İnsanı Tanrı’nın şıp diye bugünkü haliyle yarattığına inananları anlamak zor değil.
Gerçek hikâye gerçekten de çok uçuk çünkü.
Eğri
oturup doğru konuşalım; durup dururken ortaya çıkan tek hücreli bir
yaratığın değişe değişe 100 trilyon hücreli bana dönüşmesini mi anlamak
kolay, bilinmedik bir gücün birkaç günde dünyayı yarattıktan sonra beni
bu halimle yaratıp yedinci gün dinlendiğine mi inanmak?
Tamam, ikisi de insan beyninin algılama kapasitesini zorluyor, ikisini de akıl almaz, ama vallahi ikincisine inanmak daha kolay.
Oysa gerçek, o tek hücrenin dört milyar yılda bana, lüfere ve papatyaya dönüşmüş olması!
Üstelik,
akıl almaz değil, aklımız almış, sürecin nasıl olduğunu, niye ve ne
şekilde geliştiğini tüm ayrıntılarıyla biliyoruz. Bilemediğimiz tek tük
eksik kısımlarını da her geçen gün buluyor, tamamlıyoruz.
Her
çocuk (insan çocuğu, lüfer çocuğu, papatya çocuğu) nasıl bir yaratık
olacağını belirleyen genlerinin yarısını anneden yarısını babadan
alıyor; anne ve babanın genleri kopyalanıp çocuğa geçiyor. O nedenle
lüferin oğlu lüfer oluyor ve ben babama çok benziyorum.
Genler
kopyalanıp çocuğa geçerken bazen fotokopi hataları oluyor. Bir gen
‘mutasyon’a uğruyor, farklı geçiyor çocuğa. O gen önemsiz bir gen
olabilir, o zaman pek bir şey değişmiyor. Ama çocuğun önemli bir
özelliğinin değişik olmasını sağlayan bir gen de olabilir; o zaman
çocuğun rengi farklı, boyu uzun veya dişleri sivri olabilir.
Bu
farklılık nedeniyle çocuk çevreye daha zor uyum sağlayarak yaşam
mücadelesinde sorunlu hale gelebilir. O zaman zaten erken ölür, az ürer
ve o gen yok olur gider. Ama tersi de olabilir. Rengi değiştiği için onu
yiyen hayvanlara görünmez hale gelebilir, boyu uzadığı için daha
yüksekteki yapraklara erişiyor olabilir, dişleri sivri olduğu için
palamut yiyebilecek hale gelebilir. Yani çevresine daha uygun, yaşam
mücadelesinde daha avantajlı bir duruma gelebilir. O zaman uzun yaşar,
daha çok ürer ve zamanla o gen nüfusun bütününde mevcut olur. Yeni bir
hayvan türü çıkmıştır ortaya. Daha iyi, daha kötü filan değil, çevreye
daha uyumlu bir hayvan.
‘Doğal seçilim’ olmuştur.
Gen
mutasyonları hep oluyor. Çoğunun hiçbir sonucu yok. Ama yaratığın doğal
çevresine daha uyumlu olmasını sağlayan mutasyonları doğa, bir anlamda,
“seçiyor”.
Evrim süreci aşağı yukarı bundan ibaret.
Nezle
virüsü bizim gibi yılda bir üremiyor ve ürediğinde tek bir çocuk
doğurmuyor. Her gün üreyip milyonlarca çocuk üretiyor. Dolayısıyla, çok
sayıda yeni mutasyon oluyor. Ve bunlardan pek çoğu virüse yeni bir
avantaj kazandırıyor, çevreye (yani insan vücuduna) daha uyumlu ve biraz
farklı bir virüs haline gelmesini sağlıyor. Virüs evrimleşiyor.
Nezle
gibi basit bir sorunla, üstelik nedenini gayet iyi bildiğimiz bir
sorunla, bu yüzden bir türlü başedemiyoruz. Bir ilaç buluyoruz, “Tamam,
bu sefer oldu” derken, herif değişiveriyor, bulduğumuz ilaçtan
etkilenmeyen farklı bir virüs haline geliveriyor.
Ağaçlarda
yaşayan, dik durup yürüyemeyen, maymuna benzer bir hayvan milyonlarca
yıl boyunca çeşitli mutasyonlar geçirerek iki ayak üzerinde yürüyen,
kılsız, büyük beyinli, konuşabilen, çok sosyal bir hayvana dönüşmüş.
Değişimin
her aşaması, yürümek, kılsızlık, büyük beyin, konuşmak, sosyallik, o
hayvana o günün çevre koşullarında bir avantaj sağlamış, kalıcılaşmış.
Ve büyük beyin o kadar büyümüş ki, geri bakıp bu süreci merakla izleyip çözecek, anlayacak hale gelmiş!
Bunların
hiçbiri “teori” değil. Yerçekimi kanununu ne kadar iyi biliyor ve
anlıyorsak, evrim sürecini de o kadar biliyor ve anlıyoruz. Genleri,
mutasyonları, mutasyonun niye ve ne kadar sık olduğunu, hangi genlerin
ne zaman değiştiğini, şempanze ile insanın ortak atasının ne zaman
farklılaşmaya başladığını, ondan sonra ne tür hayvanların nasıl
değişerek insana doğru evrildiğini biliyor ve anlıyoruz.
Bu bilgi Tanrı fikriyle çelişir mi?
Zurnanın zırt dediği yer, bazıları için, burası.
Amerikan üniversitelerinde evrim dersleri veren koyu Katolik profesörler çelişmediğini düşünüyor besbelli.
Amerika’nın cahil çoğunluğu ise, çeliştiğini, evrimin sadece bir “teori” olduğunu düşünüyor.
Bir şey doğruysa, neyle çelişip neyle çelişmediğini o başka şeye inananlar düşünmek zorundadır.
Beni ilgilendirmez.