Yazanlarda |
|
ASsLAN Newbie
Katılma Tarihi: 26 kasim 2006 Yer: Bolivia Gönderilenler: 31
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam,
Ahirete iman etmenin/inanmanın göstergesi nedir?
Ahireti inkar ediyor olmanın göstergeleri nedir?
Sözlü olarak büyük çoğunluk ahirete inanıyoruz diyor.
Sözlü olarak çok küçük azınlık haricinde ahireti inkar ettiğini söyleyen yoktur.
Bu konuda araştırma yapan arkadaşlar bildiklerini bizimle paylaşabilirler mi?
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Dinin özü Kur�an�da sık sık tekrar edildiği üzere �iman� ve onun zorunlu sonucu �salih amel� (Kur�an�da 60�dan daha fazla tekrar edilir) ise, bizatihi dinamik bir süreçtir. İman, Allah ile sürekli bir ilişki, salih amel ise insanlar ile sürekli bir ilişkidir. İman, ne tek başına aklın, ne de ahlâkî anlamda salt teslimiyet ve iradenin bir başarısıdır. Kur�an�da bunlar birbirinden ayrılmaz.
İman, akletmenin, yani kalbin bir başarısıdır. İman aynı anda ruhî, kalbî, manevî, zihnî, iradî, ahlâkî bir süreçtir. İman Allah�a karşı boyun eğme (tekebbür, istiğna ve inattan vazgeçme) saygı, huşu, sevgi, güven, minnettarlık (şükür) gibi değerlilik yaşantıları şeklinde kalbin fiilleridir. Bu nedenle de Kur�an�da ifade edildiği gibi artar-eksilir (9/124; 8/2). Kalbin sürekli yumuşak (canlı) tutulması (39/23; 36/70) dolayısıyla da iman�ın sürekli tazelenmesi ve edi(ni)lmesi gerekir. Bakımı yapılmayan kalp zamanla paslanır (83/14) katılaşır (2/74; 6/43; 87/16) ve sonunda mühürlenir (2/7; 6/46; 45/23).
Salih amel (ahlâkî eylem ve fiil) Haricîlerin ve Mu�tezile�nin sandığı gibi imanın bir parçası değildir. Ama onun zorunlu (başka türlü düşünülmesi imkânsız) bir sonucudur. Haricîliğin yaratmış olduğu teröre karşı Mürcie�nin ve Ebu Hanife�nin ameli imandan ayırması doğru idi fakat Mürcie�nin ve Ebu Hanife�nin iman tanımları yanlıştı.
Mürcie�nin ve Ebu Hanife�nin iman tanımı hiçbir kalp fiili içermeyen, salt zihinsel tasdik ve kesin kanaat idi. Kalp, fiilleri içeremezdi, çünkü imanı soyut zihinsel tümellere indirgemişti: Birisi �Ben Kâ�be�ye ve Hz. Muhammed�e inanıyorum; fakat Ka�benin Mescid-i Haram�daki Ka�be, Muhammed�in de 571�de doğan Abdullah�ın oğlu Muhammed olup olmadığını bilmiyorum� dese onun imanı sahihtir ve iman artmaz, eksilmez, her müminin imanı birbirine eşittir.(Ebu Hanife, 1981: 1 vd.)
Bu tanım, giderek imanı yaşanan canlı, dinamik bir süreç olmaktan çıkararak �akaid�e dönüştürüp �Amentü� olarak sayısal kurallara indirgedi. Bu durumda: �Pekin şehrinin varlığına inanıyorum� ile �Allah�a inanıyorum� kesin hükümleri arasında insanda (müminde) etki uyandırmama bakımından bir fark kalmıyordu. Zira, ikisi de birer haber olarak zihinde gerçekleşen kesin tasavvurlardı.
Kur�an�ın oluşum sürecinde ortaya koyduğu imanın muhtevası zorunlu olarak eylemi gerektiriyordu. Müminler politik, hukukî, iktisadî, ahlâkî süreçlerde imanlarını öfke, nefret, buğz, merhamet, sevgi, takva şeklinde değerlilik yaşantıları; emr-i bil-ma�ruf-nehy-i ani�l-münker (iyiliği destekleme, kötülüğü köstekleme), cihad, yardım vs. şeklinde eylem olarak ortaya koyuyorlardı. Ahlâksızlığın kesinlikle imansızlıktan kaynaklandığını Peygamber: �zina eden adam mümin kalarak zina edemez, hırsızlık yapan, hırsızlık yaptığı anda mümin değildir� (İbn Mace, Sünen, Fiten Bahsi, Hadis No: 3; Tirmizi, Sünen, İman Bahsi, Hadis No: 11; Ebu Davud, Sünen, Sünnet Bahsi, Hadis No: 15) diyerek ortaya koymuştur.
Tasavvuf�un birçok akımında iman bireysel düzlemde yaşanırken, mistik idealler çoğu zaman politik ve dünyevî olanı �terk� etmeyi gerektirdiği için değerlilik yaşantıları hüzün, korku, sabır, ağlama vs. gibi olumsuz yaşantılardı. Bu anlamda mistik tecrübe yatay olanı (yeryüzüyle ilişkiyi) terk etmiş, Allah ve Ahiret'e doğru dikey bir yürüyüştür (seyr-i suluk, makamat, ahval). Mistik idealler yaşamın ağırlık noktasını yaşamın içine değil, Allah�a ve öteye (Ahiret) yerleştirmiştir.
Sünnîlik imanı �altı�, İslâm�ı da �beş� olmak üzere �şarta� bağlayarak tarihî süreç içerisinde bir dogmalar ve ritüeller dinine dönüşmüştür. �Kelime-i şahadet�in papağanca telaffuzu bu dine girişin anahtarıdır. Oysa �Eşhedü=Ben şehadet ederim� ifadesi hem coşkusal, hem de fiilî bir yaşantıyı (praxisi) işaret eder. Allah, göklerin derinliklerinde (aşkın) sıfatlarıyla bilinecek bir varlık değil; müminlerin, muhsinlerin, muttakilerin, sabredenlerin (direnenlerin)... günlük yaşamlarında, yeryüzünde sürekli beraber oldukları (2/103; 9/36; 16/128) her an karşılaşacakları bir Varlıktır (şehadet). İnanç veya akide hakkında sadece konuşulan bir şey (Kelâm); iman ise yaşama ve eylemin bizzat kendisidir.
Ehlü�l-Hadis ve onun teolojik uzantısı Eş�arilik, teorik düzeyde ameli imandan ayırmayıp, pratikte Mu�tezile (el-menzile-beynel menzileteyn) ve Haricîlikten (tekfir) daha mutedil bir yol izlediyse de; giderek Sünnîliğe Mürcie�nin iman anlayışı yerleşti ve sonuç olarak iman ve amel birlikte zayi oldu. Akide (inanç) -iman değil- dinin zorunlu unsuru, amel ise, olsa iyi olur; ama olmasa da �mümin� ve �Müslüman� olunur, şeklinde anlaşıldı. Bu gelişme, Kur�an�daki �iman�ın düpedüz sağcılaşması idi. Zira, artık Müslüman ve mümin olma, sürekli kalp ve beden fiilleri işleyerek uyanık ve dinamik olmaktan çıkmış; taklit yoluyla inanç ve alışkanlık yoluyla amele dönüşmüştür.
İlhami Güler
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
_ismail doğu: kelam
tartışmalarında sıkça geçen kocakarı imanı nasıl bir değer ifade eder?
bu, kelam tartışmalarının gereksizliğine ifade eden bir atıf mıdır?
yoksa, her şeye karşın takınılacak bir duruma mı işaret eder?
_ilhami güler:
‘kocakarı imanı’ söylemi, taklidi imanın muteber olup olmadığı
sorunuyla ilgilidir. münhasıran kocakarıyı değil de, toplumun
ortalamasını muhatap alan kur’an, imanın gerçekleştirilmesi için
insanların varlıklar üzerine, nimetler üzerine düşünmelerini, atalarını
körü körüne taklit etmemelerini ister. kişinin hakkında asgari bilgisi
olmadığı şeyin peşine gitmemesini, aksi takdirde öte dünyada sorumlu
tutulacağını söyler (17/26). kur’an, müşrik bir toplumun siyasal önderi
olan firavun’un karısının, mevcut dini - kültürel ortamı yırtarak imana
erişmesini mü’minlere örnek olarak verir (66/11). kocakarı imanı
söylemi, samimiyeti ve koşulsuz teslimiyeti ima eder. birincisine evet,
ama ikincisi alabildiğine tehlikelidir. bilinçsiz ve bilgisiz
samimiyetin dinde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. samimiyetle dağa,
taşa, ineğe, buzağıya…tapan insanlar vardır. bu nedenle kur’an,
‘imanınız sizlere ne kötü şeyler emrediyor?’(2/93) diye serzenişte
bulunur. tıp ve sağlık benzetmesine dönecek olursak, herkesin elbetteki
doktor olması beklenemez; ancak, koruyucu hekimlikte olduğu gibi,
herkesin sağlığını koruması, bunun için gerekli bilgileri öğrenmesi;
hasta olduğunda sahasında uzman bir doktora gitmesi gerekir. kaldı ki,
insanın Allah ile olan ilişkisi ‘akaid’ ilişkisi değil; iman
ilişkisidir. ilişkiye girdiğin varlığın ahlaki karakterini, kur’an’a
dayanarak doğru tanımak gerekir. diğer türlü, Allah’a inandığını
söylersin; fakat pratikte kontrolsüz bir güce taparsın; veya tarihten,
toplumdan, doğadan ve insanlardan kaynaklanan kötülükleri götürüp
Allah’a iftira edersin. özetle, iman konusunda kur’an’ın koyduğu
hedefle, kocakarı imanını muteber görme hedefini mukayese edecek
olursak, ikincisi, islam toplumlarının düşüş ve çürüme dönemlerinin bir
standardıdır. kocakarı imanını
savunmak, tıp bilimi ve doktorluk mesleğine rağmen kocakarı ilaçlarıyla
tedavi olmayı savunmaya benzer. kocakarı imanı eğer bir erdem ise,
hindu, hırıstiyan veya müslüman kocakarıların imanı arasındaki fark
nedir? kur’an, gücü oranında herkesi düşünceye dayanarak iman
etmeye çağırırken; insanları taklit ile teslimiyete çağıranlar, aslında
tembelliğe çağırıyorlar demektir. adını da, ‘teslimiyet’ diye iyi bir
şey olarak koyuyorlar.
_ismail doğu tarafından, ilhami güler’le yapılan söyleşiden kısa bir alıntıdır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
iman ediyorum demek... evet allah ve ahiret var kabul ediyorum demekle aynı şey değil heralde... farkı benzetmelerle anlamaya çalışalım... bir kişinin var olduğunu iyi olduğunu güzel olduğunu söylemek kabul etmek le o kişiyle evlenmeyi kabul etmek aynı şey değil... yada almanya diye bir ülke var güçlü büyük bir ülke demekle alman vatandaşlığına geçmek çok farklı.... askerlik mesleği iyidir hoştur demekle asker olmak için başvurmak yine farklı... allaha ve ahirete iman etmek allaha gönülden ve içten bir bağlılığı kabul edip ona sevgi saygı itaat içeren bir hayatı yaşamaya evet demek tir... allah tek ilahtır demek le benim rabbim allahtır demek arasında dağlar kadar fark vardır...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|