Merhaba değerli takva81,
Sanırım problem “mucize” kelimesinden kaynaklanıyor. Değerli kardeşim, Kuran sıradışı/olağanüstü olaylar için bu kelimeyi kullanmaz, işaret/delil anlamına gelen “ayet” kelimesini kullanır. İnsanlar, birtakım sıradışı olayları, hayret verici durumları, gizemli fenomenleri açıklamakta aciz kaldıklarından dolayı bunları ‘mucize’ diye adlandırırlar. Örneğin feci bir araba kazasında pestili çıkan bir arabadan adamın biri burnu bile kanamadan çıkınca, insanlar bunun nasılını çözemedikleri için olaya mucize derler. Ben de bu kelimeyi kullanırken Kuran terminolojisinden bağımsız bir şekilde halk diliyle kullanıyorum.
Şimdi sizin kesin bir şekilde öne sürdüğünüz “mucize diye bir şey yoktur” veya “mucizeye gerek yoktur” söylemlerinizin hangi paradigma etrafında şekillendiğine ve doğruluğunun imkanına bakabiliriz. Yalnız yine hatırlatayım, ben bu kelimeyi “sıradışı/olağanüstü olay/durum” anlamında kullanıyorum ve sizin de yazılarınızdan böyle anladığınızı varsayıyorum.
Okuduklarıma göre sizde konuyla ilgili şu ön kabul mevcut: “Allah’ın mucize göstermesi O’nun acizliğini gösterir. Dolayısıyla mucize Allah’a yakıştırılamaz.” Bu ön kabülden hareketle mucize diye bir şeyin olamayacağını, bunların İsrailiyat kaynaklı uydurmalar olduğunu, Kuran’ın meallendirmelerinde problem olduğunu söylüyorsunuz. Öncelikle Kuran’ı orjinalinden okuyan/inceleyen biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, Nuh’un kavminin boğulması, Semud’a deve gönderilmesi, Musa’nın denizi yarması, v.s. gibi olaylar Kuran’da yer almaktadır. Bu olayların yorumlanışı farklı olur, o ayrı. Ayrıca çamur atıp durduğunuz Tevrat’ta Allah’ın indirdiğidir ve tümüyle elimizin tersiyle itilmemesi gerekir. Zira Kuran, kitap ehlini Tevrat’ı ayakta tutmadıkları için eleştirmiştir (5/68).
Şayet vahyin indirilmesinin sıradışı/olağanüstü bir vaka olduğunu kabul ederseniz, iddianız da geçersiz olacaktır. Bana göre vahyin özel bir durum olduğu, indirilişindeki gizem bilinemediğinden açıklama getirilemediği, içeriği itibariyle de olağanüstü olduğu çok nettir. Nitekim cinler onun için ‘kur’anen ‘aceba (acayip/şaşılacak bir okuma)’ demişlerdir (72/1). Ayrıca Kuran’ın herhangi bir ‘söz’ olmayışı, müşriklerin Muhammed’i mecnun, şair, kâhin sıfatlarıyla nitelemelerine yol açmıştır. Çünkü Kuran’ın büyüklüğü karşısında aciz kalmışlardır. Ne yaparlarsa yapsınlar, onun bir benzerini getiremeyeceklerdir. Şu ayetler meseleye daha da açıklık getirmektedir:
[Ankebut/50-51]: Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca Allah’ın indindedir. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz ki bunda, inanan bir toplum için kesinlikle bir rahmet ve hatırlatma vardır.
O halde vahyi indiren Allah, nasıl vahyi indirmekle acizlik etmiş olmuyorsa, mucize göstermesi de O’nun acizliğine yorulamaz. Bunların hepsi de birer ayettir ve uyarı amaçlıdır.
[İsra/59]: Bizi, ayetleri göndermekten sadece öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Semûd’a açık seçik/görünür bir şekilde o dişi deveyi verdik de ona zulmettiler. Ve Biz, o ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.
takva81 Yazdı:
o zaman hz nebi neden bu kadar çile çekti neden yurdundan evinden barkından oldu. isteseydi bir mucize ile işi hallederdi millet de ona inanırdı. |
|
|
takva81 Yazdı:
bu gün böyle bir olay olsa insanlar şaşkına döner. adamın biri çıkıp kayadan deve çıkarsa insanlığın utku duru. her kez ona inanır. |
|
|
Kuran müşriklerin/kafirlerin kendilerine tüm ayetler gelse de inanmayacaklarını söylüyor (6/25-109, 7/146, 10/97, 17/93, v.s.) Allah’ın onlara mucize kabilinden bir ayet göndermemesi de yine onların iyiliği içindir. Çünkü o ayetler geldikten sonra da inanmazlarsa helak edileceklerdir.
[Enbiya/5-6]: Dediler ki: “Karmakarışık düşlerdir; yok yok, onu uydurdu; yok yok, o bir şairdir. O hâlde öncekilere gönderildiği gibi bize bir ayet getirsin.” Kendilerinden önce helâk ettiğimiz hiçbir kent iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler?
Kimse Kuran’da anlatılan, halkın mucize diye adlandırdığı birtakım sıradışı olayların aslında gerçekleşmediğini iddia etmemelidir. Alışkanlık haline getirmemiz gereken bir şey var ki, o da cümlelerimizin sonuna ‘düşünüyorum’ yüklemini koymaktır. Bu, iletişim kanalının kapanmaması için de daha sağlıklıdır. Misal, ben Musa ve bilgin kul kıssasının aslında yaşanmadığını, bunun alegorik bir anlatım olduğunu, amacın kıssadan hisse olduğunu düşünüyorum. Ama hiçbir zaman kalkıp da bu olayın yaşanmadığını iddia etmem. Onu ancak Allah bilir. Bana göre mucizeler meselesine yaklaşımda bu şekilde olmalıdır. Yaşanmıştır veya yaşanmamıştır, önemli olan mesajı kavramaktır.
Sevgili takva81 kardeşim, yeterince tartmadan, ölçüp biçmeden çok çabuk yargılara varıyorsunuz. Hangi bilgiye dayanarak bu kadar ısrarlı ve iddialı konuştuğunuzu anlayamıyorum doğrusu. Neden Arapça’yı çok iyi biliyormuş gibi konuştuğunuzu da anlamıyorum.
Selam