Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Diyelim ki insan eti yiyen bir kabilenin eline kendi dinllerine çevrilmiş kuran geçti...bunlar bunu okudular ve müslüman olmaya karar verdiler...ölmüş insan eti yeme konusundaki kültürlerini sürdürmelerini hangi ayet engelleyecek?
Selam Savana;
Aslında benim kastettiğim bir meal erişimi değildi. Önce ona değineyim.
Kuran'ı gerçekten özümsemiş insanların, "insan için" yaratılmış alemi ve "insan için" indirilmiş vahyi izlemeleri, insan canına kıymaya hangi hallerde ve ne sebeple izin verildiğini, vahyin güttüğü gayeleri bilmeleri ı elbette o insanları "kötü şeylerden" alıkoyacaktır.
Benim Asım Beye bir nevi "pas" kabilinden verdiğim örnekleme ise, böylesi bir kabileye kendi içlerinden ve kendi dillerini konuşan bir Peygamber gelmesi durumunda o peygambere indirilecek vahyin öncelleyeceği konuları içeriyor.
Bütün vahiyler, "diriler" için indirilir. Vahiy, indirildiği toplum, zaman ve mekandan kopuk değildir. Onunla bir çoğumuzun zannettiğinden çok ötede bir "bağ" ile bağlanmıştır.
M.İslamoğlu'nun deyişiyle, vahyin başı gökte, ayağı yerdedir.
X kabilesine bir Kuran, bir okuma indirilse idi, o toplumun en hayati arızalarına değinmelerle işe başlardı. Üslubu, İbrahim örneklemesinde, İsa örneklemesinde "apaçık" görüleceği üzere, "çelişkilere" vurmak şeklinde olurdu.
Çünkü insan çelişkiyi sevmez. Çelişki, onun öz saygınlığını, özbenliğinin bütünlüğünü ve tutarlılığını zedeler. Çelişkinin yüze vurulması, aklın durmuş melekelerini canlandırır. Çarkları işletir. Çünkü bu tutum, bireyin özbenliğine doğrudan ve pervasızca yapılmış çetin bir saldırıdır.
İnsanın çelişkilerinin "deşifre" edilmesi, insanın paradigmasına göre üç türlü sonuç doğurur.
1) Vaziyeti sebebi ile hali hazırda "çıkar" sağlamakta olan, çelişkinin deşifresini "örter", inkar eder.
2) Yeni yeni çıkar arayışında olan eski ve yeni pozisyonunu karmaşık bir yapıda ve birlikte sürdürme eğilimindedir. Münafıktır.
3) Öz benliğini olduğundan daha da tutarlı hale getirerek erdem sahibi olmayı dileyenler, erdemi materyalden (çıkardan) değerli görenler çelişkilerini giderir.
Yaratıcı, çelişkisini deşifre ettiği insanı, "ödül / fayda" ve "ceza / zarar" ekseninde tercih için motive eder.
Bunu yalın bir dille, bilinen değerler, kavramlar, kıssalar ve gelişen HADİSELER ile güncel tutup açıklar.
Dolayısı ile vahiy, indirildiği topluma "yapışık"tır.
Doğru / Gerçek / Hak, indirildiği toplumun girinti ve çıkıntılarına tam olarak nüfuz eder ve sonra onu dilediği bir kalıba çeker / dönüştürür.
Vahyin indirildiği toplum, "insan yemek" gibi bir çıkıntı ve "insana karşı merhametten yoksun olmak" gibi bir çöküntüye sahip ise, vahyin değinmeleri de bunlar üzerine olur.
Bunun gibi, o toplumun gaye edinilen ideal kalıba aykırı her arızası vahyin konusu olacaktır.
Nihayetinde, X kabilesinin mensupları da insan olacağı ve yeryüzünün her yerinde ve tüm zamanlarda yaşayan insanların "ortak" arızaları bulunacağı için, bütün zaman ve mekanları bağlaycı "ilkeler" de barındıracaktır.
Etraflarında gördükleri her şeyin yenip yenmeyeceğini Kuran'da arayan kardeşlerim bu nedenle ciddi bir yanılgı içindedir.
Sorun, etraftamızda olan "her şeyin", Kuran'ın indirildiği toplumun etrafında da olup olmadığı ölçeğinin göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Esenlikle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
sayın ali aksoyun bu açıklamasına katılıyorum... ali kardeşim rabbim seni namazı dosdoğru kılanlardan eylesin...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Katılma Tarihi: 30 nisan 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1235
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
aliaksoy Yazdı:
savana Yazdı:
Selam ali aksoy
Diyelim ki insan eti yiyen bir kabilenin eline kendi dinllerine çevrilmiş kuran geçti...bunlar bunu okudular ve müslüman olmaya karar verdiler...ölmüş insan eti yeme konusundaki kültürlerini sürdürmelerini hangi ayet engelleyecek?
Selam Savana;
Aslında benim kastettiğim bir meal erişimi değildi. Önce ona değineyim.
Kuran'ı gerçekten özümsemiş insanların, "insan için" yaratılmış alemi ve "insan için" indirilmiş vahyi izlemeleri, insan canına kıymaya hangi hallerde ve ne sebeple izin verildiğini, vahyin güttüğü gayeleri bilmeleri ı elbette o insanları "kötü şeylerden" alıkoyacaktır.
Benim Asım Beye bir nevi "pas" kabilinden verdiğim örnekleme ise, böylesi bir kabileye kendi içlerinden ve kendi dillerini konuşan bir Peygamber gelmesi durumunda o peygambere indirilecek vahyin öncelleyeceği konuları içeriyor.
Bütün vahiyler, "diriler" için indirilir. Vahiy, indirildiği toplum, zaman ve mekandan kopuk değildir. Onunla bir çoğumuzun zannettiğinden çok ötede bir "bağ" ile bağlanmıştır.
M.İslamoğlu'nun deyişiyle, vahyin başı gökte, ayağı yerdedir.
X kabilesine bir Kuran, bir okuma indirilse idi, o toplumun en hayati arızalarına değinmelerle işe başlardı. Üslubu, İbrahim örneklemesinde, İsa örneklemesinde "apaçık" görüleceği üzere, "çelişkilere" vurmak şeklinde olurdu.
Çünkü insan çelişkiyi sevmez. Çelişki, onun öz saygınlığını, özbenliğinin bütünlüğünü ve tutarlılığını zedeler. Çelişkinin yüze vurulması, aklın durmuş melekelerini canlandırır. Çarkları işletir. Çünkü bu tutum, bireyin özbenliğine doğrudan ve pervasızca yapılmış çetin bir saldırıdır.
İnsanın çelişkilerinin "deşifre" edilmesi, insanın paradigmasına göre üç türlü sonuç doğurur.
1) Vaziyeti sebebi ile hali hazırda "çıkar" sağlamakta olan, çelişkinin deşifresini "örter", inkar eder.
2) Yeni yeni çıkar arayışında olan eski ve yeni pozisyonunu karmaşık bir yapıda ve birlikte sürdürme eğilimindedir. Münafıktır.
3) Öz benliğini olduğundan daha da tutarlı hale getirerek erdem sahibi olmayı dileyenler, erdemi materyalden (çıkardan) değerli görenler çelişkilerini giderir.
Yaratıcı, çelişkisini deşifre ettiği insanı, "ödül / fayda" ve "ceza / zarar" ekseninde tercih için motive eder.
Bunu yalın bir dille, bilinen değerler, kavramlar, kıssalar ve gelişen HADİSELER ile güncel tutup açıklar.
Dolayısı ile vahiy, indirildiği topluma "yapışık"tır.
Doğru / Gerçek / Hak, indirildiği toplumun girinti ve çıkıntılarına tam olarak nüfuz eder ve sonra onu dilediği bir kalıba çeker / dönüştürür.
Vahyin indirildiği toplum, "insan yemek" gibi bir çıkıntı ve "insana karşı merhametten yoksun olmak" gibi bir çöküntüye sahip ise, vahyin değinmeleri de bunlar üzerine olur.
