Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Ö.N. Bilmen Bir vakit ki Meryem'in oğlu İsa dedi ki: «Ey İsrailoğulları! Şüphe yok ki ben, benden önce olan Tevrat'ı tasdik edici ve benden sonra Ahmed isminde gelecek bir peygamber ile müjdeleyici olarak sizlere Allah'ın Resûlüyüm». Vaktâ ki onlara açık mûcizeler ile geldi. Dediler ki: «Bu apaçık bir sihirdir.»
Ö.N.Bilmen ayeti böyle çevirmiş, arapça bilen bir kaç arkadaşa sordum dedim ki burdaki "gelecek" gelen diye çevirilebilir mi ? evet dediler ecük kaşındım ecük de düşündüm ve şöyle çevirdim :)
Bir vakit ki Meryem'in oğlu İsa dedi ki: «Ey İsrailoğulları! Şüphe yok ki ben, benden önce olan Tevrat'ı tasdik edici ve benden sonra Ahmed isminde gelen bir peygamber ile müjdeleyici olarak sizlere Allah'ın Resûlüyüm». Vaktâ ki onlara açık mûcizeler ile geldi. Dediler ki: «Bu apaçık bir sihirdir.»
şimdi ben bir odaya girdim oldu ben girdim benden sonra veli girdi oldu "benden sonra giren"ikimizde aynı zamanda ve aynı mekandayız ve ben diyorum ki benden sonra gelen Ahmed
Sonra size dönüyorum diyorum ki benden sonra gelen Ahmed ile beraber müjdeleyici olarak gönderildim,
sonra apaçık belgeleri görüyorsunuz bu apaçık sihridir diyorsunuz,
mesela önce musa,musadan sonra haruna elçilik veriliyor,
musa kendisinden sonra gönderilen harun ile beraber müjdeleyici olarak gönderildi,
isa kendisinden sonra gönderilen ahmed ile beraber müjdeleyici olarak gönderildi,
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun, umarım ikinci bir "y" engeline takılmamışdır da çevirim neticeye ulaşmıştır. Arapça bilen arkadaşlardan görüş alalım,
e tabi ki kendince anlıyorsun, ayet üzerinde yapacağın eleştiri varsa alayım ahmet ve isanın gelişini görev verilişindeki sıra olarak harun ve musa ile kıyasladım. neyse verdiğin ayete bakalım,
ben kendimce anlamaya devam edeyim ve dayandığım asa ile toplamaya çalışayım bir kaç varak.
7/157'de de muhammedin ne ismi ne cismi geçer:)diye düşünmekteyim,
okuyalım istersen baştan :)
Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı. Bunları da 'dayanılmaz bir sarsıntı' tutuverince, dedi ki: "Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın." (155)
Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım." (156)
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları ümmi haber getirici olan elçiye uyarlar; o, onlara marufu emrediyor, münkeri yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (157)
De ki: "Ey insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisiyim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz. (158)
Musa'nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır. (159)
Biz onları ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya: "Asan'la taşa vur" diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik."Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin." Onlar bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı. (160)
şimdi pasajı toplu oku lütfen, musa ve kavmi, musa ve yanındaki kişiler, musa ve içlerindeki beyinsizler, ümmi resul, hitap, musa ve kavmi, musa ve kavminden bir topluluk,
tevratta ahmed müjdelendi,
sonra isa geldi incilde ahmed müjdelendi,
:))))
bak abi ben sana bir müjde verirsem bu müjde sana demektir, senin torunlarına senin torunlarının torunlarına değil,
tevratın muhattaplarına
incilin muhattaplarına bir müjde vereceksin arada ki yıllardan sonra kur'an'ın indiği kavme bu müjde verilmiş olacak olacak iş mi bu ?
öp baalım gözlerimden ben de senin ellerinden öperim :)
kitap verilenler onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Andolsun, sen kendilerine kitap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun. 145
Kendilerine kitap verdiklerimiz onu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler. 146
burdaki o vahiydir.
De ki: “Ey kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” ali imran 99selam ederim
Yahudiler Tevrat’ta, hıristiyanlar da
İncil’de ahir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler, onun gelmesini
beklediler; her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve
inanmalarını tavsiye etti. Bunun için her iki zümre de bu peygamberin
gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak onun Araplar arasından ve bir
yetim kimse olarak gönderildiğini görünce sırf ırkçılık gayret ve
düşüncesiyle inkar ettiler. Halbuki onun hak peygamber olduğunu, kendi
oğullarını bilip tanıdıkları gibi biliyorlardı.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Bu öngörü, Yuhanna İncili'nde Hz. İsa'dan sonra geleceği belirtilen
Paráklêtos'a (ki genellikle “Tesellî Edici/Rûhu'l-Kuds” olarak
çevrilir) yapılan muhtelif atıflar tarafından desteklenmektedir. Bu
deyim, Ârâmî Mawhamana isminin veya teriminin tam Yunanca karşılığı
olan Períklytos'un (“Çok Övülen”) bozulmuş şeklidir. (Ârâmî dilinin,
Hz. İsa zamanında ve ondan yüzyıllar sonra Filistin'de kullanılan ve
İncil'in -şimdi ortada bulunmayan- orijinal metinlerinin dili olduğu
hatırlanmalıdır.) Períklytos ile Paráklêtos'un fonetik olarak
birbirlerine yakınlığı karşısında, çevirmenlerin -yahut, daha büyük bir
ihtimalle sonraki tarihlerdeki yazıcıların- bu iki ifadeyi nasıl
karıştırdıklarını anlamak kolaylaşır. Hem Ârâmî Mawhamana hem de
Yunanca Períklytos'un ikisinin de hamide (“övdü/hamdetti”) fiilinden ve
hamd (“övgü”) isminden türetilmiş olan Son Peygamber'in iki ismi
Muhammed ve Ahmed ile aynı anlamı taşımış olmasının önemi büyüktür.
Peygamber Muhammed (s)'in zuhuru ile ilgili daha açık bir öngörü (ki
bizzat ismiyle ve Arapça aslındaki şekliyle zikredilmiştir), şimdi
uydurulmuş olarak görülse de, doğruluğu o zaman kabul edilen ve Papa
Gelasius tarafından “zındıkça” görülüp yasaklanan ve M.S. 496 yılına
kadar kiliselerde okunan Barnabas İncili'nde yer almıştır. Ancak bu
İncil'in orijinal metni şimdi ortada olmadığından (sadece 16. yüzyılın
sonlarındaki bir İtalyanca tercümesi elimizde olduğundan) bu hususun
doğruluğu konusunda emin olmak mümkün değildir.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
146-
O kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin âlimleri onu -o peygamberi- oğullarını
tanır gibi tanırlar, böyle iken içlerinden bir takımı gerçeği bile bile gizlerler.
146-
Bizim kendilerine kitap verdiğimiz, kitabı okumak nasib ettiğimiz o Kitap
ehlinin âlimleri O Peygamber'i bilmez değillerdir, O'nu tanırlar. O'nun O
peygamber olduğunu tıpkı oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, bilirler. ve
bunların bir kısmı hiç şüphesiz bile bile gerçeği gizlerler.
Burada
peygambere hitap zamiri ile, "seni tanırlar "buyurulmayıp da gâibe
iltifat (dönmek) ile, "O peygamberi tanırlar" buyurulmasında birkaç
ince nükte vardır.
Birincisi:
Bu âyet, Cenab-ı Allah tarafından gâibe hitap suretiyle, tarafsız bir şahitliği
ifade eder.
İkincisi:
Tevrat'ta, Hz. Musa'ya benzer bir peygamber, diye vasıfları anlatılmış bulunduğu
için öteden beri kitap ehli tarafından Hatemü'l-Enbiya (Peygamberlerin sonuncusu),
ahd ifade eden "lâm" ile "en-Nebiy" Yani "O peygamber"
diye anılırdı, böyle tanınırdı. "O" dedikleri zaman bunu anlarlardı.
Ancak onun Hz. Muhammed olduğunu gösterecek bir belgeye, kesin bir delile
ihtiyaç vardı. Hz. Muhammed'in getirdiği açıklayıcı âyetler ve apaçık mucizelerle
bu da hakkıyle temin edilmişti. Bunların karşısında özellikle o zamanki Kitap
ehlinin âlimlerinin hiçbir şekilde şüphe ve tereddüdü kalmamıştı. Bunu, çocuklarını
bildikleri gibi kesin bir şekilde biliyorlardı. Nitekim Hz. Ömer, Abdullah
b. Selam hazretlerine bunu sorduğu zaman:
"Ben
onu oğlumu bildiğimden daha iyi bilirim. Çünkü onda hiçbir şüphe ve tereddüde
yer yoktur. Fakat çocuklarıma gelince, ne bileyim, belki anneleri hıyanet
etmiş olabilir." demişti.
Bunun
üzerine Hz. Ömer de yukarıda adı geçen zatın başını öpmüştü.
İşte
"O'nu tanırlar" buyurulmasında bu tanıma nüktesine ve "O peygamber"
ünvanına büyük bir işaret vardır.
Bu
âyet, özellikle şunu da isbat ediyor ki, sadece bilmek, sırf kalbe ait olan
ilim ve marifet, iman için yeterli değildir. Şer'î iman için itaat ve boyun
eğmek, bundan başka gerçeği gizlemeyip açıktan ikrar ve itiraf etmek de lazımdır.
İmanın
kökü, kalbe ait bir nitelik olmakla beraber onun geçerli bir iman olması,
o kökün, zorunlu bir engel bulunmadıkça açıktan ortaya çıkıp yayılmasına bağlıdır.
Kitap ehlinin âlimleri O peygamberi, kalben pek iyi tanıdıkları halde mümin
olamamışlar, aksine bile bile gerçeği gizlediklerinden halktan daha fazla
yerilen ve ayıplanan inatçı kâfirlerden olmuşlardır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
e tabi ki kendince anlıyorsun, ayet üzerinde yapacağın eleştiri varsa alayım ahmet ve isanın gelişini görev verilişindeki sıra olarak harun ve musa ile kıyasladım. neyse verdiğin ayete bakalım,
ben kendimce anlamaya devam edeyim ve dayandığım asa ile toplamaya çalışayım bir kaç varak.
7/157'de de muhammedin ne ismi ne cismi geçer:)diye düşünmekteyim,
okuyalım istersen baştan :)
Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı. Bunları da 'dayanılmaz bir sarsıntı' tutuverince, dedi ki: "Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın." (155)
Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım." (156)
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları ümmi haber getirici olan elçiye uyarlar; o, onlara marufu emrediyor, münkeri yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (157)
De ki: "Ey insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisiyim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz. (158)
Musa'nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır. (159)
Biz onları ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya: "Asan'la taşa vur" diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik."Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin." Onlar bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı. (160)
şimdi pasajı toplu oku lütfen, musa ve kavmi, musa ve yanındaki kişiler, musa ve içlerindeki beyinsizler, ümmi resul, hitap, musa ve kavmi, musa ve kavminden bir topluluk,
tevratta ahmed müjdelendi,
sonra isa geldi incilde ahmed müjdelendi,
:))))
bak abi ben sana bir müjde verirsem bu müjde sana demektir, senin torunlarına senin torunlarının torunlarına değil,
tevratın muhattaplarına
incilin muhattaplarına bir müjde vereceksin arada ki yıllardan sonra kur'an'ın indiği kavme bu müjde verilmiş olacak olacak iş mi bu ?
öp baalım gözlerimden ben de senin ellerinden öperim :)
bir önceki
Aleykum Selam,
Kuran'ın hiç bir cümlesinde "QUL: DE" hitap emri ne Musa'ya, ne İsa'ya ne de daha önceki resullere yönelik değildir.. 7/158. ayetin başındaki "qul / de !"hitabının da muhatabı Muhammed'tir. 255. ayette Musa'nın adı geçti diye, ayetlerde İsrail oğulları anlatılıyor diye yukarıdaki ayetledeki muhatabın da Musa dönemindeki İsrail oğulları olduğu anlayışın yanlıştır. Muhatap Muhammed dönemindeki İsrail oğullarıdır. Ayetlerin diziliş sırası aldatmasın. 157'de Muhammed'in ne ismi ne de cismi geçmese de bahsi geçen ümmi elçi Muhammed'tir.
Musa'nın asası evveliyatta keçilere yaprak döküyordu... Sen de asanla varakları toplamaya devam et!
146- O kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin âlimleri onu -o peygamberi- oğullarını tanır gibi tanırlar, böyle iken içlerinden bir takımı gerçeği bile bile gizlerler.
Bu ayet bir önceki ayetin devamıdır, Muhammed'in Allah'ın hitabına muhataplığı devam ediyor bu ayette de. Şayet tanıdıklarından maksat Muhammed olsaydı "ke" (2. şahıs) zamiriyle gelirdi. "onu" zamiri "Elkitab"a döner. Kitap vahiy anlamınadır. İsrail oğulları vahyi kucaklarındaki çocuğu gibi tanırlardı. Vahi getiren resulü kucaklarında büyüttükleri çocukları gibi tanımaları imkansız olsa gerek. Muhammed'i getirdiği vahiyle tanıyorlardı. Aksi halde Muhammed'in, yanlarındaki Tevrat'ta fotoğrafının çizili olması gerekir.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma