muhsin iyi Newbie
Katılma Tarihi: 21 temmuz 2011 Yer: Turkiye Gönderilenler: 20
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Allah’ın (c.c.) doksan dokuz güzel
ismini ezberleme isteği bende ilk kez üniversite yıllarında uyandı. O zamanlar
Kuran-ı Kerim’i yanımdan hiç ayırmazdım. Devamlı okurdum. Ders çalışma
aralarında da okur, kendimi bu yolla da dinlendirirdim. Ayetlerin içinde ve
sonunda geçen Allah’ın (c.c.) güzel isimleri çok dikkatimi çekerdi. Surelerin
ve ayetlerin özetlerinin, daha doğrusu tek kelimeye indirgenmiş biçimlerinin bu
güzel isimlerde gizli olduğunu görürdüm. Kuran-ı Kerim’in sırrının bu güzel
isimlerde olduğunu düşünürdüm. Allah’ın (c.c.) güzel isimleri ile ilgili şu
hadis-i şerif de o zaman ilgimi çekmişti: “Allah’ın doksan dokuz ismi
vardır. Kim bunları sayarsa cennete girer.” Bu hadis-i şerif
uyarınca ben de peygamberimizin müjdesine nail olanlardan olmak istedim. Bir
arkadaşımdan hemen bu güzel isimleri bana bir kâğıda yazıp vermesini rica
ettim. Dediğimi yaptı. Ama ezberim kuvvetli olmasına rağmen bir türlü bu güzel
isimleri hafızama tam olarak yerleştiremedim. Bir süre sonra bunları ezberleme
hevesi de bende söndü. Aradan on üç yıl geçtikten sonra bu arzu bende yeniden
uyandı. Herhalde tövbe ve zikir nimetine erdiğimden olacak, bu sefer bu güzel
isimleri çok kısa bir zamanda hemen ezberledim.
Allah’ın (c.c.) güzel
isimlerini sabah namazını kıldıktan sonra tespihle ezberden hızlı bir biçimde
sayıyorum. Eğer yanlışlık yaparsam -her otuz üçe geldiğimde hangi isme ulaşmam
gerektiğiyle bunu biliyorum- ilgili otuz üçün başında birkaç kez
“estağfurullah” diyerek yeniden çekiyorum. Yanılma çok ender oluyor. Sonra bu
nimeti bana verdiği için aynı hızla doksan dokuz kere “elhamdülillah” diyerek
tespihi tamamlıyorum. Sayma işi bir iki dakika bile sürmüyor. Tabii bu sırada
her güzel ismin anlamını bilerek çekiyorum, ama üzerlerinde düşünmek olanağı
bulamıyorum. Yalnız bu sayede yaşamımda her varlık, olay ve olguda
Allah’ın (c.c.) güzel isimleri üzerinde düşünmek gibi bir alışkanlık, daha
doğrusu bir yaşam biçimi kazandım. Bu da imanımı her gün daha da
güçlendirmektedir. Allah’ı (c.c.) ezberlediğim bu güzel isimler sayesinde daha
iyi tanıdığımı, tanıyacağımı düşünmekteyim.
Hadis-i şerifin müjdesine
ahirette eremesem bile Allah’ın (c.c.) bu güzel isimlerini ezberlemekle dünyada
iken bile çok şey kazandığımı, kazanacağımı sezmekteyim. Bunun yaşamımın daha
erken bir evresinde gerçekleşmediğine her zaman hayıflanmaktayım. Çünkü Allah’ı
(c.c.) tanımak, imanın yakinleşmesini gerçekleştirmektedir. İman ise, kalbe
huzur ve mutluluk vermektedir. Dünyayı, yaşamı Allah’ın (c.c.) rızası
doğrultusunda anlamamızı ve anlamlandırmamızı sağlamaktadır. İbadetlerdeki
şevki artırmaktadır. İbadetleri nefse ağır gelen bir yük olmaktan
çıkarmaktadır.
Allah’ın (c.c.) her bir güzel
ismi O’nun bir sıfatını temsil etmektedir. Mümine yakışan şey Allah’ın (c.c.)
ahlakıyla ahlaklanmaktır. Allah’ın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmak da O’nun
güzel isimlerini tanıyıp gereğini yerine getirmekle olur. Bu açıdan her bir
güzel ismin kulda oluşmasını amaçladığı güzel bir huy, ideal bir ahlak söz konusudur.
Buna göre kimi güzel isimler nefsimizi terbiye etmeyi sağlamakta; kimisi de
eksik, yanlış Allah (c.c.) inancımızı düzeltmekte, Allah’ı (c.c.) yüceltmektedir.
Allah’ın (c.c.) güzel
isimlerini ezberleyip her gün sabah namazından sonra saymaya başladıktan ve her
birinin anlamını öğrenip üzerinde düşündükten sonra konuyla ilgili müjde içeren
hadis-i şerifin Allah’ı (c.c.) dosdoğru tanıyıp yüceltmeyi ve Allah’ın (c.c.)
ahlakıyla ahlaklanmayı amaçladığını düşünmeye başladım. Kuşkusuz ebedi cennetin
o kadar ucuz olmadığını herkes bilir. Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini
ezberlemek, saymak, onların anlamlarını bilmek, üzerinde düşünmek de güzel
işlerdir. Bir çalışmadır. Allah (c.c.) en ufak bir emeği bile boşa çıkarmaz.
Karşılığını kat kat fazlasıyla verir. Ama bu güzel işlerin ötesinde bu güzel
isimlerin anlamlarının gereğini yapmak, yani Allah’ı (c.c.) dosdoğru tanıyıp
elinden geldiğince tazim etmek ve O’nun ahlakıyla ahlaklanmak çok daha büyük
bir iştir. Yaratılış amacına ulaştıracak bir çabadır.
Maalesef insanoğlu çıkarsız
bir işe pek sarılmıyor. Havas (Seçkin kimselerin) ilmi adı altında Allah’ın
(c.c.) güzel isimlerini açıkladığını iddia eden pek çok eserde bu konu çok
farklı bir bakış açısı ile işlenmektedir. O tür kitaplarda Allah’ı (c.c.)
dosdoğru tanıyıp yüceltme, O’nun ahlakıyla ahlaklanma gibi bir amaç yerine her
bir güzel ismin genellikle insana dünyada neler kazandıracağı üzerinde
durulmuştur. Bu tür kitaplarda her güzel ismin hangi gün ve saatte ne
kadar çekileceği, bununla da ne yararlar elde edileceği anlatılmaktadır.
Kuşkusuz zikir bir ibadettir ve her insanın ibadette gözettiği amaç birbirinden
farklıdır. Kimisi cehennem korkusuyla, kimisi cennet arzusuyla, kimisi de Allah
(c.c.) rızası için ibadet eder. Bunlar içinde en makbulü Allah (c.c.)
rızasıdır. Ama ilgili kitaplarda Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini zikirle
dünyevi bazı istekler de söz konusu edilmektedir. Örneğin, el-Muğnî güzel
ismini şu günde şu kadar çeken kimseye Allah (c.c.) büyük bir zenginlik verir,
denmektedir. Bir Müslüman düşünün ki Allah’ı (c.c.) kendisine zenginlik vermesi
için zikrediyor, yani dilinde Allah’ın (c.c.) güzel bir ismi olduğu halde
gönlünde dünyalık arzusuyla Allah’a (c.c.) yaklaşmaya çalışıyor. Bu gerçekten
iğrenç bir şeydir. Hele hele bu güzel isimleri arasının bozulduğu Müslüman
kardeşinin başına bela ve musibet gelmesini sağlamak veya ölümünü
gerçekleştirmek amacıyla zikredenlere ne demeli acaba? Şu ayet-i kerimede bu
gibi kimseler çok şiddetli bir biçimde uyarılmaktadır: “En güzel isimler
Allah’ındır. O halde O’na en güzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri
hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının
cezasına çarptırılacaklardır (Araf suresi, ayet 180).”
Kuşkusuz
dualarda ahiret olduğu kadar dünyevi her ihtiyacımızı da Allah’tan (c.c.)
isteyebiliriz. Bu açıdan Allah’tan (c.c.) zenginlik de istenir. Bu sayede
zenginliği verenin Allah (c.c.) olduğu da bilinmiş olur. Ama bu çeşit bir
zenginlik istenirken halisane bir niyetle Allah’ın (c.c.) dini ve rızası da
gözetilir. Hakkında hayırlı ise nasip olması istenir. Yine bu dualar öncesinde
Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini zikretmek duanın kabul edilmesine de bir
vesiledir. Ama dinin ruhu ve gayesi ahirettir. Ahirete yönelik bir hayır
içermeyen dünyalığın olmaması, olmasından daha iyidir. Yüce Allah (c.c.)
Kuran-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Kim ahiret mahsulü isterse
onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona
da ondan veririz, ama ahirette onun hiç nasibi olmaz. (Şûrâ
suresi, ayet 20).”
Havas bilginlerinin Allah’ın (c.c.)
güzel isimlerini çekileceği gün, saat ve sayı ile sınırlamalarının Kuran-ı
Kerim’deki ve hadis-i şeriflerdeki delillerini bulamadım. Gerçi namaz sonunda
okunan tespihlerin 33’er adetle sınırlanması, bir kısım hacetler ve faziletler
için bazı surelerin adetlerle belirtilmesi itiraz için sünnetten delil olarak
hemen akla gelebilir. Ama konumuz olan ebced hesapları ile Allah’ın (c.c.)
güzel isimlerini belli bir sayıda zikir için Kuran-ı Kerim’de ve hadis-i
şeriflerde bilgi mevcut değildir. Kuşkusuz pek çok İslam âliminin ve
mutasavvıfın beyanları, bu konuda sundukları iddialar ve örnekler ile
anlaşılmaktadır ebced hesapları ile her bir güzel ismin zikir sayısı
arasında bir uyum, uygunluk söz konusudur. Kuşkusuz Allah (c.c.) ezeli ilmiyle
bunu bilmekteydi ve ebced hesapları ile her bir güzel ismin zikir sayısı
arasındaki söz konusu uyumu ve uygunluğu da gözetmişti. Yine dinde kutsal,
faziletli sayılan gün ve geceler de bulunmaktadır. Her bir güzel ismin haftanın
bir gününde ve belli bir saatinde çekilmesinin daha bir yararlı ve faziletli
olduğuna dair düşünceler de bir tarafa atılacak cinsten değildir. Ama tüm
bunlara rağmen zikir haddizatında çok samimi bir ibadettir. İçten gelen bir
duyguyla yapılır. Onu gün, saat ve sayı ile sınırlamak doğasına uygun düşmez.
Nitekim Allah (c.c.) da kutsal kitabında bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey
iman edenler, Allah’ı çok zikredin (Ahzab suresi, ayet 41).”
Yine de
kendisine Allah’ın güzel isimlerini ebced hesabına göre vird edinenler
hayatlarına bir alışkanlığı koyma açısından bir rahatlık ve kolaylık yaşarlar.
Bu açıdan ebced hesabına göre Allah’ın güzel isimlerini çekmek güzel bir alışkanlıktır,
virddir. Biz de bu açıdan aşağıdaki tabloda Allah’ın güzel isimlerinin kısaca
açıklamasını verdikten sonra yanlarına ebced değerlerini de verdik. Dileyen
kişiler hayatları, istekleri için uygun gördükleri Allah’ın güzel isimlerini bu
ebced hesaplarına göre vird edinebilirler.
İnsanın
tek başına yalnız havas bilgileri ile zikre yönelmesi beraberinde büyük itikadi
yanlışlıklar ve sapmalar da getirebilecektir. Zikir ehil birisinin, mürşid-i
kamilin rehberliğinde çekilmedikçe insana yarar kadar zarar da verebilir. Tabii
bu sözünü ettiğimiz şey, laza-i Celal (Allah), kelime-i tevhit gibi zikirleri
çokça çekme ile ilgilidir. Yoksa esma-i Hüsna için geçerli değildir. Ama yine
de esma-i hüsnada da ihtiyatlı olmak lazımdır. En azından tasavvuf kültürünü hazmetmek
gerekir. Tasavvuf kültürünün de temelini her an tövbe ve istiğfar halinde olma,
nefisle mücadele etme ve Allah rızasını amaç olarak görme oluşturur. Çünkü
şeytan hiçbir fırsatı kaçırmaz. Kılavuzsuz yola çıkanları çeşitli tehlikeler
bekleyebilir. Örneğin yaptığı zikirle dualarının kabul edildiğini gören birisi
istidraca düşebilir. Hem benliği güçlenip kendisinde olmayan çeşitli
büyüklükler görebilir, kibire ve ucuba kapılabilir. Çünkü zikrin neticesi
birtakım haller yaşamaya başlayacaktır. Bunların bazısı Rahmani bazısı da
şeytanidir. Bunları birbirinden ayırması
imkânsızdır. Birbirlerine çok benzerler. Farkına varmadan şeytanın oyuncağı
olabilir. Bunlar da insanı ebedi helake, pişmanlığa götürmeye yeter. Ayrıca
vesveseye de düşebilir. Hele içinde bulunduğumuz çağda insanlar gerekli dini ve
itikadi bilgilerden bile yoksunken onların ellerine verilecek böyle bir havas
bilgisi Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinin gereği ve amacı dışında
zikredilmesine yol açacaktır. Onun için zikir yoluna gireceklerin bir mürşid-i
kamilin himayesine girmesi en doğru yoldur. Nefis tezkiye olmadıkça zikir,
özellikle esma-i hüsna zikri ona yarardan ziyade zarar verecektir. Çünkü böyle
bir kişi Allah’ın güzel isimlerine hep nefis hesabıyla bakacaktır. Bu da onu
manevi olarak zarara sokacaktır. Hâlbuki esma-i hüsna zikrini çekmenin temel
amacı Allah’ı övüp yüceltme ve O’nun güzel ahlakıyla ahlaklanmadır. O’nun
rızası dışında her şey nefis hesabınadır. Allah’ın rızası dışında kendisine bir
hedef çizen ve bu konuda esma-i hünsadan umut bekleyen kişi ise yoldan
çıkmıştır. Nefis ve şeytan onu aldatmıştır. Allah bu durumlara düşmekten
bizleri korusun. Evet şu ayet-i kerime bu kişilere hitap etmektedir: “En
güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na en güzel isimlerle dua
edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar
yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır (Araf suresi, ayet 180).”
Kalp
saniyede halden hale girer. Değişkendir. Onu bir noktada tutmak zordur. Hele
zikir sırasında bu daha çok olur. Nefis ve şeytan vesveseleri ile kalbi
bulandırırlar, zikri dünyevi bir amaç haline dönüştürebilirler. O yüzden
Nakşibendiler, lafza- Celal zikrini her tespih devredişinde (100 adetten sonra)
‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de
Senin rızandır.)’ demektedirler. Böylece sapmış, sapacak, dönek, renkten
renge giren, girecek olan kalbe rotasını gösterirler. Kalp bu rotadan saptı mı
zikir yarar değil insana zarar vermeye başlar. Bu durum esma-i hüsna zikrinde
daha çok kendisini gösterir. Yani kalp esma-i hüsna zikrinde rotasını şaşırmaya
daha müsaittir. Esma-i hüsna zikrini çekerken kalp O’nun rızası dışında başka
yerlere takılabilir. Onu uyarmak ve doğru yola sevk etmek gerekir. Onun için
esma-i hüsna zikri çekerken ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım
Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’ sözünü en azından başta ve
sonda birer kere de olsa söylemek ve bu konuda kalbi uyarmak gerekir. Daha çok
söylemek daha büyük yararlar sağlar.
Birgün
Azerbaycan Bakü’de bir dükkanda alışveriş yaparken üst kattaki evinden
merdivenlerden inen hanımının geniş bir tabakta tespih olduğu halde dükkan
sahibi beyine sunduğunu gördüm. Zikrini tamamladıktan sonra dükkan sahibine
namaz kılıp kılmadığını sordum. Namaz kılmadığını söyledi. Ama kendi ismine
uygun olan Allah’ın (c.c.) bir güzel ismini her gün belli bir zamanda belli bir
miktarda çektiğini belirtti. Bu sayede bir marifete kavuştuğunu iddia ediyordu.
Pek çok kişi ilgili marifet için onu ocak bellemişlerdi. Kapısına geliyordu. Bu
işten para da kazanıyordu. Kendisini evliya sanıyordu. Allah (c.c.) bir kulunu
nasıl da şaşırtmıştı? O zaman bunun dinde bir dünyevileşme yolu olduğunu
düşündüm. Yahudiler de dinlerini benzer bir yolla dünyevileştirmişlerdi. Ahireti
unutmuşlardı. Sonra bu işin Azerbaycan’daki yaygınlığını gördüğümde daha
da şaşırdım. İnsanların Allah’a (c.c.) sadece dünyevi bir amaç için yönelmeleri
beni daha sonra dehşete sürükledi. Çünkü Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini nefsi
ve dünyevi arzuları istikametinde kullanan pek çok insanın istidraclarına da
tanık oldum. Onlardaki bu yanlışı görünce içimde doğru olanı yapmak ve bu
gibilerin şerlerinden Allah’a (c.c.) sığınmak ihtiyacı belirdi. Hayrı da şerri
de yaratan Allah’tır. Allah (c.c.) kendisine sığınanları da elbette şerlerden
koruyandır. Bunun üzerine hayatımda ikinci kez içimde Allah’ın (c.c.) güzel
isimlerini saymak, ezberlemek, onların anlamlarını öğrenip üzerinde düşünmek
isteği başladı. Çok şükür bunlar da gerçekleşti. Artık aradan yedi yılı aşkın
bir zaman geçmiş bulunmaktadır. Şimdi şu gerçeği derinden anladım ki,
zikirde amaç Allah (c.c.) rızasıdır. Zikir, bir ilan-ı aşktır. Allah’a (c.c.)
kalple, yani aşkla yönelmedir. Allah’ın (c.c.) güzel isimleri ile amaçlanan şey
de doğru bir Allah (c.c.) bilgisi ve itikadı edinip Allah’ı (c.c.) övüp
yüceltmek ve nefsin kusurlarını görüp düzelterek Allah’ın (c.c.) ahlakıyla
ahlaklanmaktır.
Havas
ilimlerinde insanın isminin anlamı veya ebced değeriyle Allah’ın (c.c.) güzel
isimleri arasında ilgi kurulması ve uygun düşen güzel isim ile zikrin tavsiye
edilmesi, bir hak temele dayanıyor olabilir. Gerçekten insan isimleri Allah
(c.c.) katında ezelden bilinmekteydi. İnsan isimleri ile karakterler arasındaki
ilgi Batı’da da pek çok bilginin ve araştırıcının da dikkatini çekmiştir. Bu
konuda pek çok kuram ortaya atılmış ve kitap kaleme alınmıştır. Peygamberimiz
de bir hadis-i şeriflerinde evladına iyi bir isim takmayı babanın temel
görevleri arasında saymıştır. Allah (c.c.), isminin anlamına sahip çıkan,
isminin anlamının içerdiği fazilete, iyiliğe, güzelliğe yönelen ve bunun için
de ismini güzel niyetiyle, amelleriyle, dualarıyla, zikriyle Allah’ın (c.c.)
güzel isimlerinden uygun olanının gölgesine yaklaştıran kişiye elbette güzel
ismine yaraşır ilahi lütuflarda bulunacaktır. Ama bunda da yine Allah (c.c.)
rızası gözetilmelidir. Bunu dünyevileştirmek, ticarete dönüştürmek dinden
sapmadır. Nefsin ve şeytanın oyuncağı olmaya bir davetiyedir. Onun için bu da
çok tehlikeli bir yoldur. Bir yol göstericiyi, ehil birisini, Mürşid-i kâmili
gerektirir.
Allah’ın (c.c.) sayıya
sığmayacak kadar güzel isimleri vardır. Kuran-ı Kerim’de bu anlama gelebilecek
olan ayet-i kerime şudur: “De ki Rabb’imin kelimelerini yazmak için
deniz mürekkep olsa hatta onun bir misli daha takviye edilse bunlar tükenir de
Rabb’imin kelimeleri bitmez (Kehf suresi, ayet 109).”
Nasıl bir insanı ismiyle ve unvanıyla tanırsak Allah’ı
(c.c.) da ancak sıfat ve güzel isimleri ile tanıyabiliriz. Yalnız bir insanın
isminin anlamıyla kişiliği, davranışları, ahlakı, dünya görüşü uyuşmayabilir.
Örneğin bir kişinin adı Muhsin (iyilik yapan) olabilir de herkes ondan
kötülük görebilir. Ama Allah (c.c.) için böyle bir şey söz konusu olamaz.
Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinde söz konusu olan anlam ile biz Allah’ı (c.c.)
daha yakından tanımak olanağına erişiriz.
Allah’ın
(c.c.) zatını düşünmek doğru değildir. Nitekim bu bir hadis-i şerifle de
yasaklanmıştır. Ama O’nun varlık, olay ve olgular üzerinde görülen sıfatları ve
güzel isimleri üzerinde düşünebiliriz. Tabii burada “Allah’ın (c.c.) zatını
düşünmek” ile kastedilen anlam, O’na insana özgü nitelik ve nicelik
yakıştırmaktır. Yoksa insanın kendisini Allah’ın (c.c.) zatı karşısında
olduğunu hissetmesi, düşünmesi murakabe adı verilen büyük bir ibadettir.
Bütün
evren, yeryüzü, canlı ve cansız varlıklar, Allah’ın (c.c.) sıfatlarına ve güzel
isimlerine tercümanlık yapmaktadırlar. Allah’ı (c.c.) bizlere anlatmak için
yaratılmışlardır. Hadisi-i şerifte yetmiş yıllık ibadete denk olarak gösterilen
tefekkürün zirvesi de yaratılmış olan şeylerde Allah’ın (c.c.) sıfat ve güzel
isimlerini görüp üzerinde düşünmektir.
İnsan
yeryüzünde Allah’ın (c.c.) halifesi olmak üzere yaratılmıştır. Allah’ın (c.c.)
halifesi olmak demek, Allah’ı (c.c.) yeryüzünde esma-ül hüsnası ile temsil etmektir.
Nitekim Kuran-ı Kerim’de (Bakara Suresi, 30-38) Allah (c.c.) ilk insan olan Hz.
Adem Aleyhisselâmla ilgili olarak bu konu üzerinde durup yeryüzünde bir halife
yaratacağını belirtmiştir. Ama melekler insanın yaratılış hikmetini
kavrayamayarak Allah’ın (c.c.) bu kararına itirazda bulunmuşlardır.
Melekler
Allah’ın (c.c.) bütün güzel isimlerini temsil edemiyorlardı. Bu yüzden Allah’ı
(c.c.) gereği şekilde tanımıyorlardı. Örneğin onlar Allah’ın et-Tevvâb (Tövbeleri
kabul eden) güzel ismini bilmiyorlardı. Çünkü günah işleyemiyorlardı. Dolayısı
ile el-Gafûr (Günahları bağışlayan), el-Gaffâr (Günahları çokca bağışlayan),
el-Afüvv (Günahları tamamen affeden) gibi günahları bağışlamayı, günahlardan
temizlemeyi karşılayan Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinden de habersizdiler.
Yine yeme içme nedir bilmeyen bu varlıklar er-Rezzâk (Rızık veren) güzel
isminden de habersizdiler. Ayrıca Allah’ın (c.c.) hastaları iyileştirdiği
eş-Şâfi (Hastalara şifa veren) güzel isminin de hastalanmadıkları için ne
anlama geldiğini bilmiyorlardı. Allah (c.c.) âlemleri sıfatlarını ve güzel
isimlerini tecelli etmek için yaratmıştı. Melekler istemese de bu
gerçekleşecek, meleklerin haksızlığı kendilerine ispat edilecekti. Nitekim
Allah (c.c.) Hz.Adem’i (a.s.) yaratıp eşyaların isimlerini kendisine öğretince
bunların isimlerini meleklerine de sordu. Ama onlar bu konuda cahildiler. Bir
şey bilmiyorlardı. Hatalarını anlayıp Allah’tan (c.c.) af dilediler (bk. Bakara
suresi, ayet 30-39).
Allah’ı
(c.c.) gözler göremez. Ama kalpler Allah’a (c.c.) yönelebilir.
Güzel
isimlerle (esma-ül hüsna) kalbi Allah’a (c.c.) yöneltmek üç şekilde mümkündür:
Ya O’nun güzel isimlerini zikretmekle ya dualarda kullanmakla ya da
yaratılmışlar üzerinde O’nun güzel isimlerini düşünmekle olur.
Şayet virt dersi verecek ehil
birisi, mürşid-i kamil bulunmadığında bir vakit namazının bitiminin
arkasında bu isimleri bize bağışlayan ve sayılmasını isteyen
peygamberimizin (s.a.s.) ruhuna bir fatiha hediye ettikten sonra Allah’ın
(c.c.) güzel isimleri aşağıdaki esma-ül hüsna tablosundaki sırasıyla
çekilebilir. Ayrıca onun içerisinden seçilen bir veya birkaç güzel isim
anlamı dosdoğru bilindikten sonra sayıya vurmadan veya ebced sayısına göre her
gün gece ve gündüz bir çeşit aşkla zikredilerek yüceltilebilir. Bu zikir
sırasında insan isimleri ile Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinin karışmaması,
daha doğrusu Allah’ın (c.c.) güzel isimlerinin insan isimlerini çağrışım
yapmaması için zikrini çektiğimiz güzel ismin başına “yâ-” veya “el-“
takılarını koymamız gerekir. Örneğin yâ-Metînü, el-Kâdiru gibi. Bir de bu güzel
isimlerle birlikte takdis cümlelerini zikretmek bu açıdan çok yararlıdır. En
azından başta ve sonda birer kere de olsa takdis cümlelerini söylemek zikrimize
bir ağırlık ve içtenlik katacaktır: el-Metînü celle celâluhu, yâ-Kâdiru celle
şânuhu gibi. Bu iki takdis cümlesinden her biri bütün güzel isimler için
kullanılabilir.
Bilindiği üzere İslam dinine
Kelime-i şahadetle girilir. O da Allah’tan (c.c.) başka ilah olmadığına,
Muhammed’in (s.a.s.) Allah’ın (c.c.) kulu ve peygamberi olduğuna kalp ile
inanıp onu dil ile tasdik etmektir. Buna göre İslam’ın bir yarısını Allah’a (c.c.)
iman, diğer yarısını da peygambere iman oluşturmaktadır. Allah’a (c.c.) iman
etmeden önce de O’nu sıfat ve güzel isimleri ile tanımak gerekir. Allah’a
(c.c.), peygamberlere iman dışında imanın diğer rükünleri olan meleklere,
kitaplara, ahiret gününe, kadere iman Allah’ın (c.c.) sıfatlarının ve güzel
isimlerinin bir uzantısı olarak düşünülebilir. Yani bir Müslüman Allah’ı (c.c.)
sıfat ve güzel isimleri ile tanımadığı zaman imani ve itikadi bazı zayıflıklar
ve eksiklikler içerisinde bulunabilir. Bu açıdan Allah’ı (c.c.) sıfat ve güzel
isimleri ile tanımak, bilmek her Müslüman için en başta gelen görev ve iştir.
Allah’ın
(c.c.) güzel isimleri, Ebu Hüreyre’nin (r.a) peygamberimizden (s.a.s) bir müjde
ile birlikte rivayet ettiği bir hadis-i şerifte geçmektedir: “Allah’ın
doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları sayarsa cennete girer.”
Kuran-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde söz konusu doksan
dokuz isim dışında Allah’ın (c.c.) daha pek çok güzel ismi geçmektedir.
Bu
hadisteki “sayma (ahsâhâ)” sözcüğü nedense konuyla ilgili kitaplarda çeşitli
açıklamalara neden olmuştur. İhsâ etme (sayma) ile sadece Allah’ın (c.c.)
doksan dokuz güzel ismini arka arkaya sıralamanın kastedilmediği, bunları
ezberlemek, bunların anlamlarını bilmek ve üzerinde düşünmek gerektiği de söylenmektedir.
Ben bu görüşe bir noktada itiraz ediyorum. Eğer böyle anlamlar gözetilmiş
olsaydı sadece “sayma” denilmez, bunları ezberlemek, bunların anlamlarını
bilmek ve üzerinde düşünmek gerektiği de açıkça belirtilirdi. Hoş bu isimleri
sayma külfetine katlanan bir kişi için bunları ezberleme, bunların anlamlarını
öğrenmek ve üzerinde düşünmek de zevkli bir iş olacaktır. Sayma yanında bunları
ezberleme, bunların anlamlarını öğrenmek ve üzerinde düşünmek çok daha kolay ve
kendiliğinden gelişen bir süreçtir.
Aslında
ben “ihsâ etme” kavramı ile bu çeşit anlamların kastedilmediğini iddia
etmiyorum. Sadece hadis-i şerifte bu anlamların belirtilmemesine dikkat çekmek
istiyorum. Hatta ben bu söylenenleri tastik etmekle kalmıyor, eksik bile kabul
ediyorum ve “ihsâ etme” kavramının çok daha geniş bir anlamda kullanıldığını
düşünmekteyim. Allah’ın (c.c.) her bir güzel ismi O’nun bir sıfatına ışık
tutmaktadır. Mümine yakışan şey Allah’ı (c.c.) dosdoğru tanıyıp yüceltmek ve
O’nun ahlakıyla ahlaklanmaktır. Bu da Allah’ın (c.c.) bu güzel isimlerinden
nasiplenmekle olur. Gerçi “ihsâ etme” kavramı üzerine savunduğum bu düşüncede
ben yalnız değilim. Şah-ı Nakşibendî Hazretleri (k.s.) de Allah’ın (c.c.) 99
güzel ismi ile ilgili bu hadis-i şerifteki “ihsâ etme” kavramı ile Allah’ın
(c.c.) ahlakıyla ahlaklanmanın kastedildiğini belirtmektedir. Allah’ın (c.c.)
99 güzel isminden birkaçını buna örnek olarak zikredeyim: Allah (c.c.) el-Kerîm
(Çok cömert) ise kulu da cömert olmalı. Allah’ın (c.c.) el-Halîm (Sabreden,
cezadan vazgeçen) güzel ismi kulda ağırbaşlılığı gerektirir. Es-Sabûr (Çok
sabırlı) güzel ismi kulun öfkesine hakim olmasını ister. El-Hamîd (Kendisine
şükür ve hamd edilen, övülen) güzel ismi kulun daima Rabb’ini övmesini ve O’na
şükürde bulunmasını icap ettirir vb. İşte ilgili hadiste cennet gibi büyük bir
nimet söz konusu ise bu kula ancak Allah’ın (c.c.) 99 güzel isminin
gereklerinin yerine getirilmesi ile nasip olabilir.
Burada
şu hususa özellikle dikkati çekmek isterim: Allah’ın (c.c.) ahlakıyla
ahlaklanmak O’na yakışır bir kul olmak demektir. Kendinde bir benlik, üstünlük
görmek değildir. Güzel isimlerden kula gerekli olan dersi çıkarıp bunu yaşamına
uygulamaktır. Bir kul ne kadar Allah’ın (c.c.) ahlakıyla ahlaklansa da bu
hiçbir zaman Allah’a (c.c.) benzemek olarak düşünülmemelidir. Zira Allah’ta
(c.c.) her türlü kemal mutlak ve sonsuzdur. İnsanda ise her kemal mutlaka
kusurlu ve sınırlıdır. Tabii Allah’ın (c.c.) her güzel isminden farklı bir ders
çıkarılır. Kiminde kul için ideal bir ahlak kuralı söz konusudur. Bunlar kulu
terbiye etme özelliğine sahiptirler. O’nun rububiyyetine ait güzel
isimlerdir. Örneğin Allah (c.c.) günahların üzerini örten ve bağışlayan
(el-Gafûr) olduğuna göre O’nun kulu da insanlarla olan ilişkilerinde kusurları
gizleme ve affetme yolunu tutmalıdır. Yine Allah (c.c.) karşılıksız iyilik
yapan (el-Berru) olduğuna göre kula yakışan şey de Allah (c.c.) rızası
için insanlara iyilik etmektir. Ama bazı güzel isimlerde kulun alacağı dersin
mahiyeti değişir. Çünkü ilgili güzel isimler ortaklık kabul etmez. Teslimiyet,
övgü ve yüceltme isterler. Bunlar O’nun uluhiyyetine ait güzel isimlerdir.
Örneğin el-Celîl güzel ismi Allah’ın (c.c.) emir ve yasak koyma yetkisini
tanımayı gerektirir. El-Hakem güzel ismi her konuda O’nu hüküm sahibi kabul etmeyi
gerekli kılar. Biz bu tür güzel isimleri de dosdoğru anlayıp sürekli zikirle
yücelterek kulluk makamına ulaşabiliriz.
Allah’ın
(c.c.) ahlakıyla ahlaklanmak tasavvufta bekabillah (Allah’ta [c.c.] baki olmak)
makamına işarettir. Bunun için de önce fenafillaha (Allah’ta [c.c.] fani olmak)
ulaşmak gerekir. Fenafillah, kulun tövbe ile Allah’ın (c.c.) yasaklarından
kaçınmasının ve emirlerine uymasının ardından dünyayı gönülden çıkarması,
tevekkül, kanaat, uzlet, devamlı zikir, hakka tam anlamıyla yönelmek, sabır,
murakabe gibi şartları yerine getirmesinden sonra Allah’ın (c.c.) rızasına
ulaşmasıyla meydana gelen bir haldir. Nefsin arınması ile meydana gelir. Buna
göre Allah’ın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmak çok sıkı bir nefis tezkiyesinden ve
kalp tavsiyesinden sonra ancak mümkün olmaktadır. Bu da ancak bir mürşid-i
kamilin rehberliğinde gerçekleşebilir. Yalnız başına mümkün değildir.
Kim
bilir, belki de Allah (c.c.), bu güzel isimleri her gün sayan (ihsa
eden) kişiye Allah’ı (c.c.) dosdoğru tanıyıp yüceltme ve O’nun ahlakıyla
ahlaklanma nimetlerini de hediye ediyor ve bundan dolayı da ilgili hadis-i
şerif sadece Allah’ın (c.c.) 99 güzel ismini sayma işlemine
işaret etmekle yetinmiş olabilir. Çünkü Allah (c.c.) cömerttir. O’nun
cömertliğini sınırlandırmak, kurallara bağlamak doğru değildir. Tarikatlar yolu
ile onca emek ve zaman zarfında elde edilen marifete Allah (c.c.) dilerse bir
insanı bir anda da ulaştırabilir. Allah (c.c.), vesileler olmadan da bağışta
bulunabilir. Bu açıdan Allah’ın (c.c.) 99 güzel ismini sayma işini küçümsemek,
ihmal etmek doğru değildir. Bunda büyük bir sır, büyük bir hikmet, hadis-i
şerifin işaret ettiği cennet nimeti gizlenmiş olabilir. Kimse Allah’ın (c.c.)
rızasının nerede saklı olduğunu bilemez. Bize düşen görev, eleştirmekten ziyade
Allah (c.c.) hakkında peygamberin söylediği her sözün gereğini yerine getirerek
uymaktır.
Aslında
zor olan bu güzel isimleri ezberlemek değil her gün saymaktır. İlgili hadis-i
şerifi yorumlamadan anlaşılan temel anlam da “güzel isimleri saymak”tır. Bu
kağıda bakıp okumakla da gerçekleşen bir işlemdir. Yalnız kağıdın ve yazının
yaygın olmadığı peygamberimiz (s.a.s) döneminde “sayma” ile “ezberden okuma”nın
kastedildiği tartışma gerektirmeyecek oranda açıktır. Bu açıdan ilgili hadis-i
şerifin ruhuna uygun olan yöntem, bunları ezberleyerek saymaktır.
Allah’ın
(c.c.) 99 güzel isminden bazılarını yalnız başına söylemek doğru değildir.
Görünüşte bunlarda olumsuz bir anlam söz konusudur. Yalnız Allah’a (c.c.)
hiçbir şekilde olumsuz bir sıfat ve güzel isim verilemez. Olumsuzluklar kulun
nefsinden kaynaklanır. Allah (c.c.), kul şerri istediği için yaratır. Ama
bundan razı olmaz. Kul günaha girdiğinde çoğu kez hemen cezalandırmaz. Bunda
genellikle sabırlı, anlayışlı davranır. Ona süre tanır. Çoğu kez affeder. Tövbe
ettiğinde geçmiş günahlarını bağışladığı gibi bunları sevaba da dönüştürür. Ama
bazen de kulun kendisini düzeltmesi ve toparlaması için ona bela ve musibet
verir. Kısacası O’nun rahmeti gazabını geçmiştir. İnsanların hidayeti ve irşadı
için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir. Bütün varlık âlemi O’nun
sıfat ve güzel isimlerine tercümanlık yapmaktadır. Tüm bunlara rağmen bir insan
da Allah’a (c.c.) ve peygamberine karşı geliyorsa, hak dine karşı düşmanlık
gösteriyorsa artık ölümden sonra başına gelecek azabı kendisi hazırlıyor
demektir. Bunda Allah’ı (c.c.) suçlayacak hiçbir hakkı yoktur. Bu açıdan ilgili
güzel isimleri olumlu anlama sahip karşıtlarıyla hem birarada zikretmek hem de
birarada değerlendirmek ve anlamak gerekir: el-Kâbidu/el-Bâsitu (Sıkan,
bunaltan-Genişlik veren), el-Hâfidu/er-Râfi’u(Manevi olarak aşağı
indiren-Yukarı çıkaran), el-Mu’izzu/el-Müzillü(İzzet şeref veren-Zillet ve
alçaklık veren), el-Mu’tî/el-Mâni’u(Veren, ihsan den-Engel olan),
ed-Dârru/en-Nâfi’u(Zarar veren-İyilik veren).
Allah’ın
(c.c.) 99 güzel ismini arka arkaya sayma, bunların üzerinde düşünme sırasında
bir şey hemen dikkati çeker: Bunların sırlamasında bir gelişigüzellik yoktur,
derin bir hikmet yatmaktadır. Sadece anlam bakımından zıt olanlar birbiri ardı
sıra gelmemiştir. Anlam bakımından birbirini bütünleyen, aralarında anlam
ayırtısı olan, biri diğerinin anlamını açıklamaya yardım eden güzel isim veya
güzel isimler ya biri diğerinin önünde veya arakasında ya da yakınında
yer almıştır.
Allah’ın
(c.c.) güzel isimleri ile dua etmek, yani uygun düşen güzel isimlerle Allah’a
(c.c.) tevessül etmek, duanın kabul olmasında çok etkilidir. Tevessül etmek
duada bu isimleri vesile kılmaktır.
Allah’a
(c.c.) güzel isimlerle tevessül etmek, Allah’a (c.c.) hamd u senâ edip
peygamberine ve âl u ashâbına salât ve selâm getirdikten sonra dua konumuza
uygun olan güzel isim yada güzel isimleri seçmekle ve duamızda zikrederek bunun
yada bunların hakkı, fazileti, bereketi üzerine Allah’tan (c.c.) istemekle
olur. Örneğin, “Hamd âlemlerin Rabb’i Allah’a (c.c.) mahsustur. Salât ve selâm
Hz. Muhammed’in ve âl u ashâbının üzerine olsun. Ey Kerîm olan Allah’ım,
kazancımıza bereketini, cömertliğini kat!”, “Allah’a (c.c.) hamd, habibine
salât ve selâm olsun. Ey Allah’ım el-Ganiyy, el-Muğnî olan ism-i şeriflerinle
hiçbir kula muhtaç olunmayan, bizi azdırmayacak, senin dinine hizmet
edebileceğimiz zenginliği diliyoruz!”, “Allah’a (c.c.) kelimeleri adedince hamd
u senâlar olsun. Habibi Muhammed Musatafa’ya, âl u ashâbına ve ehl-i beytine de
gökteki yıldızlar adedince salât ve selâm ederim. Ey es-Selâm, el-Mü’min ve
el-Müheymin olan Allah’ım, yolculuğumuzun kazasız belasız geçmesini nasip
eyle...”, “Allah’a (c.c.) binlerce kez hamd, resûlüne binlerce kez salât ve
selâm olsun. Allah’ım beni bağışla. Çünkü Sen Gafûr ve Rahîm’sin.” gibi.
Allah’ın
(c.c.) güzel isimleri dolayısıyla tartışılan bir konu da hangi güzel ismin
ism-i a’zam (en büyük isim) olduğudur. Peygamberimiz (s.a.s) çeşitli hadis-i
şeriflerde ism-i a’zamın bulunduğuna, bununla dua edenin duasının kabul
edildiğine işaret etmişken bunun hangi güzel isim olduğunu belirtmemiştir. Bunu
öğrenmek isteyenlere de net bir yanıt vermemiştir. İslam bilginleri ve ârifleri
de ism-i a’zamla ilgili farklı iddialarda bulunmuşlar, ortak bir güzel isimde
anlaşamamışlardır. Örneğin Hz. Ali (r.a) el-Ferd (Tek), el-Hayy (Diri),
el-Kayyûm(Her şeyi ayakta tutan), el-Hakem (Yargılama ve hükmetme yetkisine
sahip olan), el-Adl (Mutlak adalet sahibi), el-Kuddûs (Eksik ve kusurdan münezzeh)
olmak üzere bu altı güzel ismi ism-i a’zam olarak kabul etmiştir. İmam-ı Azam
Ebu Hanife’ye (rah.a.) göre el-Hakem ve el-Adl güzel isimleri ism-i a’zamdır.
Abdülkadir Geylani Hazretlerinin (k.s.) ism-i a’zamı, el-Hayy güzel ismi
idi. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) ise el-Kayyûm güzel ismini ism-i
a’zam olarak görmüştü. İsm-i a’zamın ism-i Celâl (Allah adı) olduğunu
söyleyenler daha inandırıcı bir görüş sunmaktadırlar. Bunlara göre “Allah
(c.c.)” dışındaki güzel isimler Allah’ın (c.c.) bir sıfatına dayanırken sadece
“Allah (c.c.)” O’nun zatına dayanmakta ve özel isim olmak dışında da
kullanılmamaktadır. Dolayısıyla ism-i a’zam olmaya en layık olanı budur.
İsm-i a’zamı Allah (c.c.) ismi olarak gören bazılarına göre bu ismin ism-i
a’zam olması, zikredenin suda boğulmak üzere olan insanın yardım istemesi gibi
olan samimiyetiyle mümkündür. Bu konuda benimsenen bir yaygın kanaat de şudur:
İsm-i a’zam dua konusuna göre değişmektedir. Bunlara göre Allah’ın (c.c.) her
güzel ismi yerine göre ism-i a’zam olabilir. Bunu da belirleyen şey dua
konumuza uygun olan güzel isim yada güzel isimlerin seçimidir. Bence bu sonuncu
görüş daha isabetlidir. Nasıl dişimiz ağrıdığında ilgili doktora gidiyorsak,
musluğumuz bozulduğunda da tesisatçıyı çağırıyorsak Allah’ın (c.c.) her bir
güzel ismi de duruma göre yararlı olur. Hale uygun güzel isim veya güzel
isimler işi ehline teslim etmek gibi güzel bir sonuç doğurabilir. Bu durumda
ilgili güzel isim veya güzel isimler o durumun ism-i a’zamı olabilir. Tabii
ism-i a’zam için daha başka güzel isimleri de kabul edenler bulunmaktadır.
Kuran-ı
Kerim’de Allah (c.c.) güzel isimleri ile dua edilmesi (tevessül edilmesi)
üzerinde de durmuştur: “En güzel isimler Allah’ındır.
O halde O’na en güzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında eğri
yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına
çarptırılacaklardır (Araf suresi, ayet 180).” Bu ayette dikkati çeken
nokta, bazı insanların Allah’ın (c.c.) bu güzel isimleri ile razı olmayacağı
dualarda bulunmasıdır. Allah (c.c.) kulunun sadece dünyalık istemesinden hoşnut
olmaz: “Kim ahiret mahsulü isterse onun ürünlerini fazla fazla
artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama
ahirette onun hiç nasibi olmaz. (Şûrâ suresi, ayet 20).”
Bu açıdan duada ahireti ihmal etmek büyük bir eksikliktir. Kuşkusuz
bununla dünyalık istemenin doğru bir şey olmadığını iddia etmiyoruz. Demek
istediğimiz şey, istediğimiz dünyalık ile ahirete dönük ve Allah’ın (c.c.) razı
olacağı bir işi ve kazancı düşünmeliyiz.
Allah’ın
(c.c.) güzel isimleri ile dünyalık istemenin yanında başkalarının
kötülüğünü, örneğin sevmediğimiz birinin ölümünü temenni etmek çok
tehlikelidir. Belki böyle bir beddua kabul olunabilir, ama kişi bununla büyük
bir bedel ödeyebilir. Örneğin başkalarının da onun aleyhinde yapacağı ufacık
bir beddua hemen yerini bulabilir. İnsanlara karşı merhametli olmak,
onların kusurlarını bağışlamak, işleri Allah’a (c.c.) havale etmek bize
başkalarının beddualarında bir kalkan gibi vazife görecektir. Kısacası başkalarına
reva gördüğümüz muameleyi Allah (c.c.) bizim kaderimiz kılabilir. Aslında
başımıza gelen kötü şeyler her ne kadar insanlar eliyle de gerçekleşse Allah’ın
(c.c.) izni ve yaratmasıyla meydana gelmektedir. Bunun da genellikle nedeni
günahlarımızdır. Başkalarına beddua etmeden, öfkelenmeden ve zarar vermeden
önce ilgili bela ve musibetin nedenini kendimizde aramalıyız. Bu Allah’ın
(c.c.) bir kanunudur. Şu ayet-i kerimeler buna işaret etmektedirler:
“Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar nedeniyledir. Hatta Allah
günahlarınızın çoğunu da affeder (Şûrâ suresi, ayet 30).”, “Sana gelen
her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük ise nefsinden dolayıdır (Nisâ
suresi, ayet 79).”
Allah’ın (c.c.) bazı güzel
isimleri insanlara ad olarak da verilmektedir: Metin, Kadir, Samet, Reşit, Nur,
Mecit, Celil, Aziz, Halil gibi. Bunda dini bir sakınca olmamakla birlikte bu
güzel isimlerin kul anlamına gelen “Abd” sözcüğü ile birleşik isim olarak
kullanılması daha uygundur: Abdulkadir, Abdussamed, Abdürreşid, Abdulhamid
gibi. Yalnız Allah’ın (c.c.) bazı güzel isimlerinin bizzat peygamber tarafından
insanlara ad olarak verilmesi yasaklanmıştır: Başta Allah (c.c.) özel ismi
olmak üzere, Rahmân, Rabb, Hakem, Ahad gibi.
Allah’ı (c.c.) güzel isimleri
ile tanıyan ve O’na güzel isimleri ile inanan birisinin Teist yada Deist olması
olanaksızdır.
Allah’ın (c.c.) zikrinde
gözetilecek asıl amaç, O’nun rızasıdır. O’nun güzel isimleri ile dünyalık
isterken utanmamız gerekir. Zira Allah’ın (c.c.) indinde bu dünyanın hiçbir
değeri yoktur. Bu konuya peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle
işaret etmişlerdir: “Eğer Allah’ın yanında dünyanın bir sivrisinek
kanadı kadar değeri olsaydı kafirler ondan bir yudum su içemezlerdi.” Başka
bir hadis-i şeriflerinde de “Dünya lanetlidir, dünyada olan her şey
lanetlidir; yalnız Allah için olan bunun dışındadır.” buyurmuşlardır.
Allah (c.c.) ahirette inanan kulları için akla gelemeyecek, hayal
edilemeyecek nice nimetler yaratmıştır. Kuşkusuz cehennemden sığınmak, cenneti
istemek de güzel şeylerdir. Ama Allah’ın (c.c.) rızası bunlardan daha öte, daha
güzel olan bir amaçtır. O’nun rızası kazanıldığı zaman elbette cehennem bizden
uzak, cennet de bizim mekanımız olacaktır. Allah’a (c.c.) geçek anlamıyla iman
eden âşıklar ve ârifler O’nun cemalini görmek için cennete de değer
vermemişlerdir.
Allah’ın (c.c.) Doksan
Dokuz İsmi, Kısa Açıklamaları ve Ebced Değerleri:
1.Allah
(Hüve’l-lahi’llezi lâ-ilâhe illâ Hu. 66)
2. er- Rahmân (Herkese acıyan, merhametli. 298)
3. er-Rahîm (Esirgeyen.
258)
4. el-Melikü (Gerçek hükümdar.
90)
5. el-Kuddûsü (Eksiklik ve kusurdan uzak olan, her türlü kemal sıfata
sahip olan.170)
6. es-Selâmü (Varlıklara esenlik ve
afiyet veren. 131)
7. el-Mü’minü (Müslümanlara müminlik
vasfını veren, onları gazabından emniyete
çıkaran. 137)
8. el-Müheyminü (Gözetleyen, yapılan amelleri
tasdik eden, güvenilir, velileri
koruyan. 145)
9. el-Azîzü (Şeref yüceliği,
galip gelme. 94)
10. el-Cebbâru (Dilediği şeyi yapan, yaptıran,
dilediği şeye zorlatan. 206)
11. el-Mütekebbiru (Büyüklük ve üstünlük gösteren.662)
12. el- Hâlıku (Yoktan yaratan. 731)
13. el-Bâri’u (Varlık türlerini uygun ve ölçülü yaratan. 214)
14. el-Musavviru (Varlık türünün her
bir bireyini belli özellik, nitelik ve nicelikte yaratan onlara
betimleyebileceğimiz biçimleri veren. 336)
15. el- Gaffâru (Günahları çok bağışlayıcı
olan. 1281)
16. el-Kahhâru (Öfkesi ve cezası şiddetli olan; her varlığa hakim olan ve üstün gelen. 306)
17. el-Vehhâbu (Her şeyi karşılıksız bağışlayan,
veren. 14)
18. er-Rezzâku (Rızık veren. 308)
19. el-Fettâhu (kapalı şeyleri açan; sıkıntıları ortadan kaldıran ve
sorunları çözen; hakla batılın
arasını açan. 489)
20. el-Alîmu (Her şeyi bilen. 150)
21. el-Kâbidu (Sıkan, daraltan.
903)
22. el-Bâsitu (Genişlik ve ferahlık veren. 72)
23. el-Hâfidu (Aşağı indiren,
dereceleri düşürten)
24. er-Rafî’u (Yukarı yükselten,
dereceleri artıran. 351)
25. el-Mu’izzu (Şeref, izzet, haysiyet ve namus yüceliği veren. 117)
|
26. el-Müzillü (kulun yaptığı günahlar sonucu
toplumdaki şeref, hassasiyet ve namus gibi değerlerini lekelemesine izin
veren, bunları elinden alan, zillete
düşüren. 170)
27. es-Semî’u (Her şeyi işiten. 180)
28. el-Basîru (Her şeyi gören 302)
29.el-Hakemü (Allah (c.c) Kuran-ı Kerim’le insana
ve topluma hükmeder 68)
30. el-Adlu (Eksiksiz, mutlak adalet sahibi.104)
31. el-Latîfu (Lütfu bol olan; ince derin anlamları bilen; latif
varlıklara hükmeden. 129)
32. el-Habîru (Her şeyden haberi olan. 812)
33. el-Halîmu (Kulun yaptığı kötü şeylere yumuşak davranan, anlayışlı
olan. 88)
34. el-Azîmu (Ululuk, yücelik sahibi. 1020)
35. el-Gafûru (Günahları
bağışlayan. 1286)
36. eş-Şekûru (Asıl kendisine teşekkür edilecek yüce varlık. 526)
37. el-Aliyyu (Varlıkların nitelik ve niceliği
ile karşılaştırılması doğru olmayan Allah’ın kudretinin ve zatının yüceliği. 110)
38. el-Kebîru (Varlıkların nitelik ve niceliği ile karşılaştırılması
doğru olmayan Allah’ın kudretinin ve zatının büyüklüğü. 232)
39. el-Hafîzu (Koruyan, saklayan.
998)
40. el-Mukîtu (Herkese hak ettiği karşılığı
veren;rızıkları taksim eden, varlıklara günlük gıdalarını veren. 550)
41. el-Hasîbu (Kullarının hesabını bilen, gören. 80)
42. el-Celîlü (Azamet, yücelik, ululuk izzet sahibi olmak, heybetinden korku ve kaygı
uyandırmak, emir ve yasaklar koymak, varlıklara özgü sıfatlardan uzak durmak.
73)
43. el-Kerîmü (Cömert olan.
270)
44.er-Rakîbu (Gözetleyen. 312)
45. el-Mucîbu (Duaları kabul
eden. 55)
46. el-Vâsi’u (Allah (c.c) her yönüyle varlıkları kapsayıcıdır, o’nun dini ve nimetleri geniştir. 137)
47.el-Hakîmu (Her işe Allah kaza ve kaderle hükmeder, Allah her işi bir hikmete göre yapar. 78)
48.el-Vedûdu (Allah müminleri sever, Allah asıl
sevilecek olandır. 20)
49. el-Mecîdü (İhsanı, bereketi, rahmeti ile şanı, şerefi pek yüce ve büyük olan.57)
50. el-Bâ’isu (Ölüleri dirilten, peygamberleri gönderen.
573)
51. eş-Şehîdü (Kullarının her işine şahit olan, Kendi varlık ve birliğine
kullarını şahit kılan. 319)
52. el-Hakku (Allah gerçeği ortaya serer, yalanı, yanlışı geçersiz kılar. 108)
|
53. el-Vekîlü
(Allah zulme uğrayanların, her işte Kendisine güvenenlerin vekilidir. 66)
54. el-Kaviyyu (Allah sınırsız güç
ve kudret sahibidir. 117)
55. el-Metînü (Allah gücü
azalmayandır. 500)
56. el-Veliyyü (Allah müminlerin dostudur,
seçtiği kulları Kendisine dost kılar.
46)
57. el-Hamîdu (Övgüye layık
olan. 68)
58. el- Muhsî (Allah varlıkları ve onların sayılarını bilendir. 148)
59. el-Mübdi’ü (Allah ilk
kez, örneksiz yaratandır. 56)
60. el-Mü’îdü (Allah öldükten sonra ikinci kez, tekrar hesap için yaratandır. 124)
61. el-Muhyî (Ölüleri diriltendir. 68)
62. el-Mümîtü (Hayatı alan, öldüren.
490)
63. el-Hayyu (Allah diridir. 18)
64. el-Kayyûmu (Allah varlığının devamı için kimseye muhtaç değildir, her
varlık Onunla ayakta durmaktadır,
varlığının devamı için Ona muhtaçtır. 156)
65. el-Vâcidu (İstediğini bulan,
meydana getiren. 14)
66. el-Mâcidu (Allah şanına, şerefine, yüceliğine,
büyüklüğüne uygun olarak ihsan, rahmet, bereket sahibidir. Allah ihsanı,
rahmet, bereketiyle dilediği kişinin şanını, şerefini, kadrini yükseltir. 48)
67. el-Vâhidu (Allah sıfatlarında ve güzel
isimlerinde birdir. Onun sıfatlarında ve güzel isimlerinde bir
ortağı yoktur. 19)
68. el-Ahadu (Allah zatında eşsiz ve benzersizdir. 13)
69. es-Samedu (Hiçbir ihtiyacı olmayan, kimseye muhtaç olmayan, izni olmadan hiçbir işin hükme bağlanmadığı ve
ihtiyaçlar konusunda kendisine başvurulan lider. 134)
70. el-Kâdiru (Her şeyi yapabilen, edebilen. 305)
71. el-Muktediru (Her şeye gücü,
kudreti yetebilen. 144)
72. el-Mukaddimu (Çeşitli konularda hikmeti gereği dilediğini öne geçiren. 184)
73. el-Muahhiru (Dilediği konularda hikmeti gereği
dilediğini geriye bırakan. 846)
74. el-Evvelü (Öncesi olmayan ilk.
37)
75. el-Âhiru (Sonrası olmayan son. 801)
76. ez-Zâhiru (Allah evrendeki ayetleri ile sıfat ve güzel
isimlerini ortaya sermiştir. Kendisi’ni belli
etmiştir. 1106)
77. el-Bâtınu (Allah zatını duyu organlarının
algılamasından gizlemiştir.
Allah’a gönül yolu ile yaklaşılabilinir.62)
|
78. el-Vâlî (Yöneticilerin yöneticisi, mülkünde istediği gibi
tasarruf eden.47)
79. el-Müteâlî (Aşkın, bütün yaratılmışlardan farklı olan. 551)
80. el-Berru (İyilik eden, iyiliği çok olan. 202)
81. et-Tevvâbu (Kula günahlardan tövbe etme nimeti veren, kulun
tövbesini kabul eden. 409)
82. el-Muntekimu (Suçluları cezalandıran, mazlumun hakkını alan. 630)
83. el-Afüvvu (Günahları affeden, silen. 156)
84. er-Raûfu (Pek şefkatli olan.286)
85. a.Mâlik-ül
Mülki
(Allah mülkün gerçek sahibidir.212)
b.Zü’l- Celâli
ve’l-İkrâmi (Allah ululuk ve
ikram sahibidir. 1098)
c.el- Muksitu (Allah
denge, ölçü ve adalet sahibidir.
209)
86. el-Câmi’u (Dağınık şeyleri bir araya
toplayan, parçaları, gönülleri birleştiren.
114)
87. el-Ganiyyu (Allah kimseye muhtaç olmayan zengindir.1060)
88. el-Muğnî (Allah dilediğini zengin edendir.1100)
89. el-Mu’tî
(Allah hikmeti gereği dilediğine ihsanda
bulunandır.129)
90. el-Mâni’u (Allah hikmeti gereği dilediğine hayrı, şerri engelleyendir. 161)
91. ed-Dârru (Şer, zarar hikmeti gereği Allah’tan gelir.1001)
92. en-Nâfi’u (Hayır, iyilik hikmeti gereği Allah’tan gelir. 201)
93. en-Nûru (Nurlandıran, nur
kaynağı. 256)
94. el-Hâdî (Kalplere hidayet yolunu gösteren, insanlara hidayet veren. 20)
95. el-Bedî’u (Allah eşsizdir, benzersizdir; örneksiz yaratandır. 86)
96. el-Bâkî (Var oluşunun sonu olamamak. 113)
97. el-Vârisu (Her şeyin tek varisi; hakiki sahibi olan. 707)
98. er-Reşîdu (Doğru yola ulaştıran, irşad eden. 514)
99. es-Sabûru (cezaları erteleyen, çok sabırlı. 289)
99. es-Sabûru
|
Muhsin İyi
|