Bunun gibi, o toplumun gaye edinilen ideal kalıba aykırı her arızası vahyin konusu olacaktır.
Nihayetinde, X kabilesinin mensupları da insan olacağı ve yeryüzünün her yerinde ve tüm zamanlarda yaşayan insanların "ortak" arızaları bulunacağı için, bütün zaman ve mekanları bağlaycı "ilkeler" de barındıracaktır.
Etraflarında gördükleri her şeyin yenip yenmeyeceğini Kuran'da arayan kardeşlerim bu nedenle ciddi bir yanılgı içindedir.
Sorun, etraftamızda olan "her şeyin", Kuran'ın indirildiği toplumun etrafında da olup olmadığı ölçeğinin göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Esenlikle...
Selam ali aksoy
Sizi daha iyi anlayabilmem için size bir kaç sorum daha olcak izninizle
Kuranın emir ve yasaklarının hangilerinin evrensel ve tüm zamanlara hangilerinin indirildiği çağa ve topluma hitap edip etmediğinin analizini nasıl yapıyorsunuz?
örnekleme yapılacak olursa
Hırsızlık,cinayet,uyuşturucu kullanımı,zina yasakları;iddet süresi bekleme zorunluluğu,boşanmış adamın kaynanası ile evlenme yasağı,süt kardeşle evlenme yasağı,erkeğin kadına boşanma tazminatı ödeme zorunluluğu,miras hukuku.
Yukarıda saydıklarımdan hangilerini tüm toplumlara hitap eden hangilerini sadece arap toplumunu bağlayan hükümler olarak sınıflandırıyorsunuz?
__________________ O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır
Katılma Tarihi: 30 nisan 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1235
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
islamci Yazdı:
savana Yazdı:
Diyelim ki insan eti yiyen bir kabilenin eline kendi dinllerine çevrilmiş kuran geçti...bunlar bunu okudular ve müslüman olmaya karar verdiler...ölmüş insan eti yeme konusundaki kültürlerini sürdürmelerini hangi ayet engelleyecek?
siz insan eti yemeye çok heveslisiniz heralde. burdan ben bu sonucu çıkarırım.
Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. (hucurat 12)
Selam islamcı
O yamyam toplum zaten kendiliğinden ölenlerin etini yiyor.Bunun dışında japonların kültüründe de ölmüş insan eti (beyni) veya fetüs yeme var .yiyorlarda.
Müslüman olan japona hucurat 12yi refarans verip ölmüş insan beyni yiyemezsin dediğinizde size muhtemelen cevabı şu olur yooo ben tiksinmiyorum..der ve yemeye devam eder.
__________________ O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır
Önce şunu düzeltelim. Benim vahyin indirildiği toplum sözünden kasdım "Arap toplumu" değildir.
Kuran inzal olunurken, Hz. Muhammed'in yanında, yöresinde yaşayan, mesajı kavrayan / kavramaya olanaklı her veriye şahit kimselerdir.
Bunlar arasında Arap olanlar olabileceği gibi olmayanlar da olabilir.
Dediğim şey şudur: Vahiy, indirildiği toplumu "doğrudan" ilgilendirir ve "mutlak" olarak bağlar.
O sırada yer yüzünün bambaşka yerlerinde yaşayan yahut vahyin nüzulundan sonra orada veya bambaşka yerlerde yaşayan ama hangi sebeple olursa olsun vahyin muhteviyatına hiç bir suretle muttali olamamış kimselerin vahiyden mesul olması mümkün değildir.
Çünkü, aslolan kişinin vahye erişimi değil, vahyin sahibinin vahyi kişilere eriştirmesidir.
Bütün Peygamberlerde bu hep böyle olagelmiştir.
Vahyin sahibi vahyi ancak, indirildiği toplumun içerisinden, o toplumun dilini konuşan bir ELÇİ aracılığı ile iletir.
İşte burada, "elçisi olmayan" vahyin olmayışı önemlidir. Yani vukuuna hiç bir engel bulunmadığı halde, elçisi olmayan bir kitap yoktur.
