Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Güzel bir gün gibi ümit
Serince bir rüzgarın tül perdeleri kıpırdattığı berrak bir ilkyaz sabahı.
Bütün sabahlar gibi aydınlık vaatlerle dolu.
Boris Vian'ın Cezayir savaşı sırasında yazdığı o ünlü "asker kaçağı" şarkısını dinliyorum.
İlk kez beş yaşındayken duymuştum.
Mouloudji söylüyordu.
Babam Fransa'dan getirmişti.
Sözlerini anlamamıştım ama müziğini çok sevmiştim.
Yirmili yaşlarımda Reggiani'nin sesinden dinlemiştim.
Şimdi çalan da onun söylediği.
Fransızlar, kendilerini savaşın heyecanına kaptırdıkları, Fransız
askerleriyle polislerinin Cezayirlileri işkencelerle kırıp
geçirdikleri, iki tarafta da "vatanseverlik" duygularının alabildiğine
coştuğu o günlerde Vian şarkısıyla savaşa karşı çıkmıştı.
"Size sayın başkanım
Yazdığım bu mektup
Belki de okursunuz
Birazcık vakit bulup"
Böyle başlıyordu şarkı.
Şarkı yüz binlerce sattıktan sonra yasaklanmıştı.
Savaş sırasında savaşa karşı çıkan bir şarkı istemiyordu yöneticiler, kahramanlık türküleri, marşlar istiyorlardı.
Fransa'yı, Fransızları, yöneticileri öven, genç çocukları kahramanlık adına ölmeye kışkırtan şarkılardı onların sevdikleri.
Vian gibi bir "hainin" söylediklerini sevmemişlerdi.
"Askerlik kağıtlarım
Demin geçti elime
Çarşambaymış son günüm
Gitmek için cepheye"
Vian, askere çağrılan genç bir çocuğun ağzından konuşuyordu.
Reggiani, bu şarkının girişine, savaş meydanını anlatan bir şiir de eklemişti.
Şimdi ben o şarkıyı dinliyordum.
Tül perdelerin rüzgarla kıpırdadığı bir yaz sabahı.
Ümitlerin azaldığı, karanlığın arttığı bir ülkedeyim.
Acı ve öfke diğer duyguları bastırıyor.
Ve, işte tam da böyle bir zamanda Reggiani'nin sesinden ulaşıyor bana Boris Vian.
Bir ümit gibi.
Ümidin bittiği yerde çoğalıyor ümit.
Şairler varsa, şarkılar varsa, ümit de var.
Cezayir savaşı çoktan bitti, savaşı yönetenler çoktan öldüler, öldürdükleriyle birlikteler şimdi.
Hepsi geçti.
Geriye bu şarkı kaldı.
Her zaman karşı çıkanlar olacak, her zaman gerçeği söyleyenler, her
zaman savaşın anlamsızlığını anlayanlar olacak, onların sesi
kuşaklardan kuşaklara akacak.
Ümide ihtiyaç olduğunda...
En zor zamanlarda duyulacak onların sesleri.
Bu karanlık, bu dağdağalı günlerde bir bebek girdi hayatıma.
Kırmızı ipekten bir kumaş gibi kırışık yüzü, şiş gözleri, uzun
parmaklı minik elleriyle getirdiklerinde garip bir acı ve isimsiz,
bilmediğim, damarlarınıza bir ilaç zerkettiklerinde hissettiğiniz o baş
dönmesiyle karışık sıcaklığı andıran tuhaf bir duygu hissettim.
Parmağımı uzattığımda tuttu.
Çok çaresizdi.
Nerede doğduğunu, kim olduğunu, neler yaşayacağını bilmiyordu.
Yüzünü buruşturuyor ve soluk almaya çalışıyordu.
Kimseye düşman değildi ve bir düşmanı yoktu.
Ona düşmanlıklar öğreteceklerini düşündüm.
Öfkeler ve çaresizlikler...
Onu alıp kaçırmak istedim.
Ama nereye?
Zaten hissettiğim acının nedeni de buydu, bir bebek
yaşayacaklarından nasıl kurtarılır, nasıl kurtarılır bu insanların
önyargılı düşmanlıklarından, başka yerlerde doğan bebeklere düşman
olmaktan nasıl kurtarılır?
O, biraz büyüdüğünde ona Vian'ın şarkısını dinleteceğim.
"Ama sayın başkanım
Bunu yapmak istemem
Zavallı insanları
Vurmak için doğmadım ben"
Bu küçük şey, bu zorlukla soluk alan bebek, uzun parmaklarıyla
parmağıma tutunan torunum, kırmızı ipekten bir kumaş gibi kırışık yüzü
ve şiş gözleriyle henüz ikimizin de bilmediği duygular yaratan bu
çaresiz, "zavallı insanları vurmak için" doğmadı.
Onlara bir düşmanlığı yok.
Sadece nefes almak ve süt emmek istiyor.
Kendine uzanan parmakları tutuyor.
Ayakları minicik.
Onun bizim yaşadığımızdan daha farklı bir hayatı olacağını düşündüm.
Büyük bölümünü benim izleyemeyeceğim hayatı, bizimkine benzemeyecek.
Bu, bende ümitler yaratıyor.
Yaşadıklarımıza dayanma gücü veriyor.
Acılar yaşıyoruz, daha da yaşayacağız belki ama bu doğan bebekler,
bunları çekmeyecekler, onlar düşman olmayacaklar birilerine,
bayrakların, sınırların, toprakların kutsallığı karşılığında
çocukların, gençlerin kurban edildiği bir hayatın zavallı esirleri
olarak büyümeyecekler.
Yaşarsam, ona Vian'ın şarkısını dinleteceğim.
Eğer bu badireleri atlatamazsak, eğer o bir şarkıyı dinleyecek çağa
geldiğinde ben buralarda olamazsam, eminim bu yazıyı hatırlayan biri
ona bu şarkıyı dinletecek, onu ilk gördüğünde, aynı annesini ilk kez
gördüğünde olduğu gibi bilmediği bir duyguyla, tuhaf, sıcak bir baş
dönmesiyle sarsılan dedesinin ona vasiyeti gibi.
"Ama sayın başkanım
Bunu yapmak istemem
Zavallı insanları
Vurmak için doğmadım ben"
Ama bizi sarmalayan bütün bu karanlığa karşın umutluyum.
Onlar iyi yaşayacaklar.
Bir ümit gibi bu bebek.
Şunu öğrenecek, hepimiz geçeceğiz bu hayattan, o da geçecek, geriye
şiirler kalacak, kalabalıkların önyargılarına, ezberlenmiş
düşmanlıklarına aldırmayan şiirler, çocukların ölümüne karşı çıkan
şiirler.
Bu bebek, kimseyi öldürmek için doğmadı, hiçbir bebek bunun için
doğmaz zaten, yaşamak için doğarlar onlar, mümkünse yaşatmak için.
Henüz daha adını bile bilmeyen bu kırmızı ipek parçası, bir gün
büyüdüğünde, bir gün okumayı öğrendiğinde, kendisine dedesinin yazdığı
bir mektubu okuyacak:
"Kimseye ırkından, dininden, düşüncelerinden dolayı düşman olma
kızım, savaşlara göndermek isterlerse kaç, savaşacaksan savaşlara karşı
savaş, zorbalardan yana olma kızım, ezilenleri, çaresizleri,
güçsüzleri, bebekleri koru, yapayalnız da kalsan doğru bildiklerini
söyle, sen bir toprağın parçası değilsin, sen bütün dünyanın
parçasısın, dünyanın neresinde doğarlarsa doğsunlar seninle birlikte
doğan bütün bebekler senin arkadaşların, onlar düşmanın değil, onların
da senin gibi minik elleri var, onlar da senin gibi yüzlerini
buruşturuyorlar, onları sev kızım."
Ama asıl bana ümit veren, bütün bu satırların, onun bunları anlayacağı yaşa geldiğinde anlamsızlaşacak olma ihtimali.
Onun, dedesinin neden bahsettiğini bile anlamaması, "neden başka
yerlerde, başka topraklarda, başka ırktan, başka dinden doğanlara
düşman olayım ki" diye sorması.
Bunu umut ediyorum.
Rüzgar perdeleri kımıldatıyor.
Reggiani'yi dinliyorum.
Vian'ın sözlerini.
Ona hain demişlerdi, "hain" diyenler yok oldular, yazdığı şarkı kaldı geriye.
Bu küçük bebeğin, Vian'ı "hainlikle" suçlayanlardan olacağına, Vian gibi "hainlikle" suçlanan biri olmasını dilerim.
Ona bu şarkıyı dinleteceğim.
Herkes savaşı, düşmanlığı alkışlarken bile onun karşı çıkabilmesini istiyorum.
Kalabalıklardan, suçlamalardan, damgalardan korkmamasını...
Bağıracaksa, "korkutmak" için değil "korkmayın" diye bağırmasını.
Şimdi ise o sadece biraz süt için bağırıyor bütün bebekler gibi.
Uzun parmaklı elleriyle parmağımı tutuyor.
Güçsüz, çaresiz.
Babamın, daha çok genç bir yazarken yazdığı ilk piyesi bir doğum
sahnesiyle bitiyordu ve piyesin kahramanı "bir mahkum daha doğdu,"
diyordu.
Bu küçük bebeğin bir "mahkum" olarak doğmadığını ümit ediyorum.
Onu şarkıların, şiirlerin, kitapların "mahkumiyetten" kurtaracağını düşünüyorum.
Güzel bir ilkyaz sabahı.
Serince, temiz bir rüzgar esiyor.
Ümidin bitmeye yaklaştığı yerde bile ümitli olmayı öğütlüyor bu aydınlık sabah bana.
Onun sözünü tutuyorum.
Ümitliyim.
Bütün bunlar geçecek.
Bu karanlık dağılacak.
Bu bebekler, bambaşka bir hayatı yaşayacaklar.
Kimsenin kimseyi öldürmediği, kimsenin kimseye düşman olmadığı,
zorbaların iktidarları için bütün bir ülkeyi yakamadıkları bir hayatı.
Uzun parmaklı küçük elleri var.
Kırmızı ipekten bir kumaş gibi buruşuk bir yüzü.
Ayakları avuçlarımda kayboluyor.
Bebekler doğduğu sürece ümit vardır, hiç bitmez.
Daha adını bile bilmiyor ama benim cesaretimi ve ümidimi arttırıyor.
Eğer yaşarsam ona Vian'ın şarkısını dinleteceğim.
"Ama sayın başkanım
Bunu yapmak istemem
Zavallı insanları
Vurmak için doğmadım ben"
Eğer ben dinletemezsem, bu yazıyı okuyan biri dinletecek.
Ve diyecek ki ona:
"Senin deden ümidini hiç kaybetmedi..."
"Sen de kaybetme." ( Ahmet Altan)
__________________ ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
|