Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
CEVAP:Var olan her şeyi yaratan bir yaratıcının olması ve bu yaratıcının 3 ana özelliğinin olması gerekir.
a.Zaman kavramından bağımsız olması gerekir. Çünkü bizim yaratılabilmemiz için yaratıcının zaman kavramından bizim gibi etkisi altında olmaması gerekir. Yani bizim zaman kavramımıza göre geçmiş ve gelecek zamanların tümünde var olması gerekir.
KAMER
49 – Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü ile yarattık. [25,2; 87,1-3]
b.Var olan her şeyi yaratabilme gücüne sahip olması gerekir.
c.Neden sonuç ilişkisi olmayan tek ve ilk varlık olması gerekir. Yani varlığının bir nedene dayanmaması gerekir.
2.SORU:Yaratma işini nasıl yaptı ve bunu neden bu şekilde yaptı?
CEVAP:Her türlü maddeyi yarattı ve bunlara kudretini kullanarak özellikler verdi. Atom sayıları, elektron sayıları,katı-sıvı-gaz özellikleri ve bu özelliklere geçiş koşulları ile matematik kanunları gibi birçok bilimsel veriyi ALLAH yaratmıştır. Bilim insanları da bunları keşifler sonucunda bulmakta ve bunların hiçbir zaman sabit koşullar altında değişmediğini görmektedirler.Yani ALLAH, ın koymuş olduğu kurallar hiçbir zaman değişmemektedir.
YASİN 78 – Nasıl yaratıldığını unutarak, bir de misâl fırlattı Bize:“O çürümüş kemikleri kim diriltecek!” diye. 79 – De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltir, hem O, yaratmanın her türlüsünü bilir.”
FETİH SURESİ
23 – Allah’ın öteden beri câri olan kanunu budur. Ve sen Allah’ın nizamında hiçbir değişiklik bulamazsın.
Bu maddelerin birbirleri ile etkileşimler sonucunda var olan her şey yaratılmıştır.
Bu yaratılma işlemini insanın ve hayvanlarda bulunan kromozom şifresi gibi kâinatın da bir şifresinin olduğu ve bir plan çerçevesince fizik, kimya, matematik vb. kurallar içerisinde bulunan olasılık hesapları dâhil bilinen ve bilinmeyen Âdem atamızın bir bölümünü söylediği cisimlerin ve eşyaların isimleri (özellikleri) içinde her türden varlığın yaratıldığı kanaatindeyim. Bu yaratılma bize tesadüf gibi gelmekte ancak unutmamak gerekir ki tesadüflerin yaratıcısı da ALLAH tır.
ENFAL SURESİ
42 – Hani Bedir savaşı günü ey Müslümanlar, Siz vadinin yakın kenarında idiniz, onlar da uzak tarafında idiler! Kervan ise sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi.Eğer sözleşmiş olsaydınız dahi, sözleştiğiniz vakitte öyle buluşamazdınız.Fakat Allah, takdir ettiği bir işi yerine getirmek için, sizi böyle buluşturdu ki helâk olan, bir delile göre helâk olsun, yaşayan da bir delile göre yaşasın.Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir. [6,122]
Bu yaratma işlemi aynı bir çocuğun gelişimi gibi zaman içerisinde değişim-gelişim süreci içinde gelişmiştir. Bunu sağlamak içinde ALLAH yarattığı her türden varlığın doğumunu ve ölümünü yaratmıştır.
Bu ayette açıkça gelişim ve değişimin rahimlerde gerçekleştirildiğinin bir kanıtıdır. Adem ve İsa Peygamberimiz ve Hava anamızın yaratılması da bu şekilde rahimlerde yapılan değişiklik şeklinde oluşturulmuştur. Aynı şekilde günümüzde de hamile kalan her türden anneler değişik veya farklı canlılar dünyaya getirmektedirler. Geçtiğimiz günlerde bir koyunun bir yerinden hücre alınarak kopya oluşturulması aynı İsa peygamberimizin babasız anne karnına konması gibidir. Kopyalanan koyunun babası yoktur. İsa Peygamberinde babası yoktur. Adem peygamberinde babası yoktur ve bu kuran-ı Kerim’de açıklanmıştır.
ENBİYA
30 – Hakkı, inkâr edenler görüp bilmediler mi ki göklerle yer bitişik (bir bütün) idi, onları Biz ayırdık, hayatı olan her şeyi sudan yaptık. Hâlâ inanmayacaklar mı?
RA’D SURESİ
8 – İşte O Allah’tır ki her bir dişinin neye gebe olduğunu, karnında ne taşıdığını, ve rahimlerin neleri eksik bırakıp, artırdığını bilir. Doğrusu O’nun katında her şey bir ölçü iledir. [23,13-14; 39,6; 53,32]
A'LA
2-3 – O seni yaratıp, mükemmel yaratılış vereni!O her canlıyı bir ölçüye göre yapıp hayatının devamını, sağlayacak yolları göstereni!
SECDE
7 – Yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yapıp insanı ilkin çamurdan yarattı.
ALİ-İMRAN
59 – Allah yanında Îsâ’nın durumu, aynen Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yaratıp “ol” dedi, o da derhal oluverdi.
Bu Kuran-ı Kerimim 1400 yıl öncesinden haber verdiği bir mucizedir. Bu olayda Kuranda İlkin yaratığımız gibi sizi tekrar yaratacağız ve bize döndürüleceksiniz denilmektedir bu olay aynı zamanda tekrar yaratılışın nasıl olacağına dair bir işaret bir örnektir ve Kuran-ı Kerimden gelen bir mucizedir. Kuran-ı Kerimde bu durum peygamberimize açıklanmış ve Kuran-ı Kerim’in bir mucize olduğu belirtilmiştir. Yalnız buraya bir ekleme yapmak istiyorum. Yeniden yaradılış neden sonuç ilişkisine dayandırılarak gelişim ve değişim içinde olmayacaktır. Çünkü bunun iki nedeni var. Birincisi ALLAH Sizi tekrar yaratmam daha kolay olacak diye Kuran’da ayet vardır. İkinci neden ise artık insanlar teste tabi tutulmuş ve sınav sonuçlanmış olduğundan, ALLAH yeniden yaratma işini yaparken nedensellik ilkesinin arkasına neden saklansın gerek yok, o nedenle yaratma işlemi alenen olacaktır. Yani ruhumuz et ve kemikle kaplayarak tekrar yaratılacağız.
Eğer bu şekilde olmasaydı bütün insanların özellikleri aynı olurdu zekâ seviyeleri renkleri boyları zevkleri yetenekleri aynı olması gerekirdi zira hayvanlarda da aynı olması gerekirdi. Demek kideğişim ve gelişimi bu şekilde yaratmak için Allah böyle yapmıştır. Değişim ve gelişim neden-sonuç ilişkisinin bir sonucudur. Neden sonuç ilişkisi bizi Allah’ın varlığına bağlar. Allah’ta yarattıklarını böyle kendisine bağlayarak yaratığı her varlığın kendisine dönüşünü bu şekilde sağlayacaktır. Ölümü ve doğumu bu nedenle yaratmıştır.
VAKIA
58-59 – Şimdi düşünsenize o akıttığınız meniyi! Onu yaratıp insan haline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?
60-61 – Aranızda ölümü Biz takdir ettik. Sizi yok edip yerinize benzerlerinizi getirmeyi ve sizi bilemeyeceğiniz bir biçimde ve vasıfta yaratmayı dilersek, Bize mani olacak hiçbir güç yoktur.
62 – Siz ilk yaratmayı pek iyi biliyorsunuz, artık düşünüp ibret almanız gerekmez mi? [30,27; 19,67; 36,77-79; 75,36-40]
63-64 – Ektiğiniz tohuma baksanıza! Siz mi onu yetiştiriyorsunuz Biz mi?
65 – Eğer isteseydik onu kuru çöp haline getirirdik, siz de şaşıp kalır, pişman olurdunuz:
Eğer doğumu yaratıp ta ölümü yaratmasaydı yaratmış olduğu hiçbir varlık kendisine dönmeyecekti.Bizler Âdem atamızı ve ondan önceki canlı varlıkları da görebilecektik ve şöyle diyecektik bizi yaratan anne ve babalarımızdır. Zaten bizim için ölüm yoktur bile diyemeyecektik çünkü ölüm nedir bilmeyecektik. Böyle bir dünya bizim için asıl dünya olacaktı yani şu anda inandığımız öbür dünya bizim için asıl dünya olacaktı ve bu düşüncelerimizde haklıda olacaktık. Bir düşünün doğuyorsunuz ve yaşıyorsunuz ölüm nasıl olur düşünemiyorsunuz bile. Böyle bir dünya da yaşarken Allah’ın varlığına ihtiyaç duyar mıydık? Böyle bir dünya da ölüm olmadığına göre ölümü oluşturan nedenlerde olmayacağından herhalde hayatımız çizgi film kahramanlarının hayatı gibi olurdu. Yani yaşantımızda neden sonuç ilişkisi olmazdı. Böyle bir dünyada Bizlerde bir şeyi yaparken yaptığımız şeyleri neden sonuç ilişkisine bağlayamaz aynı çizgi film kahramanlarının yaptığı gibi çizerdik onlarda biz gibi neden sonuç ilişkisi olmadan yaşamaya başlarlardı. Beklide onlarda aynı şekilde bir şeyler yaparak herkes kendi dünyasını oluştururdu ki o zamanda bak ben yaratabiliyorum diyebilirlerdi. Her yaratılan bunu söylerdi. Böyle bir dünyanın zaman kavramı nasıl olurdu bunu düşünemiyorum bile Artık siz düşünün ne kadar karışık bir durum olduğunu
CASİYE SURESİ
24 – Âhireti inkâr eden kâfirler bir de şöyle dediler: “Hayat, sadece bu dünyada yaşadığımız hayattan ibarettir: Ölürüz, yaşarız. Bizi yalnız zamanın akışı helâk eder.”Aslında, buna dair hiçbir kesin bilgileri yoktur, onlar sadece zanlarıyla böyle söylüyorlar.
İşte Allah bütün yaratılan varlıkların varlık nedenlerini kendisine dayandırabilmeleri ve kendisini görmeden inanmaları için böyle neden sonuç ilişkisi içinde ölümü, değişim ve gelişimi sağlamak için yaratmıştır.
Gelişim ve değişim günümüz koşullarında insanlar tarafından hızlandırılmıştır. Günümüzde buna genetik bilimi denmektedir. Bu bilim dalı doğanın milyarlarca yılda yaptığını çok kısa sürelerde yapmaktadır. Bu işlemi insanların yapması sonucu değiştirmemektedir. Neden-sonuç ilişkisi içerisinde bu değişimi yine ALLAH yapmaktadır. Çünkü biz bu işleri yaparken Allah’ın koymuş olduğu matematik, fizik, kimya vb. kuralları dışına çıkmadan yapmaktayız. Zaten bu kuralların dışına çıkmamızda mümkün değildir.
Kominizim döneminde yıllarca gelişim ve değişimin doğa tarafından yapıldığı ispatlanmaya çalışılmış ve başarılı olunamamıştır. Aslında bu işlemi doğa yapmaktadır ancak neden sonuç ilişkisi içerisinde uzun yıllarda yapmaktadır. Bu durumu köminizmin ileri gelen siyasi ve bilim adamları hemen istemişlerdir. Çünkü bu şahıslar ölümlü olduklarından kendi yaşantıları içerisinde bu durumu görmek istemişlerdir. Ama Koministleride yaratan ALLAH’ ın bu şekilde bir zaman sorunu yoktur. Zaten bizim içinde bulunduğumuz zamanı yaratanda kendisidir.
Kominisler belki şöyle deneselerdi olurdu Sibirya ovasına en yakın olan tarlaların buğday tohumlarından alınarak kuzeye doğru yavaş yavaş çıkılarak yapılsaydı olabilirdi. Aynı Anadolu insanının koyun neslini geliştirmek için en iyi erkek tokluyu seçerek damızlık yapmaları gibi, bu işlemi asırlardır doğada yaşayan hayvanlarda yapmaktadırlar. Bu günlerde insanlarda siperm bankası kurarak yapmaya başlamışlardır ve bu durum gitgide yaygınlaşacaktır.
Komünistler bunu hemen istemişler ancak bu amaçlarına ulaşamamışlardır. Bu amaçla buğday tohumları soğuk suda bekletilerek Sibirya ovalarına ekilmiş ve bütün tohumlar yıllarca telef olmuş sonunda Amerika devletinden getirilmiş olan melezleme tekniği ile üretilmiş buğday tohumu ekilerek başarılı olunmuştur. İşte bu melezlenmiş buğday tohumun darwin’ in yaptığı değişim ve gelişim teorisine bir örnek teşkil etmektedir. Ama kominisler bunun farkına varamamışlardır. Boş yere insanların ölümlerine sebep olmuşlardır. Amerikalıların yaptığı neden-sonuç ilişkisi kurularak yapılmıştır. Allahın doğa kanunlarına uygundur. Fakat Rusların yaptığı neden-sonuç ilişkisi dışındadır. Bu yüzden Ruslar başarısız olmuşlardır.
MÜLK
2 – Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O azîzdir, gafurdur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur). [2,28; 18,7]
İNFİTAR
7 – O değil mi seni yaratan, bütün vücud sistemini düzenleyen ve sana dengeli bir hilkat veren,
8 – Ve seni dilediği bir surette terkib eden?
İşte bu durum neden sonuç ilişkisini doğurmuştur. Buda ALLAH’IN neden sonuç ilişkisi olmadan hiç bir şey yaratmadığını göstermektedir. Peygamberlere verilen mucizeler istisnai durum oluşturmaktadır. Bunu da ALLAH kitaplarında açıklamıştır. Peygamberler mucizeleri yaparken özellikle ALLAH’IN izniyle olduğunu üzerine basa basa vurgulamışlardır. Çünkü mucizeler neden sonuç ilişkisi ile açıklanamazlar. Açıklandıklarında mucize olmaktan çıkarlar ve tesadüf olurlar. Eğer yaratılışımız neden-sonuç ilişkisi içerisinde değişmeyen bilimsel veriler sonucunda olmasaydı, her gün değişik bir mucize ve fizik kuralı, matematik kuralı (Örneğin 2+2=4,5,6 gibi ) , biyoloji ve kimya kuralları görürdük ve bunlara anlam verebilecek bir aklımız bile oluşmazdı. Bizler ne şekilde olurduk onu ancak ALLAH bilir.
MÜ'MİNUN
91 – “Allah asla evlat edinmedi. O’nun yanı sıra hiçbir tanrı da yoktur. Öyle olsaydı her tanrı kendi yarattıklarını yanına alır ve onlardan biri diğerine üstün gelmeye çalışırdı. Allah o müşriklerin isnat ve nitelendirmelerinden münezzehtir.” [21,22]
Yaratırken NEDEN SONUÇ ilişkisi içerisinde yaratması sonucunda isteyen bizim yaratılışımızın yaratıcı ile ilgisi yoktur, biz tesadüfler sonucunda maddelerin birbirleri ile etkileşimleri sonucunda oluştuk diyebilmesi için, isteyeninde yukarıda belirttiğim gibi bir yaratma meydana gelmiş ve ben bu şekilde ALLAH tarafından yaratılmışım diyebilmesi ve özgür iradesini kullanabilmesi için ALLAH böyle neden sonuç ilişkisi kurarak yaratmıştır.
Yaratılan varlıkların hepsinde neden sonuç ilişkisi ALLAH tarafından kurulmuştur. Bunun nedeni ise her yaratığı şeyi kendisine döndürebilmesi için yapmıştır.
TEGABUN
3 – Allah, gökleri ve yeri gerçek bir maksatla, hikmetle yarattı. Sizi yarattı, hem de size güzel güzel sûretler verdi. Dönüşünüz de O’na olacaktır.[82,6-8; 40,64]
AHKAF
3 – Biz gökleri, yeri ve bunların arasındaki varlıkları ancak gerçek bir maksatla, adalet ve hikmetle, bir de belli bir süre için yarattık. Ama kâfirler uyarıldıkları kı
4 – Müşriklere de ki: “Şimdi baksanıza şu sizin Allah’tan başka ilahlaştırıp yalvardığınız putlarınıza! Söyler misiniz, onlar yerde hangi şeyi yaratmışlar, yoksa göklerde mi bir ortaklıkları var?(Akıl yönünden bu mümkün olmayınca, nakil yönünden putlara ibadetin gerçek olduğunu gösterin) Eğer bu iddianızda tutarlı iseniz, daha önce gelmiş bir kitap yahut hiç değilse bir bilgi kalıntısı varsa getirin görelim.”
MÜ'MİNUN
115 – “Bizim sizi boşuna yarattığımızı, Bizim huzurumuza dönüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?”
ALLAH kendi varlığı olmadan hiçbir varlığın varlık nedenini açıklayabilmesini mümkün kılmamak için böyle yaratmıştır.Yani ALLAH varsa Bende varım veya ben varsam ki varım o halde ALLAH’TA olmak zorunda diye düşünmelerini sağlamak için böyle yaratmıştır. İnsanın kendi varlığını başka türlü açıklamasına imkân yoktur. İşte bu yüzden bütün var olanların varlıklarının açıklanabilmesi için tek dayanılacak ve ihtiyaç duyulacak son noktaALLAH’ın varlığıdır.ALLAH’IN varlığı ise neden sonuç ilişkisi dışındadır.
4 SORU:ALLAH İnsana ne gibi insani özellikler vermiştir. İnsanları nasıl tanımlamamız gerekir.?
CEVAP:1.İnsan; kendisini yaratanın kim olduğunu ve nasıl bir varlık olması gerektiğini sorgular ve bu yönde sorular sorarak cevap arar.
2.İnsan hayvanlardan farklı olarak düşünen bir beyni ve mantığa sahiptir.
3.İnsan vicdan sahibidir. Vicdanı ile yapmış olduğu bir hareketin başka insan ve canlılar için fayda ve zararlarının neler olduğu ölçerek hareket eder. Başka insan ve canlılara faydalı olmak için hareket eder. Bu hareketinin kendisi içinde en yararlı bir yol olduğunu bilir. Yani kendi menfaati için başkalarının menfaatini gözetmek zorunda olduğunun bilinci içerisindedir. İnsan empati yoluyla da bunu yapar.
İnsan vicdanı ile her türden hareketin iyimi – kötümü olduğunu bilir. Yani değerlendirme yeteneğine sahiptir. Bu sayede kanunları bilmediği halde suç işleyip işlemediğini evrensel değerler içerisinde bilir.
4.İnsanda acıma duygusu vardır. Zayıf ve güçsüz insan ve canlılara karşı karşılık beklemeden yardım etme duygusu ile donatılmıştır. İnsan eline fırsat geçtiği halde yapmış olduğu hareketten başka insan ve canlılar olumsuz etkilenecekse bu hareketini yapmaz.
5.İnsanda başka insan ve her türden canlılara karşı sevme duygusu taşır. Aynı zamanda bu durumun tersi olan nefret duygusu da taşır. Nefret ettiği insan ve canlılar ise başka insan ve canlılara kötülük yapanlardır. Bu kimselere hoşgörü ile bakmaz hareketlerini tasvip etmezler.
6.İnsanda güzel olan her türden canlı ve bitkilere karşı seçicilik ve beğeni duygusu vardır.
7.İnsan ölüm korkusu taşır. Bu da insanda bir ruh olduğunun en büyük kanıtıdır. Bu korku insan ruhunun bir özelliğidir.
İnsanlar dünya’ya indirilirken ruh olarak indirilmiştir. İnsanlar, cinler ve melekler geldiğimiz diğer dünyada ruh olarak yaratılmışlardır. Kuranı Kerimin hiçbir yerinde insanların madde olarak cennette yaratıldıklarına dair hiçbir ayet yoktur. İnsanlar medde olarak dünyada yaratılmış ve ruhları bu maddenin içine sonradan Allah tarafından konulmuştur. Yukarıda bahsettiğim gibi insanları oluştururken Allah çeşitli merhalelerden geçirerek yaratmış ve akıl vermiştir. Vermiş olduğu aklında bir ruhunun olduğunu kavramasını sağlamıştır. Eğer öyle olmasaydı ünlü düşünür Aristo şöyle diyemezdi. ‘Düşünüyorsam öyleyse varım’demesi ve diğer bütün insanların da düşünüre katılmaları ve aynı mantıkla düşünmeleri ruhlarının olduğunu kabullendiklerinin en büyük kanıtıdır.
İnsanlar ruhlarının varlığını kabullendiklerini benimsediklerinde Allah’ın varlığını da kabullenmek zorundadırlar. Çünkü somut varlık yani madde âlemi neden sonuç ilişkisine göre oluşabilmekte ancak ruh bunun dışındadır. Çünkü ruh bir madde değildir. Neden sonuç ilişkisi dışında bir varlıktır. Ruh Allah’ın yarattığı madde boyutunda olmayan başka bir varlıktır. (Araf Süresi 19 ncu, Nisa Süresi 1 nci, En’am Süresi 98 nci, araf süresi 189 ncu veZümer Süresi 6 ncı ayetler)
ARAF SURESİ
19 – “Sana gelince Âdem, seninle eşin cennete yerleşiniz, istediğiniz her tarafından yiyip içip yararlanınız. Yalnız sakın şu ağaca yaklaşmayın! Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz.” [4,76]
NİSA SURESİ
1 – Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Adını anıp Kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir. [7,189; 30,21; 39,6; 42,11] {KM, Tekvin 2,21-23}
EN'AM SURESİ
98 – Sizi bir tek candan yaratan O’dur. Sonra sizin için; bir kalacak yer, bir de emanet olarak duracak yer vardır. Biz âyetlerimizi anlayan kimseler için açıkça bildirdik. [4,1]
ARAF SURESİ
189 – O’dur ki sizi bir tek candan yarattı ve bundan da, gönlü kendisine ısınsın diye eşini inşa etti. Erkek eşini sarıp bürüdü, o da hafif bir yük yüklendi, hamile kaldı. Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca her ikisi de Rab’leri olan Allah’a yönelip “Eğer bize sağlıklı, kusursuz bir evlat verirsen mutlaka Sana şükreden kullarından oluruz” diye yalvardılar. [4,1; 49,13; 30,21] {KM, Tekvin 2,21-22}
ZÜMER SURESİ
6 – O, sizi bir tek candan yarattı. Ayrıca ondan da eşini meydana getirdi. Size etlerini yemeniz için deve, sığır, koyun ve keçiden erkekli ve dişili olmak üzere sekiz çift hayvanın helâl olduğunu vahiyle bildirdi. O sizi analarınızın karnında üç karanlık içinde, peş peşe yaratır. İşte gerçek İlah olan Allah, bunları yapan Rabbinizdir. Bütün mülk ve hakimiyet O’nundur. O’ndan başka tanrı yoktur. Hâlâ nasıl oluyor da hak yoldan vazgeçiriliyorsunuz? [41,6,143-144]
Yukarıdaki bahsettiğim husus çok önemlidir. Çünkü kuracağım mantık bunun üzerine inşa edilmiştir.
Bana göre insanlar yani benim hayalime ve tahminime veya zanıma göre şöyle yaratılmışlardır.
Allah ilk önce maddeyi yarattı bu maddeye fizik kanunları verdi. Değişik değişik oluşumların arka arkaya gelebilmesi için zamanı yarattı. Daha sonrada büyük patlama ile uzayı açmaya başladı. Bu sürecin başlamasıyla uzayda sayısını bilemeyeceğimiz kadar yıldızlar galaksiler doğmaya, yaşamaya ve ölmeye başladılar. Yani yaşam başladı. İşte bu gibi galaksilerden bir tanesi de bizim galaksimiz Samanyolu galaksisidir. Bu galaksi içinde bizim yaşadığımız güneş sistemi oluşmuştur.Güneş sistemi içinde Dünyamız meydana getirilmiştir. Bizim galaksimize, güneş sistemimize ve dünyamıza benzer birçok sistemler meydana gelmiştir. Bunların bizim sistemimize benzeme oranları %99 dan %1 e kadar olmak üzere değişik değişik oranlardadır.
İnsan uzaya açıldığında görecektir ki kendisine düşünce olarak yakın ileride ve geride kalmış toplumlarla da karşılaşabilecektir. Hatta düşünce olarak kendisinden çok ileride fakat hayvan olarak kalmış olan canlılarla karşılaşacak ve hatta kendisinden düşünce olarak geri kalmış melek gibi canlılarla bile karşılaşacaktır. Diyeceksiniz ki hayalin çok geniş bende diyeceğim ki belgeselleri seyredin dünyamız da da böyle varlıklar irili ufaklı var. Yaşadığım sürece nereye gittimse oranın bir sakini olduğunu boş olmadığını bir yaşamın olduğunu gördüm bunun uzayda da olduğuna inancım tamdır.
Dünya üzerinde yaşamın oluşması için sıcaklık ve soğukluk kullanılarak toprak oluşturulmuştur. Toprak su içinde ilk basit hücrelerin oluşmasını sağlamış ve bu süreç basit bitkilerin, denizde yaşayan bakterilerin ve virüs gibi basit canlıların oluşmasına neden olmuştur.
Denizde, karada ve havada oluşan birbirine bağımlı asalak canlılar zamanla birbirini tamamlayan özellikleri nedeniyle birleşmişler ve daha gelişmiş canlılara dönüşmüşlerdir. İşte bu değişim ve gelişimlerin sonucunda deniz, kara ve hava hayvanları oluşmuştur. Bu deniz, kara ve havada yaşayan hayvanlar zamanla değişerek kara, deniz ve havada yaşama özelliği kazanmış ve kara, deniz ve havalarda yaşayan canlılar meydana gelmiştir. Bu gelişim ve değişim karalarda ve denizlerde de devam ederek gelişme devam etmiştir. İşte bu sürecin sonunda insan altı varlık soyu oluşmuş ve Allah’ın bu varlıklardan bir tanesine ruh vermesi ile insan dünyada yaşamaya başlamıştır. İlk Yaşayan insan Adem Peygamberimizdir. Adem ATAMIZIN ANNESİ İNSAN ALTI VARLIKTIR. Hava anamızda aynı şekilde ruhu bir insan altı varlığa verilmesi ile ilk insanlar cennetten çıkarılarak dünyaya indirilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus ruhlarının bu dünyada değil de öbür dünyada yaratılmış olmasıdır.
Biyolojik bağın o kadar önemli olmadığına ayetlerde değinilmiştir. Asıl önemli olanın fikir ve düşünceler itibari ile kendinden sonra gelen insanların kendisine inanması ile neslin devam ettiğine vurgu yapılmıştır.
HUD SURESİ
42 – Gemi onları dağlar gibi dalgalar arasından geçirirken, Nuh biraz ötede olan oğluna: “Evladım, gel sen de bizimle gemiye bin de kâfirlerle beraber kalma!” diye seslendi. [69,11-12; 54,13-15]
43 – O: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım!” dedi. Nuh ise: “Bugün Allah’ın helâk emrinden koruyacak hiçbir kuvvet yoktur. Ancak O’nun merhamet ettiği kurtulur!” der demez, birden aralarına dalga girdi, ve oğlu boğulanlardan oldu.
44 – Kâfirler boğulduktan sonra yerle göğe: “Ey yer suyunu yut ve sen ey gök suyunu tut!” diye emir buyuruldu. Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cudi üzerinde yerleşti ve “Kahrolsun o zalimler!” denildi. {KM, Tekvin 8,4}
45 – Nuh Rabbine hitâb edip: “Ya Rabbî, dedi, elbette boğulan oğlum da ailemdendi, öz evladımdı. (Halbuki ben onları gemiye alırken Sen bana kurtulacaklarını, müjdelemiştin). Senin vaadin elbette haktır ve Sen hâkimlerin hâkimisin!”
46 – “Ey Nuh!” buyurdu Allah, “O senin ailenden değil. Çünkü o, dürüst iş yapan, temiz bir insan değildi. O halde, hakkında kesin bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme. Cahilce bir davranışta bulunmayasın diye sana öğüt veriyorum.”
MÜMTEHİNE SURESİ
1 – Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanlarınızı dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği reddettikleri halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Resulullahı ve sizi, sırf Rabbiniz olan Allah’a inandığınız için, vatanınızdan kovuyorlar. Siz Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı kazanmak için yurdunuzdan çıkarılmayı göze aldıysanız, nasıl olur da onlara sevgi gösterip sır verirsiniz? Halbuki Ben sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi bilmekteyim. Doğrusu içinizden kim bunu yaparsa, artık doğru yoldan sapmış olur. [5,51-57; 3,28; 4,144]
2 – Eğer size karşı ellerine bir fırsat geçerse, size düşman kesilirler. Ellerini de, dillerini de size fenalık etmek için uzatırlar ve sizin de kâfir olmanızı cân-u gönülden isterler.
3 – Ne hısımlarınızın, ne de evlatlarınızın kıyamet günü size faydası olmaz. Allah kıyamet günü aranızda hükmeder, itaat edenleri cennete, kâfir ve âsileri cehenneme gönderir. Allah yaptığınız her şeyi görür.
4 – İbrâhim’de ve onunla beraber olanlarda size güzel bir örnek vardır: Hani onlar hemşehrilerine şöyle demişlerdi: Bizim, ne sizinle, ne de Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeriklerinizle hiç bir ilişiğimiz kalmamıştır. Siz Allah’ın tek İlah olduğuna inanmadıkça, biz sizi reddediyor, bizimle sizin aranızda ebedi olarak düşmanlık ve nefret meydana geldiğini ilan ediyoruz. Ne var ki İbrâhim’in babasına: “Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Bununla beraber, Allah’ın senin hakkında dilediği hiç bir şeyi önlemem mümkün değildir.” demesi başka. Onun ve beraberinde olanların duası şudur: “Ey Yüce Rabbimiz! Yalnız sana güvenip dayandık, Sana yöneldik ve sonunda da Senin huzuruna varacağız. [19,47; 26,86-87; 9,113-114]
Zamanla insanlar geliştikçe ve değiştikçe insan altı varlık sayıları azalmış ve insanların sayıları çoğalmıştır. İnsan altı varlıklar zamanla insanın gelişimi ile ortadan kaybolmuştur. Bunun nedeni ise insanların aklını kullanarak vahşi ortamlarda yaşama becerisi ve yeni buluşlar yapmalarıdır. İnsanlar arasında hayvanlardaki gibi bariz farklılıklar yoktur. Bunun nedeni ise farklı coğrafyalardaki insanların zekâları sayesinde birbirleri ile devamlı temas halinde olmalarından ileri gelmektedir.
Adem atamız ve Hava anamızın çocukları birbirleri ile evlenmemişlerdir. İnsan altı biyolojik akrabaları ile evlenmişlerdir. Bunlardan olan çocuklarının bazıları insan olmuş bazıları olmamıştır. İnsan olanlarla insanlığın soyu devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir.İnsan düşündüğü zaman günümüzde yaşayan insanlardan da; bunlar insan olamaz dediği insanlar vardır.
ARAF SURESİ
179 – Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki onların kalpleri vardır ama bu kalplerle idrâketmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. Hasılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır. [46,26; 2,18; 8,23; 22,46; 2,171] {KM, İşaya 6,9-10; Matta 13,13-14}
Yani insan bedeni içerisine cennetten çıkarılarak gönderilmiş iki varlık vardır. Birincisi insan, ikicisi şeytandır. Bu iki varlık insan vücuduna aynı anda hükmetmektedir. İnsan galip gelirse cennete girecek şeytan galip gelirse cehenneme girecektir.
BAKARA SURESİ
75 – Nasıl olur onların size güvenmelerini beklersiniz ki onlardan bir zümre vardı ki Allah’ın kelamını işitip akılları aldıktan sonra, bile bile onu tahrif eder, değiştirirlerdi.
76 – Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında «Biz de iman ettik» derler. Kendi aralarında kaldıklarında ise: «Ne yapıyorsunuz? derler, Rabbinizin huzurunda aleyhinize hüccet edinsinler diye mi tutup Allah’ın size açtığı gerçeği onlara söylüyorsunuz? Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?»
77 – Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini de bilir, açıkladıklarını da?
İnsanda kendi arasında cinler gibi ikiye ayrılır. Şeytan ve İnsan olarak ayrışmıştır. İnsan nerede ise şeytanı da yanındadır. Yani Allah dünya ya insanları ve şeytanları indirirken birlikte indirmiş ve bir beyin içerisine koymuştur. Kim şeytanının yolundan gitmez ise İlkin cennetine koyduğu gibi insanı tekrar cennetine koyacaktır. Zaten bu dünya bu ayrımı yapmak için yaratılmıştır.
NAS
1 – De ki: İnsanların Rabbine,
2 – İnsanların yegane Hükümdarına,
3 – İnsanların İlahına sığınırım:
4 – O sinsi şeytanın şerrinden
5 – O ki insanların kalplerine vesvese verir,
6 – O şeytan, cinlerden de olur, insanlardan da olur. [6,112]
Dar vim teorisine inandığımı ve bir teori olarak kabul ettiğimi beyan ediyorum. Bunun dinimiz açısından hiçbir sakıncasının olmadığını ve yüce yaratıcının ki o noksan sıfatlardan münezzehtir,bu şekilde yaratabileceğini kabul ediyorum. Eğer geçmişte de bu şekilde tek yaratıcıya ALLAH’a inan insanlar tarafından Dar vim teorisini de ve darvin’ide ALLAH yaratı bu şekilde de yüce yaratıcı yaratabilir denilmiş olsaydı benim yukarıda kurmuş olduğum çıkarımlar yapılır ve kominizim tehlikesi ortaya çıkmazdı. İnsanlar birbirlerine bunca zulmü yapmazlardı.
Bu hata tek yaratıcıya inanan yani ALLAH’a inanan din adamlarının ALLAH’ a noksan sıfat yakıştırmalarından ve Darvin teorisine göre insanları yaratılmamıştır, demelerinden kaynaklanmıştır. Hâlbuki ALLAH’ın indirmiş olduğu hiçbir din bilimle çelişmez aksine bilimin açıklanmasında anlam ve mana taşımasında olmasa olmazlarındandır.
Birde bizler şu konuda yanılmaktayız ol dedi oluverdi. Darwim teorisine göre olunca bu ayet olmuyor mu? Dar wim teorisi karşıtlarına göre olmuyor. Ama bana göre oluyor. Neden derseniz Darvici karşıtları kendi algıladıkları zaman kavramına göre ol derken bile bir zaman geçiyor. Demek ki mutlaka bir zaman geçiyor.Bunu ALLAH katında düşünürsek yani
KAMER49 – Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü ile yarattık. [25,2; 87,1-3] ayetiile birlikte düşünürsek bizim algıladığımız zaman ALLAH’ın yaratığı zamandır. Allah için bir zaman söz konusu değildir. Yani biz yaratılmışların algılamaları ve değerleri ileALLAH için zaman kavramı diye bir şey yoktur. Bize göre ise Sonsuz geçmiş zaman ve sonsuz gelecek zaman vardır. İşte bu çerçeveden bakıldığında 1 saniye ile 1 milyar yıl arasında ne fark vardır. Sonsuz zaman içerisinde ikisi de bana göre aynıdır, yani sonsuzlukla karşılaştırıldığı 1 saniye ile 1 milyar yıl arasında bir fark yoktur. Fark olabilmesi için sonlu zaman kavramı olması gerekir. Sonlu zaman kavramı bu dünya için geçerlidir. Onun zamanını da ALLAH bilmektedir.Yani Kıyametin zamanını, görülüyor ki her iki durumda da ol dedi hemen oluverdi cümlesinin ne kadar zaman ihtiva ettiğini ALLAH bilmektedir. Bizler ALLAH’ın var ettiği zaman içerisinde bunun bilincinde olamayız. Bu ayete ters düşmeyelim derken diğer ayetlere ters düşemeyiz. Çünkü Kuran-ı Kerimde hiçbir ayet diğeri ile çelişmez. Sadece bu ayeti dikkate aldığımızda diğer ayetlerde belirtilen süreler niçin verilmiştir. Eğer ol dedi hemen oluverdi kelimesi bir zaman ihtiva etmeseydi dünya ve kainatın oluşum sürelerinin verilmemiş olması gerekirdi.
Ben ayrıca şuna da inanmaktayım her insan bir yaratıcıya inanır. Bunu nereden çıkardı diyeceksin ben hiçbir yaratıcıya inanmıyorum diyor ve bunun gereklerini yerine getirmiyor.
Gerçekten ateist olan insan benim mantığıma göre her şeyden zevk alacak şekilde mutluluğu ön plana çıkaracak şekilde yaşaması gerekir. Bu nedenle mutlu yaşantısına engel olacak bütün savaşların karşısında ve kargaşaların yanında olmaması gerekir. Ateistlere baktığımızda ateizmi yaymak için dağa çıkıp terörist olup hayatını riske atıyor. Olmayan bir şey için olmadığını yaymak kendi haklılığını ispat etmek için insan bir defa var olduğu dünya hayatını riske atar mı? Mantıklı düşünüldüğü zaman atmaz.
Ama neden böyle oluyor diyeceksiniz, çünkü o da ALLAH’A inanıyor fakat ben diyor ateşten yaratıldım o ise topraktan diyerek üstünlük taslayarak kibirleniyor ve yaratıcısına isyan ediyor. Ateistlerin düşündükleri gibi ben haklıyım diyerek mücadele etmektedir. Ateistler bu bakımdan inanmadıklarını iddia ettikleri ALLAH’a karşı mücadele etmektedirler de farkında değiller, kendi kendilerini kandırmaktadırlar.
İşte ateistlerin kendi inançlarına göre mutlu yaşayabilmeleri için özgür olmaları gerekir. Özgür olabilmeleri için de iyiliği güzeliği ön plana çıkarmaları ve bu dünyanın zevklerinden vakit geçirmeden ve kendinden sonrakileri düşünmeden bunları hemen istemesi gerekmektedir. Zira bu dünyaya bir defa geliyor ve ölünce her şey geride kalarak kendisinin ölümüyle beraber her şey yok olup gidecektir. Bu mantıkla düşünülmeye devam edince kendinden sonra gelenlerin onu anmalarının kime ne yararı var bunu da anlamak mümkün değil.
Müminlerinde Müslüman olmaları için iradelerini hiçbir baskı altında kalmadan özgürce kullanmaları gerekmektedir. Mantıklı düşünüldüğünde inananlar ve inanmayanların barış ve mutluluk içerisinde yaşamaları gerekirken neden savaştıklarını anlamak mümkün değildir. İşte bunun nedeni de ALLAH şöyle açıklamıştır.
BAKARA
36 – Derken Şeytan onların ayaklarını kaydırarak içinde bulundukları nimet yurdundan çıkardı. Biz de: “Haydi, dedik, birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin! Siz orada belirli bir süre ikamet edip yararlanacaksınız.”
Sevgili Ramazan Toptaş katkılarınız için teşekkür ederim.
Ben kaldığım yerden edindiğim bilgilerden elde ettiğim sonuçları aktarmaya devam edeyim.
xxxxxxxxxxxxxxx
"Tüfek icad oldu mertlik bozuldu" sözü, evrim sürecinde, özellikle insanın evriminde özel bir anlam kazanıyor.
Bir geyik sürüsüyle arslanlar arasındaki mücadelede ilk bakışta kas gücü baskın görünür. Kaslar, birbirine benzeyen benzemeyen diğer bir çok yeneteği kapsayabilir. Ancak, evrim süreci kasın karşısına zehiri çıkararak müthiş bir süpriz yapmıştır. (Bkz. Evrim Zehir Belgeseli - Belgesel 3 Bölümdür)
Zehir, kas güçleri (gadap) dengesini bozacak yeni bir parametredir.
Bunun gibi tabiatta zaten var olan "hile" (Kamuflaj, ağ veya sahte yemler kullanmak gibi yanıltıcı / hileci davranışlar) olgusu da kas gücüne dayanan dengeyi alt üst edebilecek bir nitelik arz eder.
İnsanın alet kullanması, insanın sadece düşmanlarına veya avlarına karşı değil, grubun içerisindeki bireylerin birbirlerine karşı olan pozisyonunu da değiştirmiştir. İnsan grubunun çıkışında kas gücü en etken güçtür. Ancak zaman içerisinde hayal gücü ve nedensellik kurma gücünün gelişimi ile "zeka" ilerlemesi oluşmuştur. Bu defa, kimin gadabının daha güçlü olduğunu belirlemede kasın yerini almasa da kasa eşlik eden bir "zeka" ölçütü devreye girmiştir.
Bir arslan sürüsündeki arslanların kavrama becerisinde, arslandan arslana kıyasla belirlenebilecek farkın etkisi, hayal ve nedensellik gücü gelişmiş insan türünde insan insana değişen zeka kapasitesinin hayatın idamesine etkisinin yanında göreceli olarak çok küçük kalacaktır.
Bu durumda "zeka", sonuçları önceden kestirilemeyecek çok güçlü bir silah / bir etken faktör olarak gadap savaşlarında yerini almış olacaktır.
Alet edavatı tasavvur edip biçimlendiren zeka avlanmanın yanında grubun liderliği ve cinsellik için de geçer akçe olmaya başladığında grup dinamiği çok hızlı bir evrim sürecine girmiştir.
Cinsellikle zeka arasında umduğumuzdan çok daha büyük ama dolaylı bir ilişki bulunmaktadır. Bilim adamları, kadınların erkeklerin çekicilik düzeyi hakkında karar verişlerinde fizyolojik özelliklerin dışında nelerin etken olduğunu araştırdıklarında ilginç bulgularla karşılaştılar.
Çeşitli erkek fotoğrafları bir çok kadına gösterilerek erkeklerin çekicilik düzeyleri hususunda 1'den 10'a kadar numaralandırma yapmaları istendi ve erkeklere verilen notların ortalamaları tespit edildi.
Daha sonra, başka kadınlara aynı erkeklerin fotoğrafları onların ne iş yaptıkları ve bu işten ne kadar para kazandıkları yönünde uydurma bilgilerle donatılarak gösterildi. Hatta, bilim adamları işi garantiye almak için farklı kadınlarda aynı erkeği farklı iş ve gelir gruplarında gösterdi. Yani denek grubunun birisine çok zengin olduğu söylenen aynı erkeğin fotoğrafı daha başka kadın gruplarına çok düşük bir gelir grubunun üyesi olarak gösterildi.
Sonuç, kadınların erkeklerin fiziki özelliklerini onların statülerine bakarak değerlendirdiklerini şaşmaz bir kesinlikle gösterdi. Aynı erkek, zengin ve prestijli bir meslek mensubu olarak gösterildiği durumlarda diğer tüm durumlardan daha çekici bulunuyordu. (Bir başka araştırmada kadınların çekici buldukları erkeklerin daha zeki, daha uzun boylu, daha sağlıklı olduğu yönünde çıkarsamalar yaptığı deneysel olarak kanıtlanmıştır)
Aslında, bu tutum evrim yasasıyla bire bir örtüşmektedir. Kadın için hayatta kalma ve yavruların daha iyi yetiştirilmesi mücadelesinde gadap savaşını sadece kas değil, kasa eşlik eden başka değişkenler belirliyorsa çiftleşme tercihinde tüm olguların bir arada değerlendirilmesi şaşılacak bir iş değildir. Yaşam (Gadap) savaşını zehirle idame ettiren bir canlı için en iyi zehir bileşimi üretenin hayatta kalması ve cinsel olarak üreme hakkının ona tanınması evrim yasasının doğal gereğidir.
Elbette biz bir konuyu anlatabilmek adına öne çıkan vasıflar üzerinden örneklemelerde bulunuyoruz. Tabiattaki seçilimler pek çok nitelikler içerisinden yapılmaktadır.
Bunun gibi, insan grubu içerisinde statünün belirlenmesinde de bir çok faktör yer aldı. Bu durumun bizim yazımızı ilgilendiren bölümü ise, deneyimlenmemiş olgular hakkındaki nedensellik örüntüsündeki boşlukları dolduran İNANCIN, statünün belirlenmesindeki faktörüdür.
İnanç, başlı başına bir zihin faaliyeti (Hayal gücünün nedensellik boşluklarını doldurması) ile gelişmiştir. Eğer statü sadece kas gücüne endekslenmiş olsaydı, zeka kapasitesinin ve doğal olarak geliştirilen inançların grup dinamiği üzerinde hiç bir katkısı olmayacaktı.
Ne varki zeka bir şekilde güç dengesinde etken hale geçtikten sonra, nedensellik sorgulamasında deneyimlenmemiş olguların nedensellikleri üzerinde geliştirilen inançların da gadap savaşının galibinin belirlenerek kimin şehvetinin teskin edileceğinde etken konuma geçmesi zorunluydu.
Fakat, burada çetin bir problem beliriyordu. Kas savaşının galibinin kim olduğunu belirlemek çok kolayken, zeka ve inanç geliştirme savaşında kimin galip olduğunu belirlemek o kadar kolay olamayacaktır. Çünkü, gelişmiş zeka faaliyeti, algıda seçiciliği ve göreceliliği doğuracaktır.
Bilek güreşinde galibin kim olduğu çok kolay tespit edilebilirken, ölçmesi göreceli olarak daha zor olan işlerde hangi hareket tarzının daha "doğru / mantıklı / işe yarayan" olduğunu kestirmek o kadar kolay değildir. Çünkü, olasılıkların neye yol açacağı konusunda yürütülen hayaldeki zihinsel faaliyet, kişilerin tasavvur gücü nisbetinde görüşler ortaya çıkarabilir. Bir ava karşı izlenecek hareket tarzının nasıl olması gerektiği şeklinde ortaya çıkabilecek bir problem, farklı kapasitedeki farklı fertlerin zekalarında farklı cevaplar bulacaktır.
Kaldı ki, hareketleri önceden daha kolay kestirilebilir olan bir ava karşı değil de, bir başka insan klanına karşı verilecek mücadele hakkında ileri sürülecek fikirler çok daha çeşitli olacaktır. Çünkü, o artık sadece kasların değil, aynı zamanda zekaların yani ne yapacağı önceden daha az kestirilebilir olan varlıkların savaşıdır.
Böylelikle liderin yaptığı işlerin ve verdiği kararların "gerekçelerle" değerlendirildiği yepyeni bir alan açılacaktır. Gücü elinde bulunduranın o gücü sürdürmek istemesi evrimsel bir ilkedir. O halde lider de yeni kıstaslar içerisinde liderliğini sürdürecek çözümlere başvuracaktır.
Kuralı daima güçlü olan dikte eder. Liderliğin kas gücüyle elde edildiği ilkel evrenin ardından yeni liderler daha karmaşık süreçleri oluşturmak, yönetmek ve korumak zorundaydılar. Zeka ile iletişim becerisi birlikte gelişirken, eskiden vücut hareketleriyle sergilenen "itaat" davranışı bu yeni dönemde gelişmiş iletişim araçları ile de onaylanmalı, ikrar edilmeliydi. Böylece, zekanında dahil olduğu bir itaat kültürü gelişecekti. İtaati ikrar eden / ileten ses ve sözcükler hayal gücü gelişmiş bir varlık için "yalan"la donatılabilir. Başarısız eylemini "gayet başarılı" olarak niteleyen lidere karşı, itaati belirten sözcükler, onun gerçeğinin çok farklı olduğu hususunda bir inanç geliştiren diğer bir fert için "yalan" kapısını aralayacaktır.
Grubun evriminin bu aşamasında bir kaç karmaşık süreç var.
Mesela özbenliği sevme ve koruma dürtüsünün geliştireceği yalanlar / sanılar
Ve çoğunluğa uyma davranışının gelişimi...
- DEVAM EDECEK -
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Çoğunluğa uyma dürtümüz en ilkel dürtülerimizdendir.
Yemyeşil bir vahada otlamakta olan geyiklerden biri avcıyı farkettiğinde tehlikeyi diğerlerine haber verir ve tüm sürü aynı anda harekete geçer. Fertlerden birinin, tehlike sinyalini işitmese bile grubun diğer üyelerinin kaçtığını görmesi, ortada kaçmayı gerektirir bir durum olduğunu gösteren bir "inanç" oluşturur. Çünkü gerçekte o geyik kaçmayı neyin gerektirdiğini bilmese de çoğunluğun kaçmasının yaşamsal bir nedeni olduğuna "inanır". Evrim sürecindeki deneyimlerden, "çoğunluk kaçtığında kaçmak" güdüsü hayatta kalmanın formüllerinden biri olarak benimsendiğinde, çok gelişmiş hayal gücü olmayan varlıklar için bile otomatiğe bağlanmış bir davranış gelişmiş olur.
Çoğunluğa uymak güdüsü, değişik türler arasında bile görülen evrimsel bir ilkedir. Ortak bir avcıdan kaçınan farklı türlere ait sürüler birbirlerinin eyleminden aynı otomatikleşmiş ilke kapsamında etkilenerek tepki verirler. Kaplanın yaklaşmakta olduğunu gören maymun sürüsünün kaçışması, aynı bölgede otlamakta olan geyikleri de harekete geçirir.
Aslında çoğunluğa uyma davranışı, harekete karşı gösterilen otomatik tepkiden kaynaklanır. Çünkü sosyal olmayan varlıklar bile ani hareketlere karşı tepki verirler. Sosyal toplulukların arasında tek başına bulunan başka bir tür canlı da, ortamda meydana gelen hareketlenmeye tepki verecek ve uzun dönemler içerisinde bu davranış, hayatta kalmaya yarıyorsa otomatikleşecektir. Çünkü harekete karşı tepki, sese karşı tepki gibi otomatik davranışlar daha ilkel dönemlerden kalmış evrimsel çözümlerdir.
Anti sosyal varlıklarda bile gelişen bu dürtünün sosyal varlıklar içerisinde daha kompleks hale geleceği aşikardır. Tabiatta, sosyal gruplarda gruba dışarıdan dahil olan yeni üyelerin, sadece grup lideriyle değil grubun diğer fertleri ile de anlamlı ilişkiler sergilemeye gayret ettikleri gözlemlenmiştir. Bu durum, çoğunluğa uyma davranışının daha gelişmiş versiyonudur. Sosyal gruplarda çoğunluğa uymak, grubun içerisinde var olmaya yarayışlı ise bu yönden de kayırılarak seçilmiş davranış haline gelecektir.
Anlaşılan o ki, "çoğunluğa uymak" uzun dönemler boyunca yaşamla ölüm arasındaki çizgiyi çeken evrimsel bir ilkedir. Bu durumda, zaten sosyal bir çekirdek içerisinde gelişen insan türünün çoğunluğa uyma davranışını terketmesi beklenemez. Bilakis insan, çoğunluğa uyma davranışını otomatik fiziki tepkimeler seviyesinden, akıl yürütme ve nedenselliklerin boşluklarını doldurma seviyesine de yükselterek çoğunluğa uymayı sürdürmüştür.
Kısıtlı insan zekası, tüm durumlarda tüm şeylere karşı ne yapacağını önceden hesap edemeyebilir. Bir risk karşısında birinin akıl edemediğini bir diğeri akıl edip önerebilir. Bu yönden meşveret bir çoğunluk faaliyeti olarak ortaya çıkar. Meşveretin ve daha önceden düşünülüp üretilmiş olguların yararlı olduğunu gören birey, bu anlamda da çoğunluğa uyma davranışının hayatta kalmaya, yaşamı sürdürmeye elverişli olduğunu deneyimlemiştir. Mevcut çoğunluktaki zihinsel kapasiteden yatay yönde istifade eden bireyler, öncekilerin deneyimleyip nesilden nesile aktardığı bilgiden de dikey yönden istifade edecektir. Çünkü, bilgi kümülatif olarak çoğalmakta ve süreç ilerledikçe nitelikleşerek hayatta kalmak için daha yarayışlı hale gelmektedir.
Dolayısıyla çoğunluğa uymak anlamında, otomatikleşmiş tepkilerin akledilebilir vakalara da taşınması temel evrimsel ilkeler açısından bir tercih değil zorunluluktur.
Çoğunluğa uyma eğilimi, daha önceki bölümlerde değindiğimiz lidere / baskın güce / otoriteye "itaat" eğilimi ile de anlamlı bir bütünlük arz edecektir. Çokluk (Grup) içerisinde bulunmanın, tek yaşamaya kıyasla hayatta kalmak için daha elverişli olduğu popülasyonlarda, kendisine ayak uydurularak hayatta kalma imkanını tesis edecek çoğunluğa dahil olmanın yolu en başta otoriteye itaatten geçecektir.
Otoriteye itaat, insanın en çaresiz olduğu bebeklik / çocukluk döneminden itibaren ebeveyne itaat görünümünde deneyimlenen bir sosyal kural olarak da bilinçlere işlenecektir. Ebeveynler çoğunluğa uyarlarken, yavrularını bundan istisna tutmaları düşünülemez. Ebeveynlerini taklitle takip ederek öğrenen ve taklidi bir öğrenme biçimi olarak benimseyen birey, daha ergin dönemlerinde ebeveynlerinin çoğunluğa ve mevcut otoriteye uyma eğilimlerini de taklit edecektir. Dolayısıyla, çoğunluğa uyma ve otoriteye itaat eğilimleri erken dönemlerden beri iç içe geçmiş ve birbirini destekleyen / anlamlandıran davranış tarzları olarak insan türünün deneyimlediği bir evrim ilkesidir.
Buraya kadar işleyen süreç gayet makul ve mantıklıdır. Sorun, gerçeğin dışına çıkılmasıyla başlar. İletişim ve hayal gücü gelişmiş varlık yalana yani gerçeğin saptırılmasına başvurduğunda yepyeni grup dinamikleri gelişecektir. İnsanın öz saygınlığını koruma güdüsü onu gerçekliğin dışına itebilir.
Birey, dış dünyayı gözlemlediği gibi kendi bedenini de gözlemler. Kendi bedenindeki yara bere onun hayatını idame ettirmesinin önünde bir engel teşkil edeceği için bünyeyi bir bütün olarak sakınmak evrim ilkesidir. Evrimin bu süreci asli ilkesine göre yönlendirdiği, yengeçlerin kavga sırasında bacaklarından "vazgeçebilmesini" mümkün kılmasından anlaşılabilir. Kopan organın yerine yenisi çıkıyor ve bu hayatın idamesinde işe yarıyorsa evrim süreci açısından beden bütünlüğünün bozulmasında problem yoktur. Fakat bunun aksi durumlarda vücut bütünlüğünün korunması şarttır. Bu nedenle canlı, vücut bütünlüğünü koruyacak uyarı mekanizmalarıyla donanır. Eylemlerinde de edinilmiş deneyimleriyle bedenini tehlikeden sakınır. Evrim süreci içerisinde, yaşamaya devam etme amacında canlı, vücuduyla bir bütündür.
Bedeninin yanında hislerini de gözlemleyebilen bir varlık için vücut bütünlüğü kendisi hakkında gözlemleyip hissedebildiği tüm durumları kapsayacaktır. Dolayısıya, zekasında "farkındalık" geliştiren bir canlı için kendisi hakkında görsün veya görmesin, işitsin veya işitmesin o farkındalığa dahil tüm süreçler vücut gibi benliğin bir parçasıdır. Benliğe dahil tüm unsurların korunması çabası kesin olarak evrim yasalarına tabidir.
Hiç bir varlık kalbinin atarak organlarına kan pompalanmasını sorgulamaya açık bir irade ile yapmaz. Evrim yasaları gereği hayatın idamesinde daha kritik görülen yeteneklerin otomatikleştirilmesi, hayatta kalmak için daha yarayışlı bir durumdur. İnsan bedeninde mikroplarla mücadelede vücudun kendi ısısını arttırması onlardan kurtulmada işe yarayışlı bir yöntem ise, bu eylemi optimum fayda sunacak şekilde geliştirip otomatiğe bağlayabilecek gen kombinasyonu yaşamını sürdürmeyi hak eden birey anlamına gelir.
Daha önce gadap ve şehvet ilişkisinden bahsetmiştik. Canlıda aslolan şehvettir. Canlı varlığını / mevcudiyetini sürdürmeyi diler. Canlının mevcudiyetini sürdürmesine engel olan durumlar ortaya çıktığında canlı şehvetini teskin etmeye yönelik bir tepki vermezse yaşam son bulur. Organizma, bu türlü durumlarda işe yarayışlı tepkiler verebildiği müddetçe yaşayabileceğinden, mevcut tehdide / engele karşı en güzel tepkiyi verenlerin yaşama şansı, daha kötü tepki verenlere nazaran daha yüksek olacaktır. Hangi gen kombinasyonu buna uygunsa, o gen üreme yoluyla bunu gelecek nesillere aktaracaktır.
Eğer yeryüzündeki tüm hayvanlar otçul olsaydı ve hayvanların kendi aralarında bir av-avcı ilişkisi oluşmasaydı yaşam mücadelesinde gadap savaşı sadece bitkiler ve hayvanlar arasında sürdürülür, türlerin çeşitliliği ve yetenekleri asla bu şekilde olamazdı. Çünkü bitkiler ve hayvanlar arasında sürdürülecek gadap savaşı, hayvanların birbirleri arasındaki mücadele sebebiyle daha düşük tonda izlemektedir. Bu sayededir ki, ekseriyetle bitkiler hayvanlarla giriştikleri varlık mücadelesinde daha edilgen / pasif kalabilmişlerdir. Eğer, mücadele alanı hareket kaabiliyeti olan hayvanlarla hareket (kaçma) kaabiliyeti olmayan bitkiler arasında kalsaydı yer değiştiren bitkiler, hayvanları sarıp sarmalayarak boğan ağaçlar görmemize hiç bir engel olmazdı. Bitkiler de evrim sürecinde tehtidi savacak anlamlı davranışlar geliştirmek zorundadırlar. Aksi taktirde, bitkilerin tükendiği bir yeryüzünde yaşam kendi kendisini boğacaktır.
Gerçekten de bitkilerin hayvanlar gibi hareket kaabiliyeti geliştirdiklerine şahit olmaktayız. Böcekleri iğneli kapanlarına sıkıştıran bitkilerden, güneş istikametinde yön değiştiren bitkilere hatta tohumlarını yayacak böceklerin dişilerinin kokusunu taklit ederek yaşamını idame ettiren bitkilere kadar zengin çeşitlilik içerisinde bizlerin normal olarak bitkilerden ummadığımız ileri seviyede kompleks beceriler hali hazırda geliştirilmiş durumdadır.
Tüm bunların anlamı, şehvetin yani isteğin asıl, gadabın bir tedbir olarak ikincil olduğudur. Şehvetin en ilkel anlamı varlığını sürdürmeyi dilemekten ibarettir. Şehvetin ikinci temel görünümü ise üremektir.
Tek hücreli bir canlıdan itibaren var olan şehvet, farkındalığı gelişmiş bireylerde her açıdan kendini sevmek, varlığını "koruyarak" ebedi kılma ve üreme arzusudur.
Farkındalığı gelişmiş ve nedenselliği kavramış bireyin, kendisi hakkında deneyimlediği şeyin bilinçli-bilinçsiz , görülebilen-görülemeyen, işitilebilen-işitilemeyen olması arasında hiç fark yoktur. Yeterki o şey varlığın idamesinde iş görsün. Hayal gücü gelişen varlık eğer işe yarıyorsa kendisi hakkında algıladığı gerçekliği bile değiştirmekte (gerçeği saptırmakta) hiç bir mahzur görmeyecektir.
Yaşamak için bir başkasına yalan söyleyebilen varlık, eğer yaşam için gerekli görülürse kendi kendisine bile yalan söylemekten ve kendisi hakkındaki gerçekliği saptırmaktan asla çekinmeyecektir. Bu aşamada etik veya ahlaki değerlerden asla bahsedilemez. Çünkü evrim yasasında etik davrananın sağ kalacağı yönünde bir ilke bulunmamaktadır. Onu ne ile isimlendirirseniz isimlendirin yaşamı idame ettirmeye ve üremeye yarayan HER ŞEY mübahtır ve evrim yasası açısından en güzel davranış sadece odur.
Peki hayal gücü ve nedensellik algısı gelişmiş birey kendisi hakkındaki gerçeği ne şekilde saptırabilir ?
- DEVAM EDECEK -
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yavaş yavaş "heyecanlı" olmaya başladı...Önce ki kısımlar geçmişde bir ömür gezmeyi gerektirirken,günümüzde birkaç saat Nat.Geo seyretmek ile edinilecek Gözlem ve tecrübeyi içeriyor. "devam edecek"ibaresini gördükce tribünde oturmaya devam edeceğiz ama ilgide doğal olarak azaldı...
Henüz "Konuya Cevap Geldiğinde E-mail İle Uyar" checkini kaldırmadık.
Emeğiniz bir "ara takdirini" hakediyor...Her ne kadar ihtiyacınız olmasada...
__________________ Haşr -10
"Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizi inananlara karşı kin beslemekten koru.
Rabbimiz, sen şefkatlisin, Rahimsin,"
Eğer karşılıklı sohbet ediyor olsaydık birbirimizin bildiğini farzettiğimiz meseleleri daha hızlı geçiştirebilirdik. Forum üyesi olsun olmasın bu konularda daha az bilgi sahibi okurumuz bulunması ihtimaline binaen ne çok uzun ne çok kısa bu ikisinin ortası gitmeye çalışıyorum.
Aslında benimkisi sesli-yazılı düşünme gibi birşey... Küçük meseleler ve bilgi kırıntılarından vardığım küçük küçük neticeleri ipe diziyorum. Taneleri teker teker, kısım kısım diziyorum ki üzerlerinde tartışıp düşünelim.
Katkın ve uyarın için teşekkür ederim.
Esen kal.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Bazı sosyal topluluklarda grubun yaşamsal ihtiyaçlarının giderilmesi için işbölümü geliştirilmiştir. Ne var ki bu topluluklarda fertlere düşen görev o kadar hayatidir ki, davranış otomatikleştirilerek iş garanti altına alınmıştır.
İnsan grubundaki iş bölümü ise otomatik değil, ihtiyaca göre şekillenen bir nitelik arz eder. Bu durumda, ortaya çıkan ihtiyaca göre iş bölümü yapılmasına birisi "karar" vermelidir. Karar mutlaka baskın güç / otorite tarafından verilecek ve grubun diğer üyelerinden bu karara "itaat" beklenecektir.
Grubun ihtiyaçları karmaşıklaştıkça iş bölümünde bazı fertlerin hep benzer işte görevlendirilmesi veya ferdin o işi daha iyi yapabileceğine dair bir inanış geliştirilmesi sonucunda ilk meslekler ortaya çıkar.
Fakat, mesleğin / görevin fertten ferde / layık olana aktarılması gerekirken nesilden nesile / babadan oğula aktrarılması şeklinde gelişmesi "liderliği" de bir meslek haline getirebilir. Otoritenin ve din adamlığının meslekleşmesine ilerde değineceğiz.
Ancak iş bölümünün erken dönemlerinde bireyin sonradan yüklenmiş "görev ve sorumluluk"la karşılaşması, onun ve grubun dinamiğinde kritik değişimlere sebep teşkil etmiş olmalıdır.
Bunun öncesinde de insan "görevsiz" değildir ve onun görevi aslen lidere itaat ederek grupla beraber avcı-toplayıcı olarak günlük aktivitesini sürdürmekten ibarettir. Bu aktivitelerin tamamı hayatta kalmakla daha doğrudan ilintilidir. Ancak hayal gücü yani sahte gerçeklikle nedensellik algılamasının gelişmesi sonucunda insan için dolaylı etkileme ve dolaylı etkilenme dönemleri başlayacaktır.
Dolaylı etkileme ve etkilenme, kurgusal nedenselliği bilebilmekle ilgilidir.
A'nın B'ye, B'nin de C'ye yol açacağı bir silsile içerisinde A'nın B dolayısıyla C'ye yol açacağını kavrayabilme becerisi, fertlerin grup içerisinde birbirlerini dolaylı olarak nasıl etkileyebilecekleri veya dolaylı yollardan nasıl etkilenebileceklerini de kavramalarına yol açar.
İhtiyaca binaen bir bireye tercihli olarak bir görevin verilebilmesi için, o kişinin ifa edeceği görevin dolaylı olarak neye yarayacağının / ne sonuç doğuracağının bilinebilmesi gerekir. Bu bilinebildiği müddetçe kendisine görev verilen kişinin kusurlu davranışının da dolaylı olarak neye yol açtığı bilinebilecektir.
Ortada bir görev olduğu müddetçe, bir de o görevi doğru olarak yerine getirmemenin bilinebilen bir sonucu, hoşa gitmeyen sonuçlara bağlanan müeyyideleri bulunacaktır.
Lidere saygısızlık / itaatsizlik ettiğinde liderin hışmına uğrayan birey, kendi davranışıyla karşılaştığı sonuç arasında doğrudan bir nedensellik zaten kurabilmektedir. Fakat, lideri bir başka şeyin sinirlendirmesine rağmen liderin hışmından etkilenen birey açısından o şeyle, karşılaştığı sonuç arasında "dolaylı" bir nedensellik bulunmaktadır. Lideri sinirlendiren o şey bireyi doğrudan hiç rahatsız etmediği halde o şey yüzünden dolaylı olarak rahatsız olmak bireyde o şeye karşı bir tepki doğurmalıdır.
İnsanın kendini sevmesi ve özbenliğini koruduğu gibi özbenliğine dair her ne varsa onu da koruması gerektiğine daha önce değinmiştik. Bu evrim sürecinin çok öncelerden dikte ederek otomatikleştirdiği bir yaklaşımdır.
Özbenliğe dair her ne varsa koruma güdüsü, benliğe dolaylı olarak ilişen tehditlere karşı da korunmayı, gerektiğinde onu def edecek gadaba başvurmasını gerektirecektir. Çünkü farkındalığı gelişmiş birey artık sadece doğrudan tehditlerin değil dolaylı tehditlerin de farkındadır.
Grup içerisindeki diğer fertlerin eylemlerinin birey açışından dolaylı bir tehdit oluşturduğunun farkedilebilmesi, grup dinamiğinin izleyeceği seyir açısından çok önemlidir. Kaldı ki, paralel gelişim izleyen liderlik açısından da aynı süreç işletilecek ve liderliği doğuran / temin eden doğrudan faktörler gibi dolaylı faktörler de yönetilmek, kontrol altına alınmak zorunda olacaktır.
Birey, başkalarının dolaylı etkilerinin farkındaysa kendisinin de başkaları üzerindeki dolaylı etkilerinin farkındadır. Liderin eşlerine veya yiyeceğine ilişmenin doğrudan "suç" olduğunu bilen birey için bu defa dolaylı suçlar ve suçlamalar da söz konusu olabilecektir.
Zamanla, ihtiyaca binaen üretilen yeni görevlerin doğuracağı sorumluluklarla her türlü hareketinin yol açabileceği dolaylı etkilerin doğuracağı sorumluluklar bireyin karşı karşıya kalabileceği "suçlamaların" sayısını arttıracak, niteliğini zenginleştirecektir.
Bu yeni parametre, grup içerisinde bireyin özbenliğine karşı daha fazla tehdit demektir. Özbenliğe yönelen daha çok tehdit mutlaka daha çok tepki (gadap) doğuracaktır. Bu aşamada, suçlanan insan aynı zamanda suçlayan insana dönüşecektir. Birey, özbenliğine yönelen tehditler miktarınca özbenliğini sevmek ve savunmak zorundadır.
Özbenliğin, ona dair algılanan her şey olduğuna daha önce değinmiştik. Özbenliği sevmek ve korumak, özbenliğin hareketlerini ve o hareketlerin neticelerini de sevmeyi ve korumayı kapsayacaktır. Kişi hata yaptığında ve hata yaptığının farkında olduğunda onun bu hatasını ikrar etmesi özbenliğe karşı grubun diğer fertlerinden ciddi bir tehdit doğuracaksa şartlar elverdiği müddetçe bunu ikrardan uzak durmak evrimsel bir gerekliliktir. Ya değilse evrim süreci, mevcut tehditlere aldırmamanın acı sonuçlarını her ferde mutlaka öğretecektir.
Evrimin öğretişi, bu davranışı (tehditlere aldırmamayı) sergileyen fertlerin hayatta kalma oranını, tehditlere karşı daha tetik duran ve bu sayede hayatta kalan fertlerin oranından düşük tutarak olacaktır. Hayatta kalanın neden hayatta kaldığı bilindikçe öğrenme gerçekleşir. Ya değilse daha önce de değindiğimiz gibi evrim canlı bir ucube yaratık değildir. Hareket etmez, konuşmaz... Evrim, canlıların vücut yapılarının ve kendiliğinden gelişen eylemlerinin gadap savaşında doğurduğu sonuçların nedenleriyle birlikte izlenebildiği bir sahnedir.
Bu nedenle, hayatta kalmak ve üremeyi devam ettirmek için daha üstün başka bir gerekçe bulunmadığı müddetçe benzer durumlarda suçunu ikrar edenlerin muhatap olacakları tehtidin onların varlıklarına zarar vermesi nisbetinde o davranış modeli körelecek, yerine daha yarayışlı davranış gelişecektir. Genlerle aktarılan şeylerde %100 ve doğrudan doğruya işleyen bu kural, genlerle birlikte tercihe / iradeye bulanmışsa evrimin seçimi daha dolaylı bir nitelik kazanacaktır.
Evrimde dolaylı seçim süreci uzatır. Örnek olarak, hayatta kalmak el becerisinin daha ileri seviyede olmasını gerektiriyorsa ve el becerisi genlerin dışında pratiği de gerekli kılıyorsa, genetik olarak el becerisi ileri seviye olmayanlar doğrudan doğruya, var olan genetik yeteneği pratikte geliştiremeyenler dolaylı olarak elenecektir. Elbecerisi genetik olarak gelişmiş olan varlıklar seçimden süzülerek ayrıştıklarında, bunlar arasında el becerisini pratiğe dökenlerin yaşama şansı diğerlerinden daha yüksek olacak ve fertler pratiğin önemini kendilerinden önceki nesillerden veya yek diğerlerinden öğrenerek bunu geliştireceklerdir. Eğer bu beceri o türün devamı için kaçınılmaz bir gereklilikse, genetik kodu daha az pratiği gerektirecek derecede gelişmiş olanlar seçilmeye başlanacak ve davranış bir anlamda git gide otomatikleştirilecektir.
Evrimin misali; evcil hayvanları özelliklerini tercih ederek, iyiyi iyiyle çiftleştire çiftleştire geliştiren bir çiftçinin yasası gibidir. Evrim çiftliğinde tüm canlılar seçilime tabi tutulur. Bu ikisi arasındaki en temel fark "bilinç"tir. Çiftçi, gen seçiliminde daha önceden arzuladığı belirli bir özelliği arayarak / isteyerek hareket ederken, evrim çiftliğinde "hangi vasıf ve eylemin daha güzel / daha yarayışlı olduğu" uygulama içerisinde, canlıların eylemleri sonucu ortaya çıkmakta ve tüm canlılar birbirlerine düşman olarak gadap savaşına sürüklenmektedir. Evrim incelemesi, evrim kuralını kimin koyduğuyla ilgilenmez. Evrim çiftliğinin çiftçisinin kim olduğu başka bir disiplinin meselesidir. Evrimin ilkesi açık ve nettir. Şartlara uyum sağlayarak üremesini sürdürenin vasıf ve davranışı hayatta kalacaktır.
Hayat ve ölüm arasındaki bu keskin tercihte, özbenliğe yönelen tehditleri savurmada herhangi bir ahlaki boyut bulunmamaktadır. Ahlak, çok daha sonra grup dinamiğinin otorite lehine işletilmesini garanti altına alacak bir tanımlama, bir davranış kuralı olarak belirecektir.
Fert, hata yaptığında ve hata yaptığının farkında olduğunda onun bu
hatasını ikrar etmesi özbenliğe karşı grubun diğer fertlerinden ciddi
bir tehdit doğuracaksa şartlar elverdiği müddetçe bunu ikrardan uzak tutmak ferdi dış tehditlere karşı koruyor görünse de, kişinin hatasını saklaması özbenliğin korunması için yetmez. Kişi hatasının farkında ise, öz saygısını da kendi hatasının "farkındalığından" korumalıdır. Nedensellik algısı gelişmiş birey, hata olarak görünen davranışına çeşitli gerekçeler / nedensellikler üreterek onu kendi benliğinde bir hata olmaktan çıkaracak ve öz saygınlığını koruyacaktır.
Fertlerin zeka kapasiteleri geliştikçe davranışlar da daha nitelikli algılanacaktır. Daha önceden bir şekilde sergilenmekte olan bir çok davranış artık nedensellik açısından irdelenmeye ve zihinde tanımlanarak tasnif edilmeye başlanmıştır. İnsan esmayı sayma işlemine eylemleri sayma ve nitelendirmeyi de dahil etmiştir. Davranış nitelik kazandıkça, hataya karşı geliştirilen iç savunma da nitelik kazanır. Suçluluğu bastırma, başkasına yöneltme, formunu değiştirme, önemsizleştirerek unutma gibi çok sayıda nitelikli yöntemlerle bir şekilde öze yönelen olumsuz algı düzeltilecektir.
Bu hareketi sırasında fert aslında hatasına karşı ilk algısında oluşan gerçekliği saptırarak kendi kendini gerçeğin dışında bir başka şeye inandırır. Eğer hatasının farkedildiğini ve bunun bir tehdit oluşturduğunu farkederse, özbenliğine karşı geliştirdiği sihri başkalarına karşı da sergileyecektir. Yeter ki, öz benliğe yönelen bütün tehditler bir şekilde bertaraf edilsin.
Bu davranış yaygınlık kazandıkça insan türü "yalanla" yani "saptırılmış gerçekle" daha içli dışlı olacaktır.
Senin başkasına karşı geliştirdiğin bu yeni davranış, başkaları tarafından da sana yöneltilirse ve sen bunun farknda olursan ne yaparsın ?
Buna "kötü" demen, senin kendi davranışını kötülemen demektir. Bu, evrim ilkesine aykırı bir tutumdur. Bu PARADOKS nasıl aşılabilir ?
Elbette yaygın davranışın "normal" olarak algılanması ve bu suretle önemsizleştirilmesiyle...
Fakat bu yeni aşamayı, grup içerisinde çok kişilikli yeni fertlerin ortaya çıkışı izleyecektir.
Bunların tümü grup içinde işleyen evrimsel davranış dinamikleridir. Peki, grup içerisinde tayin edici güç olan liderin bu süreç içindeki gelişimi grup dinamiğini ne yönde etkileyecektir ? Lider, fertlerin geliştirdiği bu yeni davranış modelleri ile nasıl baş edecektir ?
Tanrı Kralların çıkışı uzakta mıdır ?
- DEVAM EDECEK -
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Dolaylı etkileme ve dolaylı etkilenmenin farkedilebilir olduğu bir toplulukta, liderin önceden beri gelen doğrudan etkileri grubun hegomanya altında tutulması için yeterli gelmeyebilir.
Fakat, dolaylı etkileme yöntemi açısından liderin konumu ile grup üyelerinin pozisyonları arasında açık fark bulunacaktır. Bir defa dolaylı etkileme bazen "doğrudan sergilenemeyen" bir davranışın örtülü olarak sergilenmesini mümkün kılar. Doğrudan sergilecek bir davranışı örtülü hale getiren, doğrudan etkili davranışın sonuçlarının doğuracağı tehdittir. Konu, davranışın sonuçlarının doğuracağı tehdit olduğunda liderin konumunun daha esnek olacağını söyleyebiliriz. Lider, diğer grup üyelerine nazaran daha fazla davranış özgürlüğüne sahiptir. Dolayısıyla, liderin dolaylı davranışa daha az ihtiyacı bulunacaktır. Lider yapacağını daha açık yapabilir, söyleceğini doğrudan söyleyebilir.
İnsanın alet kullanarak doğal düşmanları ve avlara karşı geliştirdiği üstünlük bireyin gruba bağlılığında değişimlere sebep olabilir. Ortalama büyüklükte bir avın silah kullanılmaksızın alt edilebileceği kişi sayısıyla, silah / alet kullanılarak etkisiz hale getirilebileceği kişi sayısı arasında doğal olarak bir fark bulunacaktır. Böyle olunca, sosyal bir grup oluşturmak ve hayatta kalmak için gereken minimum üye sayısı azalacaktır. Av sahası geniş, yeterli yiyecek var ve iklim koşulları da el veriyorsa kalabalık grupların üye sayısının azalması ve daha fazla grup oluşturulması mümkün olacaktır. Bu koşullar altında grup üyelerinin lidere karşı çok öncelerden beri korkuya dönüşen baskın itaati, daha az baskın ve daha az korkutucu hale gelecek ve lidere bağımlılık yavaş yavaş bağlılık seviyesine çekilecektir.
Ferdin hayal gücü ve nedensellik algısıyla ilgili becerileri gelişmiş ve alet kullanmak yeterli seviyede öğrenilmişse, diğer koşullar elverdiği müddetçe gruptan kopmak daha kolay olabilecektir. Sosyalliğe uyum sağlamış birey için "tek başına" kopuş yerine başka fertlerle kopuş hayatta kalmak adına daha elverişlidir. İşin bu kısmı, önceden beri bir çok sürüde elverişli koşullar mevcut olduğu müddetçe zaten görülen bir davranıştır. Hayvanların bir çoğu ait oldukları gruplardan kovulur ve onlar besin zenginliği bulundukça bir şekilde kendi topluluklarını oluştururlar. İnsanla bu canlılar arasında gruptan kopmada beliren fark, grubun üye sayı ve vasıflarındaki minimum gerekliliklerdir.
Liderin hareket özgürlüğü, baskın itaatin / korkunun egemen olduğu gruplarda elbette daha fazla olacaktır. Fakat, baskın itaat yani korku itaate döndüğünde, diğer bir deyişle bağımlılık bağlılığa döndüğünde grubun idaresi açısından lider daha karmaşık bir süreçle karşı karşıyadır. Bir defa, liderin davranış özgürlüğü eskisi gibi olmayacaktır. Daha önce korkuya yedirilen davranışlar bu defa ters tepebilir, fertler özbenliğin ve öz saygının korunmasında daha hassas olabilirler.
Mevcut grubun üye sayısının çokluğu, lider açısından sinerji doğurmuyorsa lider yine özgürdür. Gruptan kopuşlar o kadar da önemli değildir. Fakat, hegomanya daha fazla üye ile tatmin oluyorsa ya da daha fazla üye daha fazla ve daha kolay yiyecek demek ise, liderin davranış özgürlüğü kısıtlanacaktır.
Nedensellik algısı gelişmiş bireyler açısından gruptan kopan fertlerin neden koptuğuna dair algılama grup içerisindeki dinamikleri derinden etkileyebilir. Çünkü farkındalığı ve nedensellik algısı gelişmiş birey, hayalinde kendisinin benzer durumla karşılaşsa idi ne yapacağına dair bir yargıya varacaktır. İşte bu aşama çok kritiktir ve bir başkası adına duygusal çıkarımda bulunma yetisi gelişmeye başlamıştır.
Aslında benzer olgulardan daha önceki dönemlerde liderin hışmına maruz kalan hatta gruptan kovulan fertler açısından da bahsedilebilir. Ancak bu iki durum arasında ince ama çok önemli bir fark bulunmaktadır. Önceki deneyimlerde, grubun fertleri baskın itaat yani korku altındadır ve edilgen durumdadırlar. Liderin hışmı karşısında sergileyebilecekleri davranışlar hür değildir. Dolayısıyla böyle bir hadiseyi gözlemleyen diğer bir fert açısından, aynı davranışı kendisi yapsa idi ne olacağı konusundaki nedensellik algısı çok fazla seçenek sunmaz. Fakat şimdi grup üyesi fertlerin davranış seçeneği artmış, gruptan kovulmak yerine grubu terketmek gibi bir seçenek belirmiştir.
Gruptan kopmak, grup içinde önceden beri kanıksanan durumun esaslı olarak değiştirilmesidir. Bunu deneyimlememiş fert açısından bu tutum "yeni bir hayat" , "yeni bir başlangıç"tır.
Yeni durumda, aynı olay kendi başına gelseydi kendisinin ne yapacak olduğu ile ilgilenen fert, hayatı top yekün değiştirebilecek bir "TERCİH"in olabileceğini fark etmiştir. Kalmakla gitmek arasında tercih yine evrim yasasının ilkelerince denetlenecektir. Uygun koşullarda gidenler yaşayacak, uygun olmayan koşullarda gidenler yok olacaktır.
Kalmakla gitmek arasındaki tercih, hayatın acımasız koşulları altında doğaya ve gruba daha çok bağlı fertler açısından asla anlık kararlar olmayacaktır. Fertler evrimin her aşamasında liderliğe hevesli olmak zorundadır. Daha önceki bölümlerde diğer canlılarda liderlik için verilen mücadelenin her üreme döneminde ve mümkün olan diğer her fırsatta yenilendiğine değinmiş ve liderin gadabının çok kuvvetli olduğu ve grupla birlikte olmanın yaşam için kaçınılmaz olduğu topluluklarda itaatin korkuya dönüşeceğini belirtmiştik. Liderlik (dişilerle çiftleşmek) için sürdürülen bu mutlak mücadelede, grup üyesi erkekler liderliğin idamesi için her zaman hazırdır. İş bölümü ve nedensellik algısı gelişmiş topluluklarda da yaşamın her anında fertler liderliğe hazır olmak zorundadır. Liderliğe hazırlanan fert, kendisini liderle sürekli olarak kıyaslayacak kendisi lider olsaydı ne yapacağı hususunda bir ön görüye daima sahip olacaktır. Davranış özgürlüğünün arttığı bir toplulukta da, grupta kalmanın ve gitmenin olası sonuçları hakkında öngörü bulunacaktır. Çünkü ferdin neden-sonuç algısı ve hayal gücü gelişmiştir.
Bireyin öz benliği hususundaki farkındalığı arttıkça, başkasına yöneltilen davranışın, aynı davranış kendisine karşı yönlendirilseydi ne yapacak olduğu hususu empati becerisi olarak gelişecektir. Empati, deneyimlenmemiş olgular üzerinden duygusal durum yaratılmasıdır. Farkındalığı gelişmiş birey için öz varlığa yönelen tehtidin gerçek veya varsayımsal olması arasındaki fark azalacak, kişi tasavvur edebildiği ölçüde, bir duyguyu, onu doğuracak fiziki bir sebep olmaksızın tekrar tekrar deneyimleyebilecektir. Tasavvur, hiç olmamış olaylar hakkında değil de gözlemlenmiş olaylar hakkında yürütülüp, o olayın etken veya edilgen süjesi yerine özbenliğini koymak şeklinde geliştirilirse daha şiddetli bir duygusal deneyim yaşanabilir.
İşte liderin davranışları başta olmak üzere tüm fertlerin birbirlerinin davranışlarını empati altında irdelemesi ve duygusal çıkarımlarda bulunması şeklinde beliren yeni grup düzeninde liderin işi eskisi kadar kolay olamayacaktır.
Lider açıkta yargılayan ama gizlide (sinelerde) yargılanan süjedir. Şehveti teskin edildikçe mesela açlığı giderildikçe, dişilerle ilişki kurdukça, yorulduğunda dinlendikçe, uykusu geldiğinde uyudukça sevinen birey, üzülme-sevinme, beğenme-beğenmeme gibi tepkileri bu defa liderin tüm davranışları hakkında ve özellikle empati / kendiyle kıyas yaparak verecektir. Liderin davranışından hoşnut olanlarla olmayanlar her zaman olacaktır. Ancak hoşnut olmayanların grupta kalmakla gitmek arasındaki davranış özgürlüğü lidere karşı beslenen duyguların olası neticelerini daha nitelikli kılacaktır.
Dolaylı etkilerin, hür davranışın ve empatinin geliştiği yeni grup düzeninde liderin davranışları yargılanacaktır.
Bu mahkeme iki hakimlidir: DUYGU ve MANTIK
- DEVAM EDECEK -
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Daha önceden de gönderdiğim bir gözlem yazısını tekrar gönderiyorum.
Efrayim,
Sevgili aliaksoy,
Bayağı donanımlı olduğunuz belli oluyor. Ben de,bu donanımınıza bir çeşni katmak isterim.Hiç tahmin edemeyeceğiniz ama ilgileneceğinizi zannettiğim bir gözlem.
Bilindiği gibi kedilerin üzerinde farklı renklilikler mevcutttur.Bazıları tek renk(beyaz,sarı,siyah v.s)bazıları 2 renk(siyah beyaz,sarı beyaz,siyah sarı v.s) bazıları da 3 renk ve üstü(sarı,beyaz,siyah,kurum renkli,kırçıllı v.s.)
Tek renkliler dişi de olabilir erkek de.
İki renkliler dişi de olabilir erkek de.
Üç renk ve üstü kediler mutlak dişidirler.
Bu gözlem,uzun zamandır ve çeşitli illerde yapılan bir gözlem olup,şimdiye kadar bir tane bile farklılık bulunmamıştır. Dolayısıyla,yapılan gözlem çerçevesinde %100 doğrudur.Yaklaşık 1000 adet kedi üzerinde gözlem yapılmıştır.
Bu arada işi daha da ilginç kılan bir bilgiyide unutmadan söyleyeyim.İran kedilerinin üç renklileri erkektir ama hepsi de kısırdır.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma