feridun_45 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 mart 2008 Gönderilenler: 166
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam...
cebimize ,aklımıza ,ruhumuza işlemiş doğru sandığımız komutların insanı ne hale getirdiğiyle ilgili bir deney yapılmış.düşünmeden dolayısıyla aklı kullanmadan yaşamayla ilgili...mutlaka okuyun...(alıntı muvahhid kardeştendir,izin almadım ,umarım sakıncası yoktur)
Milgram deneyi, insanların erk (otorite) sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. Deneyi gerçekleştiren Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram, bu araştırmasını ilk olarak 1963'te Anormal ve Sosyal Psikoloji Dergisi (İng.: Journal of Abnormal and Social Psychology[1] dergisindeki makalesiyle tanıtmış ve bulgularını 1974'te yayımladığı Otoriteye İtaat: Deneysel bir Bakış (İng.: Obedience to Authority; An Experimental View)[2] isimli kitabında daha derinlemesine incelemiştir.
Deneyler Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann'ın Kudüs'te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra, Temmuz 1961'de başladı. Milgram, deneyleri şu soruya cevap aramak üzere geliştirmişti: "Eichmann ve Yahudi Soykırımında yer alan yüzbinlerce yardakçısı sadece onlara verilen görevi yerine getiriyor olabilir miydi? Onların hepsi yardakçılık suçuyla suçlanabilir miydi?"[3]
Milgram ulaştığı sonuçları 1974 tarihli makalesi "İtaatin Tehlikeleri"nde (İng.: The Perils of Obedience) özetledi:
İtaatin hukuksal ve felsefesel açılardan devasa önemi bulunmaktadır, ancak bunlar çoğu insanın somut durumlarda nasıl davrandığı konusunda fazla bilgi vermez. Yale Üniversitesinde sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek için basit bir deney düzenledim. Katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile saf otoriteyi çeliştirdim, ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazandı. Yetişkin insanların, bir erk makamının komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik, çalışmamızın acilen açıklama gerektiren en önemli bulgusudur.
Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yoketme işleminin bir parçası olabilmekteler. Ek olarak, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görüldü.[4] Deneyin yöntemi [değiştir]
Yale'deki çalışma için denekler gazete ilanları ve posta yoluyla bulundu. Deneyler üniversitenin eski yerleşkesinde, Linsly-Chittenden binasının bodrumundaki iki odada gerçekleştirildi. Deneyin tanıtımında deneyin bir saat sürdüğü ve katılanlara deneyi tamamlamasalar bile 4,50$ ödeneceği bildirildi. Katılımcılar 20 ve 50 yaşları arasında, ilkokul terklerden doktora mezunlarına kadar her türlü öğretim geçmişine sahip erkeklerden oluşuyordu.[1]
Deney gözlemcisi rolünü bir teknisyen önlüğü giyen sert, hissiz görünümlü bir biyoloji öğretmeni oynuyordu. Kurban rolünü de bu rol için eğitilmiş, İrlandalı-Amerikan bir muhasebeci üstlenmişti. Kurban ile deney gözlemcisi aslında işbirlikçi olmalarına karşın bu gerçek katılımcıdan gizleniyor ve kurban, katılımcıya kendisi gibi gönüllü olarak katılmış başka bir denek olarak tanıtılıyordu, dolayısıyla katılımcının gözünde deney, deney gözlemcisi ve iki denekten oluşuyordu. Deney gözlemcisi, iki deneğe "öğrenmede cezanın etkisi" hakkında bir deneye katıldıklarını, birisinin "öğretmen" diğerinin de "öğrenci" rolünü üstlenecekleri bilgisini veriyordu.[1]
Sonra, iki deneğe birer yaprak kağıt veriliyordu. Katılımcının, bu kağıtlardan birinde "öğretmen" ve diğerinde de "öğrenci" yazdığına ve kağıtların rastgele verildiğine inanması sağlanıyordu. Gerçekte ise her iki kağıtta da "öğretmen" yazıyordu ve işbirlikçi denek kendi kağıdında "öğrenci" yazıyormuş gibi rol yapıyordu; böylece katılımcının hep "öğretmen" olması sağlanıyordu. Bu noktada "öğretmen" ve "öğrenci" birbirini duyabilecek ancak göremeyecek şekilde ayrı odalara alınıyordu. Deneyin sürümlerinden biri, işbirlikçi deneğin gerçek deneğe bir kalp rahatsızlığı olduğunu söylemesi gibi ek bir özellik taşıyordu.[1]
Deneyden önce "öğretmen"e 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanarak "öğrenci"ye uygulayacağını sandığı şokun neye benzediği hakkında bir fikir verilmiş oluyordu. "Öğretmen"e daha sonra "öğrenci"ye öğretmesi amacıyla sözcük çiftlerinden oluşan bir liste veriliyor, öğretmen de bu listeyi önce öğrenciye bir kere okuyarak işe başlıyordu. Ardından öğretmen listeyi oluşturan sözcük çiftlerinin ilk sözcüklerini teker teker okuyor, okuduğu her sözcük için öğrenciye dört adet seçenek sunuyor, öğrenci de bu seçenekler arasından doğru olduğunu düşündüğü cevabı bildirmek için bir cevap düğmesine basıyordu. Verdiği cevap yanlış ise, her yanlış cevap sonucu giderek artan elektrik şoklarına maruz kalıyordu. Cevap doğru ise öğretmen sonraki sözcük çiftine geçiyordu.[1]
Denekler, öğrencinin verdiği her yanlış yanıta karşılık onun gerçek şoklara maruz kaldığını sanıyorlardı. Gerçekte ise şok uygulanmıyordu. İşbirlikçi denek gerçek denekten ayrıldığı zaman, geçtiği odada elektroşok makinesine bütünleştirilmiş bir ses kayıt cihazını çalıştırıyordu, bu cihaz da her şok seviyesine karşılık önceden kaydedilmiş bir çığlık sesini çalıyordu. Voltajın birkaç defa artırılmasından sonra aktör, kendisini yan odadaki denekten ayıran duvarı yumruklamaya başlıyordu. Birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını hatırlattıktan sonra ise artık sorulara cevap vermemeye ve şikayette bulunmamaya başlıyordu.[1]
Bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini ifade ediyordu. Kimi denekler 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlıyordu. Bunların çoğu sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam ediyordu. Birkaç denek, öğrenciden gelen acı dolu çığlıkları duyduklarında sinirli biçimde gülmeye başlıyor veya aşırı stres içinde olduklarını gösteren başka davranışlarda bulunuyordu.[1]
Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine aşağıdaki sırayı takip eden sözlü uyarılarda bulunuluyordu:[1]
1. Lütfen devam edin. 2. Deney için devam etmeniz gerekiyor. 3. Devam etmeniz kesinlikle çok önemli. 4. Başka seçeneğiniz yok, devam etmek "zorundasınız".
Denek bu dört uyarıdan sonra bile hala durmak istediğini ifade ederse deney durduruluyordu. Tersi durumda ise deney ancak denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere ardarda uyguladıktan sonra durduruluyordu.
Sonuçlar [değiştir]
Milgram, deney gerçekleştirilmeden önce Yale üniversitesinin 14 psikoloji yüksek lisans öğrencisiyle sonuçların ne olacağına yönelik bir anket yaptı. Katılımcıların tümü, sadece birkaç sadist eğilimli deneğin (%1,2) en yüksek voltajı uygulayacağını düşünüyordu. Milgram ayrıca meslektaşları arasında da sözlü bir anket yaparak onların da sadece birkaç deneğin çok kuvvetli şok uygulayacağını düşündüklerini gördü.[1]
Milgram'ın ilk deney dizisinde öndeneklerin %65'inin (40 öndenekten 26'sının)[1] deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da, uyguladıkları görüldü. Hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış, hatta bazıları kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini söylemişlerdi. Katılımcılardan hiçbiri 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmedi. [1] Deneyin çeşitlemeleri daha sonra Milgram'ın kendisi tarafından ve dünya genelinde farklı psikologlarca gerçekleştirildi; sonuçlar birbirine yakındı.[kaynak belirtilmeli] Bu çeşitlemelerle deneyin özgün sonuçlarının onaylanmasına ek olarak deney düzeneğindeki değişkenlerin etkileri de ölçülmüş oldu.
Maryland Baltimore Eyaleti Üniversitesi'nden Dr. Thomas Blass, deney tekrarlarından elde edilen sonuçlar üzerinde bir meta-analiz yürüttü. Bulgularına göre ölümcül gerilimler uygulayabilen katılımcıların oranı, yer ve zamandan bağımsız olarak dikkat çekici bir biçimde sabitti: %61 ile %66 arasında seyrediyordu.[5][6]Şablon:Check
Philip Zimbardo'nun bildirdiğine göre, deneyin farklı şekilde bittiği durumlara pek rastlanmadı. Zimbardo'nun bu yöndeki sorusu üzerine Milgram'ın notlarına ve anılarına göre, son şokları uygulamayı reddeden katılımcılardan hiçbiri ne deneyin kendisinin durdurulmasını talep etti, ne de izin almadan odayı terkederek kurbanın durumunu kontrol etti.[kaynak belirtilmeli]
Milgram, İtaat isimli bir belgesel hazırlayarak deneyi ve sonuçlarını gösterdi. Toplumsal psikoloji üzerine ayrıca beş farklı film daha hazırladı; bunlardan bazıları deneylerine değiniyordu. [7]
Tepkiler [değiştir]
Milgram'ın deneyi, katılımcılar üzerinde yarattığı aşırı duygusal kaygı nedeniyle bilimsel deneylerin etiği konusunda kuşkular uyandırdı. Milgram'ın lehine bir gerçek: Katılanlar arasında yapılan ankete göre katılımcıların %84'ü bu deneye katılmış olmaktan "memnun" veya "çok memnun" olduklarını, %15'i nötr olduklarını (tüm katılımcıların %92'si ankete katıldı) ifade ediyorlardı.[8]. Pek çoğu sonradan teşekkür mesajları yolladı. Milgram eski katılımcılardan ardarda asistanlık ve ekibe katılma teklifleri aldı. Altı yıl sonra, Vietnam Savaşının en ateşli olduğu günlerinde, deneyin katılımcılarından biri Milgram'a bir mektup göndererek deneyde çektiği strese rağmen neden "memnun" olduğunu açıkladı:
1964'te deneye katıldığımda, her ne kadar birisine acı çektirdiğimi sansam da bunu neden yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ne zaman kendi inançları doğrultusunda hareket ettiklerini ve ne zaman uysalca otoriteye itaat ettiklerini ayırt edebilen çok az insan var. ... Kendimi otoritenin çok yanlış şeyler yapmamı isteyen emrine teslim edeceğimi bile bile askere alınmama izin vermem, kendimden korkmama sebep olacaktı. Eğer bana vicdanî retçi statüsü verilmezse hapishaneye gitmeye tamamen hazırım. ... Bu gerçekten de inançlarıma sadık kalmamın tek yolu. Tek umudum, kurul üyelerinin de kendi vicdanlarına göre aynı şekilde hareket etmesi...
Ne var ki, eski katılımcılardan bazılarının hayatını değiştiren bu etki, herkeste aynı değildi. Deneyden sonra katılımcılardan çağdaş standartlara göre geribildirim alınmamıştı, ve ayrılırken yapılan mülakatlara göre pek çoğunun deneyin tam olarak neden yapıldığı hakkında bilgisi yoktu.
Deneyler ayrıca daha duygusal türden eleştiriler de uyandırdı, bunlar deney düzeneğinin etiğinden ziyade deneyden çıkarılacak sonuçlarla ilgiliydi. Yale'de 1961'de yapılan deneyin katılımcılarından Joseph Dimow, "Yahudi Dünyası" (İng.: Jewish Currents) sitesindeki yazısına göre "deneyin baştan beri Nazi dönemindeki Almanlar gibi Amerikalıların da ahlak dışı emirlere itaat edip etmeyeceğini görmek için yapıldığı"ndan kuşkulanıyordu.[9] Aslında bu, deneylerin açıkça ifade edilen hedeflerinden biriydi. Milgram'ın kitabı olan Otoriteye İtaat'tin önsözünden alıntı yapılacak olursa: "Bu soru, Nazi devrinin o çok lanetlediğimiz itaat şekilleri ile bizim laboratuvarda çalıştıklarımız arasında bir ilişki olup olmadığı meselesinden doğar."
Yorumlar [değiştir]
Milgram ulaştığı sonuçları açıklayan iki ana kuram geliştirdi.
1. İlki, S. Asch'in çalışmalarını temel alan Uyum Kuramı'dır. Milgram başvuru grubu ile birey arasındaki temel ilişkiyi tanıtır. Karar verme konusunda, özellikle bir kriz ortamında karar verme konusunda hiçbir deneyimi veya yeteneği olmayan bir denek, kararı gruba ve gruptaki hiyerarşiye bırakır. Grup bir davranışsal model oluşturur. 2. İkincisi ise Araçlaşma Kuramı'dır. Milgram'a göre, "itaatin özü, bir insanın kendisini başka bir insanın isteklerini gerçekleştiren bir araç olarak görmesi, böylece kendi davranışlarından kendisini sorumlu hissetmemesidir. Kişinin bakış açısındaki bu kritik kayma gerçekleştiği zaman, itaatin tüm öznitelikleri bunu izler". Bu temel olarak askersel açıdan otoriteye saygının temelidir; askerler üstlerinin emirlerini ve komutlarını, sorumluluğun subaylarda olduğunu bilerek yerine getirirler.
Çeşitlemeler [değiştir]
Milgram, Otoriteye İtaat: Deneysel bir Bakış isimli kitabında deneyin kendi yürüttüğü 19 çeşitlemesini anlattı. Genel olarak kurbanın ortamdaki varlığı arttıkça itaatin azaldığını, otoritenin ortamdaki varlığı arttığında ise itaatin yükseldiğini tespit etti (1-4 arası deneyler). Örneğin, deney gözlemcisinin yönergelerinin katılımcılara sadece telefonla iletildiği bir sürümde (2. deney), itaat %21 azalıyordu; ilginç bir nokta olarak, birkaç katılımcı deney gözlemcisini "deneye devam ediyormuş gibi yaparak" kandırmaya çalışmıştı. "Öğrenci"nin ortamdaki varlığının en yakın olduğu sürümde ise denekler öğrencinin kollarını kabakuvvet kullanarak şok cihazına temas ettirmeye çalışıyorlardı, bu da itaati düşürüyordu. Bu son sürümde deneklerin ancak %30'u deneyi tamamlayabilmişti.
8 numaralı sürümde, denekler kadınlardan seçildi (Milgram'ın diğer tüm deneylerinde denekler erkekti). İtaatte kaydadeğer bir farklılık gözlenmedi, ancak daha yüksek stres seviyeleri tespit edildi.
Bir sürümde (10. deney), Milgram Connecticut'taki Bridgeport şehrinde mütevazı bir ofis kiralayarak deneyin "Bridgeport Araştırma Kurumu" adında, Yale Üniversitesinden bağımsız bir ticari girişim tarafından düzenlendiği sanısını yarattı. Buradaki amaç, Yale Üniversitesi'nin sahip olduğu prestijin deneklerin davranışı üzerindeki olası etkisini safdışı bırakmaktı. Bu şartlar altında itaat %47.5'e düştü.
Milgram ayrıca otoritenin gücü ile uyuşumun gücünü birleştirdi. Bu deneylerde deneğin yanına arkadaş baskısı uygulamak üzere bir veya iki "öğretmen" daha kondu; bu öğretmenler de, öğrenci gibi, anlaşmalı aktörlerdi. Deneğin grup arkadaşları olduğunu sandığı bu kişilerin eklenmesi, deney sonuçlarını ciddi biçimde etkiledi. Ek iki öğretmenin emirleri reddettiği sürümde (17. deney) 40 denekten sadece 4'ü deneye devam etti.
Başka bir sürümde (18. deney), deneğe ek görevler verildi (soruları mikrofona okumak veya öğrencinin cevaplarını kaydetmek gibi). Bu deneyde de deneğe eşlik eden ve gözlemcinin tüm emirlerine itaat eden bir yalancı öğretmen bulunuyordu. Bu çeşitlemede 40 denekten sadece 3'ü gözlemcinin emirlerine karşı geldi.[10]
Milgram'ın deneyi üzerinde yakın geçmişte yapılan bazı çeşitlemeler farklı bir yorum öneriyordu. İtaat ve otorite kavramlarına yer vermeyen bu yoruma göre Milgram'ın denekleri, olayların gidişini kontrol edemeyeceklerini hissettikleri ve dolayısıyla sorumluluğu sırtlarından attıkları özel bir tür öğrenilmiş çaresizlik sergiliyorlardı.
Yakın geçmişteki başka bir deneyde şok yiyen bir aktör yerine bir bilgisayar simülasyonu konuyordu; şoku veren denekler karşılarında gerçek bir insan olmadığının farkındaydı ancak sonuçlar yine aynı çıktı.[11]
Buradaki kaydadeğer gözlem, bir insanın normal koşullar altında başka bir insana zarar vermek istemeyeceğidir. Ancak ciddi bir zorlama altında kişinin aklı karışabilmekte ve kişiyi kendi davranışları için bir otoritenin onayını aramaya sevketmektedir. Böylece emir verilen kişinin, davranışlarını açıklayacak bir otorite olduğu düşüncesiyle, sadece doğru olduğunu düşündüğü bir işi yaptığı bir durum ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucu olarak da kişinin başlangıçta kendi davranışlarını yargılayacak çok az veya hiç etik kuralı olmadığı için başka bir kişiyi etik dışı olarak incittiği görüşünü benimsemeyecektir. ve Güçlü olana "hayır" demenin ve itaat etmeme cesaretini göstermenin bu kadar zor olmasının bir nedeni daha var. İnsanlık tarihinin büyük bölümünde itaat erdemle, itaatsizlik de günahla özdeş kabul edilmiştir. Bunun sebebi de basittir: Şimdiye kadar tarih boyunca genellikle bir azınlık, çoğunluğa hakim olmuştur. Hayattaki iyi ve güzel şeylerin pek az kimseye yetmesi ve çoğunluğa da sadece kırıntıların kalması, bu kuralı yaratmıştır. Az sayıda kimse iyi ve hoş şeylerin tadını çıkarmak ve bunun da ötesinde, çokluk olanların onlara hizmet etmesini ve onlar için çalışmasını istemişse, bunun bir şartı vardı: Sayıca çok olanların, itaati öğrenmeleri gerekiyordu. Şüphe yok ki itaat, sadece kuvvet kullanılarak da sağlanabilir. Fakat bu yolun birçok sakıncaları vardır. Çoğunluğun da azınlığı günün birinde aynı şekilde güç kullanarak alaşağı edecek duruma gelme ihtimali, sürekli bir tehdittir. Üstelik yalnızca korkunun yarattığı itaat ile yapılamayan pek çok iş de vardır. Bu yüzden sadece kaba kuvvet kor¬kusundan kaynaklanan itaatin, insanın içinden kaynaklanan bir itaate çevrilmesi gerekir. Sadece itaatsizlikten korkmak yerine, insan itaat etmek istemeli, hattâ buna ihtiyaç duymalıdır. Bunun gerçekleşmesi için, güçlü olanın "mutlak iyi"nin ve "mutlak akıllı"nın özelliklerini taklit etmesi, "her şeyi bilen" haline gelmesi gerekir. Bu olursa, güçlü olan (iktidarda olan) itaatsizliğin günah, itaatin de sevap olduğunu açıklayabilir. Böyle bir durumda, sayıda çok, güçte zayıf olanlar itaati, itaatin iyi olduğu için benimser, itaatsizlikten de kötü olduğu için nefret ederler. Korkak oldukları için, bu kararları dolayısı ile kendilerinden tiksinmekten de kurtulurlar. Luther'den ondokuzuncu yüzyıla kadar insanlar, açık ve ortada olan otoritelerle ilgilenirlerdi. Luther, papa ve prensler ona (otoriteye) destek verirler; orta sınıf, işçiler ve fîlozoflarsa bu eğilimi insanların içinden söküp atmak isterlerdi. Hem devletteki, hem de ailedeki otoriteye karşı mücadele, aydınlanma dönemi filozoflarının ve bilim adamlarının belirgin özelliği olan entellektüel ruh halinden ayrı düşünülemez. Bu "eleştirici ruh hali", bir akla inanç haliydi ve aynı zamanda geleneklere, boş inançlara, göreneğe ve iktidara dayanan her söze ve düşünceye karşı şüphe etmek demekti. "Sapere aude" (akıllı olmak cesaretini göster) ve de "komnibus est dubitandum" (kalabalığın içinde en az bir kişi şüphe etmeli) özdeyişleri, bu tutumu çok iyi özetliyordu. "Hayır" deme yeteneğinin önünü açıp, onu teşvik eden de, işte bu akımdı. Erich Fromm
vikipedi,özgür ansiklopedi
"itaatin özü, bir insanın kendisini başka bir insanın isteklerini gerçekleştiren bir araç olarak görmesi, böylece kendi davranışlarından kendisini sorumlu hissetmemesidir.
A'raf/38 (Y.N.Ö.):Allah buyurdu: "Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan topluluklarıyla içiçe, girin bakalım ateşe." Her ümmet girdiğinde, yoldaşına/kızkardeşine lanet eder. Nihayet, hepsi orada bir araya gelince, sonrakiler öncekiler için şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bunlar saptırdılar. Ateş azabını bunlara bir kat daha fazla ver." Allah buyurur: "Her biri için bir kat fazlası var, fakat siz bilmezsiniz
selametle kalınız...
|