rabbani hazretlerinin, Mektubat kitabının 155. mektubunda ve hümanistlerin bile sevdiği Evliyanın büyüklerinden Mevlana Celaleddin Rumi hazretlerinin Mesnevi’sinde vardır.
Sual: Aşağıdaki hadislere de uydurma deniyor. Bunlar hangi kitaplarda vardır? CEVAP Hiç birisi uydurma değildir. Kaynakları karşılarına yazılmıştır. (Yarın ölecekmiş gibi ahirete ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işlerine çalışınız!) [İbni Asakir]
(Dünyanızı düzeltmeye çalışın! Yarın ölecekmiş gibi de ahiret için amel edin.) [Deylemi]
(Ahir zamanda bazı kimseler, mescitlerde dünyadan konuşacaklar, dünya kelamı söyleyecekler. Onlarla beraber olmayın!) [İbni Hibban]
(Kırk gün ihlasla Allah’a kulluk edenin, kalbinden diline hikmet pınarları akar.) [Ebu Nuaym, Ebuş-şeyh, İ. Gazali]
(Hayvanların otu yediği gibi, mescitte konuşmak da sevapları yer, yok eder.) [İ.Gazali]
(Ümmetimden iki sınıf iyi olursa, insanlar da iyi olur: Yöneticiler ve âlimler.) [İ.Gazali]
(Gülerek günah işleyen, ağlayarak Cehenneme gider.) [Ebu Nuaym]
(Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız) hadis-i şerifi ise başta Buhari olmak üzere Kütüb-i sittede mevcuttur. Gülmek ve ağlamak konusunda Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki: (Az gülsünler, çok ağlasınlar!) [Tevbe 82]
Aşık olmak hadis-i şerifi Sual: Aşık olup iffetini saklarken ölenin şehid olduğunu bildiren hadis-i şerife Aliyyül Kâri, Acluni, Elbani gibi zatlardan kaynak gösterilerek uydurma deniyor. Bu hadis hangi kitaplarda vardır? CEVAP Her gün dinin bir hükmü sorgulanmakta, İslam âlimlerine olan itimat yıkılmaya çalışılmaktadır. İslam âlimlerine itimat kalmayınca din yıkılmış demektir. O hadisleri bize bildirenler Eshab-ı kiramdır. Eshab-ı kiram töhmet altında kalınca, Kur’an-ı kerime de gölge düşürülmüş olur. Çünkü Kur’an-ı kerimi toplayan da onlardır. Kur’an-ı kerime bile ilave yapıldığını söyleyen bu kimselerin esas maksatları dini yıkmaktır. Bazı gafiller de bilmeden bu hainlere alet oluyorlar. Elbani süper mezhepsizdir. Aliyyül Kâri ise, Peygamber efendimizin mübarek ana-babasına kâfir diyen biri olup, birçok sahih hadise uydurma damgasını vurmakla meşhurdur. Acluni ise sahih hadislere uydurma demekle sabıkalıdır. Böyle kimselere kanıp da Ehl-i sünnet âlimlerine çamur atmaktan sakınmalıdır.
Bu hadis-i şerif birçok muteber kitaplarda bulunmaktadır. 1- Hüccet-ül İslam imam-ı Gazali hazretlerinin İhya’sında.
2- Evliyanın büyüklerinden derin âlim ve şeyh-ül-İslam Molla Cami hazretlerinin Baharistan’ında.
3- Fıkıh âlimlerinden Muhammed Rebhami hazretlerinin Riyad-ün nasıhin’inde.
4- İbni Âbidin hazretleri Redd-ül -muhtar (Şehidler) babında bu hadis-i şerifi açıklamaktadır.
5- Fıkıh, tefsir gibi ilimlerde mütehassıs olan muhaddis İmam-ı Süyuti hazretleri, Camius-sagir isimli hadis kitabında bu hadis-i şerifi nakletmektedir. Ayrıca Feyzulkadir şerhinde de geçmektedir. Diğer muteber kitaplarda da bu hadis-i şerif vardır.
İmam-ı Gazali hazretleri, bu hadis-i şerifi açıklarken, (Bu sıddıklar makamıdır) buyurmaktadır. Çünkü bir kimse, aşık olup, günah işlememek için sabrederse nefsini ıslah etmiş, yenmiş olur. Nefsini yenmek, düşmanı yenmekten daha büyük cihaddır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İnanıp nefsini ıslah edene korku ve üzüntü yoktur.) [Enam 48]
(Nefsini temizleyen kurtuluşa ermiş, kötülükte bırakan, zarar etmiştir.) [Şems 8,9]
Âlimin yüzüne bakmak Sual: Öğrencilere okutturulan bir hadis kitabında “(Ali’nin yüzüne bakmak) hadisi uydurmadır” deniyor. Bu hadis, hangi âyete veya hangi hadise aykırıdır da böyle söylenmiştir? CEVAP Hazret-i Ali, Eshab-ı kiramın en âlimlerinden birisi idi. Âlimin yüzüne bakmak ise ibadettir. Hatta ana babaya, denize bile bakmak ibadettir. Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (Âlimin yüzüne bakmak ibadettir.) [Ebu Davud]
(Âlim ile oturmak, yüzüne bakmak ibadettir.) [Hâkim]
(Kâbe’ye, ana babanın yüzüne ve Mushaf’a bakmak ibadettir.) [Ebu Davud]
(Üç şeye bakmak ibadettir: Ana babanın yüzüne, Mushaf’a ve denize bakmak.) [Ebu Nuaym]
(Şu beş şey ibadettendir: Az yiyip içmek, camide oturmak, Beytullaha bakmak, Mushaf’ı açıp okumadan bakmak ve salih âlimin yüzüne bakmak.) [Deylemi]
(Ali’nin güzel yüzüne bakmak ibadettir.) [Hâkim]
(Ali’nin yüzüne nazar etmek ibadettir.) [C.Y.Güzin]
Sahih hadislere uydurma demenin maksadı şudur: Önce âlimlere olan itimadı sarsmak. Âlimlere, din kitaplarına güvenilmez hissini vermek. Sonra diğer hadis-i şeriflere de şüphe gözü ile baktırmayı sağlamak. Daha sonra bu hadis-i şerifleri nakleden Eshabı kirama suizanna sebep olmak. En sonunda da Kur’an-ı kerimi toplayan Eshab-ı kirama olan itimadı sarsmak ve böylece dinimizi içten yıkmaya çalışmaktır.
Allahü teâlâ da, Peygamber efendimiz de (ÂIimlere uyun) buyuruyor. Salih âlimler, Resulullahın vârisleridir. Vârise dil uzatmak, miras bırakana dil uzatmak olur.
Nefsimizle cihad Sual: Nefsle mücadeleyi büyük cihad olarak bildiren hadis ile (İlim Çin’de de olsa alın) hadisi uydurma diyorlar. Bunlar hadis kitaplarında yok mudur? CEVAP Nefsimiz kâfirdir. Gıdası da haramlardır, ibadet etmek istemez, ilah olmak ister. Nefsi tanımayanlar, bunun şerrinden kurtulmayı cihad sanmazlar. Bir hadis-i şerif meali: (Hak teâlâ buyurdu ki: Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.) [M. Rabbani]
Nefsini yenmek çok zor ve büyük iştir. Nefsimizi günahlardan temizlemeye, emir ve yasaklara uymaya çalışmak Cihad-ı ekber olarak bildirilmiştir. Kalbin yani ruhun nefse aldanmaması, ona uymaması için, nefs ile yaptığı mücadele büyük cihad olur. İslamiyet her asırda geçerlidir.
(İlim Çin’de de olsa alın) hadis-i şerifi meşhurdur. Çünkü hadis âlimlerinden imam-ı Deylemi, imam-ı Taberani, imam-ı Beyheki, imam-ı İbni Adiy, imam-ı İbni Abdilber gibi hadis âlimleri ve hüccet-ül İslam unvanı ile meşhur olan imam-ı Gazali hazretleri sahih olduğunu bildirmektedir. Bu büyük imamların naklettiği bu hadis-i şerife uydurma demek, İslâm âlimlerine olan itimadı sarsmaya çalışmak demektir. Seyyid Abdülhakim efendi buyurdu ki: Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dediği bir hadise mevdu diyebilir. Müctehidin böyle demesi; “Bu hadisi, Resulullah söylememiştir" anlamında değildir. Bu hadis benim usulüme göre yani sahih olması için aradığım lüzumlu şartları taşımadığından hadis değil, uydurmadır; fakat başka müctehide göre hadis sahih olabilir demektir. Farklı ictihadlar da aynen böyledir. Bana göre yani elimdeki mevcut delillere göre doğrusu bu der; fakat farklı ictihadda bulunan müctehide söz söylemez. Bunun için hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz.
Resulullah efendimiz, hadis uyduran ve uydurma hadisi nakleden için ağır tehditlerde bulunmuştur. Mesela (Hadis uyduran Cehennemdeki yerine hazırlansın) hadis-i şerifi din kitaplarında var. Böyle bir hadis-i şerif olmasa bile, hangi İslam âlimi kitabına uydurma hadis alır? Mezhepsizler, (Uydurma hadisi kitabına almak, ya ihmallik, ya gafillik ya cahillik veya hainlikten ileri gelir) diyorlar. Peki Kütüb-i sittede, diğer hadis ve tefsir kitaplarında veya İhya’da uydurma hadis var denirse, bu büyük zatlar ihmallik, gâfillik, cahillik veya hainlikle suçlanmış olmuyor mu? O mübarek zatlara bunlar nasıl yakıştırılabilir? Bir İslam âlimi uydurma hadisi kitabına alır mı hiç? Cahillik denirse hâşâ İslam âlimi cahil olursa kim âlim olur ki? Gafillik de öyle. Onlar gafil ise biz nasıl müteyakkız [uyanık] oluruz?
Kur'an-ı kerimde, (Âlimlere sorun) buyuruluyor. Hadis-i şerifte ise, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir), (Âlim, Allah’ın güvendiği kimsedir) buyuruluyor. Allahü teâlânın güvendiği ve kendilerine sorun dediği âlimler kimdir? Kütüb-i sitte sahipleri veya Hüccet-ül İslam İmam-ı Gazali bu âlimlere dahil değil mi? Resulullahın (Vârislerim) dediği âlimler bunlar değil ise kimlerdir? Abduh mu? Şevkani mi? Sehavi mi, Kardavi mi? Acluni mi? Mezhep imamları veya bir İmam-ı Gazali, bir İmam-ı Rabbani eğer Resulullahın vârisi değil ise, başka bir tane vâris gösterilemez.
Mısırlı mezhepsizler, (Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis çoktur) diyorlar. Mezhepsizlerin sözleri delil oluyor da, mezhep imamlarının, İmam-ı Gazalinin, İmam-ı Rabbaninin sözü neden delil olmuyor? Onlardan öğrendiğimiz bilgilerle, onları mı sorguya çekeceğiz? Bu nasıl mantık, bu nasıl ilim, bu nasıl edep böyle?
Gıybet zinadan kötüdür Sual: Gıybetin zinadan kötü olduğunu bildiren hadise uydurma diyorlar. Bu hadis din kitaplarında yok mudur? CEVAP O hadis-i şerifin meali şöyledir: (Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tevbe eder de, [bir daha yapmazsa], Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Gıybet edilen, gıybet edeni affetmedikçe, affolmaz.) [İbni Ebid-Dünya, Deylemi, Taberani, Beyheki, Tergib ve Terhib, İ. Şarani, İ. Gazali]
İslam âlimlerinin kitaplarında bulunan hadis-i şeriflere itiraz edilmez, dil uzatılamaz. Ancak acaba açıklaması nasıldır, âlimlerimiz ne bildirmişlerdir diye sorulabilir. Bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Fitne, katillikten daha kötüdür.) [Bekara 191]
Âyet-i kerimede fitnenin adam öldürmekten daha büyük günah olduğu bildiriliyor. Fitne nasıl olur da katillikten daha kötü denmediği gibi, gıybet nasıl olur da zinadan daha kötüdür denmez. Adam öldürmek bir suç ise, fitne bir çok suçlara sebep olabilir. Fitnenin, birçok anlamı vardır. Daha çok küfür, bozgunculuk, bölücülük, bela, imtihan gibi anlamlara gelir. Fitne, bir çok müslüman kanı dökülmesine veya bir müslüman ülkenin küffârın eline geçmesine sebep olabilir.
Bir kimse, nefsine, şeytana ve kötü arkadaşa uyup zina etmişse, sonra pişman olup bir daha yapmamışsa, Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Ama gıybet, söz taşımak, bir çok fitnelere sebep olabilir. Gıybete kolayca girildiği, zararının sınırı olmadığı için bu şiddetli bir ikazdır.
Gıybet, Kur'an-ı kerimde, ölü kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir. Bir âyet meali: (Birbirinizin kusurunu araştırmayın, arkasından çekiştirmeyin, gıybet etmeyin. Kim ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bu tiksindiricidir. O halde Allah'tan korkun.) [Hücurat 12]
Gıybet, söz taşımak ve diğer günahlardan kaçınmak, nefs ile cihad olup, cihad-ı ekber olarak bildirilmiştir. Gıybetin verdiği zararlar hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Miracda göğüslerinden asılarak azap edilenleri gördüm. “Bunlar, kaş göz işaretiyle alay ve gıybet edenlerdir” dendi. Nitekim Kur’anda, [mealen] şöyle buyuruluyor: (İnsanları arkadan çekiştirip, kaş göz ile alay edenlerin vay haline!) [Hümeze1] (Beyheki)
(Miracda, Cehennemde kokmuş leş yiyenlerin kim olduğunu sordum. “Bunlar, gıybet ederek insanların etlerini yiyenlerdir” dendi.) [I. Ahmed]
(Gıybet ve kovuculuk, kişinin imanını zayıflatarak yok eder.) [İsfehani]
(Cehennemden en son çıkan, gıybetten tevbe edendir. Cehenneme ilk giren, gıybetten tevbe etmeden ölendir.) [R.Nasıhin]
(Gıybet, etmek leş yemekten daha kötüdür.) [İ.Hibban]
(Biri için söylenen kusur, onda varsa, gıybettir, yoksa iftira olur.) [Müslim]
(Kıyamette, bir kimse amel defterine bakar, "Şu ibadetleri yapmıştım. Bunlar yazılı değil" der. "Onlar, silindi, gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı" denir.) [İsfehani]
(Gıybet edenin duası kabul olmaz.) [Şir’a]
(Gıybet eden Cehennemliktir.) [İsfehani]
(Oruç, ateşe kalkandır. Gıybetle parçalanmadıkça korur.) [Buhari]
(Dört kişinin, çektikleri şiddetli azaptan, Cehennemdekiler rahatsız olur. Biri, ateşten bir tabut içindedir, ikincisi bağırsaklarını yerde sürür, üçüncüsü kan ve irin kusar, dördüncüsü kendi etini yer. İlki borçlu olarak öldü. İkincisi idrardan sakınmazdı. Üçüncüsü, müstehcen konuşurdu. Dördüncüsü, gıybet ve kovuculuk ederdi.) [Taberani]
(Beş şey oruç ve abdestte hayır bırakmaz: Yalan, gıybet, söz taşıma, şehvetle harama bakmak, yalan yere yemin etmek.) [Deylemi]
(Gıybet yapmayan Allahü teâlânın güvencesindedir.) [İbni Huzeyme]
(Gıybetini yaptığı kişi, gıybet edeni affetmedikçe, mağfiret olunmaz.) [Deylemi]
(Leş yemek, gıybet ederek, arkadaşının etini yemekten daha hafiftir.) [Ebuşşeyh]
Yeni defnedilen iki ölü için Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Şimdi onların kabirleri ateşle dolduruldu, azap içindedir. Feryatlarını insan ve cinden başka her mahluk işitti. Eğer gizleyebilseydiniz, benim işittiklerimi siz de işitirdiniz. Bunlardan biri, idrardan sakınmazdı, öteki de, insan eti yerdi [gıybet ederdi].) [İ.Ahmed, İbni Cerir]
Resulullah gıybet edene, (Tevbe et, kardeşinin etini yedin) buyurdu. (Taberani, İbni Ebi Şeybe)
Suç işleyerek cezalandırılan birisini gıybet edenlere, Resulullah efendimiz, (Şu eşeğin leşinden yiyin. Gıybet etmek, şu eşek leşini yemekten daha kötüdür) buyurdu. (İbni Hibban]
Netice: (Uydurma hadis), bu sözü Allah Resulü söyledi diye iftira etmektir. Sıradan bir müslümanın bile hayalinden dahi geçiremiyeceği bu iftirayı, bir ehl-i sünnet âlimi hiç yapabilir mi?
Resulullah efendimizin (Vârislerim) dediği, Allahü teâlânın güvendiği zatlara yani İslam âlimlerine karşı en azından edebi muhafaza etmeli, din düşmanlarına aldanıp suizan etmemeli. Allahü teâlânın, dinini, soysuzlara karşı bu mübarek zatlar vasıtasıyla muhafaza edip, yaydığını unutmamalı.
Müminin artığı şifadır Sual: S. Ebediyye kitabında kaynak verilmeden, (Müminin artığı şifadır) sözü için, (Hadistir, uydurma değildir) denmiş. Eğer uydurma değilse, kaynağı nedir? Bir de acaba niye kaynaksızdır? CEVAP Hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis olmaz; çünkü onlar, uydurma bir sözü hadis diye nakletmenin, yani Allah Resulüne iftira etmenin büyük vebalini bilir. Allah’tan korkar. Kaynağını yazmayabilirler. Kaynağının yazılmamış olması, uydurma olduğunu göstermez.
İslam âliminin kitabında uydurma hadis var demek, ona suizan olur. (Sen Allah’tan korkmadan, Resulullaha iftira edip, uydurma hadis yazmışsın) demek olur. Kaynağı bilinmese de, suizan edilmez; çünkü hadis-i şerifte, (Âlimler, Resulullah’ın vârisleridir) buyuruluyor. Vâris olan hiç yalan söyler mi? Uydurma hadisi kitabına alır mı? Kardavi’nin, Elbani’nin, Aliyy-ül-kari’nin, Acluni’nin ve benzerlerinin uydurma demelerine itibar edilmez. İkinci önemli bir husus da, yetkili bir âlim, bir muhaddis, bir hadis-i şerife mevdu dese, başka bir âlim, mevdu değil diyorsa, sadece diyen âlime göre mevdu olur, sahih diyene göre mevdu olmaz. Şimdiki mezhepsizlere göre, Elbani bir hadise uydurma demişse, bin tane âlim bu sahih dese de artık o uydurmadır.
(Müminin artığı şifadır) hadis-i şerifi, çeşitli din kitaplarında bulunmaktadır. Mesela, Ahmed Şihab-üd-din bin Hacer, (Fetava-i Kübra) kitabının, velime babında, Ebu Abdullah Muhammed bin Muhammed bin Muhammed el-Abderiyyi, (El-Medhal) kitabının, yeme adabı faslında bildirmişlerdir.
|
|
|
|
|
| |
|
| |
|
<>
function ekle(obj)
{
document.QForm2.q.value+=obj.value
}
< = =text/>
|
|
Türkçe karakterler |
|
< =-klavye =ekle(this) = value=î name=metinK1> < =-klavye =ekle(this) = value=â name=metinK2> < =-klavye =ekle(this) = value=û name=metinK3> < =-klavye =ekle(this) = value=ç name=metinK4> < =-klavye =ekle(this) = value=ş name=metinK5>
< =-klavye =ekle(this) = value=ğ name=metinK6> < =-klavye =ekle(this) = value=ö name=metinK7> < =-klavye =ekle(this) = value=ü name=metinK8> < =-klavye =ekle(this) = value=ı name=metinK9> < =-klavye =ekle(this) = value=İ name=metinB9> |
| |
|
< id=search_004415687179638266709:gxuezxghc0k name=Q2 ="return validate2(this)" =http://www.dinimizislam.com/search_google_cse.asp>
< = value=004415687179638266709:gxuezxghc0k name=cx> < = value=FORID:11 name=cof> < size=28 name=q>
< =image src="http://www.dinimizislam.com/Resimler/google_ara.gif" value=Ara name=sa> |
| | > | |
|
|
< code=http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=6,0,29,0 height=27 width=215 id=clsid:D27CDB6E-AE6D-11cf-96B8-444553540000>< NAME="_cx" VALUE="5689">< NAME="_cy" VALUE="714">< NAME="FlashVars" VALUE="">< NAME="Movie" VALUE="http://www.dinimizislam.com/Swf/ButunSesler.swf">< NAME="Src" VALUE="http://www.dinimizislam.com/Swf/ButunSesler.swf">< NAME="WMode" VALUE="Transparent">< NAME="Play" VALUE="-1">< NAME="Loop" VALUE="-1">< NAME="Quality" VALUE="High">< NAME="SAlign" VALUE="">< NAME="Menu" VALUE="0">< NAME="" VALUE="">< NAME="AllowAccess" VALUE="">< NAME="Scale" VALUE="ShowAll">< NAME="DeviceFont" VALUE="0">< NAME="Movie" VALUE="0">< NAME="BGColor" VALUE="">< NAME="SWRemote" VALUE="">< NAME="Movie" VALUE="">< NAME="SeamlessTabbing" VALUE="1">< NAME="Pro" VALUE="0">< NAME="ProAddress" VALUE="">< NAME="ProPort" VALUE="0">< NAME="AllowNetworking" VALUE="all">< NAME="AllowFullScreen" VALUE="false">
<
src="http://www.dinimizislam.com/Swf/ButunSesler.swf" width="215" height="27"
quality="High" pluginspage="http://www.macromedia.com/go/getflashp"
="application/x-shockwave-flash" menu="false" wmode="transparent">>
> |
|
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
< =text/>
var GGAff = {id:13622,
width:160,
height:340,
direction:"Vertical",
performance:"high"
};
GGAff.errorMessage = '';
< src="http://aff3.gittigidiyor.com/affiliate_front.js" =text/>
< id=GGAff13622 src="http://aff3.gittigidiyor.com/1/13622.?cacheforce=1243817367528&affiliate_id=13622&width=160&left=0&top=0&height=340&direction=Vertical&=undefined&perance=high&errorMessage=&mode=undefined" Border=0 width=160 scrolling=no height=340>> |
|
|
| |
< name="Turk Takvim" marginWidth=0 marginHeight=0 src="http://www.turktakvim.com/vakitler.asp?fr=1&ck=16741&bg=FFF6E1&fn=4C2212&ln=F6E1B1&sz=8" Border=0 width=206 scrolling=no height=330>>
|
|
|
İhlas Vakfı Öğrenci Yurtları |
< src="http://www.dinimizislam.com/JWP/mediap/swf.js" =text/>
< id=ply height=187 width=230 id=clsid:D27CDB6E-AE6D-11cf-96B8-444553540000>< NAME="_cx" VALUE="6085">< NAME="_cy" VALUE="4948">< NAME="FlashVars" VALUE="">< NAME="Movie" VALUE="http://www.dinimizislam.com/JWP/mediap/p.swf">< NAME="Src" VALUE="http://www.dinimizislam.com/JWP/mediap/p.swf">< NAME="WMode" VALUE="Window">< NAME="Play" VALUE="0">< NAME="Loop" VALUE="-1">< NAME="Quality" VALUE="High">< NAME="SAlign" VALUE="LT">< NAME="Menu" VALUE="-1">< NAME="" VALUE="">< NAME="AllowAccess" VALUE="always">< NAME="Scale" VALUE="NoScale">< NAME="DeviceFont" VALUE="0">< NAME="Movie" VALUE="0">< NAME="BGColor" VALUE="FFFFFF">< NAME="SWRemote" VALUE="">< NAME="Movie" VALUE="">< NAME="SeamlessTabbing" VALUE="1">< NAME="Pro" VALUE="0">< NAME="ProAddress" VALUE="">< NAME="ProPort" VALUE="0">< NAME="AllowNetworking" VALUE="all">< NAME="AllowFullScreen" VALUE="true">>
< =text/>
var so = new SWFObject('http://www.dinimizislam.com/JWPlayer/mediaplayer/ player.swf','ply','230','187','9','#ffffff');
so.addParam('allowscriptaccess','always');
so.addParam('allownetworking','all');
so.addParam('allowfullscreen','true');
so.addParam('flashvars','file=http://www.dinimizislam.com/se sliyayinlar/vakif.flv&image=http://www.dinimizislam.com/sesl iyayinlar/vakif.gif');
so.write('mediaspace');
|
Öğrenci Yurtları Birliği |
|
| |
|
|
|
|
|
|
Yukarı dön |
|
|
korucu8282 Yasaklı
Katılma Tarihi: 30 mayis 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 19
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Resulullahın vârislerine güvensizlik |
Mezhepsizlik demek, Resulullah efendimizin vârisleri olan âlimlere düşmanlık demektir. Suizan ve iftira demektir. Hadis-i şerifte, (Âlim Allah’ın güvendiği kimsedir, Resulullahın vârisidir) buyuruluyor.
Kendisine güvenilmeyip dil uzatılan Hadika’nın sahibi kimdir?
Hadika’nın sahibi Abdülgani Nablusi hazretleridir. Fıkıh, tefsir, hadis ve tasavvufta çok derin âlim idi. Yüzden fazla değerli kitap yazdı. Hadika kitabı, imam-ı Birgivi’nin Tarikat-i Muhammediyye’sinin şerhidir. Allah’ın güvendiği ve Resulullahın vârisi olan böyle bir âlim, kitabına tetkik etmeden, rastgele bir hadis alır mı? İmam-ı Gazali hazretlerine yapılan gaflet ve ihmallik iftirası bu zata da yapılıyor.
Mezhepsiz Şevkani, Beydavi tefsirinde uydurma hadis olduğunu söylüyor. Zahir ve bâtın ilimlerinde kâmil dört mezhebin inceliklerini iyi bilen, derin âlim, veliy-yi-kamil, ârif-i billah seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki: Beydavi, tefsir ilminde, en büyük makama yükselmiştir. Her meslekte senettir. Her mezhepte önderdir. Her düşüncede rehberdir. Her fende mahir, her usulde bürhan, önceki ve sonraki âlimlere göre sağlam, kuvvetli ve yüksektir. Böyle derin bir âlimin tefsirinde mevdu hadis var demek, dinde derin bir uçurum açmaktır. Böyle sözleri söyleyenin dili, inananın kalbi, dinleyenin kulakları tutuşsa yeridir. Acaba, bu büyük ilim sahibi, mevdu hadisleri sahihlerinden ayıramaz mı idi? Yoksa, hadis uyduracak kadar ve böyle yapanlar için, Resulullahın bildirdiği ağır cezalara aldırış etmeyecek kadar Allah korkusu yok mu idi? Hadis ilminde müctehid bir âlim, bir âlimin sahih dediği bir hadise mevdu diyebilir. Bu, “Resulullah böyle söylemedi" demek değildir. Bu hadis benim usulüme göre hadis değil, uydurmadır; fakat başka müctehide göre sahih olabilir demektir. Farklı ictihadlar da aynen böyledir. Hadis-i şerifte, (Âlim ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır) buyuruldu. İctihad ictihadla nakzedilemez ve Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis var denilemez.
Sual: Tarihte Hadis uyduranlar olduğuna göre âlimlerin kitaplarında uydurma hadis yok mudur? CEVAP Hadis uyduranlar olmuş ise de, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında asla uydurma hadis yoktur. Çünkü onların her biri, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) ve (Âlimler, Allah’ın güvendiği kimselerdir) gibi hadis-i şerifler ile övülen büyük insandır. Hadis uydurmanın ve uydurma hadisi nakletmenin vebalinin büyüklüğünü bilirler. (Söylemediğim sözü hadis diye bildiren Cehenneme gidecektir) hadis-i şerifini nakleden o âlimler, kitaplarına nasıl olur da uydurma hadis alabilirler?
Resulullahın vârislerine olan itimadı sarsmak için böyle iftira ediyorlar. Bir müctehid, başka bir müctehide hata ettin demez. Çünkü Mecelle’de (İctihad ictihadla nakzedilemez) buyuruluyor. (Madde 16)
Dört mezhepte birbirinden farklı hükümler vardır. Fakat hiçbiri, diğerini sapıklıkla, hata etmekle itham etmemiştir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki]
(Âlim ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari]
Hanefi ve Hanbeli’de gusülde ağzın içini yıkamak farz iken, Maliki ve Şafii’de farz değildir. Bunun için mezhebin birine doğru, ötekine yanlış denemez. Her müctehidin bir hadisten hüküm çıkarması farklıdır. Bir müctehidin sahih dediği bir hadise, başka bir müctehid mevdu diyebilir.
Hadis ilminde müctehid bir âlim, bir hadise mevdu derse, diğer müctehidler buna sahih diyebilir. Çünkü mevdu diyen müctehid, bir hadisin sahih olması için lüzum gördüğü şartları taşımayan bir hadis için "Mezhebimin usulünün kaidelerine göre mevdudur" der. Yani bu sözün hadis olduğu bence anlaşılamamıştır, der. Yoksa "Bu söz, Peygamber efendimizin sözü değildir" demek istemez. Aynı hadis için başka bir müctehid sahihtir diyebilir. Sahih olduğunu söyleyen müctehid ötekine, "Peygamber efendimizin bu sözüne nasıl mevdu dersin?" demediği gibi öteki de, "Bu uydurma söze sen nasıl hadis diyebilirsin?" demez. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!) [Nahl 43]
(Bunun hükmünü peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83] [Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Peygamber efendimiz de (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)]
(Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] [Allah’tan korkmak büyük mertebedir. Peygamber efendimiz (Allah’tan en çok ben korkarım) buyurdu. (Buhari)]
(Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?) [Zümer 9] Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki: (Âlimlere tabi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi]
(Âlimler, kurtuluş yolunu gösteren birer rehber ve kılavuzdur.) [İ. Neccar]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi]
(Bilmediklerinizi salih [âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberani]
Mezhebe uymanın lüzumu Allahü teâlâ ve Resulü, âlimleri böyle överken, onların kitaplarında uydurma hadis olduğunu söylemek ne kadar çirkin iftira olur. (Uydurma hadis), bu sözü Allah Resulü söyledi diye iftira etmektir. Sıradan bir müslümanın bile hayalinden dahi geçiremiyeceği bu iftirayı, bir ehl-i sünnet âlimi hiç yapabilir mi?
Eğer herkes Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilseydi, hadis-i şeriflere, Eshab-ı kirama ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Onun için Allahü teâlâ da, Peygamber efendimiz de âlimlere uymamızı emrediyor. İki hadis-i şerifin birbirine zıt gibi olduğunu gören, mezhebinin hükmüne uyar. Zaten müctehid olmayanın hadis-i şerifle amel etmesi, hüküm çıkarmaya kalkması caiz olmaz.
Her müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerekir. Uymayanın mülhid olacağını imam-ı Rabbani hazretleri Mebde ve Mead kitabında bildiriyor.
Dört mezhepten birine uymayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılanın da sapık veya kâfir olacağı S. Ahmet Tahtavi hazretlerinin Dürr-ül-muhtar haşiyesinde yazılıdır. Abdülgani Nablüsi hazretleri de, (Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Kur'an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır!) buyuruyor. (Hadika)
Ne söyleyeceklerini bile şaşırdılar Sual: Hadis düşmanları, (Bir hadise, bir âlim uydurma demişse, o hadise bin âlim sahih dese de, o hadis artık, damgayı yemiştir, onunla amel etmeyi içime sığdıramam) diyorlar. CEVAP Düşmanlık veya sapıklıklarından ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini bile şaşırdılar. Ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor. Bir kâfir, bir casus müslüman görünüp, din adamı görünüp, (Kur’anı değiştirdiler, çok âyeti çıkardılar veya eklediler) dese, şimdi bunlar bu haine inanıp, Kur’an-ı kerimi de içlerine sığdıramayacaklar mı? Ona da mı damgayı yemiştir diyecekler? Acaba bunlar, ingiliz casuslarının kurduğu Vehhabiliği, Yahudilerin ortaya çıkardığı Rafiziliği içlerine nasıl sindiriyorlar?
Bunlara soruyoruz, siz namaz kılıyorsanız, imam arkasında Fatiha okuyor musunuz? Şafiilerin okuması farzdır, Hanefilerin de okumaması vaciptir. Okursa tahrimen mekruh işlemiş olurlar. Mezhepsizler okuyoruz derlerse, Hanefi âlimlerine muhalefet etmiş olurlar, okumuyoruz diyorlarsa, o zaman Şafii âlimlerine muhalefet olur. Böyle namazı içlerine nasıl sindirebiliyorlar ki?
Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dediği bir hadise mevdu diyebilir. Müctehidin böyle demesi; “Bu hadis, Peygamber efendimizin söylememiştir" anlamında değildir. Bu hadis benim usulüme göre hadis değil, uydurmadır [sahih değildir]; fakat başka müctehide göre hadis sahih olabilir demektir. Farklı ictihadlar da aynen böyledir. Bana göre doğrusu bu der; fakat farklı ictihadda bulunan müctehide söz söylemez. Birinin uydurma [sahih değildir] demeye yetkisi varsa, ötekinin de sahih demeye yetkisi vardır. Bunun için hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dil uzatmamalı ve onların kitaplarında uydurma hadis var sanmamalı, din cahili veya düşmanlarının oyunlarına gelmemelidir.
Sual: Uydurma hadis olmaz diyorsunuz. Unutmayın bizim iki katımız olan Hıristiyan âlemi bile bir çok hadisin uydurma olduğunu söylüyor. Bu kadar insanları hiçe mi sayıyorsunuz? CEVAP Biz uydurma hadis olmaz demedik. Hakiki İslam âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis olmaz dedik. Diğer yandan, İslamiyet’e inanmayan hıristiyanların, Peygamberimize, Kur’an-ı kerime inanmayan hıristiyanların, bazı hadisler hakkındaki sözlerinin ne önemi var? Sahih dedikleri hadis var mı ki? İkincisi Hıristiyanlar, bizim iki katımız kadar değil. Öyle bile olsa ne önemi var? Hıristiyanlardan sayıca fazla Çinli ile Japon var. Hepsi Budist. Bir sürü dinsiz insan da var. Hepsi Hıristiyanların iki katından fazladır. Ama Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar.) [Enam 116]
Sual: Çelişkili hadislere bir örnek vereyim. Kur’anda Allah kullarına yapamayacakları hiçbir işi vermeyeceğini söylüyor. Buna rağmen sizin hadislerinize göre ise; Hazret-i Muhammed miraca çıktığında Allah ile namaz hakkında bir pazarlığa giriyor. Ümmetim bu kadarını yapamaz 50 vakit namaz sayısını azalt demiyor mu? Hiç böyle şey olur mu? CEVAP Bekara suresinin sonunda buyuruluyor ki: (Rabbimiz Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma.) [Bekara 286]
Bu âyet de gösteriyor ki önceki ümmetlere çok ağır yükler yüklenmişti, Peygamber efendimizin hürmetine bu ümmete kaldıramayacağı yükler verilmemiştir, dileseydi öteki ümmetlere yüklediği gibi bize de yüklerdi. Bu Resulullahın ümmetine Allahü teâlânın bir ihsanıdır. Sonra 50 vakit emretse yapılamaz mı idi? Beş vakte indirildiği halde her Müslüman kılabiliyor mu? Beş vakti severek kılan 50 vakti de kılabilirdi. Ama kolaylık olması için beşe indirilmiştir. Bu husus Buhari ve Müslim gibi İslam dininin en sahih iki hadis kitabında bildirilmektedir. Pazarlığa girmiyor, bu senin gibi hadis düşmanlarının bir iftirasıdır. Allah’a yalvarıyor istirham ediyor, rica ediyor niye pazarlık kelimesini kullanıyorsun?
Sizin hadisler diyorsun. Sen Müslüman değil misin, misyoner misin veya 19 cu musun? Sen hadislere inanmıyor musun? Kur’an-ı kerimde baştan sona kadar Resulüme uyun, Onun sözlerine tâbi olun buyuruluyor. Bir de niye Peygamber efendimiz demiyorsun da Hazret-i Muhammed diyorsun? Sen hangi dindensin?
Sual: Hazret-i Musa’nın akıl vermesi ile, Hazret-i Muhammed’in Allah’tan böyle bir teklifte bulunması normal olabilir mi hiç? Çelişki değil mi? CEVAP Namazlarda olsun namazlardan sonra olsun Allah’a dua etmiyor muyuz? Ya Rabbi kazadan beladan koru diye dua etmiyor muyuz? Şunu ver bunu ver demiyor muyuz? Peygamber efendimizin de istemesi normal değil mi? Musa aleyhisselam tecrübesine göre tavsiye ediyor. Önceki ümmetlere çok ağır yükler yüklendiğini biliyordu. Bunun çelişki neresindedir? Sonra bu hadis-i şerif İslam tarihinde en kıymetli iki hadis kitabında vardır. Bütün İslam âlimlerinin onayladığı iki kitap. Asırlardır gelen bütün İslam âlimleri, bütün mezhep imamları bunu onaylamıştır. Ancak yeni türediler ve misyonerlerin oyuncakları buna itiraz etmişlerdir. Bunda itiraz olunacak ne var ki? Buna itiraz etmek bütün İslam âlimlerini bir kalemde silip atmak demektir. Halbuki Allahü teâlâ (Bilmiyorsanız zikir ehline = âlimlere sorun) buyuruyor. (Âlimler çok kıymetli insanlar) buyuruyor. Kendi aklını âlimlerin ilminden ve aklından üstün mü biliyorsun?
|
|
Yukarı dön |
|
|
|
|