Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Milyonların sokağa döküldüğü Mısır'da sıradan bir Mısırlı "bu
develerin devrimi"dir demiş. Bu tuttu, şimdi Kahire ve giderek diğer
başkentleri sallamakta olan kitlesel gösterilere "Develerin devrimi
(Sevretü'l cimal)" adı veriliyor.
Oryantalist bakış açısından Araplar ve Müslümanlar (bunlara
Türkler, İranlılar vd. Müslüman halklar da dahildir) devrim yap(a)maz.
Yakın tarihte Fransızlar (1789) ve Ruslar (1917) 'devrim' yaşadı. Modern
çağın tarihini Batılılar yazıyor, 1789'da burjuvazinin ve 1917'da
Bolşeviklerin başını çektiği sosyo-politik olayların ve elbette derin
altüst oluşların hangi ölçülerde "devrim" tanımına girdikleri belki
ileride başka bir perspektiften yazılacaktır. Ancak 1979'da İran'da
kelimenin gerçek manasında bir 'devrim' yaşandığında zerre miktarı kuşku
yok. Milyonlar 78 yaşında bir Molla'nın rehberliğinde binlerce yıllık
bir monarşiyi yıktı. Tahran gazetelerinin "Şah reft" diye manşet attığı
gün, Rıza Pehlevi soluğu Kahire'de almıştı. İmam Ayetullah Humeyni
modern dünyaya bambaşka bir dünyadan sesleniyordu. "Halka 'askerlere
çiçek atın, kalplerine, yani vicdanlarına hitap edin" diyordu. Dünyanın
5. büyük ordusu ile halk arasında yaklaşık 17 ay süren çatışmada 60 bin
kişi hayatını kaybetti, fakat ne ordu ne Şah'ın özel muhafız birliği
Cavidan Kisra'yı ve tahtını koruyabildi.
"Deve" ile "devrim" arasında nasıl bir ilgi kurulur?
Deve, çöl hayvanıdır. Çok sabırlı, dayanıklı ve tahammülkardır.
Vefalı ve uysal olduğu bilinir. Arap dilinin önemli bir bölümü deve
merkezli pozisyonların iştikakına dayanır. Günlerce, haftalarca aç ve
susuz kalabilir. Yolculuğu aylarca sürer. Bedeviler onun dilinden anlar
ve sanki daima aralarında 'konuşur'lar. Deveyi çileden çıkaran yegane
şey, haksızlığa uğramak, işkence görmek, horlanmak. Taşıyabildiği kadar
yük yükleyebilirsiniz, dayanabildiği kadar yol aldırabilirsiniz, ama onu
horlar ve eziyete maruz bırakırsanız, belli bir süre sabreder. Zulme
devam ederseniz isyan eder. Devenin isyanı 'çıldırması'dır. Çıldırdığı
anda kontrolden çıkar, gözü hiçbir şeyi görmez, etrafını, önüne çıkan
her şeyi yakar yıkar.
Arif Mısırlı, yaşananlara "sevretü'l cimal" adını verdiğinde işte
kendi bildik objeler dünyasından, asli kültüründen, tarihsel
hafızasından hareket etmişti. Mısır ve Arap dünyasında yaşananları
tercüme düşüncelerle açıklamaya çalışan Frankofonlar, Anglo Sakson ve
Amerikano aydınlar öylesine küçümseyici, aşağılayıcı bir dille olup
bitenleri anlatmaya çalışıyorlar ki, artık Batı'da bile ciddi
entelektüel çevrelerde utanılır hale gelmeye yüz tutmuş oryantalizmi
sadece tekrar ediyorlar.
Mısırlılar, Ümmü Gülsüm'ün şarkılarını söylüyor. "Deve"
metaforuyla uyumlu olan "Lissabri hudut (Sabrın sınırı vardır)" en çok
söyledikleri şarkı. Dünya Bülteni adına olayları Kahire'de izleyen
Abdullah Aydın'ın verdiği habere göre, Ümmü Gülsüm'ün en çok söylenen
diğer şarkısı "Özgürlüğümü ver, sana kollarımı açayım". Mısırlı gençler
bir pankartlarında şunu yazıyor: "Mübarek, kontörün bitti."
Bundan sonra ne olacak?
Şu anda bir Mecelle kuralı takip ediliyor: "Def'i mazarrat celb-i
menafiden evladır." Zararın giderilmesi, faydanın temininden önce
gelir. Evveliyetle diktatörlükler gidecek. Arkasından fayda gelir.
Rahmetli babam derdi ki: "Çıldırmış bir deveyi sigara dumanı
teskin eder. Sahibi bir fırsatını bulup da burnuna sigara dumanı üflerse
deve sakinleşir, o zaman sahibi yularını ele geçirir, bağlar."
Bu bana milyonların burnuna birilerinin çoktan neler üfleyeceği
hesabını yapmaya başladığını düşündürüyor: Batı, yıllardır hem
rejimlerini destekliyor hem çeşitli 'sivil kuruluşlar' adı altında
milyonlarca dolarlık faaliyet pompalıyor: Yoksullara duyarsız adaletsiz
büyüme ideolojisi, modern tüketim, nihilizm, bedensel hazlara
indirgenmiş özgürlükler, her şeyin kişisel tercihlere endekslenmesi,
cinsel tercihler vs. türünden o kadar çok duman var ki, uyuşturucu
etkisine sahip.
Ancak güzel günler yakındır. Feraset ve basiretin desteğinde adalet, hakiki özgürlük arayışı galip gelecektir.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Mısır konusunda iki ana görüş var. Ya TINA (there is no alternative!) ya TATA (there are thousends of alternatives!). Yâni “başka alternatif yok” diyenler TINAcılar ve “binalternatif var”
diyen TATAcılar. Birincilere göre o tek alternatif Mısır’ın ve öbür
Arab devletlerinin artık kaçınılmaz şekilde demokrasi ve âdil hukuk
düzeni yoluna girecekleri “postulat”ı, ikincilere
göreyse bu demokrasi yolu o bin alternatif arasında çok arka sıralarda
yer alan zayıf bir ihtimâl. Bunlar, Arab ülkelerini onyıllardır kanırta
kanırta, zulmederek yöneten azınlıkların yine allem edip kalem edip,
Batı’daki efendilerinden de destek alarak muhtelif derecelerde
makyajlarla ve “yeni” (!) çehrelerle eski düzeni bir mikdar daha rafine metodlarla sürdüreceğinden endîşe ediyorlar.
Ama o efendiler de artık eskisi gibi değil. 2 Şubat târihli yazımda Amerika ile İsrâil arasındaki “sapık” ilişkinin artık Washington tarafından “taşınamaz”
hâle gelmesi netîcesi bu desteğin kaybolacağından bahsetmişdim ki bu,
İsrâil için tasavvur edilebilecek en fecî gelişmelerden birine tekaabül
edecekdir. Çünki ABD’den yılda iki milyar
dolar askerî ve “ekonomik”(!)
yardım, yâni âile bütçesine katkı alan Mübârek, Filistinlileri fedâ
etmek pahasına İsrâil’in Mezopotamya ve Doğu Akdeniz bölgelerindeki
emellerine hizmet ediyordu. Şimdi anlaşılan, Beyaz Saray’ın artık “Kenan EvrenlerKontenjanı” listesi
üzerine bir çarpı işâreti koymuş olduğu. Arab ülkelerinde artık kukla
askerî diktatörlere değil nisbeten demokratikmiş gibi görüntü veren
sivil yöneticilere ihtiyaç duyulur gibi.
Başkan John Ford bir keresinde Viyetnam’daki bir kukla diktatör general için şöyle demişdi:
“Yes, he is a son of a bitch, but he is our son of a bitch!” (Evet, o o... çocuğunun biri ama bizim o... çocuğumuz o!)
Zannedersem Başkan Obama bundan böyle “meşrû” evlâdlar istiyor.
AB’ye gelince Fransa ve Alman
ya’nın dönekliği şâyân-ı ibretdir! Bay Sarkozy U dönüşünü daha Tunus Zâlimi İbn Ali’yle itmâm eyledi ve “sevgili dostu”nu Fransa’ya sokmadı. Bayan Merkel ise biraz daha ağır kanlı ama evvelsi gün o da hidâyete erdi.
Öte yandan Fransa ve Almanya’daki “aklı hür, vicdânı hür” dürüst insanlar zâten bu ikiyüzlü tutumu sorguluyorlar. Meselâ “84’lük Delikanlı” Peter Scholl-Latour, Almanya’nın en tanınmış gazetecilerinden olan bu yarı Alman yarı Fransız entellektüel, son kitabında “Beyaz Adam İmparatorluğunun sonu”nu tematize ederken özetle şöyle diyordu:
“Elâleme
demokrasi ve insan hakları dersi vermekde pek mâhiriz. Ama menfaatimiz
gerektirince Suûdî Arabistan gibi, Mısır, Pâkistan, Afganistan, Tunus,
Nijerya gibi en baskıcı, en mürtekib rejimlerle sarmaş dolaş olmakdan da
kaçınmıyoruz.”
Ben Nil kıyılarındaki deprem bağlamında
en dürüst ve en merdce sesin Ankara’dan yükselmiş olmasını bir Türk
olarak sevinç ve ne yalan söyleyeyim biraz da övünçle karşılıyorum.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
10 maddede Mısır devrimi! Özlem ALBAYRAK-Yeni Şafak
Güneş
altında, Mısır'la ilgili kurulabilecek tüm cümleler kuruldu, sanırım.
Dünyanın en ilginç analizi bile olsa ey okur; sende ağır, ciddi Mısır
tahlilleri okumaya mecal kalmış mıdır, emin değilim. Dolayısıyla bugün,
serimli-düğümlü-çözümlü bir strateji yazısı yazmaktansa, (zaten uluslar
arası ilişkiler analistliğini başkalarına bıraktığımı, söylemiştim)
Mısır üstünde zihin gezdirmeyi, Mısır üzerinden bize bakmayı tercih
ederim.
Mısır'daki halk hareketinin gösterdiklerine gelince; buyurunuz diyelim:
1 – Yerli ve yabancı oryantalizm söylemi yine fos çıkmış. Arabın da devrimci ruhu varmış, hem de ne yiğit ruhmuş!
2 – Bir dikta rejimi, otoriter bir yönetim ister 30 yıl sürsün, ister 100 yıl: keser döner sap döner, gün olur devran dönermiş.
3 – Ortadoğu'ya özgürlük ihraç etmek için
ölmeyi-öldürmeyi bile göze alarak Irak'ın altını üstüne getirenler, bir
Ortadoğu halkı özgürlük için sokaklara dökülünce, eni konu
korkabilirmiş.
4 - Necip Türk basınında Mısır'a gitmemiş, dolayısıyla "izlenim" paylaşma imkanı olmamış tek Allah kulu, ben kalmışım.
5 - Bir saldırı aracı olarak modern öncesi
dönemde atlar, modern dönemde arabalar kullanılırken, postmodern dönemde
ise bu bineklerin yerini develer alabilir, hatta bir devrime ad
verebilirmiş. Develerle binlerce göstericinin içine dalmak, bu munis ve
sevimli hayvanları bile korkutucu kılabilirmiş.
6 – Mısır'ın 30 yıllık firavunuyla, Türkiye'nin
siyasal iktidarı arasında benzerlik kuranlar çıkabilirmiş. Bunu
yapanlar, bu kıyasın Mısır'da devrim yapan halkla, Türkiye'de Cumhuriyet
Mitingleri'ni düzenleyenleri karşılaştırmak kadar abes olacağını
bilmezmiş.
7 – TT Arena'da, U2 konserinde Başbakan'ın
ıslıklanmasıyla, Mısır'da milyonlarca insanın sokağa dökülmesi aynı
kefeye konulabilirmiş. Demokrasilerde gösteri ve protesto hakkı vardır
kabul ama, birinin yoksul mısırlıların ekmek ve demokrasi çığlığıyken,
diğerinin "beyaz Türk şımarıklığı" olduğu ıskalanabilirmiş. Birinin
ekmek bulamamaktan kaynaklanırken, diğerinin hükümetin milyon dolarlar
akıttığı etkinliklerde ve açılışı yapılan devasa stadyumlarda meydana
geldiği ve hiçbir rasyonel bir talep içermediği, sadece gerekçesiz bir
öfke taşıdığı gözden kaçırılabilirmiş.
8 – "Türkiye İran olur mu?" , "Türkiye Malezya
olur mu?", "Türkiye Cezayir olur mu?" tartışmalarıyla yıllarca dindar
kesimin tepesinde boza pişiren laik güruhun bir kısmı, umutsuz biçimde
Türkiye niye Mısır olmuyor diye karalar bağlayabilirmiş. Üstelik hedef,
yine İslamcı dövmekmiş. Görünen o ki, karalar bağlayanların asıl derdi,
Mısır'daki isyan dalgasının Türkiye'ye sıçraması, dolayısıyla dindar
kesimin oy verdiği muhafazakar hükümetin zor durumda kalmasıymış.
9 – Doğu toplumlarında demokrasinin,
özgürlüğün, ilerlemenin taşıyıcısı; laik diktatörler değil; Mısır'daki
İhvan hareketi gibi meşruiyetini toplum tabanından alan İslamcı
hareketler olabilirmiş. Yıllardır radikal İslam korkusu ile titreyen ABD
bile buna uyanabilirken, bizim sürekli endişelenmekten izan terazisi
şaşmış modern laiklerimiz, bu dönüşüme kör kalabilirmiş.
10 – Mübarek'e destek veren İsrail, tarihinde ilk kez yalnız kalabilirmiş.
SURİYE İÇİN MİNİ NOT
Geçtiğimiz Salı günü yazdığım "Mısır'ı Bırak
Suriye'ye Bak" başlıklı yazıda Suriye'deki Baasçı yönetimden, inanılmaz
insan hakkı ihlallerinden, Hama katliamının hesabının sorulamamasından
sözetmiş ve biz, vicdan, insaf, adalet duygusu taşıyanları bu konuda
elinden geleni ardına koymamaya davet etmiştim. Yer kalmadığı için
yazamamıştım. Ancak bazı okurlar, 'Suriye Kürtleri'ne değinmeyen bir
Suriye yazısının eksik olacağını hatırlatma konusunda birleşince, altını
çizmek farz oldu. Suriye'de nüfusun yüzde 10'unu oluşturan Kürtler
vatandaş bile sayılmıyor. Baasçı baskılardan Kürtler'in de fazla fazla
nasibini alması bir yana, bir de Arap milliyetçiliğinin hedefinde
bulunuyorlar. Temel hakları yok, ayrımcılığa uğruyor ve dışlanıyorlar.
Not düşelim.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Bir arkadaşım aradı: - "Beşiktaştaki caminin avlusundaki duvarda 'Dev-Genç' yazıyor. Çooook eskiden kalma bir yazı. Kim bilir, kimin cenazesinden." Kim
bilir? Arkadaşlarının duvarları sloganlarla bezediği, devrimin hangi
kuyruklu yıldızdı acep, karanlığa karışan? O yıllarda hiçbir duvar
sadece duvar değildi. Her duvarın dili vardı. Çocuksu isyanımızın dili.
Sonunda hepsi gelip aynı nehre akardı. Bir 'büyük hikayeye'. Eşitlik ve özgürlük özlemine. Ve o isyan dilinin en şahanesi, 'Tek yol devrim'di. Bilirdik...
Engebeliydi, sarptı, dolambaçlıydı yolu. Lakin, Daniel Cohn Bendit'in
kendi hayatını anlattığı romanının adı gibi "Biz devrimi çok sevmiştik."
Kırmızısını bilirdik. Sonra 'yeşil'i çıktı. Sonra 'turuncusu.' Gül
kokulusu. Ve şimdi yasemin kokuyor ortalık. Damardan geçmiş günler
romantizmi yapmak değil maksadım. Sözü, bazı eski arkadaşların Tunus ve
Mısır isyanlarıyla ilgili yaklaşımına getirmeye çalışıyorum. Gönül
kırmak değil niyetim. Anlamakta zorlandığım içindir.
'DÜĞMECİLER!' Bakıyorum. Herkesin burnu farklı koku alıyor. Bir grup var ki; 'parmakçı!' Kimi halkın isyanında Amerikan parmağı buluyor. Kimisi Saros'un elini. Bunlara 'düğmeciler' de
diyebiliriz. Halkın düğme ile çalıştığını düşünüyorlar. Düğmelerine
basıyorsun, 1 milyon insan sokağa dökülüyor! İnsan en azından, "Ya bu
halk dediğin şey düğmeyle çalışıyorsa, bu düğmenin yerini biz niye
bulamıyoruz?" diye düşünmeli. Kimileri ise, İslamcıların yönetimi ele
geçireceğinden korkuyor. İsyanın İran'daki gibi 'kabak devrim' olacağını
söylüyor. (Oysa biz, en kırmızısının bile kabak çıktığını gördük.) Yani
İslamcıların korkusuna statüko savunuluyor. Ergenekon ve darbe
operasyonları sürerken de aynı korkularla seyirci kalınmıştı. İsrail,
ABD'yi nasıl eleştiriyor biliyor musunuz? "ABD, Ortadoğu'yu okuyamıyor. Eğer seçim olsa parlamentonun yarısını Müslüman Kardeşler alır," diye. Talihsiz bir benzerlik değil mi? Görünen o ki, artık 'endişeli modernler', 'endişeli muhafazakarlar' gibi 'endişeli solcular' var.
Endişeleri nedeniyle isyan, devrim değil; statükonun değişmesin
istiyorlar. Milyonlar daha iyi bir hayat ve demokrasi isterken, onlar
endişeleri nedeniyle 'parmak' ve 'düğme' arıyorlar.
***
Oysa bir ülkede iç dinamikler müsait değilse isyan edemezsiniz, devrim
ise hiç yapamazsınız. Sadece dış dinamiklerle yani 'parmakla' yapılan
şey de olsa olsa darbe olur! Oysa dikkatli bakılsa, bu ülkelerde olanlar
beklenmedik değil Mısır'da rejim, reform taleplerine hiç cevap vermedi.
Rejimden yana tavır alan laik kesim, 90'lardan bu yana korkularını bir
yana bırakıp İslamcı kesimlerle işbirliği yapıyordu. Yani komünistler,
İslamcılar, liberaller bir arada. Dış dinamikler, bu iç dinamiklerden
sonra önemli hale gelir. Özellikle Mısır gibi Ortadoğu'nun kilit
ülkesiyseniz 'serçe' veya 'baş parmak' şeklinde devreye girer. Başarılı
da olabilirler. Yani isyan, köklü bir değişime yol açmayabilir. Böyle
olsa bile artık Ortadoğu'da hiçbir şey de eskisi gibi olamaz. Bakın!
Daha iki gün once Libya,12 siyasi mahkumu bıraktı. Cezayir sıkıyönetimi
kaldıracağını açıkladı.
***
Yani devrim olmayabilir ama devrim yolu güzeldir. Engebeli, dolambaçlı
ve sarp olsa da. Halkların eşitlik, özgürlük ve daha iyi bir hayat
talebi heyecan verici değil mi? Varılacak yerden çok yolculuğun kendisi
gibi. Yolculuktan heyecan duymayan yola çıkamaz. Yani endişeye mahal
yok. Aşk romanında ne diyordu Şems: "Düzenim bozulur,
hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın
altının üstünden daha iyi olmayacağını?" Hadi meseleyi bir Sunay
Akın'ın dizeleriyle ile bağlayalım: "Kağıt bir gemidir devrim bütün
gemiler hurdaya çıksa da sonunda taşıdığı özgürlük şiiriyle batmadan
yüzer nicedir dünya sularında..." Bazıları hurdaya çıksa da, kağıt
gemileri yüzdürmekten vazgeçmeyelim derim.
Metin SEVER-SABAH
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Bütün Ortadoğu'nun kaderini değiştirecek bir demokrasi fırtınası zannederken, biz biraz fazla mı heyecana kapılıyoruz?
Hüsnü Mübarek zalim, gaddar ve
kötücül biri. Sizinle aynı kanaatteyim. Ancak dışarıdaki işbirlikçileri
ile içerideki adamları tarafından sinsice oyuldu altı. Bir sabah gaflet
uykusundan kalktığında anladı kuşatıldığını fakat heyhat, çok geç artık.
Güvenilir adamı General Ömer Süleyman, müttefikleri İsrail ve ABD’nin de
güvenine mazhar olmuş çaktırmadan. Ordusu buzdolabı, televizyon, gıda
ve giyim üretimi yaparken Pentagon’la içli dışlı yakınlıklar da
peydahlamış. Günü gelince hepsi bir olup kumpas kurdu ona karşı.
Bir ihanet hikâyesi
Netice-i kelam, mutemet bildikleri tarafından satıldı Mübarek.
Yönetimden halk ayaklanmasıyla değil bir saray darbesiyle uzaklaştırıldı
gerçekte. ‘Halk destekli ordu’ kisvesi altında kanırta kanırta iktidarı
devraldılar Mübarek’ten. Koltuk tek adamlar arasında el değiştiriyor,
halka geçmiyor Mısır’da. Sadece zevahiri kurtarıyorlar şu an.
İkinci adamı yıpratmadan yumuşak geçişle oturtacaklar oraya. Gelin görün
ki, halk iktidarı bekleyen Tahrir meydanına ulaşmadı daha bu acı haber.
Hikaye geliştikçe trajik bir ihanet hikayesi çıkıyor içinden. Aldatılan
yalnız Hüsnü Mübarek olsa gam yemezdim ama demokratik değişim isteyen
bütün Mısır oyuna getiriliyor.
Merhamet görmeyi, acınmayı hak etmiyor Hüsnü Mübarek, ona ne şüphe.
Lakin bir zalim gidiyor, başka bir zalim geliyor yerine. Tahrir
meydanındaki kalabalıkların yalancı şafağını ben de alkışlasam mı, Ömer
Süleyman’ın hainliğine mi yansam, Hüsnü Mübarek’in akıbetine mi kına
yaksam, karar veremedim.
ABD’li Washington Enstitüsü bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarını
açıkladı önceki gün. Sıcak olaylar sırasında yapılan ilk ve tek anket
çalışması bu. 5-8 Şubat tarihleri arasında Mısırlıların nabzını
ölçmüşler. Sonuçlar şaşırtıcı.
Müslüman Kardeşler hareketi zannedildiği kadar yaygın çıkmıyor toplumda.
Mısırlıların yüzde 15’i onaylıyor varlıklarını ve fakat ancak yüzde
biri başkanlık seçimlerinde adaylarına destek vereceğini söylüyor.
Muhammed El-Baradey’e gelince. Onun da arkasında ancak yüzde 3’lük bir
seçmen desteği görünüyor. Eski Dışişleri Bakanı Amr Musa ise bütün
adaylar içinde en şanslı olanı. Halkın yüzde 25’i Mübarek’in selefi
olarak Musa’yı istiyor.
Sıkı durun, Mübarek’in kendisi bugün seçime girse yüzde 17’lik oyu
garanti. Yardımcısı General Ömer Süleyman’ı da bir o kadar Mısırlı
tercih ediyor.
ABD ve İsrail’le ilişkiler belirleyici değil seçmen davranışı üzerinde.
Yani “Sam Amca’nın çocuğu” veya “Siyonizmin uşağı” propagandası kimsenin
üstüne yapışmıyor kolay kolay. Alıcısı fazla yok çünkü. Ömer Süleyman
açısından da bir dezavantaj oluşturmuyor demektir.
Toplumun yüzde 30’luk bir kesimi için kısmi hassasiyet taşısa da gerisini pek alakadar etmiyor.
Mısırlıları harekete geçiren asıl konular yüzde 30’larda gezinen
işsizlik ve refahtan daha fazla pay alma davası. Demokrasi tali mesele
kalıyor bunların yanında.
Hülasası, yeni bir tek adam rejimine hazır ve razı görünüyor Mısır halkı. Yeter ki aşları, işleri, ekmekleri büyüsün...
Bütün Ortadoğu’nun kaderini değiştirecek bir demokrasi fırtınası
zannederken, biz biraz fazla mı heyecana kapılıyoruz, ne dersiniz?
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Moubarak'ın askerin ne yaptığından habersiz olması mümkün değil..Bence "acaba halk geri dururmu" diye beklediler..Halkın kararlılığını görünce Firavun kaçtı..elbette ipler amerikanın elinden kolay kolay çıkmaz..ama halkın bir kazanım elde ettiği gerçeğini görmek lazım..edindikleri kalkışma tecrübesi de cabası..
Artık sömürü diktatörlükle değil tüketim çılgınlığını özendirmek şeklinde kararlaştırıldığı için ortamın daha "özgür" olması gerekiyor..Bölgedeki tüm değişimleri bu açıdan gözlemekte fayda var..
Sadece halis-muhlis davranmakla bu ortamdan kurtulmak mümkün olur..
Kaddafi bitti, sırada ne var? İbrahim KARAGÜL-Yeni Şafak
Basra
Körfezi'nden Atlas Okyanusu'na kadar bütün bölgede fay hatları
hareketlendi, zemin sarsılıyor. Hiç kimse, hiçbir güç bu dalgayı kontrol
edemez. İsyan hareketlerinde eli olanlar bile bunu başaramaz.
Rejimlerin niteliği, gücü ne olursa olsun, dayandıkları güçler kimler
olursa olsun fırtınayı kimse dindiremez.
Hiçbir rejim, otorite bu depremden sağ
kurtulamayacak. Artık boş vaatlerin, umut ticaretinin kitleler üzerinde
bir karşılığı yok. Silahına güvenenler için son çok daha erken gelecek.
Çünkü kurşun sıkmak, intihar etmektir bu dönemde. Parasına güvenen
rejimler yanlarına sadece kefenlerini alıp gidecekler.
Tunus ve Mısır devrildi. Ama kabus yeni
başlıyor. Bu ülkelerin geleceğinin ne olacağı kitlelerin talepleriyle
uluslararası güçler arasındaki pazarlıkların sonucuna göre şekillenecek.
Bu yüzden askeri yönetimler dönemi pazarlıklarla kitlesel talepler
arasında ağırlık tartma dönemi olacak.
Şimdi Libya'da yer yerinden oynuyor. Albay
Muammer Kaddafi'nin katı denetiminin nasıl etkisiz kaldığını, kitlelerin
kentleri nasıl ele geçirdiğini, kurşunlara karşı nasıl göğüs gerdiğini,
aslında Libya'da güçlü bir muhalefet olduğunu, tek adamın 42 yıllık
şöhretinin yanılsama olduğunu görüyoruz. Batı'ya meydan okuyan, bu
yüzden saldırıya uğrayan ancak gücünü koruyan, Afrika'yı doyuran, milyar
dolarlar saçan Kaddafi yönetiminin para ve silahla bile ayakta
kalmasının ne kadar zor olduğunu görüyoruz.
Bingazi ve bir çok şehir, bölge, köy, kasaba
isyancıların eline geçti. Devlet televizyonu dahil, önemli kurumlar,
havaalanları devletin elinden çıktı. Binalar ateşe veriliyor, devlete
ait ne varsa denetim altına alınıyor, karakollar yakılıyor, başbakanlık
binası ateşe veriliyor.
İç savaş ve silahla korkutulan kitlelerin bunu
pek önemsemediği, ısrarlı, kararlı bir şekilde etkinliklerini
artırdıkları görülüyor. Arap dünyasından çok Afrika'ya yönelen Kaddafi
yalnız kalmış görünüyor. Afrikalı dostlarının kendini ayakta tutacak
iradesi ve gücü yok. Arap dünyasında kendine sahip çıkacak bir ülke
çıkmayacaktır.
Şu anki görüntü, Kaddafi yönetiminin kontrolü
hızla elinden kaçırdığı yönünde. Bu da çok kısa zaman içinde rejimin
çökeceğine işaret ediyor. Silahla her şey geri alınabilir mi, ülke iç
savaşa sürüklenir mi, bölünür mü? Üçü de pek ihtimal ahilinde
görünmüyor.
Askerlerin bir bölümü Kaddafi otoritesine karşı
halkın yanında yer aldı. Hatta elindeki silahları halka dağıttığı,
Afrika'dan getirilen silahlı güçlerle askerler ve siviller arasında
çatışmalar çıktığı söyleniyor.
Müslüman liderler, kanaat önderleri askerleri
ve devlet iktidarını elinde tutanları halkın yanına çağırdı. Senüsi
geleneğinden gelen, çok güçlü direniş tecrübesi bulunan, İtalya'ya karşı
destansı mücadelelerin tarihine tanık olunan bu topraklarda, aynı ruhun
tekrar canlandığı görülüyor. Kimse, isyan edenleri horlayıp suçlamasın.
O halkın 42 yıllık uykudan uyandığını düşünmek lazım.
Geçtiğimiz hafta Bahreyn'de isyan patlak
verdiğinde, Libya'da kıpırdanmalar başladığında aldığımız haberler
sıradaki ülkenin Libya olacağı yönündeydi. Şaşırtıcıydı çünkü Libya'dan
öncelikli ülkeler vardı. Mesela Yemen! Ama bu süreç son derece şaşırtıcı
gelişmeleri barındırıyor. Tunus'tan sonra Yemen dururken, Mısır'ın
harekete geçmesi ve Ortadoğu'nun en güçlü ülkesinde bu kadar kolay sonuç
alınması hepsinden şaşırtıcıydı. Bütün ülkeler sarsılsa da Mısır ve
Suudi Arabistan gibi iki güçlü rejime çok daha uzun ömür biçiliyordu.
Bir süre sonra bütün bölge rejimler mezarlığına
dönecek. Emekli diktatörler, eli kanlı istihbaratçılar, kara para
trafiğinden arta kalanların çöle gömüldüğünü göreceğiz belki. Tunus ve
Mısır'da olduğu gibi Libya'da da ordu ile pazarlıklar başlamış olmalı.
Yüz milyarlarca dolarlık silah alımları bile bu
rejimleri koruyamıyor. Tıpkı İsrail'in Mübarek ailesi üzerinden
kazandığı milyar dolarların kurtarmadığı gibi. Basra Körfezi'nde dün
açılan silah pazarının koruyamayacağı gibi. Tanklar ve füzeler,
ellerinde sadece taş olanların önünde çaresiz kalıyor. Bu büyük bir
depremdir. Etkisi sadece bu ülkeleri ve bölgeyi değil dünyayı sarsacak
kadar güçlü bir deprem...
Türkiye, bundan sonra bölgedeki yeni yapılarla
arasını güçlü tutmalı. Varolanlardan çok daha iyi iletişim sağlayacağı,
ortaklıklar yapacağı yapılar oluşuyor, bu boşluk iyi doldurulmalı. Tam
bugünlerde İran savaş gemilerinin Süveyş'ten geçip Akdeniz'e ilerlemesi
sadece İsrail'e meydan okuma gibi gözükmüyor. İran, yıllardır rekabet
içinde olduğu bölgedeki rejimlere de meydan okuyor.
Libya şaşırttı herkesi. Bahreyn'de Şii
çoğunluğun Sünni azınlık yönetimine isyanı gibi, S. Arabistan'ın petrol
bölgelerinde yaşayan Şiiler de harekete geçerse kimse şaşırmasın..
Kaddafi'nin ülkeden çıktığı söyleniyor. Oğul
Seyf-ul İslam'ın ise "Libya'yı İtalyanlara ve Türklere bırakmayacağız"
sözü, İtalya için ne kadar doğruysa Türkiye için de o kadar yanlış.
Hepimiz Libya'nın aslında Libyalılara
kalacağını, kurşun sıkanların bunu engellemeye çalıştığını biliyoruz.
Faşist İtalya'ya karşı destansı mücadele veren Ömer Muhtar'ın torunları
bunlar, yabancı değil! Kaddafi'nin gittiği söyleniyor ve yüzbinler
ayakta. Sonuç? Bu rejim bitti..
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Benim önümde her gün 5 haber kanalı açıktır. Ofiste çalışmaya
başladıktan sonra günün önemli haberine göre bu 5 haber kanalı değişir.
Kimi zaman BBC girer, kimi zaman daha önce bakmadığım bir başka haber
kanalı. Bir süredir karşımda büyük ekranda El Cezire açık.
Tek tek Arap diktatörlüklerinin yıkılışını canlı yayında seyrediyorum.
Yıllar boyu Türkiye dahil dünyanın kabul ettiği, görmezden geldiği bu
diktatörlükler tek tek içeriden amansız bir halk ayaklanması ile
yıkılıyor. Astığı astık, kestiği kestik hırsız diktatörler için
ülkelerinden tüyme vakti! Aslında gidecek yerleri de yok. Kendilerine
kapıyı açan tek ülke Suudi Arabistan. Orasının da aslında kendilerinin
tüydükleri diktatörlüklerden bir farkı yok. Beni asıl kara kara
düşündüren, bu diktatörlüklerle ilişki kurarken, ticaret yaparken, hatta
verdikleri ödülleri alırken bir an düşünmeye ihtiyaç duymayan
insanların içine düştüğü çaresizlik. Mesela daha kısa bir süre önce
Libya diktatörü Kaddafi’nin verdiği Kaddafi İnsan Hakları Ödülü’nü alan
Başbakan Erdoğan’ın durumu... Haksızlık etmeyelim, hepimiz biliyoruz ki
Türk işadamlarının milyar dolarlık maddi yatırımları ve binlerce işçinin
Libya’da çalışmasının Başbakan’ın bu ödülü kabul etmesinde büyük rolü
var. Ama dün aldığın ödülü bugün Kaddafi rejimi yıkılırken geri vermek
gerçek anlamda bir ikiyüzlülük olur.
Mesela buna Batı’nın ikiyüzlülüğünü örnek verebiliriz. Hüsnü Mübarek’in 4
milyar dolarını yıllardır bankalarında tutan İsviçre, Mübarek devrilir
devrilmez paralara el koydu. Yıllardır tıkır tıkır paralar gelirken
Mübarek’in diktatörlüğünü sorgulamayan Batı’nın aklı başına daha yeni
geldi!Gelmek istediğim nokta ise bunların hiçbiri değil.
El Cezire’de ben eski diktatörlüklerin yıkılmasının ötesinde yeni bir
dünya düzeninin Ortadoğu’da kurulduğunu seyrediyorum. 70’lerin soğuk
savaş doktrini malum ‘domino teorisi’ hiç ummadık bir yerden,
Ortadoğu’da diktatörlükleri yıkarak başladı. İsrail’inden İran’ına,
Suudi Arabistan’ından Türkiye’ye kadar bütün ülkeleri etkileyecek yeni
bir dünya düzeni dominosu.
Bu dünya düzeninde Türkiye nerede? Asıl mesele bu sanırım. Düne kadar
diktatörlerle el sıkışmakta bir beis görmüyorduk. Dün dündür diyelim,
peki yarın ne olacak? AB hayalini gömdüğümüze göre şapkadan yeni bir şey
çıkarmak gerekebilir. El Cezire’den önce benden duymuş olun...
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma