Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
21-22-Bununla
beraber bir de geldi mi sana? Bu şekildeki soru, kıssasının önemine dikkat
çekmek içindir. Hasım kıssası. Hasım, aslında masdar olup, hasımlık yapan
(davacı) mânâsına da kullanılır. Tekile, çoğula, erkeğe, kadına söylenebilir.
Nitekim burada şöyle çoğul zamiri gönderiyor. Mihrabın sûrunu aştıkları zaman.
"Sûr" yüksek
duvar; "Mihrab" da köşk, balkon, mânâlarına gelir. Davud'un huzuruna girdikleri
zaman ki, birden bire onlardan telaş etti. Çünkü bunca muhafızlara rağmen
sûr aşılmış, içeri girilmişti. Fakat girdiler de ne yaptılar? Dediler ki:
Korkma, iki hasım, yani biz, birbiriyle davalı, iki alay davacıyız. Bazımız
bazımıza tecavüz etti. Onun için sen aramızda hak ile hüküm ver. Ve aşırı
gitme. Haktan uzaklaşıp, haksızlık etme de bizi düz yolun ortasına çıkar;
adalet yap. Görülüyor ki, davadan önce bulunan bu sözlü arz-ı hâlin kelimeleri
çok şüphe vericidir. Hele bu hitabında iğneleyip sataşmadan daha ileri giden
bir ihtar vardır. Bunlar, sıradan davacılara benzemiyorlar.
23- O halde
dava nedir? denirse İşte şu, mecliste hazır bulunan zat benim kardeşimdir.
Melek olduklarına göre din kardeşi veya arkadaşı diye tefsir edilmiştir. Fakat
zorunlu değildir. Onun doksan dokuz na'cesi var.
"Na'ce", dişi
koyuna ve dişi sülüne denildiği gibi, kadına da istiare edilir. Benim ise
bir tek na'cem vardır. Böyle iken onu benim nasibime bırak, dedi ve hitapta
bana ağır bastı. Söyleşmede; yahut aday olmada hatırlı geldi, üstün çıktı.
24- Dedi ki
Davud: Senin bir koyununu, kendi koyunlarına istemekle sana zulmetmiş vallahi
ve gerçekten "halîtlardan" bir çoğu. Burada "huletâ"yı, yalnız ortaklar, diye
tefsir etmek bize eksik geliyor. (kardeş) tabirinden de anlaşıldığına göre
karışık halde bulunan, yani bir toplumda yaşayan insanlar, kardeşler, dostlar,
arkadaşlar, yoldaşlardan birçoğu mutlaka birbirlerine tecavüz ediyorlar. Ancak
iman edip, salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek az ve Davud zannetmişti.
Girdikleri zaman veya bu bağiy (tecavüz) sözünü söylerken sanmıştı ki, biz
kendisini sırf bir fitneye düşürdük. Allah'ın sevki ile mülkünde bir ihtilal
oluyor, kendine saldırı ile bir baskın yaptılar zannetti. Yahut sezmişti ki,
kendisine sadece bir imtihan yaptık. Hemen Rabbinden bağışlanma diledi. Mağfiretini
niyaz etti. Ve rüku ederek secdeye kapandı, ve tevbe ile Allah'a sığındı.
25- Biz de
onun için kendisine onu, o zannını veya zannettiğini bağışladık. Demek mülkünün
sağlamlığı ve kuvveti, surdan aşılıp, mihraba girilivermesine engel olmadığı
gibi, öyle bir fitne manzarası görülünce de "evvab" olan Davud, derhal tevbe
ve istiğfar ile Allah'a yönelmede gecikmemiş ve hemen Allah'ın mağfiretine
ermiştir. Zannettiği fitne meydana gelmemiş, sadece bir ibret dersi olarak
kapanmıştır. Bu kıssa münasebetiyle birçok sözler edilmiş, masallar söylenmiştir.
onun için Hz. Ali'nin: "Her kim Davud hadisesini hikayecilerin rivayet ettiği
gibi anlatırsa ona yüz altmış deynek vururum." dediği naklediliyor. Özellikle
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: Ve şüphesiz ki, ona yüce huzurumuzda mutlaka bir
yakınlık ve bir dönüş yeri güzelliği, sonunda varacağı güzel bir merci, cennette
güzel bir makam vardır.
elmalılı
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|