Şu halde elçinin varlığı sünnetullahın / adetullahın bir gereğidir.
Elçinin varlığı, onun ölümü ile son bulur.
Ben, Allah'ın vahyini eriştirmesinde "elçinin varlığı"nın da koşullar arasında olduğuna inanıyorum.
Bütün bu koşullar, yani vahyin bir elçi aracılığı ile insanlara duyurulması, vahyin o toplumun dili ile indirilmesi, vahyin konusunun o toplumun yapısı / sorunları / beklentileri ile doğrudan doğruya ilintili bulunması, vahyin üslubunun o toplumun zaten bilmekte olduğu değerler / şeyler üzerinden bilinmesi istenileni aktarması gibi koşullar ortak bir gayeye hizmet eder. O da, vahyin iyice anlaşılması ve bu suretle muhatapları nezdinde "TAM" bir "MÜKELLEFİYET" doğurmasıdır.
Kuran'ı bu yönü ile dikkatlice tetkik ederseniz, şu saydığım hususların değişik suretlerle dile getirildiğini, ve bunlar sebebi ile o toplumun hiç bir mazeretinin kalmadığının vurgulandığını görebilirsiniz.
Demek ki, bu saydığım şeylerin bir kısmında eksiklik bulunması, ilahi adalette geçerli bir mazeret olarak kabul edilen, bu suretle mükellefiyeti bu hususların eksikliğinin derecesine göre ya tümden ortadan kaldıran yahut da azaltan bir ölçüttür.
İşte bu sebepledir ki, vahyin nüzulundan önce "kitap nedir iman nedir bilmeyen" Muhammed ile, aynı konumdaki "müşrik" toplumu, daha önce inzal edilmiş vahiylerden hiç bir suretle mesul görülmemiş, o vahiylerle herhangi bir suretle irtibatlarının / ilgi ve alakalarının bulunmayışı sebebiyle hiç bir şekilde KINANMAMIŞLARDIR.
Kuran da bu yönde bir kınamasının esamesi bile yoktur.
Halbu ki, onlar muhtemelen kendilerine konşu olan ve Arapça bilen Hıristiyan yahut Yahudi toplumu vesilesi ile onların kitaplarından yapacakları herhangi bir çeviri ile bu vahiyleri "kısmen" bile olsa öğrenmek imkanına sahiptiler.
Fakat sorun şu ki, Allah'ın kanununda böyle bir tebliğ usulü yoktur. O, bütün vahiylerini biraz önce belirttiğim şaşmaz / değişmez ilkelerle iletmektedir.
Gerçekten beşer hukukunda bile zaman zaman buna benzer uygulamalar görülür. Örneğin; usul kanunları bir kişiye tebligatın nasıl yapılacağını katı - şekli kurallara bağlarlar. Çünkü, muhatabın tebligat konusu olan hukuki meseleden kaynaklanacak SORUMLULUĞU ancak tebligatın muhataba erişimi ile BAŞLAR / DOĞAR.
Mesela, tebligat evrakının bırakın içeriğini, zarfının üzerinde nelerin yazılacağı kanunda gösterilmişse, bu kaidelerden herhangi birisine aykırı olarak eriştirilen "tebligat" hiç eriştirilmemiş sayılır. Siz, bahsi geçen muhatabın tebligat evrakını aldığını, içerisindeki kağıtlara da vasıl olduğunu isbat eyleseniz dahi o tebligat usule aykırı tanzim edildiği için "geçersiz" addedilir.
Beşer kanunlarında da bu türlü hükümlerin bulunuşu, elbette bir çok gayeler güttüğündendir.
Adaleti / adalet duygusu kusurlu olan beşerin dahi itina gösterdiği bu türlü hassasiyetlerin Adalet ve Rahmetinde hiç bir kuşku bulunmayan Allah için "gözden uzak" tutulması yanlış olur.
Bu aşamadan itibaren geriye çetin bir ikilem kalıyor:
Allah'ın vahyinin insana erişimindeki "şartların" bir kısmının eksik kalması, aynı biraz önce verdiğim "beşer hukuku" örneğinde olduğu gibi, mükellefiyeti toptan düşürür mü, yoksa iletilebilmiş olan kadar bir mesuliyet mi doğar ?
Şimdi bu hususta sesli bir düşünme yapalım.
"Beşer" hukukunda, şekli şartın yoksunluğu sebebiyle bir işlemin tamamen geçersiz addedilmesi, aslında "beşerin" ve dolayısıyla "beşer hukukunun" kısıtlı olmasındandır. Beşerin hakimleri, olup biten olayların tümünü bilebilme / gaybe vakıf olabilme gibi yeteneklerden yoksundur.
Bu yoksunluğun, bir başka şahısa "adaletsizlik" yani "zulüm" olarak yansıtılmasında sa, "sorumlu olacak" kişinin lehinde yorumlanması prensibi kabul edilmiştir. Yani beşer hukuku, çaresizlik sebebiyle iki kötü arasından daha iyi olanını tercih eder.
Halbu ki Yaratıcının bilgisi alemleri kuşatmıştır. O, kimin neyi bildiğini, neyi bilmediğini, neyi ne sebeple icra ettiğini bilir. O'nun yargısında kusur olmaz. Hiç kimseye "zerre" miktarınca haksızlık da yapılmaz.
Dolayısı ile, O'nun için, vahyin erişeceği kimselere, ne kadarının hangi sorumlulukları doğuracak şekilde eriştiğini bilebilme adına hiçbir eksiklik / acziyet yoktur.
Buna göre, eğer O, vahyin erişip mükellefiyet doğurması için kendi üzerine vacib kıldığı koşulların bir kısmının eksik kalması nedeni ile "vahiyden" doğacak mükellefiyeti yok sayar ise bu O'nun aczinden değil, Rahmetindendir.
Çünkü O, yeryüzünde yaşayan her kimseyi vahiyden sorumlu tutmayı dilese idi, elbette yer yüzünün her yerine belki her on yılda bir elçiler gönderir, vahyini daim tutardı. Bu hususta O'na engel olabilecek olan da yoktur.
Hangi toplumları vahiy ile mesul tutacağının takdiri O'na aittir. Rahmetini kime ne şekilde taksim edeceğini de ancak O bilir.
Bu kapsamda nasıllığı bu forumda pek tartışılmamış olan "Yunus" kıssası dikkatlice irdelenmelidir.
Bu kıssanın atalarımızdan devraldığımız açılımı, Yunus'un tebliğ kemale ermeden önce kavminden ayrıldığı ve bu sebeple onlara vaadedilmiş olan azabın geri çekildiği, Yunus'un kavmine geri dönüşünden sonra bu kavmin Yunus'a iman etmesi sebebi ile "helak"in vukuu bulmadığı şeklindedir. Bu anlam doğrudur, yanlıştır onu bilmiyorum. Ancak, biraz önce zikrettiğim "tebliğin erişimi ve mükellefiyet" prensiplerine "TAM" olarak uygundur.
Bütün bu açıkladıklarımla şunu söylemiş oldum:
Vahiy, indirildiği toplum için MUTLAK anlamda bağlayıcıdır. Doğurduğu mükellefiyet tam ve kusursuzdur. Diğerleri için ise vahiy olsa olsa bir EMSALDİR.
Bu hem vahyin doğuracağı mükellefiyet bakımından böyledir, hem de vahyin değindiği konuların toplumdan topluma değişiklik arzetmesi yönüyle böyledir.
Emsalin anlamı ise bence şudur: Diğerleri vahyin erişmek istediği "gayeleri" tespit edebilirlerse, vahyin getirdiği çözümleri "gaye" açısından değerlendirebilirlerse, kendi toplumlarını vahyin erişmek istediği o "en adil ve en doğru" gaye istikametine çevirecek kural ve kaideler oluşturabilirler.
Örneğin vahiy insanların mal ve can emniyetini sağlamayı gaye edinmişse, vahyin indirildiği toplumda bir sorun olarak belirmeyen ama bu gün bir sorun olarak karşımızda duran "trafik sorununu" bu gaye istikametinde çözümlersiniz.
Vahiy insanları cebren değil de "ikna" ile değiştirme / dönüştürme prensibini güttü ise siz de insanları trafik polisleri ile denetim altında tutmaya çalışmaktan ziyade eğitim ve bilinçlendirme ile denetlemeyi öncelleyebilirsiniz.
Bu örneklemeleri, toplumun her sorununa uygulayabilirsiniz.
Miras hükümleri de böyle. Vahiy, getirdiği miras hükümleri ile o toplumda "neyi değiştirmeyi" , "neyi oluşturmayı" gaye edindi ise, siz de mevcut koşullarınızla o gaye edinilen şeye nasıl ulaşabileceğinizi değerlendirirsiniz.
Farkı şu ki, beşerin takdir ve tayini hiç bir zaman için "din" olmamalıdır. Bir şey, değiştirilemez kabul edilirse o artık "kutsal" kabul edilmiş demektir. Ve kutsalınız Allah'ın değindiğinden başka bir şey olursa, o kutsalı tayin eden şeyler sizin Rabbiniz olur.
Bu tutum, toplumların değişen / dinamik yapısı ile uyum içerisinde yürür ve toplum, olduğundan daha ileri bir seviye eriştiğinde vaz edilen yasanın / kuralın / kaidenin de değişimine / insan aklı ile denetimine olanak sağlar.
Önceki yazım içerisinde "diğer her insanı bağlayıcı evrensel ilkeler de içerir" diye değindiğim husus aslında bağlayıcılıktan çok "ilgi"yi anlatmak içindi.
Gerçekten, bütün vahiylerin konusu kapsamında kalan ve insan fıtratının ONAYLADIĞI ahlak ilkeleri böyledir.
Yalan söylemenin, hırsızlık yapmanın, insan öldürmenin "güzel" kabul edileceği bir toplum olacağını zannetmiyorum.
Konumuza örneklik teşkil eden "Yamyam"lar da dahil olmak üzere...
Böylesi bir arızaya sahip toplum, aslında sosyo psikolojik açıdan ciddiyetle irdelenmelidir. Hangi dürtüler, hangi sebeplerle onlar bu aşamaya geldiler ?
Mesela insan kurban eden toplumların, bunu "insan öldürmeyi" güzel görmelerinden değil, "inanç" adına saçma sapan şeylerin etkisinde kalmalarından, akıl ve vicdanlarını birlikte işletememelerinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Çünkü bu toplumlar, insan öldürmeyi "güzel" kabul etseler idi, her kişi birbirini öldürerek bu "güzel" davranışı ikame eder ve yaşayan hiç kimseleri kalmazdı.
İnsanlar arasında kin ve husumeti doğurup canlı tutanlar daima "önder" tabakasıdır. Onlar, insanları fırkalara / partilere / devletlere ayırırlar ve her bir fırkanın önderleri halklarını yek diğerine düşman olarak yetiştirir. Onları birbirine kırdırarak aslında hiç var olmayan yeni yeni düşmanlıkları alevlendirir.
Ya değilse işin doğrusu, yeryüzünde yaşayan insan topuluklarının barış içinde yaşama adına aslında birbirleri ile alıp veremedikleri hiç bir meseleleri yoktur. Var olan tüm sorunlar, o toplumların boyun eğdiği "ileri gelenler" yüzündendir.
Suç olarak nitelenen şeylerin toplumlar nezdinde / toplumların vicdanında duyurduğu rahatsızlık derecesi de, toplumdan topluma değişkenlik gösterebilir. Bir toplumda çok yaygın olan herhangi bir suç ile nadir olan suçların cezalandırılması politikası da bir değildir.
Tüm bu meselelerde önemli olan 1400 yıl önce, o günün koşul ve anlayışı ile yaşamakta olan Muhammed toplumuna indirilen vahyin, o toplumu nereden nereye getirmeyi amaçladığına bakarak, kendi toplumlarımızı o noktaya taşımaktır.
Çünkü vahyin toplumları eriştirmek istediği seviye / vaziyet, en adil ve en doğru olandır.
Esenlik dileklerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
O yamyam toplum zaten kendiliğinden ölenlerin etini yiyor.Bunun dışında japonların kültüründe de ölmüş insan eti (beyni) veya fetüs yeme var .yiyorlarda.
Müslüman olan japona hucurat 12yi refarans verip ölmüş insan beyni yiyemezsin dediğinizde size muhtemelen cevabı şu olur yooo ben tiksinmiyorum..der ve yemeye devam eder.
Selam Savana,
Burada basit bir mantık işletirsek;
-İslamda haksız yere insan öldürmek kesinlikle yasak, yani yeme amaçlı kişiyi öldüremezsiniz. (Maide 32)
-Kur'an ölü eti yani "leş" yemeyide (zaruri hallar dışında) yasaklanmıştır. Kendiliğinden ölmüş insanda leş hükmünde olduğundan insan eti hiçbir suretle yenilemez. (Bakara 173, Enam 145)
Yani birilerinin midesi kaldırsa bile, Allah buna izin vermiyor.
Katılma Tarihi: 03 haziran 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 292
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Mircan Yazdı:
savana Yazdı:
Selam islamcı
O yamyam toplum zaten kendiliğinden ölenlerin etini yiyor.Bunun dışında japonların kültüründe de ölmüş insan eti (beyni) veya fetüs yeme var .yiyorlarda.
Müslüman olan japona hucurat 12yi refarans verip ölmüş insan beyni yiyemezsin dediğinizde size muhtemelen cevabı şu olur yooo ben tiksinmiyorum..der ve yemeye devam eder.
Selam Savana,
Burada basit bir mantık işletirsek;
-İslamda haksız yere insan öldürmek kesinlikle yasak, yani yeme amaçlı kişiyi öldüremezsiniz. (Maide 32)
-Kur'an ölü eti yani "leş" yemeyide (zaruri hallar dışında) yasaklanmıştır. Kendiliğinden ölmüş insanda leş hükmünde olduğundan insan eti hiçbir suretle yenilemez. (Bakara 173, Enam 145)
Yani birilerinin midesi kaldırsa bile, Allah buna izin vermiyor.
Allah(c.c.) razı olsun mircan kardeş. anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az. selam ile...
__________________ ne kadar hatırlanmak istiyorsan o kadar hatırla.
aliaksoy yazdı... Allah'ın vahyinin insana erişimindeki "şartların" bir kısmının eksik
kalması, aynı biraz önce verdiğim "beşer hukuku" örneğinde olduğu gibi,
mükellefiyeti toptan düşürür mü, yoksa iletilebilmiş olan kadar bir
mesuliyet mi doğar ?
Şimdi bu hususta sesli bir düşünme yapalım.
değerli ali kardeşim... sesli düşünmene bende katılabilir miyim... öncelikle vahyin bizlere mesuliyet ve mükellefiyet yüklemesi açısından olaya yaklaşmamız bizi farklı sonuçlara götürüyor gibi... bunu şöyle anlatmaya çalışayım... şu anda insanlığın tüm bilgi ve teknolojisine rağmen bir türlü baş edemediği ve kıvrandıran kanser aids gibi musibetleri ve hastalıkları var... şimdi dünyanın herhangi bir yerinde bir kişi bu hastalıkların kesin tedavisinin bilgisine ulaşsa bu durum insanlık için bir yük ve mükellefiyet mi getiririr yoksa müthiş bir müjde bir kolaylık bir şans bir sevinç kaynağı mı olur... tabi ki bu bilgi insanlık için bir müjde dir çok gerekli bir ihtiyacın karşılanmasıdır insanlığın üzerindeki yüklerden kuruluşun habercisidir... ve bu bilgiye sahip olanlar onu tüm insanlığa ulaştırmayı bu hastalıklardan insanları kurtarmak için görev bilirler .... bunu bir müjdeleme ve sevinçli haberin ulaştırılması olarak görürler... bu uğurda her türlü zorluğa katlanırlar... karşılarına çıkan ilk zorluk insanların bu hastalıklarına şifa bulacağını söyleyip te onları sömürüp duran zalimler tarafından çıkarılacaktır... şu anda bir kanser hastalığının tedavisi için ilaç pazarında dönen rakamlar trilyon dolarlar mesabesinde dir... bu pastanın ellerinden gitmemesi için her türlü kirli mücadeleyi yaparlar... insanlığın muhtaç olduğu bu değerli tedavi bilgisini onlara ulaştırmak için bunu engellemeye çalışan zalimlerle savaş bile yapılır... işte kuran kendini şifa diye vasıflandırıyor... bu şifa insanlığa ulaştırılmalıdır... bu görev bu şifa bilgisine sahip olan herkesin görevidir... ve bu çok mukaddes bir vazifedir... yani ali kardeşim vahy bize ek yük getirmek için değil üzerimizdeki yükleri kaldırmak için gelmiş bir şifadır... bu güzel muştuyu duyurmak ta bize kalmıştır...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
bilim insanların sorunlarını çözmek için çareler arar durur... ve ulaştığı her çözüm bir çok hastalığa sosyal yada siyasal problemlere şifa olur... ulaşılan her çözüm artık insanlığın istifadesine biran önce sunulmalı ulaştırılmalıdır... bilim adamının mesuliyeti bu çözümü insanlığa biran önce ulaştırmaktır... kimse bilimle uğraşan kişilere bizim başımıza bir sürü yani sorumluluk yüklediniz bırakın bu işleri demez... yada bu çözüm ancak bu bilgiye ilk ulaşanları bağlar biz bağlamaz hem o bilim adamı yabancı bizim dilimizle bile konuşmuyor filan demez... dünyanın neresin de ve hangi zamanında olursa olsun insanlığa yararlı bir şey ortaya çıktıysa o tüm zamanlara ve tüm mekanlara hitab eder ve tüm insanlık bundan yararalanmaya ulaşmaya çalışır.... vahy de insana en yararlı bilgiler içerir.... bu bilgi tüm insanlığa faydalı olduğu için tüm insanlığı bağlar.... bu bağlama mesuliyet mükellefiyet ağır yük anlamından ziyade bir hastalığın tedavisinin bilgisinin tüm insanlığa bahşedilmesi anlamında bir bağlamadır...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Katılma Tarihi: 30 nisan 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1235
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
islamci Yazdı:
Mircan Yazdı:
savana Yazdı:
Selam islamcı
O yamyam toplum zaten kendiliğinden ölenlerin etini yiyor.Bunun dışında japonların kültüründe de ölmüş insan eti (beyni) veya fetüs yeme var .yiyorlarda.
Müslüman olan japona hucurat 12yi refarans verip ölmüş insan beyni yiyemezsin dediğinizde size muhtemelen cevabı şu olur yooo ben tiksinmiyorum..der ve yemeye devam eder.
Selam Savana,
Burada basit bir mantık işletirsek;
-İslamda haksız yere insan öldürmek kesinlikle yasak, yani yeme amaçlı kişiyi öldüremezsiniz. (Maide 32)
-Kur'an ölü eti yani "leş" yemeyide (zaruri hallar dışında) yasaklanmıştır. Kendiliğinden ölmüş insanda leş hükmünde olduğundan insan eti hiçbir suretle yenilemez. (Bakara 173, Enam 145)
Yani birilerinin midesi kaldırsa bile, Allah buna izin vermiyor.
Allah(c.c.) razı olsun mircan kardeş. anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az. selam ile...
Selam islamcı
davullu zurnamalı kutlamanızı bölmek istemezdim ama şunu dile getirmeliyim ki ayetlerde bahsi geçen leş kelimesinin anlamı ölü hayvan eti anlamındadır.
Sivrisinek örneklemenizi bende size yönetltmek durumundayım.Kuranda insan etini haram eden ayet yoktur.Alakasız ayet ve kelimeleri referans gösterip hayır vardır deme çabanız nafiledir.
Bu konuyu polimik haline dönüştürmeninde luzumu yoktur.
__________________ O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma