Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Katılma Tarihi: 27 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 155
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
EL-HAMDU ( Hamd,tüm hamdlar/övgüler) LİL-(İÇİNDİR) LAHİ (ALLAH) RABBİ-L ALEMİN(Alemlerin rabbi) ER-RAHMAN(Rahman) ER-RAHİM(Rahim) MALİK-İ YEVMİD-DİN ( Yargılanma gününün sahibi) İYYAKE NABUDU ( Sana köle oluruz) İYYAKE NESTAIN (Senden yardım dileriz) İHDİNA SIRAT-EL MUSTAQIM ( klavuzla en doğru yola bizi) SIRAT-EL LEZİNE ENAMTE ALEYHIM ( Onlara nimet verdiğin kimselerin yoluna) ĞEYRİL MEĞDUBİ ALEYHİM VE LED-DALLİYN ( Gazaba uğramış ve yoldan sapmış kimselerin yoluna değil)
....
Talepte bulunulan varlığın tek bir varlık olduğu, bu kimsenin bir takım vasıflara sahip olduğu için tüm övgülere layık olduğu çok açık değil mi? Daha neyin doğal süreci, neyin işaret zamiriymiş?
__________________ Gideni az olan yoldan gidin (İncil)
Yeryüzünde yaşayanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar (Kur-an)
yani tam olarak ne dediği ne demak istediği anlaşılmıyor...
bana güvenilmez geldi nedense...
gerçi önemli olan kişiler değil düşünceler ve argümanlardır...
düşünceler ve argümanlar üzerinde tartışma daha verimli olur....
allah nedir kimdir sorusuna doğal süreçlerdir diye cevap veriliyor...
fakat kurana bakıldığında allahı tam olarak bir şahısmış gibi algılamamak elde değil...
konuşan yaratan işiten intikam alan tuzak kuran birisi allah...
ama kendisi nasıl bir varlıktır görmesi işitmesi konuşması nasıl gerçekleşir bunun gibi konular tam anlamıyla kapalıdır ....
eğer bir gün onunla karşılaşırsam ey allahım sen aslında nesin nasıl var oldun amacın nedir filan gibi soruları sormak isterdim...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Diyaloğunuzu heyecan içerisinde okudum. Ama bence iyi bir müzakere olmamış. Yani bir konu tam netliğe kavuşmadan yalnız kürt'ün meraklı katkılarıyla daldan dala atlanmış. Onun için bu konuda pek bir katkım olamayacak.
Hatırımda kalanlardan bir kaç meseleye değinmek isterim.
Bir ara, kusursuz olan aşkın varlığın kusurlu bir alemde / kainatta nasıl varolabileceği gibi garip bir varsayımda bulundu arkadaş. Böyle bir iddiada bulunan yok zaten. Allah, alemlerden müstağnidir. Elbette, yaratanın yaratılanla bir değinişmesi, fiziksel bir irtibatı olmaz.
Bu konuşma sürecinde üzerinde durulması gereken en önemli konu Kuran'da farklı kelimelerle ifade edilen hususların gelenek yaklaşımında aynılaştırılması problemidir. Bence de, Allah, rabb, ilah gibi veya resul,nebi gibi kavramlar sanki onlar eş anlamlıymış ve aynı şeyi anlatıyormuş gibi ele alınmamalı, her birinin kullanıldığı yerde ne sebeple bir diğerinin kullanılmamış olduğu üzerinde uzun uzun düşünülmelidir.
Çünkü Kuran, herhangi birinin sözü değildir. Aşkın olan varlığın sözü de muciz ve aşkındır. Aynı yapıp eylediği diğer herşey gibi...
Allah ile aramızda "başka yaratıcıların / üreticilerin" olması konusu gerçekten entellektüel ve tartışılması gereken bir konu. Ben bu konunun veya böyle bir şeye inanmanın temel iman ilkelerine (tevhide) zarar vermeyeceğini düşünüyorum.
İşte bu konunun belki tam olarak "nasıllığında" olmasa bile temel argümanları üzerine söyleyecek bazı düşüncelerim var.
Bu konunun girişini aslında "Evrimin evirip çevirdiği şeyler" başlıklı yazı dizisinde dile getirmiştim.
Geleneksel inançların içimize "buzağı özü" gibi içirdiği bir problemimiz var. Allah'ı insanlaştırmak... Belki bunda Kuran'ın "o devrin insanına" yani doğal / asli ve yegane muhataplarına hitap ediş şeklinin de katkıları vardır. Belki insan ancak böyle tanıtıldığı zaman daha iyi anlayabiliyordur....
Fakat Allah'ı "insanlaştırma" yaklaşımı bizim gerçeğe dair bir çok hususu ıskalamamıza yol açtı. Bir zaman sonra Allah'ı bizler gibi doğrudan iş gören, çabuk karar veren, aceleci, bu gün düşünüp bu gün karar veren, bu gün karar verip bu gün uygulayan bir varlığa dönüştürdük.
Özellikle "yaratış" sürecinde, o sanki bir sihirbaz gibi elindeki kutsal çubukla dokunup mükemmel canlılar peydah ediyordu. Fakat hiç kimse, canlıları bir çırpıda, yekvücud ve mükemmel olarak yaratan Tanrının alemleri ne sebeple altı günde / evrede yaratmış olduğunu sormuyordu.
Öyle ya, "ol deyince olduran" Tanrı elbette bütün kainatı ve diğer tüm alemleri aynı şekilde tek bir hamlede var edebilirdi.
Evrimle alakalı okumalarım beni Allah'ın "dolaylı etkilerle" yönettiği ve yarattığı düşüncesine eriştirdi. Kendi indinde "zaman" olmayan Yaratıcı "ol" dediğinde her iş olup bitmiştir. Fakat "ol" dediği şeyin içinde oluşu yöneten ve ilerleten nice süreçler nice uzun devirler boyunca akıp gitmektedir.
Gerçekten, mesela bundan 70 milyon küsur sene önce yeryüzüne bir göktaşı çarpmış olmasaydı, o devirde yaşayan canlıların neredeyse % 80-90'ı yok olmayacak, geriye kalan ve tespit edilebilen kedi büyüklüğünde bir tek memeli türünden gelişerek bu gün gördüğümüz insan dahil tüm memeli canlı türü ortaya çıkmayacaktı.
Bilim insanları, kainattaki yüzmilyarlarca yıldız barındıran yüzmilyarlarca galaksiyi temaşa ettikçe buralarda hayatın olma olasılığını neredeyse % 100 olarak görüyorlar. Fakat bu oranın ezici ağırlığının yanında yukarıda az önce anlattığım gibi insanın / insan gibi bir varlığın ortaya çıkma olasılığı da o denli düşüktür. Ne var ki, alemlerin hiç acelesi yok.
Burada mucize / akılları aciz bırakacak şey, Tanrı'nın bir sihirbaz gibi varlık ortaya çıkartmasında değil, belki milyarlarca değişkenin kol gezdiği bir algoritma ve olasılıklar düzleminde, dolaylı etkiler yoluyla insanı ortaya çıkartmasındadır.
Kaldı ki, sadece insanın değil diğer tüm canlıların her birinin ortaya çıkış serüveni gerçek anlamda muhteşemdir.
Asıl mesele, çıktısı muhteşem olan bu doğal süreçleri var etmektir. Şu sıralar bazı bilim insanları, bu doğal süreçlerin de bir evrimle ortaya çıkmış olabileceği hususunda görüşler ileri sürüyorlar. Bu da mümkün olabilir. İşin ucunu nereye kadar sürerseniz sürün muhakkak ve muhakkak ilk oluşu var edecek bir kaynağa ulaşacaksınız. Bugün bunun ne olduğunu bilemiyor olmanız onun olmadığı anlamına gelmiyor. Biz ona Tanrı diyoruz.
İşte bu dolaylı etkilerle evirip çevirme işinde başka akıllı varlıklar da pekala bulunabilir. Onlar ve onları var edenler vs. vs., hepsi ilk "ol" emrinde planlanmış ve olması zaruri sujelerden başka bir şey değildir. Onlar da gölgeleri de özleri de ve her ne varsa hepsi, Allah'a secde ederler. Hepsi ve her şey, "Ol" emrinin mahkum ve çaresiz varlıklarıdır.
Bu uzun devirler içerisinde yer alan sujelerin bir kısmı Kuran'daki "biz" in içine giriyor olabilir. Allah nasıl ki, yerleri ve gökleri temsilen konuşturuyorsa, iş ve oluşta görev alan canlı ve cansız diğer şeyleri de bu "konuşturma" temsiline dahil etmiş, kendisiyle beraber onları veya bir kısmını da kapsayacak şekilde "biz" demiş olabilir.
Hatta daha da ileri giderek, belki evrenin veya içindeki bazı sistemlerin bizim bilemeyeceğimiz bir iradeye / ruha / bilince sahip olabileceği bile iddia edilebilir. (Bir kaç Zeitgeist videosunda buna benzer şeyler ileri sürülmüştü)
Ben şahsen bu ve benzeri iddiaların hiç birine ön yargılı yaklaşmıyorum. Ben sadece eşsiz bir ressamın sergisinde gezer gibi karşılaştığım tabloları irdeliyor, birinden diğerine şaşkın ve aşık olarak ilerliyorum.
---
Bu tartışma içerisinde resullerin "sıradanlığı" konusuna çoğunlukla katılıyorum. Resulleri, diğerlerinden ayıran şey müminler açısından sadece ona vahyedilenler olmak zorundadır. Resule değer katan şey, kendi özbenliğindeki herhangi bir üstünlük değil, aldığı vahiyle eriştiği nokta olmalıdır. Aksi düşünceler asla Kuran'dan onay alamazlar ve Kuran'ın genel mantığına da aykırı düşer.
Peygamberlerin nasıl seçildiği hususunda mevcut bilgilerimle Kuran'dan bir sistematik çıkaramıyorum. Tebliğle / söylemek ve anlatmakla görevlendirilen Musa'nın dilindeki arıza, seçimde bizim pek bilmediğimiz hususların var olduğunu gösteriyor. Üstelik mesele o kadar vahim ki, Musa Allah'tan dilindeki düğümün çözülmesini ve kendisine bir vezir verilmesini istediğinde "duan kabul edilmiştir" denilmesine rağmen, dilindeki problemin giderilmediğini görüyoruz. (Çünkü, iş Firavuna tebliğ aşamasına geçtikten sonra Firavun, onun konuşma problemini diline dolayıp alay ediyor.) Demek ki, duası sadece vezir yönünden kabul edilmiş. Halbuki, Tanrı bir insan gibi düşünüp hareket ediyor olsaydı, tebliğ için hitabeti çok kuvvetli birini seçerdi. Ama O, ne insandır, ne de insan gibidir. Allah yollarından ayırmasın, beni çok duygusallaştıran bu meselenin Kuran'da ısrarla dile getiriliyor olması vukuundan daha ilginçtir. Demek ki, işin bu boyutunda da öğrenilecek çok dersler vardır.
----
Bu arkadaşların en mühim problemi bence Kuran'ı evrensel görmeleri, Kuran'ın "evrensel olması sebebiyle !" bilimsel olması gerektiğine inanmalarıdır. Kuran bir bilim kitabı değildir. Tarih kitabı değildir. Edebiyat kitabı değildir. Sevk ve idare (devlet yönetimi) kitabı değildir. Hukuk kitabı değildir. Matematik kitabı değildir. Değildir... Değildir...
Kuran, indirildiği zaman ve zeminde yaşayan insan topluluğuna, kendi dillerinde, kendi anlayışlarına özgü bir sesleniştir. Gayb haberleri hariç bütün verilerini vaz edildiği zaman ve zeminden alır. Veriyi kurgulayan, düzene sokan bir beşer değil, Allah'tır. Öyle olduğu için mucizdir. İçinde bilim de bulabilirsin, matematik te... Ama bunların hiç biri Kuran'ın ana gayesi değildir. Kuran Allah sözü olduğu için "ister istemez" mükemmeldir. Mükemmel olması onu evrensel yapmaz. Allah'ın hiç bir insanın görmediği bir zaman ve zeminde yarattığı bir sinek te mükemmeldir. Ama o mükemmellik onu ebedi yapmaz. Onun ebedi olmaması mükemmelliğine zarar da getirmez.
Kuran'daki herhangi bir kelime için, şu anlama geliyordu, bu anlama alınmalıyı ve sair şeyler söylediğimizde daima ilk muhatapları dikkate almalıyız. Kuran'ın esas gayesi, ilk ve yegane muhatapların anladığı şeydir. Biz şimdi bunu tespit edemediğimizde, bundan mesul olmayacağımıza göre, ille tefsir etme zorunluluğumuz varmış gibi hareket etmek, bu mesellerden yeni yeni tartışmalar çıkartmak, bu sebeple birbirimizin kalbini kırmak, birbirimizi şucu bucu ilan etmek, hayatı ve eylemlerimizi Kuran'ı anlama çabası adı altında fesada sürüklemekten başka bir şey olmaz.
Mesleğimin bu iş olması hali müstesna olmak üzere; ben bana ahirette herhangi birinin "sen şu ayetteki falanca kelimeye neden şu anlamı verdin" diye bir soru soracağını düşünmüyorum. Rabb = doğal süreçlermiş veya değilmiş...
Asıl ilgilenilmesi gereken başka doğal süreçler var.
Yeryüzünde düzeltilebilir olmasına rağmen düzeltilmeyen adaletsizlik, eşitsizlik, zulümler, baskılar, insan onuruna yakışmayan nice uygulamalar, canlı katliamı, çevre katliamı ve nice nice sorunlar var. Asıl mümin o kişidir ki, bu sonuçları ortaya çıkaran "doğal süreçleri" irdelesin yahut irdeleyenlere salat etsin. Sonra mümkün mertebe bütün gücüyle, azlıkta veya çoklukta, az ama çok, bu doğal süreçlerin bir parçası olduğunun farkına varsın. Kendisini değiştirdiğinde, aslında diğerlerini de değiştirmeye başladığını ve böylece doğal süreçlere müdahale edebildiğini anlasın da gece-gündüz, sabah akşam gah bir sözle, gah bir yazıyla, gah bir eylemle gah eylemsiz kalarak olumlu anlamda akışa ve oluşa müdahil olsun.
Bu doğal sürecin adının rabb, Allah, evren olması Diyarbakır'da evine ekmek getiremediği için kendini asan adama bir fayda sunmuyordu. Sokak ortasında işlenen kadın cinayetlerinin mağdurları açısından da bunun hiç bir anlamı yok. Doğal süreçlere konan isim, yanan ormanlarımızı geri getirmiyor, kirlenen derelerimizi temizlemiyor, kalbini kırdığımız ana babalarımızın gönlünü de almıyor.
Bunu hiç tartışmayalım demiyorum. Bunu "hayat memat" meselesi yapmayalım diyorum. Bu konular, olsa olsa etkin yaşam eylemlerimizin arasında soluklanma sırasındaki hoş bir sohbetin konusu olmaktan öte gitmemelidir.
Umarım ve inanırım ki Allah, iyilik edenlerin, soluklanmaları sırasında ettikleri doğru-yanlış lakırdıları bile "hamd" ve "zikir" olarak kabul edecek, onları yaptıklarının en güzeliyle ödüllendirecektir.
Esen kalın.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarıda "Allah ile aramızda "başka yaratıcıların / üreticilerin" olması konusu
gerçekten entellektüel ve tartışılması gereken bir konu. Ben bu konunun
veya böyle bir şeye inanmanın temel iman ilkelerine (tevhide) zarar
vermeyeceğini düşünüyorum." şeklinde bir cümlem oldu.
"Allah ile aramızda" dan kastım, "Allah'ın ilk yaratmaya başlamasıyla bizim oluşumumuz arasında" dır.
Yanlış anlaşılmaması için dikkat çekme gereğini hissettim.
Esen kalın.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Katılma Tarihi: 27 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 155
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Selam, Dün gece Sam İsmail bey benimle tekrar iletişime geçerek forumda açtığım konuya tesadüfen rastladığını, ondan habersiz paylaşım yapmamın etik olmadığını, müzakerememizden vardığım sonuçların yanlış olduğunu, foruma üye olmaya çalıştığını ama başarılı olamadığını, vardığım yanlış sonuçları düzeltmek istediğini söyledi. Kendisine de söylediğim gibi çok kötü hissettiğim için biraz panik haliyle görüşlerinize baş vurmak istemiştim. Etik olmadığını düşündüğü ve kendisini inciten şık olmayan bu tutumum için huzurlarınızda kendisinden özür dileyerek site yönetiminden bir ricada bulunmak istiyorum: Düşüncelerini kendisinin ifade etmesine bir fırsat vererek başlığa katılmasını -üyeliğinde yardımcı olarak- sağlayabilir misiniz? Böylece ben de nasıl yanlış sonuçlara varmış olduğumu öğrenmiş olurum hem hem de verimli olacağını düşündüğüm bir müzakereye iddia sahibinin bizzat kendisi katılmış olur. Yardımınızı ivedilikle bekliyorum. NOT: Ben de çok zor üye olabilmiştim. Mail ile bile yapamamıştım. Bana özel mesaj ile ulaşılabilirse sevinirim. Saygılar
__________________ Gideni az olan yoldan gidin (İncil)
Yeryüzünde yaşayanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar (Kur-an)
Bayım
Hanifdostlar
sitesindeki paylaşımınızın sonuçlarını takip etmeye çalışıyorum ancak
çokça paylaşımcı bir ortam olduğunu söylemek zor görünüyor.
Bizim anlayışımıza gore ortaya koyudğumuz şeylerin dayanağı tamamen
orjinal metindir. Geleneksel algılarla veya geleneğin modernleştirilmesi
gibi subjektif yaklaşımlarla kitabın anlaşılması veya anlamlandırılması
düşünülemez. Çünkü metnin orjinalliği ve açıklığı bizim değil sözün
sahibinin iddiasıdır.
Bazı eleştirilere cevap vermek istedim, ancak bu mümkün olmadı. Bu
nedenle size bir iki not iletmek isterim.
Bunların en başında özellikle “ALLAH” veya orjinal haliyle “EL-LEHU”
doğal süreçleri mi ifade ediyor sorusunun dayanağı ile ilgilidir.
Yapılan yorumlardan anlaşıldığına gore, bu husus daha çok geleneksel
algı ile anlaşılmaya çalışılmaktadır. Ne yazık ki bu Doğru değildir.
Başlıklar halinde özetlemek gerekirse
“ALLAH” kavramının metinde tanımı yoktur. Bir isim değil bir işaret
zamiri olarak kullanılır.
Ihlas suresinde (1. Ve sonuncu ayet)
AHAD kavramı ile kastedilen şeyin niteliği hakkında da bilgi verir.
“AHAD” anlaşıldığı gibi, “biricik” değil “HIÇ KIMSE, HIÇLIK, YOKLUK”
anlamlarına gelir. Dileyen dikkatlice araştırabilir.
Burada
sorulması gereken soru neden “ALLAH” kavramı ile sürekli olarak bir şeye
işaret edilmektedir? Tanımı olmayan bir işaretin bizi götüreceği yer
tahminlerden öteye geçemez. Sözün sahibi bizim kafamızı karıştırmak için
mi bir metin ortaya koydu? Gibi pek çok soru sorabiliriz. Ancak bu
noktada da “kutsal” veya “mistik” kavramların önümüze koyuduğu
paradigmanın büyük ölçüde etkili ve engel oluduğunu anlamak zor
olmayacaktır.
Bilindiği gibi, metin, kavramları ve olayları belli
bir sistematik içerisinde anlatır. Konu ve olay bütünlüğü, kavramların
açıklanması ve neden kullanıldığı ile ilgili bilgileri de yine kitapta
bulmak mümkündür. Zaten böyle olmasaydı kitabın anlaşılması da mümkün
olmazdı. Çünkü bu durumda kitap büyük bir çelişkiler yumağına dönüşmüş
olurdu.
ALLAH kavramı ile ilgili de durum böyledir. Bu manada
“Varoluş” kuramının niceliğini veya niteliğini anlayabilmemiz için yine
metnin önümüze koyduğu bilgiye veya kanıtlara ihtiyacımız vardır.
Bu konuda iki temel ayet, kavramın tesbiti ve başlangıç noktasının belirlenmesi açısından büyük önem taşır.
1.
“Bedîus semâvâti vel ard, ennâ yekûnu lehu veledun ve lem tekun lehu
sâhıbeh, ve halaka kulle şey’, ve huve bikulli şey’in alîm” (En’am 101)
2. “Bedîus semâvâti vel ard, ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun
fe yekûn” (Bakara 117)
(Meal vermemeyi tercih ediyoruz, çünkü
mealciliğin gerçekte kitabın muharref versiyonu olduğunu biliyoruz,
dileyen meallerden yararlanabilir ancak, yalın arapçayı kullanmanızı
önermek isteriz)
En’am 101, meselenin başlangıç noktasını
oluşturur. İfadeyi dikkatle incelediğimiz zaman
Bedii: KENDILIGINDEN OLAN, HIÇ BIR ŞEYE IHTIYAÇ DUYMADAN MEYDANA GELEN,
OLAN
Anlamına gelen temel bir kavramdır. Kelimenin yapısı gereği, bu işi bir
failin yapması (ancak bir fail ile birlikte kullanılması haricinde)
düşünülemez. Ayette bir fail yoktur. Ifadeye dikkat edilirse, BEDII
olanın kendisi değil, üçüncü tarafın (çoğul) bize bir anlatımıdır.
“Bedîus semâvâti vel ard” Yer ve gökler kendiliğinden oldu,
Devamında
“ennâ yekûnu lehu veledun ve lem tekun lehu sâhıbeh” özetle,
doğrulmamıştır ve sahibi de yoktur.
“ve halaka kulle şey’” Her şey ondan (bedii olandan) üretilmiştir. (hlk
edilmiştir)
“ve huve bikulli şey’in alîm” Ve o (bedii olan) (herşeyin kendisinden
üretilmiş olması nedeniyle) Her şeyin bilgisi ondan dolayıdır.
Arapça bilenler neden böyle anlam verdiğimizi anlayacaklardır.
(özellikle “ba” sebebiyle)
İkinci ayet olan Bakara 117
“Bedîus semâvâti vel ard” Yer ve gökler kendiliğinden oldu.
“ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn” Bir şey
planlandığı zaman, o planlanan şey, başlangıçta öngürüldüğü haliyle
zamanı gelidğinde meydana gelir.
Burada da bir iki noktaya dikkat
çekmemiz gerekir
“Emren” kelimesi “bir emir” gibi algılanmaktadır. Ancak bu yanlıştır.
Arapçada bu kelime “iş emir, sipariş “ gibi anlamlara gelir. Bir çeşit
üretim planlaması gibi. Dolayısıyla burada bir şeyin olmasını istemek
emretmek değil, onu planlamak olarak anlamak gerekir.
“iza” süreç bildirir. Bir şeyi planlandığınız zaman, o şeyin
koşullarının meydana gelmesi, şartlarının oluşması ile gerçekleşmesini
ifade eder.
Yani hiç bir şey kendiliğinden değil, her şey,
başlangıçta kendilğinden olan şeyin olması nedeniyle gelişmiştir. Bilgi
veya “ilm” de oradan doğmuştur. Bu Bedii olan şeyin sahibi de yoktur,
doğmuş da değildir.
İşte ALLAH kavramının ifade ettiği şey budur.
Bu bir varlık değil, maddenin kendini üretmesi ve dolayısıyla doğal
süreçlerin veya kuralların ortaya çıkmasını ifade eden bir kavramdır.
Genellikle
ALLAH kelimesi “ILAH” kelimesi ile karıştırılmaktadır ki, miraz meraklı
olanlar bu iki kavramın birbiriyle ilgisi olmadığını araştırabilir
öğrenebilirler.
Eleştirilerinizi veya inançlarınızı
şekillendirirken, referansınızın söylediklerine kulak vermeniz veya
kitabın ortaya koyduğu temel prensipleri gözardı etmeden yapmanız her
açıdan yararlı olacaktır.
__________________ Gideni az olan yoldan gidin (İncil)
Yeryüzünde yaşayanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar (Kur-an)
Öte
yandan sayın “Ali Aksoy” un kaleme aldığı metinde ifade ettiği
şekliyle, “bir şeyi değiller ile açıklayamazsınız”. Kur’an şu değildir,
bu değildir. Öyleyse Nedir? Bu sorunun cevabını vermeniz gerekir.
AYnı
metinde yanlış anlamıyorsak ikinci temel problem kitabın “indirildiği
ortam” referansı ile anlaşılmasının zorunluluğu algısıdır. Bu da
yanlıştır.
Yine kitaptan tek bir örnek: “Śumme inne ‘aleynâ beyâneh” (kiyame 19)
Olayın
öncesine ve nedenlerine bakıldığı zaman, kitabın anlaşılması veya söz
ile ilgili endişelerin veya açıklanmasının dönemin şartlarına ait
olmadığı, hatta bu hususun “elçi”nin kendisine bile ait olmadığı, tam
aksine, onun anlaşılmasının “SONRA” olacağı ve bu işin de sözün sahibine
ait oludğu açıkça anlaşılacaktır.
Burada şu söylenebilir:
“Kelimelerin anlamlarını kavrayabilmek için dönemin şartlarına veya
anlaşılma şekline bakmak gereklidir” Bu da yanlıştır. Çünkü “dil”
dediğimiz şey yaşayan bir şeydir ve gelişir. Bizim için önemli olan şey,
metnin bugün yalın olarak ne ifade etitğidir. (elbette bu anlaşılma
şeklinin içine “ıstılah” denilen şeyi katmıyoruz)
Öte yandan,
metni “mistik” bir çerçevede anlamaya çalışmak veya onu kutsaal Kabul
etmek de büyük bir yanlıştır. Metin kutsal değildir. Anlaşılabildiği
ölçüde işe yarayan bir şeydir. Anlamadığımız bir metnin kutsal olması
bizim için hiç bir anlam taşımayacağı gibi bize bir yararı da yoktur.
Yani, ilk muhataplarının kitabı anlamış olduğunu varsaymak, kitabın kendisi ile derin bir çelişkiye düşmek anlamına gelir.
Yine
aynı notta, “yeryüzünde adalet” kavramına atfen bunun düzeltilebilir
oludğu varsayılmaktadır ki bu da metnin bir önerisi değildir. “Adl” ve
“kist” kavramları metinde bir “zorunluluk” değil, sadece bir “öneri”dir.
Yani yeryüzünde adalet yokutur. Her gün şartları değişen bir ortamda
standart bir adaletten söz etmek herhalde mümkün değildir. Adil olmaya
çalışmak veya mümkün olduğunca buna gayret etmek başka bir şeydir,
Mutlaka adalet başka bir şeydir. Adalet, yeryüzü şartlarında yoktur.
Öte
yandan “Allah” kavramı Doğru anlaşıldığında bunun bir varlık olmadığı,
dolayısıyla “yaratma” süreci olarak adlandırılar bir eylem sürecinin
varlığının da mümkün olamayacağı anlaşılabilir. Gerçekte kitapta bilinen
anlamda “yaratma” ifade eden bir kelime yoktur. Geleneğin “yaratma”
olarak ifade ettiği kavramların her biri ayrı ayrı bir süreci ve sürecin
niteliğini anlatan ifadelerdir ve bunu yapanlar doğal süreçler değil,
laboratuar koşullarında üçüncü tarafın akıllı bir müdahalesi iledir.
__________________ Gideni az olan yoldan gidin (İncil)
Yeryüzünde yaşayanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar (Kur-an)
Bedii kavramı ile ilgili iki ayet örnek verdim, bu iki ayette de "Fail" yoktur, bir fiil vardır ama fail yoktur
sizin
geleneğiniz "bedii" kelimesini "ism-i fail" formuna getirip "el-bedii"
eşsiz yaratıcı, haline dönüştürdükten sonra sizin kitabı karmaşık
bulmamanız mümkün olmaz. oysa cümlede kelimenin yapısı "belirsiz"dir.
Yani fail, eylemin faili yoktur.
Basitçe maddenin kendiliğinden oluşu ve bu oluşa paralel olarak zaman ve süreçlerin gelişmiş olmasını anlatır
hepsi bu
Tıpkı,
bir topa vurduğunuz zaman, topa vuruş hızınız, vuruş açınız vs. gibi
faktörler ile, topun hangi yöne hangi hızla ne kadar mesafe gideceğini
hesaplayabiliyor oluşunuz gibi.
__________________ Gideni az olan yoldan gidin (İncil)
Yeryüzünde yaşayanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar (Kur-an)
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma