Allah Razı olsun. Düşüncelerinizi bizlerle paylaştınız.
Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın;
Zümer;9:”Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak sağduyu sahipleri öğüt alır”.
direktifini alanlar, “bilenlerden olabilmek” için ilme sarılırlar.
İçinde hiçbir kuşku ve tutarsızlığın olmadığı ilim olan Kur’an’ı da kendilerine rehber edinirler.
Bakara;2:”Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.”
Bilirler ki bu işi Rableri kendilerine kolaylaştırmıştır.
Kamer;17,22,32,40:”Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?”
Kur’an’ı düşünmeyenlerin, Rablerince “Kalbleri kilitli mi?” diye sorgulanacaklarının bilincindedirler.
Muhammed;24:”Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?”
Okuyup anlayabilmek için çalıştıklarında da;
Anlayamadıkları, çelişki ve tutarsızlık gördükleri ayetlerin kendi diline hatalı çevrildiğini düşünürler.
Bilirler ki, Rableri olan Yüce Allah;
Yusuf;2:”Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik.”
Ra’d;37:Böylece Biz Kuran'ı Arapça bir hüküm ve hikmet olarak indirdik. Sana ilim geldikten sonra onların heveslerine uyarsan, and olsun ki, Allah katında sana bir dost ve seni koruyan çıkmaz.”
Nahl;103:”Muhakkak biliyoruz ki onlar: «Mutlaka onu bir insan öğretiyor!» da diyorlar. Haktan saparak isnatta bulunmak istedikleri kimsenin dili yabancıdır; bu Kur'an ise gayet açık bir Arapça'dır.
TâHâ;13:”İşte böylece Biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda tehditleri türlü şekillerde tekrarladık ki, belki korunur takva yolunu tutarlar ya da o onlarda bir düşünme, ibret alma meydana getirir.
Şuara;195:”Açık parlak bir Arapça ile.”
Zümer;28:”O, eğriliği olmayan, Arapça bir Kuran'dır. Belki sakınırlar.
Bu, Arapça bir Kur'an olarak, âyetleri bilen bir kavim için ayırt edilip açıklanmış bir kitaptır.
Zuhruf;3:”Doğrusu, Biz onu Arapça olarak okunacak bir Kur'an yaptık ki akıl erdiresiniz.
Ahkaf;12:”Onun önünden de bir yol gösterici ve rahmet olarak Musa'nın kitabı var. Bu da zulmedenleri korkutmak için, güzel davrananlara da bir müjde olarak Arap diliyle gelmiş doğrulayıcı bir kitaptır”
diye buyurmuştur.
Değerli Kardeşim bunun en güzel örneğini “Ben Hanif Müslüman Değilim “ başlığı altındaki münazarada belirttiğiniz zamirler ve uhti kelimesi tahlilindeki eril ve dişil kelimeler olayı idi.
Değerli Kardeşim!
İlm konusunu tahlil edecek olursak:
İlm, bir şeyin gerçeğini kavramaktır.
Bu;
- Bir şeyin kendisini idrak etmek/kavramak,
- Bir şeye, kendisi için var olan bir şeyin varlığıyla ya da kendisi için yok olan bir bir şeyin yokluğuyla hükmederek olup olmadığını idrak etmek/kavramak.
şeklinde olabilir.
Birinci tür ilim fi'li, tek tümleç alır.
Enfâl; 60: “…Sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri (korkutursunuz)..." ,
Tevbe; 101:”Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine halkından iki yüzlülüğe iyice alışmış münafıklar vardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz." gibi.
İkincisi iki tümleç alır.
Mâide;109:”Allah, Elçileri toplayacağı gün: 'Size ne cevap verildi?' der. 'Bizim bilgimiz yok, derler, gizlileri bilen yalnız sensin, sen!'" ,
Mümtehine;10:”Eğer onların (gerçekten) inanmış olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri döndürmeyin" , gibi.
İlm, nazarî ve amelî olarak elde edilir.
- Nazari ilm, soyut bilgiden ibarettir. Bilmekle tamamlanmış olur. Bilindiği zaman işinin kendisiyle kemâle erdiği ilimdir.
Âlemlerin varlıklarını, coğrafyayı, tarihi vs. bilmek gibi.
- Ameli ilm, uygulanmadıkça sadece bilmekle tamamlanmayan bilgidir. İbadetlerle ilgili ilm gibi.
İbâdetler bilgisi, ancak uygulanmakla tam olur. Yoksa eksik, anlamsız kalır.
Araba kullanmadan sadece ehliyet taşımak nasıl anlamsız ise, namaz kılmadan oruç tutmadan bunları bilmenin de hiçbir anlamı olmaz.
Başka bir açıdan bakarsak ilm, akli/düşünsel ve sem’i/duyumsal olabilir.
- Düşünce ile elde edilen bilgi.
- Duyularak ve öğrenilerek kazanılan bilgi.
Kur’an’a baktığımızda ilm ile aynı anlama gelen ve aynı kökten türeyen “ta’lim”; kavramları tasavvur etmek için nefsi uyandırmak olduğu halde,
“te’allüm”; kavramları tasavvur etmek için nefsin uyanması/ öğrenmek olmaktadır.
Birincisi sadece duyurmaktan, bildirmekten ibarettir; İkincisi ise duyurmakla beraber pedagojik yöntemle öğretmektir.
Hucurat;16:”De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” ayetinde olduğu gibi.
Alak;1:” Oku! Yaratan Rabbinin adına;
Alak;2:” ki O, insanı alaktan (embriyondan) yarattı.”
Alak;3:”Oku! Senin Rabbin ise Ekrem`dir (en üstün olandır).
Alak;4:”O ki kalemle öğretti;”
Alak;5:” insana bilmediğini öğretti.”
Rahman; 1:”Çok merhametli (Allah), “
Rahman; 2:”Kur'ân'ı öğretti.”
Rahman; 3:”İnsanı yarattı.”
Rahman; 4:”Ona beyânı (konuşup, düşüncelerini açıklamayı) öğretti.”
Bakara; 31 “Âdem 'e isimlerin tümünü öğretti, sonra onları meleklere sunup: "Haydi, doğru iseniz onların isimlerini bana söyleyin," dedi.
Bakara; 32:” Dediler ki: "Sen yücesin (ya Rab); bizim senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakimsin (her şeyin içyüzünü bilen, her şeyi yerli yerince yapansın).
En’âm;91:”…ve ne sizin, ne de babalarınızın bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitabı kim indirdi?…”
Bakara;129:"Rabbimiz, onlara kendi içlerinden, senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kitabı ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir elçi gönder…”
Neml16:”…Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi…”
Kehf;65:”Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”
Kehf;66:”Mûsâ ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.”
Neml;40:”Nezdinde kitabdan bir ılim bulunan zat ise…”
İlim dereceleri ve ilim sahipleri farklılık arzeder
Mücâdele;11:”Ey iman edenler! Size, “Meclislerde yer açın” denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, “Kalkın”, denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
İlim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.
Yusuf;76:”…Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.”
Ğaybi bilen Allah’tır.
Maide;109:”Allâh, Elçileri toplayacağı gün: "Size ne cevap verildi?" der. "Bizim bilgimiz yok, derler, gizlileri bilen yalnız sensin, sen!"
Allah ğaybi seçtiği elçisine bildirir.
Cin;26-27:”O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez.
Seçtiği bir elçiden başka; çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler dizer.”
Mutlak ilmin Kur’an olduğunu bilen;
Kur’an’ı, Kur’an ile anlamaya çalışan ,
Aklını vahyin (Kur’an’ın) denetiminde işleten,
“inananlar ve inandıklarına teslim olanlar”
Mucize iksiri bulandırabilirler mi?
Bulandırmak isteyenlere kanarlar mı?
Yunus;100:”Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.
Mülk; 10: Ve yine derler ki: “Eğer kulak vermiş olsaydık veya akletmiş olsaydık, sair/ Cehennem halkı arasında olmazdık.”
Furkan; 44: Yoksa onların çoğunu vahye kulak verir veya akleder mi sanıyorsun? Onlar sırf hayvan gibidirler, hatta gidişatça daha sapıktırlar.
“Tefekkür”ün alt basamağı mahiyetinde olan “akletmek”, Kur’an’da mecazen “tefekkür” anlamında kullanılmıştır (Bakara; 44, 73, 76, 164, 170, 171, 242, Âl-i Imran; 65, 118, Maide; 58, 103, En’âm 32, 151, A’râf; 169, Enfal; 22, Yunus; 16, 42, 100, Hud; 51, Yusuf; 2, 109, Rad; 4, Nahl; 12, 67, Enbiya; 10, 67, Müminun; 80, Hacc; 46, Nur; 61, Şuara; 28, Ankebut; 35, 63, Rum; 24, 28, Kasas; 60, Ya Sin; 62, 68, Saffat; 138, Mümin; 67, Zümer; 43, Zühruf; 3, Hadid; 17, Casiye; 5, Hucurat; 4, Haşr; 14).
Ancak, “akletmek (aklı kullanmak, akıl yürütmek)” ve bu yolla “tefekkür”e ulaşmak herkesin yapabileceği bir şey olmayıp, bilginlere özgü bir beceridir. Yani bilgisizler “tefekkür” edemezler:
Ankebut; 43: Bu örnekleri insanlara veriyoruz. Ama, bilginlerden başkası akletmez.
Vahye kulak vermek ise, vahyi kabul etmek ve onunla amel etmek demektir. Vahydeki haberler, Muhbir-ı Sadık (Doğru Haberci) olan Allah tarafından bildirildiği için mutlak doğrudur. İnsanoğlu, vahydeki haberlerin, uyarıların hepsine bilimsel bilgi olarak henüz ulaşamamış, onların doğruluğunu ilimle tespit edememiştir. Ama vahyin haberlerini, uyarılarını kabul edenler, yani vahye kulak verenler, bu doğru haber ve bilgiler sayesinde kendilerini kurtarırlar. Yine vahye kulak verenler, zihinlerinde oluşan ham düşünceleri, vesveseleri Kur’an terazisine götürüp tartarlarsa, yani bize göre Şeytan-ı Racim’den Allah’a sığınırlarsa, zihinlerinde oluşanların yanlışlarını hemen görme şansını elde ederler.
“Vahye kulak vermek” de aynen “akletmek” gibi Kur’an’da “tefekkür” anlamıyla kullanılmıştır (A’râf; 100, Yunus; 67, Nahl; 65-69, Rum; 21-24, Secde; 26, Enfal; 21, 22, Kehf; 101, Kaf; 37).
Değerli Kardeşim!
Kur’an’ın çok önem verdiği “tefekkür”; düşünme yetisi başta olmak üzere insan beyninin bir çok melekesinin, aynı anda ve en mükemmel şekilde kullanılmasıdır.
Bunun için önce akledebilmek, akledebilmek için de bilgili olmak lâzımdır.
İnsan, bilgisinin arttırdığı oranda taklitçilikten kurtulur.
Bilgili insan, iyi ve kötü şeylerin ayrımını bilgi ile yapar, her zaman için kârlı çıkar ve doğru davranışları ile de başkalarına yol gösterir.
Muhammed;7:”Ey iman sahipleri! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.”
Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
En doğrusunu bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.