HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an'da İnanç Konuları
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an'da İnanç Konuları
Konu Konu: Şahit olanda şahit, şahit olmayanda! Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
emre
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 04 kasim 2005
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 137
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı emre

Teşekkür ederim. yalnız tüm insanları çok zalim , çok cahil yapmak, çok daha müşkil bir durum.Çünkü içimizde adaleti ayakta tutanlar, bilmediğinin ardına düşmeyenler de var.

Müşriklerde zalimdir, cahildir.Haklısınız. Allah'ın ayetleri ile dalga geçmekteler.Bu vebali yüklenmekteler.

Yukarı dön Göster emre's Profil Diğer Mesajlarını Ara: emre
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

emre Yazdı:

...Çünkü içimizde ... bilmediğinin ardına düşmeyenler de var. ...



Eyvallah... Kapatalım bu konuyu...

Selam ile...


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
ibrahimim
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 17 ekim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 506
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ibrahimim

emre Yazdı:

 

Selam,

Ben de galiba istemeden sizi kırdım.Soruya soruyla yanıt verdim.Özür dilerim.Belki biraz ara vermem lazım.

Allah'tan af diliyorum.

 

 

 

aliaksoy Yazdı:

 

 

emre Yazdı:

...Çünkü içimizde ... bilmediğinin ardına düşmeyenler de var. ...



Eyvallah... Kapatalım bu konuyu...

Selam ile...

 

 

Selam arkadaşlar.

 

teşekkür ederim, arkadaşlar, işi tadında bıraktınız.

sizede bu yakışır.

 

bu işten sıkılmaya başlamıştım.

 

Allah'a emanet olun.



__________________
Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
Yukarı dön Göster ibrahimim's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ibrahimim
 
emre
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 04 kasim 2005
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 137
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı emre

      İbrahim Kardeşim,

     Selam,

 

     Çalışmanızdan çok yararlandım.

      Allah razı olsun.

Yukarı dön Göster emre's Profil Diğer Mesajlarını Ara: emre
 
ibrahimim
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 17 ekim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 506
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ibrahimim

emre Yazdı:

      İbrahim Kardeşim,

     Selam,

     Çalışmanızdan çok yararlandım.

      Allah razı olsun.

 

Bu çalışma tekrar elden geçmiştir. İnşaallah yine faydalı olur.

 

 

ibrahimim Yazdı:
Elestü bi Rabbiküm kalu bela şehidna

Şahit olanda şahit, şahit olmayanda.

Ne zaman şahit olduk!?



7/Araf/172 Hani Rabbin, âdemoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi. Kıyamet günü, "biz bundan habersizdik" demeyesiniz.



Bu ayete baktığımız zaman, biz Allah’a (“Rabbimize”) söz vermişiz; "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." Bu söz ne zaman ve nerede verilmiş? Biz neden hatırlamıyoruz!? Eğer hatırlamıyorsak, nasıl olurda sorumlu oluruz!? “Kıyamet günü, "biz bundan habersizdik" demeyesiniz.” Buda gösteriyor ki biz bundan hesaba çekileceğiz….

Kur’an’da yer aldığına göre, bu sözün/hadisin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın yalan, yanlış, hata,  şaka, vs.. yapmadığını bildiğimize göre, bunu ciddiye almamız gerekiyor ve bu söz bize nerede, ne zaman ve nasıl söylenmiş!? Biz nasıl söz vermişiz? Neden hatırlamıyoruz? Nasıl olurda sorumlu oluruz?



Nasıl söz vermişiz?:

Merak edenler *=* Ciddiye alanlar *=* İlgilenenler *=* Sancısını çekenler *=* Kaygılananlar *=* Önemseyenler *=* Düşünenler *=* Endişelenenler *=* Titizlik gösterenler *=* Emek verenler *=* İnce eleyip sık dokuyanlar.



Lütfen ağır ağır, tertil tertil, tefekkür ederek okuyun.



57/Hadid/1-5 Göklerde ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. Aziz'dir O, Hâkim’dir.

Göklerin ve yerin mülkü ve yönetimi O’nundur; diriltir, öldürür. Her şey üzerine kudret sahibidir O.

Evvel'dir O, başlangıcı yoktur; Ahir'dir O, sonu yoktur; Zahir'dir O, her şeyde belirir; Batın'dır O, gözlerden gizlenmiştir. Her şeyi en güzel biçimde bilendir O.

O, odur ki, göklerle yeri altı günde yarattı, sonra arş üzerinde egemenlik kurdu. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve onda yükseleni bilir. O, nerede olursanız olun sizinle beraberdir. Allah, işleyip üretmekte olduklarınızı en iyi şekilde görmektedir.

Göklerin de yerin de mülkü ve yönetimi O'nundur. İşler ve oluşlar O'na döndürülür.



Aşkın olanın yoktan var ettiği (cinne vel inse) mahlûk/yaratıklarıyla nasıl iletişim kurar?   

Her şey O’na ait, her şey O’nun elinde ve kontrolünde, istediğiyle, istediğinde, istediği şekilde iletişim kurar ve kurduğu iletişimde istediği yolu ve yöntemi kullanır. Bu yol en kestirme, en etkili ve en anlaşılır yoldur.

Mahlûkun anlama kanallarının, kavraya bilme ve tecrübe edebilme yükseltisiyle aynı orantıda, her bir bireyin sadece kendine hitap edilen, ifade edebileceğinden fazla anladığı, Rabbin hitabıdır.  

Rablerinden geleni en iyi şekilde anlarlar. Yaratıcının farkına varmak ve ona kul olmak yaratıklara büyük bir onurdur, bu hazzın tarifi anlatımı imkansızdır. Bu tarifi mümkün olmayan duyguyu yine farkına varanlar anlar ve en iyi şekilde onlar anlatır. 

O’nun yarattıklarını ondan daha iyi kim tanır.

Yaratıklarda Allah’ı tanır ve tespih eder.



41/Fussilet/11 Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: "İsteyerek veya istemeyerek gelin!" Onlar şöyle dediler: "İsteyerek geldik!"

55/Rahman/29 Göklerde ve yerde kim varsa O'ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır.

59/Haşr/24 Allah'tır O. Haalik, Bari', Musavvir'dir O. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ne var, yerde ne varsa O'nu tespih eder. Aziz'dir O, Hâkim’dir.

