"Amacım
yalnızca rabbimin gerçek yolunu Kur'an'dan bulmaktır" diyen bir
okurunuz varsa, ciddiye alırsınız değil mi? Ben de, o dinini ciddiye
aldığı için onu ciddiye aldım. Bu okur şöyle diyor:
"Ayette
kapatılacak yerin yaka açığı olduğu söylenir, baştan bahsedilmez.
"Arapçada kadınların başlarına örttükleri şeyin özel adı "hımar" değil
"mikna" (doğrusu mikne'a SH) ve "nasıyf"tır. Hangi
Arapça sözlüğe bakılırsa bakılsın "mikna(çoğulu mekani)" ve "nasıyfın"
hanımların başlarını örttükleri kumaşın adı olduğu yazılıdır." Allah eğer "hımar" kelimesi ile başın örtülmesini isteseydi "hımarürres" gibi bir vurgulama ile başörtüsü diyebilirdi"
Bunlar,
başkalarının kesesinden harcanan yalan-yanlış paketi sevgili okur.
Kimin kesesinden almışsanız dolmuşa binmişsiniz. Buna, Kur'an'a uymak
yerine Kur'an'ı kendinize uydurma sonucunda düştüğünüz çelişkiler de
eklenince, iş içinden çıkılmaz olmuş.
Dert şu: Hımar ile başın örtülmesi kastedilseydi, içinde "baş" kelimesi geçerdi!
Peki,
bu durumda bir önceki cümlede hanımların başlarına örttüğü şeyin adının
"mikne'a" ve "nasif" olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz? Nerede
bunların içinde baş?
Kişi
hiçbir şey bilmese de haddini bilecek. "Hangi sözlüğü bakılırsa
bakılsın" iddiası yapacak bir kişinin, asgariden sözlüklere bakması
lazım. Baksaydı ne görürdü?
Tabi
ki, Arapça'da kadınların kullandığı örtü mikna (doğrusu mikne'a) ve
nasif'ten ibaret olmadığını. Şöyle ortalama bir Kur'an talebesi
olsaydı, sözlükte şunları görürdü:
1. Burka' (veya burku'): Bütün yüzü örter. (Erkeğin kullandığına kına' denir).
2. Nikab: Bütün yüzü örtmeyip iki gözden birini açarak bağlanan başörtüsüdür.
3. Lifâm: Her iki gözü de burun üstünden itibaren açık bırakan başörtüsüdür.
4. Lisâm: Burun açıkta kalacak şekilde ağız üstünden örtülen örtüdür.
5. Hımar: Yüz hariç başın ve boynun tamamını örten ve Kur'an'da emredilen örtüdür.
6. Nasîf: Hımar'ın daha büyüğü, Anadolu'daki "atkı"ya benzer başörtüsüdür.
7. Mikne'a: Nasif'ten daha büyük olup bel altına kadar uzanan başörtüsüdür.
8. Cilbab: Yüz hariç baştan ayağa her tarafı örten örtüdür.
Hımar, lugat olarak tereddütsüz başla ilgilidir. İçki'ye de aklı örttüğü için aynı kökten "hamr" denilmiştir. İkisi arasındaki ortak nokta "baş" ile ilgili olmasıdır. Mesela küfr de "örtmek" demektir. Ama başa veya akla değil, kalbe nisbet edildiği için farklı kökten kullanılmıştır.
"Hani
bunun içinde baş?" sorusu kasıtlı bir tahrif ve saptırma amacı
taşımıyorsa, cehaletin daniskasıdır. Yukarıda Arapçada kullanılan tüm
başörtüsü isimleri sıralanmıştır. Hiçbirinin içinde "baş" yoktur.
Olmasına gerek de yoktur. Türkçede de bu böyledir: Yazma, yaşmak, atkı,
bürgü, bürümcek, çarşaf, çar, yağlık, eşarp, tülbent… Bunların tümü de
bacak değil başı örter ve içinde "baş" geçmez. Hoş Arapçada na'leyn, huffeteyn, cevrabeyn
de ayağa giyilirler, ama içinde "ayak" geçmez. "Hani bunun ayağı?"
diyerek bunların ayağa giyilmediğini söylemek ne kadar ciddi ise, "Hani
bunun başı?" sorusu da o kadar ciddidir.
Okurumun cebinden harcadığı "kitabına uyduranlar" takımı ne diyor: "Hımar başı örtmez, göğüsleri örter?"
Yani? Yanisi şu: Hımar başörtüsü değil, göğüs örtüsüdür.
Peki,
aynı mantıkla sormak gerekmez mi: Bir: Nerede bunun içinde göğüs? İki:
Sen, örtü ayeti inmeden kadınların göğsü açık gezdiğini söylemiş
oluyorsun, haberin var mı?
Bir alıntı daha yapalım "tüm maksadım Kur'an'ı anlamak" diyen okurumuzdan: Ayette
kapatılacak yerin yaka açığı olduğu geçer. Yani hımarın başı kapatması
değil, ayette açıkça yaka dekoltesini örtmesi istenir. (Yaka açığı
manasına gelen 'cuub' (doğrusu "cuyub" SH) kelimesi hem bu ayette kapanılacak.."
Ey
sevgili okur! Kur'an tüm âşıklarına önce haddini bilmeyi öğretir. Çünkü
Kur'an haddini bilmezliği "cahiliye" olarak adlandırır ve ebediyen
mahkûm eder. Zaten başörtüsü emrini de "haddini bilmezlik çağı" ile
"Allah'a kayıtsız şartsız teslim olan insan" anlamındaki "Müslüman"
kadına bir kişilik ve kimlik kazandırmak için emreder. Aynı zamanda
O'nun "Rabbimin emri başım gözüm üstüne!" deyip demeyeceğini imtihan
için emreder.
Ceyb;
"aralık, açıklık, yırtık, yırtmaç, kesik, kopuk" anlamlarının tamamını
kapsar. Başta aynı kökten türetilmiş olan "cep" olmak üzere, "açık
yerler, göğüs yırtmacı, yaka açığı, kol açığı, elbise yırtığı", hülasa
elbisenin tek parmağın içine gireceği tüm açık yerlerine denir. Hatta
Kur'an, Semud kavminin kayaları yararak vadi oymasını da aynı kökten (cabu's-sahr) bir kelimeyle ifade eder. Soruyu zihinden "kesip" attığı için "cevab" da aynı köktendir.
Nur 31. ayetin başörtüsünü emreden cümlesi aslında neyi emretmektedir?
Açık
ve net olarak şunu: Cahiliye döneminde bir aksesuar olarak başın
üzerinden sırta atılan örtüyü bütün bir boynu ve gerdanı da kapatacak
şekilde mazbutça örtmeyi.
Tabiî
ki bu emir Allah'ın kitabına uyacaklar içindir. Kitaba uymak yerine
kitabına uydurmaya ne gerek var? Yalan yanlış türrehatı yayıp vebale
girmeye ne gerek var?
Unutmayalım İslam "teslim almak" değil "teslim olmak" manasına gelir.
Bektaşi
hikâyesini herkes bilir: Hocanın biri Bektaşi'ye "Niçin namaz
kılmıyorsun?" der ve "Kur'an öyle emrediyor" cevabını alır. "Allah
Allah, nerede emrediyor?" deyince, Bektaşi pişkin pişkin cevabı
yapıştırır: "Lâ takrabu's-salat" (namaza yaklaşmayın) demiyor mu?" Hoca
itiraz eder: "Devamını da okusana?" Maksadı kitaba değil kitabına
uydurmak olan Bektaşi kaçamak yapar: "Ben hafız değilim."
Bu fıkrada dile gelen gerçek
şu: İnsanın derdi hakikate uymak değil de hakikati kendisine
uydurmaksa, Kur'an'ı bile buna alet eder. Bu yeni bir şey değil. Bazen
kasıtsız, bazen kasıtlı yapılır bu. Daha sahabe döneminden bunun
örneklerini biliyoruz.
Hz. Ömer'in hilafeti döneminde
iki kafadar kafayı çekmiş, hesabını soranlara da Maide 93'ü
göstermişti. Yine aynı dönemde bir kadın erkek kölesiyle zina yapmış,
bunu nasıl yaptığını soranlara Mearic 30'u delil göstermişti.
Hariciler siyasi
muhaliflerinin bebelerini öldürüyorlar, bunun delilini soranlara Kehf
suresinin 74. ayetini okuyorlardı. Yine aynı zümre Hz. Ali'yi dinden
dönmekle suçlayıp katlederken, Yusuf suresinin 40. ayetini delil
getirdiler.
Bir zamanlar biriyle
karşılaştım. Kıldığımız namazların Kur'an'ın emrettiği namaz olmadığını
söylüyordu. Kur'an'ın emrettiği namazın nasıl kılınacağını sordum.
Ayağa kalktı, kıbleye döndü, Fatiha'yı okudu, "İşte bu kadar" dedi.
Yine bir zamanlar da bir grup esrarkeş münakaşa etmişler. Ellerine
Mushaf'ı alıp "Esrar'ı haram kılan ayeti bize göster" diye yanıma
gelmişlerdi.
Görüyorsunuz, iş çığırından çıkınca ortalık çamurdan geçilmez oluyor.
Başörtüsünün farziyyeti
konusunda da mesele işte bu düzeyde ele alınıyor. Dini bir meseleyi
konuşmanın bir usulü, üslubu ve adabı olduğu hatırlanmıyor. İnsanlar
bozulan musluklarını tamir ettirmek için berbere gitmezken, iş dine
gelince ilme ve ihtisasa hürmeti kimse hatırlamıyor. "Bilmiyorsanız
Kur'an'ı (zikr) bilenlere sorun?" diyen Kur'an değilmiş gibi
davranılıyor.
Kur'an'ın ortaya koyduğu bir
hüküm yalnız lafızdan yola çıkılarak anlaşılamaz. Ona mana ve maksadı
da eklemek şarttır. Maksadı öğrenmek için ise: 1) O konudaki tüm
ayetleri iç ve dış bağlamlarından koparmadan tümevarım yöntemiyle
okumaya tâbi tutmak; 2) Ahlakı Kur'an olan Hz. Peygamber'in o Kur'anî
hükmü hayata nasıl tatbik ettiğini bilmek; 3) O hükmün tatbik edildiği
nüzul ortamını bilmek şarttır.
Kur'an başı gökte ayakları
yerde olan ilahi bir hitaptır. Başı manayı, ayakları lafzı, bastığı yer
dış bağlamı/olguyu, baktığı yer teşri yönünü gösterir.
Geçen haddini bilmez bir tv
programcısı, resmen Nur 31'den önce kadınların göğüsleri açık, hatta
çıplak gezdiklerini söylüyordu. Buna da delil olarak Kâbe'yi çıplak
tavaf etme geleneğini gösteriyordu.
Birincisi bu nadir bir haldi,
yaygın bir uygulama değildi. İkincisi, hiçbir Mekkeli Kâbe'yi hiçbir
zaman çıplak tavaf etmedi. Onlar Fil olayından sonra kendilerini
"Allah'ın halkı" ilan ettiler ve "hums" adını verdiler. Dışardan gelmiş
insanlara "hılli" adını verdiler. Bir hılli Kâbe'yi kendi elbisesiyle
değil, "hums"tan birinin elbisesiyle tavaf etmeliydi. Böylece bir
elbise kiralama sektörü doğdu. Çıplak tavaf, yalnızca elbise
kiralayacak gücü olmayanlarla sınırlı nadir bir uygulamaydı. Buradan
örtüsüzlüğe ne çıkar? Hiç!
Nur 31'de emredilen başörtüsü
değil de ğöğüs ya da omuz örtüsü diyenler, bu ayet geldiğinde mümin
hanımların göğüsleri açıkta gezdiğini söylemiş oluyorlar. Bu ayet zaten
var olan örtünün doğru kullanılmasını emrediyor. Onları yanıltan, ayet
geldiğinde kadınların başörtüsünü hiç tanımadıkları ön kabulüdür.
Oysa ki nüzul ortamında örtü
yaygın olarak kullanılıyordu. Örtü hürriyet ve saygınlık alametiydi.
Hz. Hatice Hz. Peygamber ile evlendiğinde örtülüydü. Örtünün o kadar
saygın bir yeri vardı ki, bir kadının başörtüsüyle kesilen savaşlardan
söz eder kaynaklar. Muhabbar sahibi şöyle bir olay anlatır: Ümmü Kırfe
bt. Rebi'a b. Bedr, Malik oğullarından saygın bir kadındı. Ğatafan'dan
iki ordu savaş için karşı karşıya geldi. Tam savaş başlayacaktı ki, bu
kadın başörtüsünü iki ordu arasına astırarak savaşı önledi (be'aset
hımârahâ fe'ullika beynehum fe'stalehû).
Kur'an "elbise"yi tıpkı ayet
gibi Ademoğlu'na "inzal edilen" bir nimet olarak takdim eder (7:26).
Giyinmekten maksadın cinselliği örtmek olduğunu, cinselliğin özel bir
alan olduğunu dile getirir (7:25). Örtünmenin temelinde cinselliğin
kamuya açılmaması ilkesi yatar. Örtünme emri, kadın-erkek ilişkisinin
cinsiyet değil şahsiyet üzerinden gerçekleşmesi içindir. İlişkinin
zehirlenmemesi içindir.
Örtünmenin sınırlarını koyan,
kadını da erkeği de yaratandır. O yarattığını bilir. Mesele O'na güven
meselesidir. Zaten imanın ahlaki tanımı "Allah'a güven" değil midir?
Bir sınır yoksa hiç sınır
yoktur. Peki, o sınırı kim koyacak? İslam bu soruya "Allah" diyor.
Müslüman, buna iman edip Allah'ın hükmüne teslim olan demektir. Gerisi
mi? Gerisi, Kur'an'ın (49:16) ifadesiyle "Allah'a din öğretmeye
kalkmaktır".
Mustafa İslamoğlu