Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Katılma Tarihi: 27 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 155
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Eğer iddianız “Muhammed kitabı tamamen anladı, biz
de ondan öğreniriz ise”, bunu kanıtlamak zorundasınız. Kitabınızdaki
ayetleri göz ardı etmeden tabii. Yani sizin dilinizde söylendiği gibi
“Bektaşi gibi okumadan” yapmalısınız. Vahye itaat peygambere itaat
değildir. Vahye itaat, peygamberin kitabı anlaması da değildir. Bu size
söylenen bir sözdür, kitabı değiştirmemeniz, ona olmadık sıfatlar
atfetmemeniz içindir. Bizim sorunumuz değil, çünkü biz sizin
inançlarınızı paylaşmıyoruz.
Doğrusu fasih Arapçanıza hayran
olduğumu ifade etmeliyim. 100. Ayeti ne güzel yorumluyorsunuz. Ama küçük
bir noktayı, “ARAPÇA” açısından atlıyorsunuz. Yorumlamaya çalıştığınız
ayet ile ilgili iddialarınızı temellendirmek istiyorsanız, 96. Ayetten
itibaren okumalısınız. 101 ayeti bu konuya bağlamanızını imkanı yok. En
azından dil açısından. Siz bir yolunu bulduysanız bilemeyiz tabii.
Ne
anlatıyor size ayetler? Kainattaki oluşumları, bunların nasıllığını,
bitkilerin, cinlerin vs. nasıl dönüştürüldüğü veya üretildiğini
anlatıyor. Eğer ben size böyle bir şey anlatmış olsaydım bana şöyle
sorardınız: “peki nerden?” Basitçe biz bunları yaptık, ama bütün bunlar
“bedii” olandan geliyor diyor size. Çok mu zor anlamak? Yani, bu sorunun
“nereden” sorusunun cevabını bulabilmek için geçmişte insanlar sizin
gibi “mucizevi” varlıkları veya şeylerin neden olduğunu söylemişlerdi.
Oysa kitabınız bunun böyle olmadığı, sizin mucizevi şeyler olarak
anlamlandırdıklarınızın da üretilmiş veya dönüştürülmüş olduğunu, bütün
her şeyin, ilk bedii oluştan kaynaklandığını söylemesi çok mu
anlaşılmaz?
Cinler konusunu da araştırmanızı tavsiye ederiz.
Olağanüstü varlıklar falan değiller, görünmez de değiller eğer öyle
olmuş olsalardı, sizler veya geçmiştekiler varlıklarıdan haberdar bile
olmayacaklardı. Göremedikleri, hissedemedikleri, tanımlayamadıkları,
konuşamadıkları vs. vs. bir şeyi nereden biliyor olabilirler sizce?
Rüyada mı gördüler de inandılar? Öyle mi? Kitabınıza bakın, ateşe
dayanıklı toksinlerden üretilmiş bir varlığın farkı, hammaddesinin
sizinkinden farklı oluşundan öteye geçmez. Bu bir varlıktır ve
tanımlanabilir bir şeydir. Siz tanımlayamıyorsanız bu sizin sorununuz.
Ben
102. Ayette de ALLAH kelimesi göremedim, gören varsa bana da
gösterebilir lütfen. Ama orada başka bir şey söylüyor, Ilah olanın,
sizin rabbiniz olduğunu, üreticinin de o olduğunu söylüyor. Allah değil.
Hani Musa’nın konuşmak için telsiz yaptığı Rab var ya o işte. Bu
yorumları Fasih Arapça ile mi yapıyorsunuz, sizi kutlarım.
Evet
biz söylüyoruz, ama aksini kanıtlayan da yok, en azından “din” adına.
Ama bilim tam aksini söylüyor. Sizin iddialarınızı desteklemiyor. Neden?
Bilim yanlış mı yapıyor? Örneğin yerçekimi vardır derken bilim yalan mı
söylüyordu? Yani hemen her şeyi kitabınıza uygun açıklayabiliyor da bir
tek bu noktada mı yanlış yapıyor? Üstelik deneysel verilere rağmen öyle
mi?
Biz hiçbir şeyi cımbızlamayız, çünkü biz sizin
geleneklerinizin veya anlama yöntemlerinizin hiç birine inananlardan
değiliz. Biz sizin dininize inananlardan da değiliz. Başka dinlere de.
Biz sadece bir metnin anlatmaya çalıştığı şeyleri anlamak isteyenleriz.
Bunun için kelimeleri tornada tesviye etmeden olduğu gibi anlamak
isteriz ki sözün ne dediğini bilelim. Ona bizim katacağımız şeyler sözün
söyledikleri değil, bizim anlamak istediklerimiz olur. Bu bize göre
değil siz böyle olmasının doğru olacağını düşünüyorsanız devam edin size
karışan yok, kimsenin kişisel inancıyla ilgilenmeyiz. Ama kitap
hakkında konuşuyorsanız, orada sözümüzü söyleriz. Şimdi olduğu gibi.
Saygıdeğer
yorumcu, Evrenin kusursuzluğunu savunuyor sanırım. Yanlış anlamıyorsak.
Ama sanırım saygıdeğer beyefendi bilimsel gelişmelerden pek haberdar
değil. Biz hatırlatalım. Örneğin Entropy yasaları. Fizik kuralları size
kainatın kusursuz olmadığını söyler. Kaldı ki, kainatın veya bizim
kusurlu veya kusursuz olduğumuzu iddia etmek için de bir veri yoktur
elimizde. Çünkü daha az kusurlu veya daha mükemmel bir şey bilmiyoruz.
Neye göre kusurlu veya kusursuz olduğunu iddia edebiliriz?
Kimseyi
kişisel olarak suçlamayız. Ancak bu yöntemler bizim açımızdan “meal
kalpazanlığı” anlamına gelir. “böyle anlamıyorsan” şeklinde başlayıp
devam eden yargıların tamamı kalpazanlıktır. Hiç kimse kitabın resmi
yorumcusu değildir. Biz de değiliz. Bunun için biz yorum yapmayız.
Sadece anlarız. “Meal kalpazanlığı”nın ne anlama gelidğini gayet iyi
biliyoruz. Bu yüzden kullandık. Sadece size hatırlatmak için.
Ne güzel örnek veriyorsunuz. “apaçık bir kitap” mubin, beyan edilmiş
açığa çıkmış anlaşılabilir, test edilebilir bir metin. Ne duruyorsunuz,
bu söze uysanıza. Yani test edin.
4. örneğinizi gözden geçirin
isterseniz. Ümmü-l kitap ile sizin kitabınız arasında nasıl bağ
kurduğunuzu anlayamadık. Kitap mı değişti?
Tilavet ile ilgili
olarak örneğin bakınız “al-i İmran 164, Bakara 129”. Umarım tilavet
edilen şeyin sizin kitabınız ve ordaki ayetler olmadığını söylemezsiniz.
(Kur’an konusu başka bir şeydir, sizin kitabınızın adı değil) Arapçaya
dönüştürülmüş olması herhalde bir şeyi değiştirmez. Tam aksine sizin
iddialarınızı çöpe gönderir. (Herhaldee Ca’el kelimesinin dönüştürmek
anlamına geldiğini de reddetmezsiniz)
Peki söyler misiniz, Allah
sizinle konuşmadı, onunla tanışmadınız, ne düşündüğünü de söylemedi, ama
“kur’an ı Allah’ın emrettiği şekilde okumak gerektiği”ni
söyleyebiliyorsunuz. Çok özür dilerim, bunu nereden biliyorsunuz? Yoksa
sözün sahibi siz misiniz? Hem Nasıl okursak “emirlere” uygun okumuş
oluruz?
Sizin yaşam rehberinizin kitap olmadığı kesin. Sizin
inançlarınız veya gelenekleriniz sizin rehberiniz olabilir. Ama bu kitap
değil. Yeryüzünde pek çok pagan inanışı vardır ve onların bir gerekçeye
de ihtiyacı yoktur. Herkes dilediğine dilediği gibi inanır. Ama hiç
kimsenin kişisel inançlarını veya geleneklerini “bu kitaptır” diye
takdim etmeye hakkı yoktur. Bizim de inandığımız şeyler vardır ama biz
size “böyle inanıyoruz, siz de böyle inanmalısınız” demiyoruz.
İstediğinize inanabilirsiniz. Bunun için metni değiştirmenize gerek yok.
Biz hasta olalım, sapık olalım ziyanı yok. Ama siz kitabınızı anlayın. Bize değil kendinize faydalı olun.
__________________ Gideni az olan yoldan gidin (İncil)
Yeryüzünde yaşayanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar (Kur-an)
Kuranda Allah ismi ile işaret edilen “Varlık ve
Hayattır.”
Kur’an ise onun sesi ve sözüdür.
O bizi bir süreç içinde geliştirerek yarattı ve
yaratmaktadır. Biz ise onu (varlık ve hayatı) bir süreç
içinde şekillendirmekteyiz.
Onu (varlık ve hayatı) nasıl şekillendirirsek bize öyle
karşılık vermekte olduğunu görmekteyiz.
Şimdi bir örnek verelim varlık ve hayatın sesini kurandan
dinleyelim, diyorki;
Allahın, Arz ve semalarda ne varsa hepsini sizin
hizmetinize verdiğini görmedinizmi?
Kurandaki bu sözü ve diğer sözleri “varlık ve Hayatın”
bize hitabı olarak görebilirsek, yalanlanamaz bir şekilde
açık ve gerçek olduğunu fark ederiz.
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Kuran da öyledir.
Görünenin arkasındaki mananın, gerçeğin peşinde
olmalıyız.
Allahın zatı ise, "Varlık ve Hayatın" kaynağıdır.
Selam ile.
Kuranda Allah ismi ile işaret edilen “Varlık ve
Hayattır.”
Kur’an ise onun sesi ve sözüdür.
O bizi bir süreç içinde geliştirerek yarattı ve
yaratmaktadır. Biz ise onu (varlık ve hayatı) bir süreç
içinde şekillendirmekteyiz.
Onu (varlık ve hayatı) nasıl şekillendirirsek bize öyle
karşılık vermekte olduğunu görmekteyiz.
Şimdi bir örnek verelim varlık ve hayatın sesini kurandan
dinleyelim, diyorki;
Allahın, Arz ve semalarda ne varsa hepsini sizin
hizmetinize verdiğini görmedinizmi?
Kurandaki bu sözü ve diğer sözleri “varlık ve Hayatın”
bize hitabı olarak görebilirsek, yalanlanamaz bir şekilde
açık ve gerçek olduğunu fark ederiz.
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Kuran da öyledir.
Görünenin arkasındaki mananın, gerçeğin peşinde
olmalıyız.
Allahın zatı ise, "Varlık ve Hayatın" kaynağıdır.
Selam ile.
peki bu durumda allaha iman ne demek olur...
varlık ve hayata iman mı...
bu ne anlama gelir...
allaha iman ile kasdedilen şey ne olabilir...
varlık ve hayatın kaynağı nedir...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Varlık=Güzellik=Hayr(kıymet-değerlilik)=Gerçek.
Bu anlamlar birbirine özdeştir ve Allah ismine çıkar.
İman, iyiye- güzele- gerçeğe inanmak ve yönelmektir.
bu yönde çalışmak (ameli salih) bu imanın samimi-hakiki
olduğunun delilidir.
Gayben iman, henüz görmesen de, Güzele sadakat ve Salih
(düzeltici) ve ihsan (güzel) işler yapmak ile geleceğin
daha iyi olacağına inanmaktır Varlık ve hayatın kaynağı Allahın zatıdır, bakınız: ihlas
suresi.
Selam ile.
facebook hesabından tanıştığım ve geçenerde yalnızkürt
ısımlı şahısla yazışan SAM İSMAİL ADIAN adlı kişinin
kuranla ilgili düşüncelerini burda paylaşıyorum..
Yorumları okudukça, kitabınızdan ve kitabınızdaki
kavramlardan ne kadar uzak, ne kadar dışarıdan bir bakış
açısına sahip olduğunuz, kitabı okumak yerine
bilinçaltınızı konuşturduğunuzu görebiliyoruz. Doğrusu bu
çokça üzücü. Samimi yorumları eleştirmek istemeyiz, ancak
hata hatadır ve not edilmesi gerekir. Bu bakımdan
“… Allah ismi ile işaret edilen..:” “ALLAH” bir isim
değildir. Kitapta da isim olarak kullanılmaz. Bu
kelimenin aslı “El-Lehu” ve basit bir işaret zamiridir.
Yani bir kimsenin, bir varlığın, bir şeyin veya bir
olayın ismi değildir. Sadece “işaret” eden basit bir
zamirdir. Dolayısıyla bu kelime üzerinden yapılan “Allah
ismi zülcelali” vs. gibi yorumların tamamı yanlıştır ve
hayal ürünüdür.
Sizin anladığınız “Allah” kitabınızda yoktur. Yani bir
varlık ve bu varlığın ismi olarak “Allah” kitabınızda,
yani “Qur’an” da yoktur. Eğer bu anlamda bir “Tanrı”yı
kavramsallaştırmak istiyorsanız, başka kitaplar
edinmelisiniz. Biz size birkaç tane önerebiliriz, örneğin
Pavlus’un incilini deneyin, Brahmanizmin Vedalarını
deneyin…. İhtiyacınızdan fazla “Tanrı” bulursunuz zaten.
Ama sizin kitabınız hariç….
“Yaratmak” bir kavram olarak kitabınızda yer almaz.
Kastımız “yoktan var etmek” anlamında bir yaratmaktır.
Böyle bir ifade kitabınızda yoktur. Üretmek, Dönüştürmek,
Programlamak, Upgrade etmek/aydınlatmak-aydınlanmak gibi
kavramlar vardır –ki zaten mealleriniz bu kelimelerin
hemen tamamına “Yaratmak” anlamı verirler- ama bu
kavramların hiç biri “Yaratıcının yaratması” gibi bir
anlam taşımaz. Hepsi rasyonel süreçlerin nasıl
gerçekleştiğini anlatmak için kullanılan reel
kavramlardır.
ALLAH kelimesi bir isim olmadığına göre nasıl olur da
“Allah’ın Zatı” denilebilir?
“Allah’a iman ne demektir?” iyi bir soru gibi duruyor….
Allah= Bedii olan şey… Yani kainatın, maddenin, fizik
kurallarının, enerjinin… özetle her şeyin ilk çıkış
noktası…
Bedii = Kendi kendine olan, başka hiçbir örneğe veya
hiçbir müdahaleye ihtiyaç duymadan kendi kendini üreten….
Öyle ki, onun sahibi yoktur, doğrulmamıştır…. Öyle ki her
şey ondan üretilmiştir… Öyle ki “ilim” de oradan gelir….
(En’am 101, Bakara 117)
Demekki Bedii olan şey, gerçekte maddenin ilk
patlamasıdır. Allah ile işaret edilen şey de bu bedii
olan şeydir. Yani bir kimse veya bir varlık değildir.
Öyleyse Allah’a iman nasıl olabilir?
Önce “IMAN” kavramının kendisinin ne olduğunu anlamak
gerekir.
IMAN = Emin olmaktır. “Iman” edebilmeniz için “şuna buna
inandım” demek bir anlam taşımaz. Bir şeyin bilgisine
sahip değilseniz, bir şeyi kanıtlayamıyorsanız “IMAN”
edemezsiniz. Önce kitabınıza bakalım:
“Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû
eslemnâ ….” (Hucurat 14)
Araplar “iman ettik” demişlerdi…
İman ettik demeyin, siz sadece “Müslim” oldunuz ….
Neden? Onlar “iman” ettik demişlerdi, hani “şuna buna
inandım” demekle “mü’min” olunuyordu? Niye itiraz ediyor
kitabınız? Çünkü “iman ettik” dedikleri şeyleri, yani
kitabın ortaya koydğu şeyleri “Kanıtlayabilecek” durumda
değillerdi. Onlar sadece “BARIŞ”ı kabul etmişlerdi, yani
başkalarına ve kendilerine zarar vermemeyi kabul
etmişlerdi. Eğer “Müslim” olmak “iman” etmenin sonucu
olsaydı, Burada söylenmesi gereken şey “ne güzel
yaptınız” olmalıydı.
Kitabınız, bazı hitap kavramları kullanır. Ey insanlar,
Ey Müslümanlar, Ey iman edenler, Ey Mü’minler, Müşrikler
vs.
“iman edenler” ile “mü’min” olanları aynı kategoride
sayabiliriz, çünkü her ikisi de kelime kökeni itibariyle
aynıdır ve anlamı da aynıdır. Emin olanlar, bir şeyin
bilgisine sahip olanlar, kanıtlayabilenler…. Ama diğer
kavramları asla bu çerçevede değerlendirmek mümkün
değildir. Kitabınız bir şeyi ifade ederken farklı
kelimeler kullanıyorsa, bu o şeylerin veya o kelimelerin
anlattığı şeylerin birbirinden başka, farklı, bağımsız
olduklarını gösterir. Eğer hepsi aynı şey olsaydı tek bir
hitap şekli, veya sadece “Müslümanlar” demesi yeterli
olurdu. Ne var ki “Müslüman” olmak “iman” etmek olmadığı
gibi, birbirinden çok başka kavramlardır.
Iman etmek, kanıtlamak olduğuna göre, yani bir şeyin
bilgisine ulaşmak ve o bilgiyle kanıtlayabiliyor olmak
(bilimsel olarak).. Allah’a iman ı da anlamak mümkün
olur. Bu durumda yapmanız gereken şey, varoluşun
nasıllığını öğrenmek ve onu kanıtlayabiliyor olmaktır.
Büyük patlamadan, quantum mekaniğine, Atom altı
parçacıklardan “higs bozonu”na kadar (ki zariyat suresi
bildiğiniz quantum fiziğini anlatır örneğin) bilimsel
yöntemlerle maddenin nasıllığını, varoluşa nasıl etki
ettiğini ve sürecin, fiziğin, kuralların neden
sabit/standart olduğunu anlamak ve kanıtlamak suretiyle
Allah’a iman etmiş olursunuz. Yani emin olursunuz. Bunun
dışında “Allah’a iman ettim” demekle sadece komik bir söz
söylemiş olmanız arasında bir fark yoktur.
“Varlık ve hayatın kaynağı nedir?”
Bu soru son derece saçma bir sorudur. Çünkü eğer en
azından “En’am 101” dikkatle okunmuş ve anlaşılmış
olsaydı, her şeyin, bilgi/ilim dahil her şeyin “bedii”
olandan kaynaklandığını anlamak zor olmazdı. Hayat ve
varlık bu alanın dışında olmadığına göre, hayatın ve
varlığın kaynağı da o ilk patlamadır.
“varlık=güzellik=hayr=gerçek… bu anlamlar özdeştir ve
Allah ismine çıkar”
Bu kadar saçma bir cümle daha okumadım ben.
Amel-i Salih ‘in de bu yönde çalışmak olduğunu söylemek
de son derece yanlıştır. Önce “Amel-i Salih’in ne
olduğunu anlamak gerekir.
Salih: Geçerli, kabul edilebilir, iyi anlamlarına gelen
bir kelimedir.
Amel: iş, eylem, yapılan şeyler
Dolayısıyla Amel-i Salih kavramının anlamı da bellidir:
Geçerli işler, iyi işler…. Evet ama ne yaparsanız
geçerli, iyi işler yapmış olursunuz? Müslim olanlar, yani
başkalarına zarar vermeyenler kendilerine zarar
vermeyenler, yani kendileri ve başkaları için faydalı
olanlardı… Öyleyse, geçerli işler, iyi işler de ancak
“faydalı” olan, yararlı olan işlerdir. Başkalarına iyilik
yapmak, yahut bunun gibi şeyler “amel-i Salih” kapsamında
değildir. Bir otomobil icad ediyorsanız, kendiniz ve
başkalarınızın hayatını kolaylaştıracak bir şeyler
üretiyorsanız, ortaya koyuyor veya keşfediyorsanız Salh
Amel işlemiş olursunuz. Bilgiyi geliştiriyorsanız Salih
Amel işlemiş olursunuz. Çok açıktır. “E efendim ben yalan
söylem, iyilik yaparım vs. öyleyse Salih kullardanım”
demek sadece uyanıkken rüya görmek gibi bir şey olur.
Kendinizi kandırmayın.
“Gayben iman”… Böyle bir kavram kitabınızda yoktur. Gayb:
henüz bilinmeyen şeydir. Bu bilinmeyeceği anlamına
gelmez. Eğer bugün için bilinmeyen bir şey üzerinde
çalışıyor, araştırıyor ve o bilinmezi bilinir hale
getiriyorsanız “Gayb’a iman” etmiş olursunuz. (Önemli
not: Sizin kitabınızda “bilinmesi mümkün olmayan” hiçbir
şey anlatılmaz, ne anlatılıyorsa hepsi bilinebilir,
kanıtlanabilir şeylerdir)
Sonuç olarak, Varlık ve hayatın kaynağı “Allah” kelimesi
ile işaret edilen “ilk bedii oluş/ilk patlama”nın
kendisidir. Kainat da, varlık da her şey buradan
gelmektedir, bilgiyi üreten de budur. Allah’ın zatı diye
bir kavram sizin kitabınızda yoktur…
İhlas suresinde “Allah” kavramı için “hiçlik/ahad”
ifadesi kullanır. Hiç kimse, hiçlik, yokluk…. Buna rağmen
Allah’ın zatı nasıl diyebiliyorsunuz?
__________________ gercek ortaya cıktıgı zaman butun sorular cevaplarını bulacak.
1- İhlas suresinde “Allah” kavramı için
“hiçlik/ahad” ifadesi kullanır. Hiç kimse, hiçlik,
yokluk…. Buna rağmen Allah’ın zatı nasıl
diyebiliyorsunuz?
Demişsiniz.
İhlas suresi son ayetinde “ona küfüv biri (küfüv ehad)
olmadı” der.
kafi kelimesinden gelen "küfüv" ehad ona denk, ona
karşılık gelecek, ona yetecek “BİRİ” olmadı anlamında
kullanılmaktadır. Lütfen olmayanı olan ile, doğruyu
yanlış ile karıştırmayın.
2- “Gayben iman”… Böyle bir kavram kitabınızda
yoktur. Gayb: henüz bilinmeyen şeydir.
Demişsiniz.
Lütfen olan bir şeye yok demeyin, Fatihadan
hemen sonraki ifadelerde “Gaybe iman eden Muttakiler için
rayb olmayan bu kitap hidayettir…” diye yazılmaktadır.
3- Ameli salih konusundaki tarife katılıyorum,
kastettiğimiz anlam zaten buna yakındır, ancak sanki
bizim klasik anlayıştaki gibi kabulümüz varmış gibi bir
ön yargı ile eleştiri yapılmış hissettim.
4- “varlık=güzellik=hayr=gerçek … bu anlamlar
özdeştir ve Allah ismine çıkar”
Bu kadar saçma bir cümle daha okumadım ben. Demişsiniz
Varlık konusunda 3 durum söz konusudur. Birincisi Mutlak
varlıktır var olmaması mümkün değildir. İkinci durum
mümkünlerdir var olabilirde var olmayabilirde buna
mevcutlar da denir yani var edilenler. üçüncüsü
yokluktur. Yoktur, varlık olmasa idi yokluğun lafı bile
olmazdı. Yokluk, mutlak olarak varlığa bağlıdır.
Şimdi, gerçek demek aslında var demektir hani Bir şeye
gerçekmi diye sorarız ya.. işte o şey için varmı böyle
bir şey diye sormuş oluruz.
Güzellik varlıktan gelir tersi olan her türlü çirkinlik
ve kötülükler ise yokluktan gelir, örneğin maddi
yoksulluk, bilgi yokluğu, erdem yokluğu gibi…
Var demek gerçek demektir değerli demektir, olmayan şeyin
değeri de gerçekliği de güzelliği de olmaz. Bu yüzden bu
kavramların özü birdir.
5- İman etmek emin olmaktır tespitine katılıyorum
daha evvelce bizzat benzer bir şekilde iddia ettiğim bir
durumdur.
6- Allah kelimesinin işari bir kelime olduğu da
doğrudur. El lehu tespiti yine bizce eskiden beri
söylediğimiz bir konudur.
Konu zincirinde bahsedilen düşünür kişi bir çok konuda
doğru tespitler yakalamış ve klasik kitap ve islam
anlayışının yanlışları da çoktur ve açıktır. Ancak
doğruya doğru yanlışa da yanlış demelidir.
Konu zincirinde iddia edilen üzerinde anlaşılamayan konu,
Allah ismi ile işaret edilenin Kaynağı / zatı gibi
görünüyor.
Dikkat edersek iddia sahibi işi yokluğa çıkarıyor.
Halbuki mutlak hiçlik / yokluk Yoktur. Mutlak yokluk ve
hiçlikten hiçbir şey çıkmaz. Varlık İllaki mutlak
varlıktan gelir.
İnsanların bunu anlayamamasını da takdir ediyorum çünkü
işin sonu “tanımlanamaz” olana yani isimlendirilemez olan
mutlak sonsuza dayanıyor.
Şimdi onu tekrar anlatmaya çalışıyoruz. Dikkat edin O
yokluk veya hiçlik Değildir, Aksine Varlık ve hayatı
yaratan, varlık üstü mutlak varlık kaynaktan
bahsediyoruz.
İnsanlar var derken sonradan var edilen kavranabilir bir
varlık anlıyorlar, halbuki yaratan yarattığı şeyin içinde
bizzat olmaz.
İçinde galaksiler olan Evrenimiz ve bunun gibi birçok
Evren olsa; Evrenimiz ve tüm bu evrenler, Hepsi sonuçta
“Mutlak Sonsuz Vücud” indinde (Varlık içinde) olmak ve
ona bağlı olmak durumundadır.
İşte; “O Allah” ismiyle işaret edilen Gerçek,
Yani onun zatı diye bahsettiğimiz, Evrenlerin “Onun
indinde” olduğu “O Mutlak Sonsuz Vücuttur”
Eşsiz bir olmak, Mutlak (samed) olmak esasen O sonsuz
vücudun yalnız ona has özellikleridir.
SAM İSMAİL ADIAN'ın turisina isimli uyenın iddalarına
yönelik cevaplarını paylaşıyorum..
AHAD kavramının ne anlama geldiğini biz biliyoruz.
Kitabınızdan ihlas suresini örnek gösterirken, sizin
geleneksel meallerinizin bazılarında birinci ayete
“biricik” gibi veya benzeri anlamlar verilirken son
ayetteki aynı kelimeye “hiçlik/yokluk” anlamı verilir.
Anlayabilmeniz için bu nedenle örnek gösterdik.
AHAD: Hiç kimse, hiçlik, yokluk demektir.
Arapçada, bir ile ilişkili ifadeler bellidir. “bir”
diyecekseniz “vahid” demelisiniz.
Bir kimseyi kastediyorsanız “ihda” dersiniz
AHAD dediğiniz zaman, “hiç kimse” kasdetmiş olursunuz. Bu
kelimenin “bağ” ifade etmesi de mümkündür, ancak güçlü
anlamı ve asıl anlamı “hiç kimse, hiçlik, yokluk”tur.
Ayette kullanılış şekli de budur. Siz buradan “biricik”
gibi bir anlam çıkaramazsınız.
son ayetinde kullanılan ifade: “Ve lem yekun lehu kufuven
ehad”
Bu cümlenin kabaca anlamı “hiçbir şey yokken” demektir.
Kufuvven, yeterlilik anlamına gelir. Durağan, yeterli bir
şey, durdurmak. Eğer bu Allah ise, o zaman Allah
yetersizdir. Veya hiçbir şeydir. Üzgünüm ama bu kabil
yaklaşımlara biz meal kalpazanlığı diyoruz.
Arapçada eğer “dengi” demek istiyorsanız “muadil”
dersiniz. Benzeri demek istiyorsanız “misl” gibi kelime
kullanırsınız. Bunu kitap zaten kullanıyor. Örneğin Şuara
11. Ayette “leyse ke mislihî şey’un” ifadesi vardır. Ona
benzer bir şey yoktur. Aynı şekilde Şuara 40. Ayette de
“seyyietun misluhâ” der. Onun benzeri….
Bunlar kitapta varken, siz başka bir kelimeye aynı anlamı
veremezsiniz. Ya bu kelimeleri iptal edin kaldırın
kitaptan, yahut kitabın her kelimeyi gerektiği gibi ve
doğal anlamında kullandığını kabul edin.
Gayb konusunun ne olduğunu zaten anlattık, bir kere daha
okursanız ne olduğunu anlarsınız. Bizim kasdettiğimiz,
“bilinmeze inanmak” gibi bir kavramın kitabınızda
olmadığıdır. Gayb denilen şeyin ne olduğu açıktır ve bu
“bilgisine henüz ulaşılamayan şey” demektir sadece. Yani
bilinmeyen, bilinmesi mümkün olmayan bir şey değil.
“Gaybe iman” kavramını da açıkladık. Eğer bilinmeyen bir
şeyi bilinir hale getirebiliyorsanız Gayb’e iman etmiş
olursunuz. Bunun dışında bir Gaybe iman şekli veya türü
yoktur.
Lütfen sofistike ve mistik söylemleri bir kenara bırakın.
Bir şey ya vardır, ya yoktur. İkisinin arası diye bir şey
mümkün değildir. Sufi bir bakış açısıyla Tanrı kavramını
veya Varlığı açıklamaya çalışmak herhalde bugüne kadar
yapılanların bir tekrarı olur. Bunun için yorulmanıza da
gerek yok, çünkü sizin geleneğinizin henüz keşfetmediği
daha onlarca sufist inanış var yeryüzünde. “Şu da
olabilir, bu da olabilir, şöyle de olabilir öyleyse şöyle
olur” kabilinden yaklaşımlar, tamamen hayal ürünü
varsayımlardır.
Biz “yokluğu” bilmeyiz. Hiçliği bilmeyiz. Biz VAR’lar
evreninde, yani fiziksel evrende, yani rasyonel
evrendeyiz. Bizim “YOK”luk tan anladığımız şey sadece
Varlığın zıddı olması gereğiyledir. Bildiğimiz veya
bilebileceğimiz bir şey değil. Eğer Yokluk veya Hiçlik
bizim evrenimizin dışında bir yerlerde ise, bu zaten
bizim ulaşamayacağımız ve asla bilemeyeceğimiz bir
şeydir. Yani tamamen hayali bir şey. Istediğiniz her şeyi
söyleyebilirsiniz ama bu söylenenlerin hiç biri doğru
olmayacaktır. Çünkü hiç kimsenin bunu test etme şansı
yoktur. Öyleyse bu kabil yaklaşımlar veya açıklamalar
sadece boşa zaman kaybı veya sizin dilinizde kullanıldığı
şekliyle abesle iştigal olur.
Kimse bir şeyi yokluğa çıkarmıyor. Bizim Allah kavramıyla
ne ifade edildiğini söylememiz, tamamen bu kavramın bir
“kişi” veya “bir varlık” gibi yaratıcı yahut mutlak bir
güç olmadığını anlatmak içindi. Bir işaret zamirinin
nereye işaret ettiği yine sizin kitabınızın açıkladığı
bir konudur. Bu Ahmet, Mehmet gibi bir şey olmadığı gibi,
hava, su gibi bir şey de değildir. Eğer kitabınız “biz
bedii ettik” veya “o bedii etti” demiş olsaydı, o zaman
Allah kavramı ile kastedilen bir varlığı düşünebilirdik.
Oysa bunların hiç biri olmadığı gibi, Bedii olanın ne
olduğu, nelere neden olduğu ve süreci nasıl etkilediği de
açıkça söylenir. Bunları göz ardı ederek felsefe
yapamazsınız.
Kesin olan şudur, biz “fiziksel evrende”yiz ve burada,
yani fiziksel evrende “yokluk” veya “mutlak varlık” veya
“hiçlik” olmadığı gerçeğidir. İçinde bulunduğumuz evrende
her şey açıklanabilirdir, sayılabilir ve ölçülebilirdir.
Burada mutlaklık yok. Evrenin dışında olduğu iddiasında
olanların bunu kanıtlaması gerekir, eğer kanıtlanması
mümkün olabilirse, aksi halde boş iddialardan başka bir
şey değildir.
Komik kavramlar duyuyoruz, “mutlak sonsuzluk vücud
indinde” … ne demek bu? Mutlak sonsuzluk nerede? Yahut
sonsuz nerede? Kim biliyor sonsuzu? Sonsuz,
sayılabilirliğin bir algısından ibarettir. Hepsi bu.
Yine kitabınıza bakmanızı önermek isterim. Örneğin,
“Vastana’tuke li nefsî” (Taha 41)
“Seni kendi nefsim için seçtim” şekilnde kabaca tercüme
edilebilir. Fakat yine kitabınız “her nefs mutlaka mevt
olmanın tadına varacak” der. (Ankebut 57, Al-i İmran 185)
Bu durumda Tanrı, ölümlü olmak zorunda. Çünkü “her nefs”
derken, kendi nefsini hariç tutmuyor. (Elbette bu
ayetlerde ifade edilen varlığın Tanrı değil Rab olduğunu
biz biliyoruz, ancak pek çokları Rab denilen varlığın
Tanrı olduğuna inanması nedeniyle söylüyoruz)
Netice itibariyle, kitabınızda, yani qur’an da bir
“Tanrı” tanımı yoktur. Tanımı olmayan bir şeyi
kitabınızda varmış gibi iddia etmek, kitaba atfetmek
sadece geleneksel ve hatta paganizmden gelen inançları
meşrulaştırmaya çalışmak anlamına gelir. Hiçbir dayanağı
yoktur.
Eğer Kaunatı Allah’ın zatı, yani bedeni gibi bir algı
içindeyseniz, bilmelisiniz ki bu sizin kitabınızın veya
dininizin bir algısı değildir. Arabi endülüse gitmemiş
olsaydı, orada platon felsefesi ile tanışmasaydı,
muhtemelen bu kavram da sizin geleneğinizde olmayacaktı.
Ancak ne olursa olsun, kainatı tanrının bedeni gibi
düşünmek veya varsaymak, her şeyden önce kendinizi
tanrılaştırmak anlamına gelir ki, mevcut uygulamalar da
bu yöndedir. Ne var ki kimse Tanrı değil.
Bir konuyu düzeltmekte yarar var. Bizim “Tanrı” hakkında
herhangi bir iddiamız yoktur. Kişisel inançlarımız ne
olursa olsun, “Tanrı yoktur” veya “Tanrı vardır” gibi bir
önermeden yola çıkmayız. Bizim burada söylediğimiz şey,
“kitabi” referansla bir “Tanrı varlığı” iddialarına
ilişkindir. Bu fazlasıyla kanıtlanmaya ve delillendirmeye
muhtaç bir iddiadır. Çünkü Kitapta böyle bir kavramın
tanımı olmadığı gibi, bu yönde bir çıkarım yapmak için de
gerekli karine yoktur.
4 saat önce
....
Bu arada “Hakikat” meraklıları için de bir not eklemekte
yarar var
“Hak” bilindiği gibi “gerçek” gibi bir anlam ifade etmez.
Bu kelime, “Develere yem verilen kabın adıdır” yani
“ölçü” demektir.
“Hakikat” ise ise ölçülmüş olan şeydir.
Ancak çokça duyuyorus, “gerçek” veya “hakikat” gibi
kavramlardan yola çıkarak, içine pek çok mistik
faraziyeler eklenmiş ve karmakarışır bir sonuç ortaya
konuluyor. Özellikle sufist geleneğin bu kavramları
mistikleştirmekte oldukça mahir olduğunu kabul etmek
gerekir. Ne var ki, kitapta “hakikat” kelimesi doğrudan
kullanılan bir kelime değildir. Çünkü kitap ölçme işini
bizim yapmamızı ister. İman budur. Ama buna karşılık
“Hak” kitapta doğrudan kullanılan bir kelimedir.
Türevleri de vardır.
Kim ne söylerse söylesin, kelimenin anlamı bellidir.
Sözün sahibi de kelimeleri kullanırken ne demek istiyorsa
ona göre kullanmıştır. “Efendim hakikat şudur, hakikat
şöyledir” gibi milyonlarca anlam da üretseniz, kitabın
ortaya koyduğu şeyi anlamaktan çok uzakta kalmaya devam
edersiniz. Bu belki bir sürü toplumu üretmek için yararlı
olabilir ama kimseye bir şey kazandırmaz.
Yani birileri Tanrı'yı veya mutlak varlığı veya buna
benzer şeyleri ölçtü de mi ona Hakikat ismini veriyor?
Çok ilginç doğrusu.
__________________ gercek ortaya cıktıgı zaman butun sorular cevaplarını bulacak.
Bu konuyu uzatmanın anlamsız ve faydasız olduğunu
görüyorum. Varlığı, varlık sahnesi olan bu sonsuz meydana
çıkarana ki bu boşluk-uzay dahi bahsettiğimiz vücuttan bir
vücuttur, Vardır-Gerçektir. "Nerede" diyecek kadar hatta bu
söze komik diyecek kadar karşıt bir yaklaşıma ancak selamet
dilerim. Saygılar.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma