M. İkbal Yeni Uye
Katılma Tarihi: 06 eylul 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 7
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Evet arkadaşlar, bu konu da, daha yeni yeni bilinçlenen Kur'an İslamcılarının bazı akademik bilgiden yoksun olanlarınca, bilgi eksikliği nedeniyle yanlış yorumlanmıştır. Şimdi sizlere bu bilgi eksikliğinden kaynaklanan yanlış yorumların mantık hatalarını sıralayacağım.
Bilindiği üzere Türkiye'de, Kur'an'a yöneliş hareketinin çığırını açan ilk isim Prof. Dr. Hüseyin Atay'dır. Ondan başlayalım. O, mealinde bu kelimeyi "başörtüsü" olarak çevirmiştir ve mealinde kullandığı yöntem itibariyle de kelimenin ikinci veya üçüncü anlamlarını vermeyip, en geniş manada, mütevatır olarak bilinen anlamına yer vermiştir. Zaten bu da yeterli olandır ama bir nesil sonra, Kur'an'a yöneliş hareketine biraz daha ivme kazandıran Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün hazırladığı mealde bu kelimeyi "örtü/başörtüsü" olarak çevirdiğini görmekteyiz. İşte burada Yaşar Nuri Öztürk, Hüseyin Atay'dan daha farklı bir metod kullandığı için kelimenin mütevatır anlamının yanında diğer anlamlarını da yer vererek, az sonra açıklamaya çalışacağımız gerçekleri belki de halkın zihninde en çok aydınlatan kişi olmuştur.
Üçüncü olarak sıralayacağımız kişiler, daha çok çömez olarak adlandıracağımız ve akademik araştırmalara pek de vakıf olamayan Kur'an Araştırmalar Grubu'dur. Bu kişiler kelimeyi "örtü" olarak çevirmiş ve buradan yola çıkarak birtakım iddialarda bulunmuşlardır. Az sonra genel açıklamada bu iddialarının nasıl bir eksikliğe yol açtığını göreceğiz.
Dördüncü olarak ise Hakkı Yılmaz var ki, o da Kur'an Araştırmalar Grubu'ndan bir iki gömlek daha bilgili bir şahsiyettir, ama işte o kadar. Kur'an İslam'ına gönül veren bu alimimiz de kelimenin anlamının "örtü" olduğunu açıklayarak mütevatır anlamına yer vermemiş ve bu nedenle de esas itibariyle kelimenin havada kalmasına yol açmıştır.
Şimdi sizlere bu meallendirme farklılıklarındaki çok ince bir detayı açıklayacağım ki, umarım bu konu da bir sıkıntı olmaktan biz Kur'an dinine yönelenlerce ortadan kalkacaktır.
Açıklamama Mustafa İslamoğlu'nun, Gerekçeli-Meal çalışmasından yaptığım bir alıntıyla devam edeceğim:
"7 ... Humur'un tekil formu olan hımar, "başörtüsü" demektir. İçkiyi de, aklı bürüyüp örttüğü için aynı kökten gelen hamr adı verilmiştir (Kitabu'l- 'Ayn). Bu iki kelimenin buluştuğu nokta "baş"tır. Mesela küfür de "örtmek" anlamına gelir, fakat başa değil kalbe nisbet edildiği için farklı kökten bir kelime kullanılmıştır. "İçinde neden baş geçmiyor?" sorusu art niyetle değilse cehalet eseridir. Zira Arapça'da hepsi de başörtüsü olarak kullanılan burka', nikab, lifam, lisam, nasif, mikne'a ve cilbab kelimelerinde de "baş" geçmez. Tıpkı Türçe'deki yemeni, yaşmak, çit, yazma, bürgü, bürümcek, tülbent, eşarp, atkı ve çar'da geçmediği gibi. ..." (Nur Suresi 31. ayet, 7. dipnot)
Evet, görüldüğü üzere, Türkçe'de bu sayılanlar pek tabi ki temel yapısı itibariyle örtüdür. Bu nedenle, elbette kelimenin bir diğer anlamı örtü olacaktır. Ama bu demek değildir ki kelime, anlam itibariyle başka bir şeye atıf yapıyor olmasın. Bilindiği üzere Kur'an, Arap halkına hitap ederken onların anlayacağı kelimeleri seçmiştir. Şimdi, Allah bizlere bir kitap yollasa da orada tülbent kelimesi geçse biz ne diyeceğiz; "Yok burada baş kelimesi geçmiyor, o nedenle de biz yıllardır akla gelen ve uygulanış itibariyle de esas olan tülbetin anlamını artık temel yapısı itibariyle örtüye indirgeyerek farklı anlayacağız mı demeliyiz?" Bu olacak iş değildir. Bunu yapanlar Mustafa İslamolu'nun da dediği gibi ya "art niyetle değilse cehalet"lerinden yapıyorlardır. Biz ikinci ihtimali göz önünde bulundurmak istiyoruz.
Elbette şimdi de başörtüsü üzerine olan tüm açıklamalarını ve inancını bu kelimeye bağlayanlardan, benim başörtüsünü farzmış gibi algılatmaya kalktığımı düşünenler olabilir. Onu da hemen açıklayalım:
"... fıkıh usulcüleri dediğimiz metodolojistlerin tümünün ortak kabulü, Kur'an'daki bütün emirlerin vücup (gereklilik, farzıyet) ifade etmediği merkezindedir. Başka bir deyişle, vücup için, emir kipinin kullanılmış olması yetmez, o kipin farzıyet (gereklilik) anlamında bağlayıcılık ifade ettiğinin başka yollarla (karinelerle) gösterilmiş olması gerekir.
Emir kipinin hangi anlamları ifade ettiği uzun uzun anlatılmaktadır. On ila on beş arası anlamdan söz edilmiştir. Fahreddin Râzî (ölm.606/1209), fıkıh usulüne ilişkin eseri el-Mahsûl'de Kur'an'daki emir kipinin on beş anlam ifade ettiğini, bunlardan sadece birinin vücup olduğunu bildirmektedir. Aynı zamanda bir usulcü olan İmam Gazâlî, metodolojiye ilişkin ünlü eseri el-Müstasfa'nın emir kavramını ele alan bölümünde (bk. 1/737-777; 2/535) Kur'an'daki emir kiplerinin fıkıh açısından durumunu incelemektedir. Bu listede de vücup ifade eden emirler çok azdır.İmam Şâfiî, emrin temelde iki anlam ifade ettiğini söylemiştir: Vücup (gereklilik, farzıyet), nedb (edep ve terbiye tavrı)
Emrin vücup ifade etmesi için gerekli karinelerin başta geleni, emir kipiyle bildirilen hususun aksini yapanların hesap ve ceza ile tehdit edilmesidir. Gazâlî burada, emrin vücup ifade etmesi için, 'emrin yerine getirilmemesinin isyan anlamına geldiğinin bildirilmiş olması' gerektiğini söylüyor. (bk. 1/763) Yani emir kipi kullanılarak bildirilen bir husus, eğer vücup ise (aksini yapmak haram ise) o emri çiğnemenin Allah'a isyan olduğunun ayrıca bildirilmesi gerekir. Gazâlî'ye göre, emrin birkaç kez tekrarı da vücup ifade etmenin kanıtlarından biridir. Eğer bu iki özellik yoksa emrin nedb (mendupluk, edep ve terbiye tavrı) ifade ettiği kabul edilir. Ve Gazâlî ekliyor: Ümmetin nedbe hamlettiği emirler çoğunluktadır. (el-Müstasfa, 1/773) Yani ümmetin genel kabulü emrin nedb ifade ettiği merkezindedir.
Başın örtülmesi konusunda, Gazâlî'nin vücup için gerekliliğinden söz ettiği dayanakların hiçbiri mevcut değildir. Gazâlî'ye göre, emrin vücup veya nedb ifade ettiği hususunda tartışma çıkarsa 'tevakkuf' (hüküm vermekten kaçınıp beklemek) esas alınır.
Gerek Gazalî'nin, gerekse diğer usulcülerin emir kavramı ile ilgili bu anlayış ve kabulleri dikkate alındığında Nûr 31'deki emrin, başı örtmek anlamında vücup ifade ettiğini söylemek mümkün değildir. Bir kere, o ayetteki emir başın örtülmesine ilişkin değil, göğsün örtülmesine ilişkindir. Yani emrin taalluk noktası baş değil göğüstür. Başın örtülmesine hamledilmek istendiğinde 'mânâya delalette kesinlik' yoktur. Çünkü emir, "Başlarını örtsünler" şeklinde değildir. Böyle olunca da vücup doğmaz. Vücubun doğması için iki kesinlik şarttır: 1. Nassın varlığının kesinliği yani sübût, 2. Nassın mânâya delaletinin kesinliği. Nûr 31. ayette bu ikincisi kesin yoktur. Birincinin varlığı da tartışılabilir. Çünkü vücubun konusu sayılan 'baş' veya 'saç' kelimeleri ayette yoktur.
Nûr 31'de, vücup çıkarmak için senet yapılabilecek diğer karineler de yoktur. Çünkü ne o emri terk edene hesap ve ceza tehdidi vardır ne de emrin defalarca tekrarı. O halde, emri, ya fıkıh profesörü Yunus Vehbi Yavuz gibi 'nedb' kabul edeceğiz, yahut Gazâlî'nin koyduğu ölçüyü işleterek tavakkuf edenlere (hüküm vermeyenlere) katılacağız. Bunun ötesine geçilmediği içindir ki, geleneksel kabul, örtünmeyi, köle-hür tüm kadınlar için farz görmemiş, sadece hür kadınları bağlayan bir sosyal konum göstergesi olarak değerlendirmiştir.
Nûr 31. ayette vücup ifade eden bir emir vardır ama bu emir göğsün kapatılmasına yöneliktir. Başın-saçların kapatılmasına ilişkin bir emrin o ayetten çıkarılması zorlama ile bile mümkün olmaz.
Hanefî fıkhının ve fıkhî tefsirin öncülerinden biri sayılan el-Cassas (ölm. 370/980) Ahkâmü'l-Kur'an adlı tefsirinde Nûr 31. ayeti açıklarken oradaki örtüne emrinin 'göğüs ve boyunları örtmeyi' amaçladığını bildirmektedir. Cassas şöyle diyor: "Bu ayetten anlaşılır ki kadının göğsü ve boynu avrettir, yabancı erkeklerin görmesi caiz olmaz." (Cassas; Ahkâmü'l-Kur'an, 3/461) Cassas'ın aynı yerde bildirdiğine göre, tâbiûn devri müfessirlerinin en ünlülerinden biri olan Said b. Cübeyr (ölm.95/713)e göre de saçların açılması haram değil, sadece mekruhtur.
Demek oluyor ki, başın kapatılması yönünde bir icma'ın varlığından söz etmek de tutarlı değildir. Said b. Cübeyr gibi bir zatın onaylamadığı bir görüşe, icma' demek mümkün olamaz. Namazda setr-i avretin sadece sünnet olduğunu söyleyen İmam-ı Mâlik (ölm. 179/795)i de Said b. Cübeyr'in yanına koymak gerekir. Peki, bu durumda icma' nerededir? Bu görüşlerin gerçekten Said'e ve İmam Mâlik'e ait olup olmadığı tartışılabilir denirse, o zaman şu veya bu konuda icma'ın olup olmadığı da pekâla tartışılabilir demek gerekir. Bu durumda da söz varacağı yere varır: Onun-bunun dediğini, deyip demediğini teftiş yerine Kur'an'a bakıp çözümü orada bulalım!
Böyle bakıldığında söylenekcek şeyin şu olduğu kanısına varıyoruz: Vücubun, başın örtülmesine bağlanması geleneksel kabullere çok uygun bir yorum olduğu için tutulmuş ve kurallaşmıştır. O ayetten açıkça çıkan tek emir, göğüslerin, özellikle göğse takılmış bulunan süs takılarının kapatılmasıdır. Ayette geçen 'zînet:süs' tâbirini kadın vücudu olarak değerlendirmek sadece dayanaksız değil, saçmadır. Örfün din adı altında dayatılmasıdır. Kadın vücudunun 'zînet' olarak düşünülmesine dayanak olacak hiçbir Kur'an ayeti yoktur. Bunlar, egemen anlayışın hesabına uygun geldiği için dinleştirilmiş yorumlardır. İsteyen, din adına bu yorumları elbette ki izler, ama başkalarının bunları din yapmasını isteyemez. ... (Nur Suresi, ayet 30-31; Kur'an'daki İslam, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk)
__________________ Düşünmeden konuşmak, nişan almadan ateş etmeye benzer. İngiliz Atasözü
|