61/Saff/1 Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ı tespih etmiştir. Aziz'dir O, Hâkim’dir.

62/Cuma/1 Göklerdekiler ve yerdekiler; o Melik, o Kuddüs, o Aziz, o Hakim Allah'ı tespih ediyor.

64/Tegabun/1 Göklerdekiler ve yerdekiler Allah'ı tespih ediyor. O'nundur mülk ve yönetim; O'nun içindir tüm övgüler. Her şeye gücü yetendir O.





Bakıyoruz her iş ve oluş, kusursuz bir şekilde devam ediyor, evren genişleyerek galaksileri barındırıyor, galaksiler güneşi sistemlerini, güneş sistemleri gezegenleri, gezegenler içindekileri barındırıyor.

Güneş galaksinin etrafında, Dünya güneşin etrafında, ay dünyanı etrafında, atom çekirdeğinin etrafında elektronlar dönüyor.



44/Duhan/38,39 Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri eğlenmek için yaratmadık. İkisini de, sadece gerçeği göstermek üzere yarattık. Ama onların çokları bilmiyorlar.



Dünyanın kendi ekseninde dönmesiyle gece ve gündüz oluyor, güneşin etrafında dönmesiyle mevsimler oluyor, gece bitkiler depoladığı oksijeni gündüz havaya bırakıyor, sebze meyve ve bitkilerin oluşması için mevsimler bir birini takip ediyor, diğer canlılar bundan faydalanıyor, vs.. vs..



67/Mülk/3,4 Birbiriyle uyum ve ahenk içinde yedi gökleri yaratan da O’dur. O Rahman'ın yaratışında/yarattıklarına herhangi bir uyuşmazlık, aykırılık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! Bir çatlaklık, bir uyuşmazlık görüyor musun?

Sonra tekrar tekrar bak; bakışların usanmış ve yenilmiş olarak sana döner.



Bakıyoruz muazzam bir düzen işliyor, işleyen düzende çarkın her bir dişlisi, Allah’ı tespih eder ve Rabb olarak tanır.

Peki ya bu çarkın içinde biz nereyi işkâl ediyoruz?



İnsan kendini bir incelesin, beş duyu organımızı; göz, kulak, koklama, tatma ve hissetme, beyinin bunları ayrı ayrı algılaması,  muazzam bir varlık.                  

Bedenimiz, kalbimizin hiç durmadan, bize sormadan atması, dolaşım sistemimizin çalışması, sindirim sistemimizin çalışması, hücrelerin yenilenmesi vs.. irademiz dışı ne varsa, hepsi Allah’ı Rabb olarak tanır/bilir.



Tabi bu saydıklarımız irademiz dışı,  bize ait ama yaratanının emrinde, “ister isteyerek ister istemeyerek” çağrısına isteyerek geldik diyen, bir zincirin halkası.



Peki ya elimizde olanlar??????????????

Yargıda bulunma özelliği? Varlığın farkında olma? Akledebilme yetisi? Tercih yeteneği? İrademiz?

 “Kıyamet günü, "biz bundan habersizdik" demeyesiniz.” Haberimizin olduğu ve sorumlu olduğumuz, hesap vereceğimiz alan hangisi?  Öyleyse dikkatle, okuyun ve düşünün bakalım nasıl bir sonuç çıkaracağız.

  

İnsan dünyaya birtakım özelliklerle donatılmış olarak gelir, Muhtaç *=* Sevmek ve sevilmek *=* Karşı cinse temayül *=* Beslenme *=* Uyuma *=* Barınma *=* Eğlenme *=* Kazanma *=* Tapınma vd..

Bizlerde Allah’ı rabb olarak tanırız



Bu ayette görülen o ki; İnsan  Allah’ı Rabb olarak tanıma/bilme özelliğine sahiptir.



Şimdi bu özelliklerin üzerinde biraz duralım:



Muhtaç:

İnsan dünyaya geldiğinde anneye ve babaya, (korunmaya, bakıma ve giyinmeye) muhtaç, çevresindekilere,(konuşmaya dertleşmeye paylaşmaya) toprağa, havaya, suya, yola vs.. muhtaç.



Bu ihtiyaçlarını nasıl giderir? Etrafınıza bakmanız yeterli; Anne ve babaya muhtaçlığı devam ettiği müddetçe, dizinin dibinden ayrılmaz. Giyinmeye özen/itina gösterir.  Çevresindekilere; komşular edinir, dost endir, arkadaş edinir. Topraktan azami ölçüde faydalanır, eker biçer, bolca ürün almak için, hileye (hormon’a) bile başvurur. Temiz hava almak için tatil yerleri edinirler, hava güzel olduğu zaman, fırsatı değerlendirirler (şöyle bir hava alalım dedik!). Su için savaşlar verirler. Geniş geniş yollar edinirler. Vs…

 

   


Sevmek ve sevilmek:

Güzel şeyleri severler, sahip olmak için mücadele ederler, sevilmek için süslenirler, güzel giyinirler, kur yaparlar, kıskanırlar tabir yerindeyse yağ çekerler vs..




Karşı cinse temayül:

Karşı cinse olan ilgiden, ellerinden geleni yaparlar; Evlenirler, nişanlanırlar, sevgili olurlar, şarkılar şiirler metihlerde bulunurlar, partneriyle iyi vakit geçirmeye çalışırlar,  hatta bu ilgiden dolayı zinaya varan (gayri meşru  ilişki yaşayanlar) ilişkiler kurarlar, kadını reklam aracı olarak kullanırlar, pavyonlarda, barlarda, rant aracı olarak kullanırlar, sebebi karşı cinse temayül, daha sayamadığım bir sürü şeyler ve..




Beslenme:

Beslenme konusunda oldukça hamaratızdır, her yörenin mutfağı ayrı, yemekleri leziz mi lezizi, içkiler, mezeler, salatalar, yemekleri sunuş bambaşka, yemek için kostüm bile değişiriz, her yemeğin çatalı ayrı bıçağı ayrı, masa örtüler peçeteler, yemek adabı alelade değil, müzik eşliğinde tadı başkadır, yemek çeşitlerimizi  saysam ciltlerle kitap eder.

Fransa, İtalya, Çin, Türk mutfağı isim yapmış, fazla uzatmayayım, gerisini siz ekleyin. Vs..




Uyuma:

Rahatımıza düşkünüzdür, yatak odalarımıza bakın, ortopedik döşekler, satenden nevresimler, kuş tüyü yastıklar, temiz çarşaflar, rengârenk boyanmış yatak odalar ışıklandırmalar, gardıroplar, komedinler, aynalar, rahat bir uyku çekmek için ne varsa, güzel görünsün diye süslemeler. (otellere bakın)




Barınma:

Başımızı sokacak bir evimiz olsun deriz, amma köşkler, villalar, siteler, havuzlu, bahçeli, çardaklı/kamelyalı, dev binalar, ne güne duruyor, yakışır insanoğluna!.




Eğlenme:

Bu konuda kimse hakkımızı yemesin, hakkını vere vere eğleniriz; Mekanlarımızı gezsenize, barlar, pavyonlar, restoranlar, oteller, sahiller, magazinciler, mega starlar sanatçılar, mankenler eğlence dünyamızı oldukça süslerler.




Kazanma:

Benim olsun, ben olayım, değil mi kavgalar savaşlar, bu yüzden oluyor, ben zengin olayım, o koltuk benim, ben, biz, bizim takım kazansın, seçimleri ben, biz, partimiz kazanacak, bu sene biz şampiyon olacağız,

 

 

 

Tapınma:

Tıpkı diğer özelliklerimiz gibi, tapınmada Âdemoğlunun (insanın) değişmez niteliklerindendir.

İnsanda endişe, hidrofobi, korku, panik, vehim, güvensizlik vs…mevcuttur.

Âdemoğlu kendini güvende, istikrarda, emniyette olmasını ister. Korunup kollanmak ister, muhtaçtır, bîçaredir. Bu yüzden de kendinden üstün bir güce sığınma ihtiyacı duyar.

Bunu test etmek kolaydır, karanlıkta ıssız ve korkunç bir yere bir insanı baygın bir şekilde bırakın, sonrada gizlice izleyin, uyandığında korkmaya başlayacak ve aczi yetinin farkına vararak yalvarmaya başlayacaktır.

Yakın tarihimizde 1999 depremini yaşadık, içlerinde bende vardım, insanların Allah’ı içtenlikle yalvararak anmalarına daha önce ne ben, nede deprem bölgesi şahit olmuştur.



Zaten hep olağan üstü durumlarda, insanı bu özelliği hemen kendini göstermeye başlar, savaşlarda, ciddi müsabakalarda, kuraklıkta, kıtlıkta, hastalıkta, dert ve sıkıntıda herkes inandığı değerleri dillendirir, İlahına yakarır.



Çok çaresiz olma durumu, hemen hemen herkesin başına gelmiştir, hafızanızı bir yoklayın o haldeyken durumunuz neydi, nasıl bir yakarış içindeydiniz?.



İnsanoğlu yaratıcısını Rab olarak tanıma yetisine sahiptir. Mayasında, hamurunda bu var. Bunu Kuran’da söylüyor, insanın kendiside kendine şahittir.



7/Araf/172 Hani Rabbin, âdemoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi. Kıyamet günü, "biz bundan habersizdik" demeyesiniz.



Nasıl sormuş?:



İnsanı yaratırken bu özellikleri benliğine ve belleğine yerleştiren yaratıcının bizzat kendisi, Allah insanın fıtratını/vicdanını pak/temiz bir şekilde insana teslim eder.   

Tin 4,5,6 Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısı kıldık. Ancak inanıp erdemli davrananlar hariç; onlara kesintisiz bir ödül vardır.



Nasıl şahit olmuşuz:



Her insanı vicdanı buna tanıktır, fark etsin yada etmesin, sahibini arar, gerek bilinçli, gerekse bilinç altı, isteklerini, acziyetini, şikayetini, dua ve bedduasını Rabbine götürür.

 

Rabb olarak bilmek ne demek:



Yüksek ahlâk terbiyecisi, olgun ve erdemli oluşa doğru yetiştiren, insanı kamil olmaya doğru yönlendiren, her şeyimiz ve her yönümüzle teslim olunacak olan.



Kıyamet günü her şey nasıl açığa çıkacak:



Biz duymadık, bilmiyorduk, bizi haberdar etmediler vs.. bu mazeretler geçerli olmayacak, çünkü insanın hamurunda bu (tapınma) vardır.

Burada asıl mesele, insanlık neden diğer özellikleri mükemmel bir şekilde yerine getirmiş de, sıra tapınma özelliğine gelince, olması gerekenin çok uzağında kalmış ve üstelik insanın bu özelliğinden dolayı, Allah gerçek İlah’a kulluk etmesi için, elçiler ve mesaj göndermiştir.



Allah hesap günü, Muhtaç *=* Sevmek ve sevilmek *=* Karşı cinse temayül *=* Beslenme *=* Uyuma *=* Barınma *=* Eğlenme *=* Kazanma  vb.. niteliklerinizi hakkını vere vere yerine getirdiniz, peki neden tapınma özelliğinizden kaynaklanan, inanma iç güdünüzü doğruya yöne çevirmediniz diye sormaz mı?



Biz bundan habersizdik diye bilir miyiz? Eğer cevabımız, evet deriz ise, o zaman demezler mi, cinsel dürtü, yiyip içme arzusu, doyasıya eğlenme, kazanma hırsı vd.. nin haberini kim getirdi? Kaldı ki tapınma ile ilgili hep elçiler gelmiş, diğerlerine takviye elçiler gelmemiştir. Demek ki, içimizdeki bize ait özellikleri, birilerinin gelip bize hatırlatmasına gerek duymadan ortaya çıkarabiliyoruz, hem de en güzel bir biçimde. 



Biz bundan habersizdik diyemeyiz:



Hiç kimse söylemese de Aklınız + fıtratınız/vicdanınız + fizik kuralları + Allah’ın gönderdiği mesaj/Kur’an, her biri kendi alanında insanı uyarmıyor mu? Allah aşkına kendi kendinize dürüstçe cevap verin, henüz can bedeni terk etmedi, dünyadayken yanıtlayın, çünkü ahirette yanıt çok çetin olacak. 



Tevbe 24 De ki:



"Eğer babalarınız,

oğullarınız,

kardeşleriniz,

eşleriniz,

kabileniz/menfaat çevreniz,

elde ettiğiniz mallar,

kesatından korktuğunuz ticaret,

hoşunuza giden konutlar

sizin için Allah'tan, resulünden ve Allah yolunda cihattan daha sevimli ise artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, yoldan ayrılmış bir topluluğu doğruya ve güzele kılavuzlamaz."



En doğrusunu yüce Allah bilir.

Hepinize saygılar sunarım.

 

 

Allah'ın selameti üzerinize olsun.

 

 

 

 



__________________
Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
Yukarı dön Göster ibrahimim's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ibrahimim
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests

.

Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
ibrahimim
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 17 ekim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 506
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ibrahimim

MHT751 Yazdı:
Ellerine saglik ibrahimim cok yararli bir calisma

Seninde yüreğine sağlık.

Emeklerimzin sizin gibi dostlar tarafından beğenilmesi, bizleri daha da gayretli olmaya sevk ediyor.

Allah iyiyi yanlıştan ayırma yeteneği versin, basiretimizi açık kılsın..



__________________
Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
Yukarı dön Göster ibrahimim's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ibrahimim
 
Muhsin
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 subat 2007
Gönderilenler: 401
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Muhsin

Selam, Ibrahim kardesim,yüce Rabbim ilminizi artirsin ,insallah,makalenizi yavas yavas okdum,devamini dilerim.
Selametle.
6/79-Ben hanîf olarak,yüzümü gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim.
Yukarı dön Göster Muhsin's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Muhsin
 
ibrahimim
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 17 ekim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 506
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ibrahimim

Muhsin Yazdı:
Selam, Ibrahim kardesim,yüce Rabbim ilminizi artirsin ,insallah,makalenizi yavas yavas okdum,devamini dilerim.
Selametle.
6/79-Ben hanîf olarak,yüzümü gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim.

Aleyküm selam! Muhsin kardeşim.

Allah razı olsun, Rabbim sizin de ilminizi artırsın.

Allah'a emanet olun.

 



__________________
Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
Yukarı dön Göster ibrahimim's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ibrahimim
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

değerli ibrahimim kardeş...

güzel bir çalışma allah razı olsun...

bu konuda yapılacak her anlama gayreti bence çok önemli...

yine bu konuda elmalılıdaki malumatı buraya alıntılıyorum...


172- Ey Resulüm! Onlara o vakti de hatırlat ki, hani Rabbin, Âdemoğulları'ndan, (şimdikilerden tutunuz da nesilden nesile ta Hz. Âdem'e varıncaya kadar Âdem oğullarının zürriyet sahibi olanlarından zincirleme olarak her birinin) bellerinden zürriyetlerini aldı, yani kudret eliyle seçip ayırdı, vücuda getirdi. "ve onları kendi kendilerine karşı şahit tuttu," şahit yaptı, kendi varlıklarından bile habersiz olan o şuursuz hücrelere "Ben" ve "Ben ötesi" şuurunun, bilfiil mebdeini verdi: Her birine şuhud ve şehadet fıtratını, kendi varlığında hakkın etkisini duymak ve duyurmak, itiraf etmek, tanıklık eylemek yaratılışını, insanlık ruhunu verip, hepsini varlığına ve birliğine şahit kıldı da kılarken Rabbiniz değil miyim? Dedi. Üzerinizde dilediğim gibi tasarruf eden ve etmek hakkı bulunan yegane malikiniz, mürebbiniz, yetiştirip geliştireniniz, yaratıcınız ve hakiminiz olduğuma şahitsiniz, şahitlik edeceksiniz değil mi? diyerek, hitab-ı nefsîsi ile hitap eden ve emanetini yükleyen rablığını ikrar ettirdi. Hepsi de "evet dediler," evet pekala Rabb'imizsin, biz buna şahidiz dediler. Terbiye ve emaneti kabul edip şahitliği taahhüt eylediler. Hasılı insan hiçbir şey değil iken, âlemlerin Rabb'ının, rablığının gereği olarak, bir üreme ve gelişme kanununun etkisi altında yaratmasının ve terbiyesinin eseri olarak şuursuz zerreler halinde meydana çıkarılıp bütün duyguları ve zevkleriyle şuurlu birer insan fıtratına geçtiler, birer insan kimliği ve kişiliği aldılar, hiçbir muhalefette bulunmadan ve bulunamadan ilâhî takdire uydular, o vakit onlarda inkâr, küfür ve inat yoktu, dış dünyadan hiçbir şey tanımıyorlardı. İşte böyle kendileri hiçbir şey değil iken bir zürriyet halinde sulb (bel)den alınıp, ana rahminde döllenme ve büyümeye atılan ve mutlak "Ben" ve "ben ötesi" ilişkisi içinde zaruri bir şahitlik ve görüntü, bir etki-tepki ilişkisinin sonucu olan bir şuur fıtratına girip, mükemmel bir akıl ve idrak, bir anlama ve anlatma, bir irade ve hür seçim hayatının gelişmesine doğru giden, bütün oluşum süreci içindeki faaliyetlerinde yalnızca

O'nun emrine, kanununa boyun eğiyor ve ancak O'ndan yardım ve destek alıyorlar. Ve gerektiğinde bunun böyle olduğunu söylemeyi, şahitlik edip dile getirmeyi de bir boyun borcu biliyorlardı. İşte Âdem'in ilk evladından itibaren herkes Rabbinin verdiği ve emrettiği insan fıtratını, O'nun verdiği vücuda şuhudu alıp kabul etmekle Rabb'i ile kendisi arasında böyle bir icap ve kabulün sonucu olan bir fıtri akit (doğal bir sözleşme) altına girmiş ve kendi varlığında Rabb'ine şahitliği ve O'na kulluğu taahhüt etmiştir. İşte bu mukavele ve fıtrî misak, insanlığın dindarlığının başlangıç noktasıdır. Bu nokta dindarlığın olduğu kadar, hukukun, ahlâkın, sosyal hayatın ve medeniyetin de başlangıç noktasıdır, çekirdeğidir. Birçok tefsir âlimi, demişlerdir ki, burada bu şahit tutma ve misak alma olayı, temsili bir mânâdadır. Allah Teâlâ bütün insanları fıtratlarının başlangıcında tevhid inancına ve İslâm'a kabiliyetli olarak yaratmış, objektif ve subjektif delillerle Allah'ın rablığını algılayabilecek şekilde ve İslâm'a yatkın olarak halketmiş olduğunu böyle bir temsilî istiare (sembolik bir ifade) yoluyla tasvir etmiştir. Şöyle ki: Allah Teâlâ'nın beşer varlığına akıl ve basireti yaratılıştan ihsan etmesi ve bunlar için iç dünyada ve dış dünyada bir takım deliller meydana koyması ve böylece onları mükemmel bir şekilde donatıp kendi Rablığını bilmeye, tanımaya yöneltmesi, diğer taraftan insanların da doğuştan gelen bu donanımlarla Allah'ı tanımaya yönelmiş olmaları, Allah Teâlâ'nın onları emir ve hitap yoluyla itirafa sevketmesi, onların da tereddüt etmeden bunu kabul ve icabete koşmaları şeklinde benzetme ve istiare olarak tasvir buyurulmuştur. Nitekim "Daha sonra gök ile yere buyurdu: Her ikiniz de ister istemez gelin, dedi, onlar da isteyerek geldik, dediler." (Fussilet, 41/11) âyetinde de emre icabet böyle bir temsilî yolla ifade buyurulmuştur. Bunda da bilinen şekliyle ve gerçek hayatta olduğu gibi karşılıklı konuşma ve sözleşme şeklinde bir mukavele düşünmek gerekli değildir. Sanki öyle denilmiş ve karşılığında öyle cevap alınmış gibi hukukî geçerliliği olan kuvvetli bir fıtrî misak vardır. Yani, bu sözleşme dille söylenmiş, sözlü ve ikrara dayanan kelâmi mahiyette bir misak değildir, bir marifet kuvvetinin, bir tanıma olgusunun doğal durumu açısından bir fiilî misak demektir. Kur'ân'da ve diğer semavi kitaplarda bunun gibi temsilî anlatımların bulunduğu herkesçe bilinen bir şeydir. Bu türlü anlatımlar herkes tarafından kolay anlaşılmayı sağlar. Kelâmcılar da hep bu görüşü savunmuşlardır. Fakat dikkat edilirse burada başka önemli bir nokta vardır. Asıl mesele insanların yalnızca iç dünya ve dış dünyadaki delillerden hareketle Allah inancına kavuşmaları değil, insanın yaratılış olayının bilfiil bu delillerden biri olması, her insanın, bizzat kendi varlığıyla ve cinsinin varlığıyla Rabbin varlığına ve birliğine şahitlik etmekte oluşu, kendi varlığının Rabbin varlığına delil oluşudur. Henüz bu şahitliği kendisi aklı ve dili ile yapmamış olsa bile, bizzat yaratılışıyla bunu deruhte etmiş oluşudur. Başka bir deyişle insanlar için Allah'ı tanıma, Rabbin birliğine inanma, hakka boyun eğme meselesi, yani iman ve İslâm meselesi, yalnızca bilimsel delillerle elde edilecek sırf nazari bir bilgi meselesi olmayıp, kendi fıtratında yaratılıştan var olan ve şuhud-i nefsî (iç gözlem) denilen kendi içini duyma ve genel olarak kendisinin kendisi olduğunu tanıma şuuru ile birlikte kendi varlığında, daha doğrusu varlığının özünde gerçekleşmiş olan kesin bir tanımadır. Şu kadar ki, kendi varlığının farkında olma gibi açık seçik değildir, kendini tanımanın altında yatan bir gizli şuurdur ki, açık bilinç ile duyulup farkına varılması dikkatini kendi içinde keskinleştirmeye veya içten ve dıştan gelen bir uyarıcıya muhtaç olan bir farkına varmadır. Zira insanın böyle sezgi yoluyla duymuş olup da bilinç yoluyla farkına varamadığı bir takım derin olguları vardır ki, bir veya mükerrer uyarıcılar sayesinde onun farkına varır. İşte Allah inancının temeli olan içimizdeki ilâhî sezgi de mutlak anlamıyla "benlik ötesi" bilinci gibi, böyle şuhudî bir tanımadır. Nefis fıtratı içinde merkezleşmiş bir içgüdüdür. Daha sonra bu şahitliği eda ve ifa etmeyen, yani ikrar edip yerine getirmeyen, hatırlatma ve uyarılara rağmen inkâr ve küfürde ısrar edenler, ya kendi vicdanına karşı direnmiş ya da fıtratı bozulmuş, kendilerinde yaratılıştan ihsan edilen bu tabiat kalmamış olan, yani kavlen veya fiilen bu ahdi bozmuş ve kendilerine yazık etmiş olan zavallılardır. Nitekim Fransız filozofu Auguste Comte, insan üç hâl geçirir: "Birinci devirde ilâhî, ikinci devirde tabiatüstü, üçüncü devirde de tabiî olur." dediği zaman önce bu fıtratı hissedip itiraf ediyor, sonra da kendinde o fıtratın bozulmuş ve bozukluğun kesinleşmiş olduğunu ilan eylemiştir ki, bu durum onun bütün insanlığı görmesinde değil, yalnızca kendi nefsindeki değişmeyi ve fıtrat bozukluğunu görerek, bütün insanları da haksız yere kendine kıyas etmesindendir. Halbuki terakki ve tekamül, fıtratın bozulmasında değil, gelişmesinde ve inkişaf etmesindedir. Zaten fıtratın bozulması "Sonra onların yerini dejenere olmuş bir nesil aldı." âyetinde de görüldüğü gibi, bir gerilemedir. Şimdi mesele "marifetullah" denilen Allah'ı tanıma duygusunun, öyle bir fıtrî bilgi ve insanın buna şahitlik etme görevini yüklenmiş bir fıtrî şahit olması açısından ele alınınca, bu misakın sırf tekvini (yaratılışla ilgili) olmayıp, aynı zamanda emri ve kelâmı, yani söze bağlı bir özelliği de bulunduğunda şüphe etmemek gerekir. Zira mesele yalnızca ilk yaratılış anını ilgilendirmiyor, aynı zamanda hayatta olduğu müddetçe bunu insanın kendi içinde hissetmesi olgusunu da ilgilendiriyor. Mesele bilinç ve içgözlem ile de yakından ilgilidir. Yalnızca yaratılışa ait tekvini bir olay olsa idi, daha sonra bu şehadeti eda etmeyen hiç kimse bulunmamak gerekirdi. Ve nefse ait şahitliğin söz konusu olduğu her hangi bir bilinç olayı ise her hal ü kârda lafzî kelâm ile değilse de, nefsî kelâm ile ilgili olmaktan uzak kalmazdı. Çünkü ruh, bir ilâhî emir olduğundan bütün ruhsal olayları ve bilinçle algılanabilen şeyleri, farkına varılabilen olaylardan sayılmak gerekir. Her şuurda ruhsal bir tebliğ vardır ki, kelâmın da özü odur. Şuur ile ilgili olmayan oluş ve sezgilerde bu tebliğ yoktur. Bundan dolayı bir ruhun, bir şuur gücünü yaratması, aynı zamanda onu kendisine duyurması, yani ifadeye zorlamasını da gerektirir. Şu halde söz konusu misak tekvinî olmakla beraber, ruhsal ve sözel özelliği de haiz olduğundan, buna mukavele demek de doğru olur. Ancak bu hitap lafzî kelâm ile değil, meleklere olduğu gibi, nefsî kelâm ile yapılmış bir tebliğ şeklinde algılanmalıdır. Alış bir tekvin, şahit getirme ise ruh üflemeyle ilgili bir tekvin ve tebliğ "Rabbiniz değil miyim?" hitabı benlik ötesinden bir takrir, buna karşı "Evet Rabb'imizsin" de bu tekvin, şahit getirme ve takrire mutlak bir boyun eğme, ruhsal bir kabullenme ve gereğini yerine getirmeyi taahhüt etmedir. Her insanın, insanlığının özünü oluşturan "ben" ve "ben değil" bilincinin içinde işte bu taahhüt yatmaktadır. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" hitabının başında "dedik ki" veya "diyerek" şeklinde bir müteallâkın bulunmayıp bunun mukadder (gizli) bırakılması da bunun bir lafzî kelâm değil, nefsî kelâm olduğuna işaret eder. Sonra bilinmektedir ki, şer'î ve hukukî anlamda bir sözleşme akdinin hakikatı bir icap ile bir kabulün arasındaki bağlantıdır. Bu icap ve kabulün, her zaman lafzî kelâm ile olması da şart değildir. Asıl akit, iki kişinin bir maksatta birleşmesi, fikir birliği etmesidir. Taraflardan rızaya, yani itirazın terkine delalet eden her hangi bir hareket de icap ve kabul olabilir. Şu halde bu misak, sırf akıl ve istidlal gücünün tekvinî anlamda dahi olsa şeriat ve hukuk açısından geçerli olan hakiki bir akit ve misak demektir.

Ancak bu bakımdan söz konusu mukaveleye, mukavele diyebilmek yine de temsilî ve mecazi bir anlam taşır. Fakat açıkladığımız mânâ ile bu tekvinin ruhi olması ve bir nefsi kelâm özelliğini de taşıması bakımından buna mukavele adı verilmesi dahi hakikat olur. Nitekim ilk devir tefsir âlimleri de bunu bir temsil değil, bir hakikat olarak rivayet ve izah etmişlerdir. Bundan dolayı formülü sadece bir temsil değil, aynı zamanda bir hakikattir.

Gelelim bu misakın ne vakit meydana geldiğine: Bu hususta da üç görüş vardır:

1- Birçokları zürriyetin, baba sulbünden ilk yaradılışında ve daha ana rahmine konulmadan önce meydana geldiğini söylemişlerdir ki, bunlar âyetteki şahit tutma ve hitaba mazhar olma zamanının bu zaman olduğunu söylemişlerdir. Bu "ahiz" (olma) zamanı, zürriyetin sulbden ana rahmine konduğu zaman değil, zürriyetin baba sulbünde varlık alanına çıkması, ilk meydana gelmesi demek olduğunu savunmuşlardır. Gerçekten de zürriyet, nesil ve evlad demek olmakla birlikte, bunun asıl mânâsı gayet küçük karınca demek olan "zerr"den veya saçılmak mânâsı gayet küçük karınca demek olan "zerr"den veya saçılmak mânâsına "zürur"dan alınmış olarak üreme suyu içindeki canlı zerreciklerdir ki, hem tekli anlamıyla, hem çoğul anlamıyla kullanılır. Şu halde bu görüşe göre, bu şahid tutma (işhad) ve "elestü" hitabı, babanın sulbünden çıkan bu zerrelere, ilk çıktıkları sırada, yani yaratılır yaratılmaz yapılmıştır. Bu da bu zürriyetin bütün insan varlığını kapsayan bir canlı, yani büyümeye aday bir insancık olduğunu kabul etmekle mümkün olur. Lâkin bizim açımızdan bu böyle değildir. Ve hatta "Biz onu şekilden şekile sokarak yarattık." (Müminun 22/14) ve benzeri Kur'ân âyetlerine de zahiren ters düşmektedir. O zerrecikler bilfiil insan değil, bilkuvve bir insancık sayılabilir, ancak döllenme sonucunda bir insan olabilmeye aday bir hücrenin ve belki henüz hayvani hayat haline gelmemiş bitkisel hayatta bulunan bir tohumcuğun, bundan insan yaratılacaktır ihtimaline binaen, insan sayılması ve insan yerine konulması bizce doğru değildir. Buna henüz insanî ruh bile üflenmemiştir. O halde bunların kendi nefislerine şahit tutulmaları ve hitaba muhatap olmaları uzak bir temsil ihtimalinden başka bir anlam ifade etmez. Bu arada bazıları daha da ileri giderek, demişlerdir ki, zürriyetler üzerindeki bu misak, kendi babalarının değil, ta Âdem aleyhisselamın sulbünden çıkarıldıkları zaman yapılmıştır. Çünkü bu mânâda rivayet olunmuş bazı hadisler vardır ki, bunlardan birinin özet olarak anlamı şudur: Allah Teâlâ Âdem aleyhisselamın zahr(sırt)ından kıyamete kadar yaratacağı zürriyeti çıkardı ve onlara "Ben Rabbiniz değil miyim?" dedi, onlar da "evet Rabbimizsin" dediler ve o gün takdir kalemi kıyamete kadar olacak şeyleri yazdı, bitirdi. Yani, "Kıyamete kadar ne kadar insan gelecekse hepsi Âdem'in sulbünden çıkan zürriyetlerle yazılıp takdir edildi ve bundan böyle beşerde üreme ilâhî bir kanun oldu." Bütün insanlar zincirleme olarak o zürriyetlerden gelecek onların sülâlesi zürriyetlerden olacak ve bunun dışında Âdem'in yaratıldığı gibi başka âdemler, kıyamete kadar bir daha yaratılmayacak. Âdem'in sulbünden çıkan zürriyetlerden her biri böyle kendi sülâleleri olacak olan zürriyetleri de zincirleme olarak ve üreme özelliğini de bir potansiyel kuvvet halinde kazanmış olarak yaratan ve terbiye eden yüce yaratıcının hükmüne ve kanununa zorunlu bir şekilde uymuş bulunarak meydana gelecekler. Nihayet O'nun birliğini ve Rab'lığını tanıyıp itiraf eylemek üzere bir terbiye, bir özellik kazanmak suretiyle belli bir taahhüde ve misaka bağlanmışlardır. Bunun için bir kısım tefsir âlimleri, âyetteki misakı da hadisi şerifteki bu misaktan ibaret gibi anlamışlar ve misak vaktinin Âdem'in sulbünden zuhura geldikleri sırada olduğuna hükmeylemişlerdir. Lâkin hadiste "Âdem'in sırtından" âyette ise "Âdem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini (almış) ve onları kendilerine şahit tutmuş." (A'raf, 7/172) buyurulmuştur. Ayrı ayrı mânâlar ifade eden bu değişik kelimelere iyice dikkat edildiği zaman aradaki farkı görmemek mümkün değildir. Hadis, beşerin üreme kanununun ilk uygulama alanına konduğu zaman meydana gelen ilk zürriyet kapsamında bir potansiyel kuvvet olarak gerçekleşmeye başlayan türün toptan misakını açıklıyor. Âyet ise bu kanun uyarınca bilfiil meydana gelen zürriyetin her birinin kendine mahsus olan ferdî misakını ifade ediyor. Bundan dolayı hadis, âyetin ayrıntılı olarak açıkladığı kanunun başlangıç şeklini, âyet de hadisin zımmen (kapalı bir şekilde) ve topluca ifadesinin her nesilde ayrıntılı olarak nasıl meydana geldiğini açıklayıp ifade etmektedir. Bunun için âyet ile hadis, karşılıklı olarak birbirini izah etmekle beraber ifade ettikleri şey tıpatıp birbirinin aynı ve eşiti değildir. Genel olarak ve topluca insan türünün misakı Âdem'in sulbünden başlamış, fakat ayrıntılı olarak kişilerin misakı da bilfiil kendi babalarının sulbünden başlamıştır. Yani Zeyd'in misakı, Amr'ın misakı değildir, anaların ve babaların misakları da evlatların misakı değildir. Fakat tür olarak birbirine benzer ve hepsi de bir köke bağlı ve aynı rablık ilkesine racidirler. Aslında taahhüdün mahiyeti de bu terbiyenin mürebbisi, bu kanunun koyucusu olan yüce yaratıcının nimetine şükürdür. O'nun koyduğu hükümlere boyun eğmek, birliğini ve rablığını itiraf ve ilan eylemektedir ki, İslâm budur. Şu halde bu âyet gereğince herkesin kişisel taahhüdünün başlangıcını, türün taahhüdünün başlangıcı olan Âdem'in sulbünden saymak doğru değildir. Bir de türün bütün fertleriyle toptan varlığı, sırf vücud-i zihnî (zihni varlık) kabilinden olduğu ve bu bakımdan Âdem ismi türün bir temsilcisi sayılması açısından hadisteki ruhi misak Âdem'le birlikte bütün beşer türünün bir misakı diye ifade edenler de olmuştur. Nitekim Kâ'b-i Kurazî'den böyle bir rivayet de vardır. Bu rivayetten, haksız yere ruhların tenasühü (reankarnasyon) fikrine sapanlar da olmuştur. Halbuki âyet, tenasüh fikrinin tamamiyle karşısındadır.

2- İbnü Atıyye'nin ifadesine göre, bazıları da bu misak ve teahhüdün zamanının, büluğa erme çağı olduğuna kail olmuşlardır. Zira bir zürriyetin nefsine tamamiyle şahitliği, kendisinden zürriyet çıkmaya başladığını gördüğü buluğ zamanında meydana gelir. Ve tam anlamıyla kendini tanımaya başlaması da o vakittir. Âyette ise "ahz" (alma) ve "işhad" (şahit getirme) söz konusu edilmiştir. Bundan dolayı bulûğa ermeyenlerin henüz taahhütleri yok demektir. Ve âyetten bu mânâyı anlamak hususunda iki vecih vardır: Birisi zamirleri zürriyete irca olunmakla beraber, zürriyete tam ve kamil veled, "ahze" de ıstıfa-yı bâliğ (ergenin seçmesi) mânâsı vermek ve bu suretle ahz ve işhad zamanını birleştirmek veya "ahz" zamanı ile "işhad" zamanını ayırıp, misakın evvelini, "ahz" vaktinden "işhad" vaktine kadar devam eden bir süre içinde başlamış ve "işhad" vakti olan bülûğ zamanında taahhüdüyle tamam olmuş diye anlamaktır. İkincisi bu zamirleri zürriyete değil, "Beni Âdem"e irca etmektir ki, bu suretle âyetin mânâsı, Âdemoğulları'ndan her biri sulblerinden zürriyetlerin çıkmaya başladığı ve bu suretle nefislerini duyup kendilerine karşı kendi öz gerçeklerine ve Allah'ın nimetleriyle terbiyesine şahid oldukları sırada bu bülûğlarıyla diye Allah'ın nimetini ve terbiyesini kabul edip, O'nun rablığına boyun eğip, birliğini tasdik ile Allah'ı tanımayı ve O'na kulluk etmeyi taahhüt ettiler. Bülûğ hükmü gelince "baliğ olmayız ve bu zevki duymayız demediler" demek olur. Bu güzel bir mânâdır, fakat bülûğ vakti bu misakın akti ve taahhüdü zamanı değil, bilfiil icrası zamanı olduğunu da unutmamak lazım gelir.

Bunun için:

3- Birçok tefsir âlimleri, bu misakın başlangıcının, zürriyetin baba sulbünden çıkıp ana rahmine düşmesiyle başlamış ve orada alak (kan pıhtısı), mudğa (bir çiğnem et), ızam (kemik) ve etlenme aşamalarından ve terbiyelerinden geçerek yaratılışı belirgin hale gelip "Sonra onu başka bir yaratılışla meydana getirdik." uyarınca ruh üflenerek insan şeklini aldığı zaman taahhüdünün meydana gelmesiyle tamam olmuş olduğunu ve büluğ zamanı gelince de bu taahhüdün bilfiil icrası vaktinin gelmiş olacağını, yani teklif ve vazifenin başlangıç zamanı bulunduğunu söylemişlerdir. Fıkıh Usulü'nde beyan olunduğu üzere her ferdin insani şahsiyeti, hukukî ehliyeti bu misak ile bu taahhüt zamanından başlar ve bülûğ zamanına kadar gelişmesini tamamlayıp tekemmül eder. Bülûğdan başlayarak da görevler ve sorumluluklar teveccüh eyler. Bunun ilk hukukî sonucu hayat hakkıdır. Çocuk ana karnına düştüğü andan itibaren ana-babasına ve topluma onun hayat hakkını gözetmek bir vazife olur. Bundan dolayıdır ki, düşük yapmak bir suçtur. Ve bunun içindir ki, çocuk düşürmeye sebep olanların diyet ödemeleri gerekir. Ana karnındaki cenîne irs (miras) ve vasiyet sahih ve geçerlidir ve söz konusu cenînin büluğuna kadar lehine olan bütün tasarruflar da yine geçerlidir. Bundan evvel, yani çocuk ana rahmine düşmeden önce ise zürriyetin insani şahsiyeti ve hakları belli değildir. Ancak baba sulbünde zuhura gelmesiyle birlikte müphem ve şüpheli birtakım hakları vardır. Mesela, azil, din açısından mekruhtur. Şimdi âyetin içine aldığı bazı imaları da hesaba katarak meâlini şöyle ele almalıyız: zamirleri zürriyete raci' olmakla birlikte babaları olan Âdemoğulları'na veya hepsine de rucûu ihtimali vardır ve "sizin Rabb'iniz değil miyim?" sorusunun anlattığı minnet mânâsı, sözün gelişi dolayısıyla bu uyarı şu anlamları hatıra getirmektedir: Bilindiği üzere insan, insan olmadan önce kendini duymazken, sonra duyar ve tanımaya başlar "ben benim" der. İşte bunu diyebilmek, onu ona veren Rabb'ine gizli bir duygu ile boyun eğmeyi ve kendi içinde O'na şahitlik etmeyi gerektirir. İnsanın bütün varlığıyla kendi benliğini tanıması ve müşahede etmesi de bülûğa erdiği andan başlar. Âdemoğulları'ndan bir babanın sulbünden bir zürriyetin alındığı anda Rabb'inin bu hükmüne öyle bir zevkle boyun eğmesi ve uyması, O'nun rablığının işine öyle bir şahitliği vardır ki, bu anda bütün heyecanıyla nefsini duyarken adeta kendinden geçer de Rabb'ının verdiği nimetin zevkine gark olur. Kendisinin baba sulbündeki halini kendisine hatırlatan bu anda, o babanın nefsinde Rabbinin "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" hitabına "evet Rabbimizsin" demekten başka hakim bir duygu yoktur. Ve her insan bülûğ anında bu zevki ve heyecanı kendinde duyar ve müşahede eder. Bunu müşahede edebilmesi de daha önce Rabbinin emrine uyup insanlık ruhunu almasının bir sonucudur. Şimdi babadaki bu zevk ve neşve de hakikatte ondan alınan zürriyet dolayısıyla kendini hatırlayıp Rabb'ine taahhüdünü yerine getirmesi içindir. O zürriyetin baba sulbünde ilâhî yaratma ile belirlenip sperma hücreciklerinin yine Allah'ın yönlendirmesi altında bir birleşme sonucunda şevkle ana rahmine geçmek için harekete geçirilmesi yüzündendir. Her insan aslında böyle bir zürriyet iken Rabb'ının terbiyesine uyarak ana rahminde takdir edilen rızıklarla beslenip alâk ve mudğa aşamalarından geçerek belli bir şekle büründürülmüş ve en sonunda "sonra onu başka bir yaratışla yarattık" gereğince sırf Rabbani bir emir olan ruh üflenmek suretiyle kendisine mahsus bir yapıya ve şahsiyete sahip kılınmıştır. İşte Rabbinin hitabını kendi nefsinde duyup kendi varlığına karşı yaratıcısını itiraf etmiş O'nun birliğine ve rablığına şahitlik etme görevini üstlenmiş bir kişi olarak insan şahsiyeti kazanmıştır. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" hitabına "evet Rabbimizsin" demiştir. Her insan yaratılıştan gelen bir bilinçle böyle bir taahhüdün altındadır. Kendini tanıma nimetinin gereği, kişinin haddini bilmesi ve kendisini yaratana şahitlik ederek O'nun hükmüne boyun eğmesidir. Şu halde kendini tanımanın tekemmül ettiği bülûğ çağından itibaren Allah'a karşı bu şehadet görevini ve kulluğunu yerine getirmesi insanın vazifesidir.

Biz şahitlik ettik, yani Âdemoğullarının sulbünden alınıp kendi özüne karşı şahit olabilir gerçek bir insan fıtratı verilen her zürriyetin üzerinde yaratılıştan böyle bir taahhüt bulunduğuna Biz azimuşşan şahitlik ettik: "Allah şahitlik etti ki, kendisinden başka tanrı yoktur. Buna meleklerle birlikte ilim sahibi olanlar da adalet ve hakkaniyetle şahitlik ettiler." (Âl-i İmran, 3/18) âyetinin hükmü gereğince şahitlik ettik. O şahitlik alma, "elest" ve "belâ" vaktini onlara âyetimizde hatırlattık ki, ey kâfirler, kıyamet gününde, işin sonucu bütün boyutlarıyla ortaya çıkınca, biz bundan kesinlikle gafil idik demeyesiniz. Kendi nefsimizi duymak, ruh ve şuur sahibi olmak, hakkı kabul etmeyi ve kendimiz üzerinde Sen'in rablığını ve birliğini tasdik eylemenin bir taahhüt olduğunu ve kendimizi duymanın, kendi varlığımızın Senin varlığına, birliğine ve Rablığına bir şahit bulunduğunu gerçek bir bilinçle açıkça duymuyorduk, gizli olan bu taahhüdü bize açıkça hatırlatıp anlatma lütfunda bulunmadın diye itiraz etmiyesiniz.




__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

<< Önceki Sayfa 4
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats