Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hz. Cebrail’i ağlatan iki önemli an
Osman Özsoy
yazaramesaj@gmail.com
Kerbela Olayı’nın yıldönümü nedeniyle cumartesi günü birçok İslam ülkesinde etkinlikler yapıldı. Milliyet Kerbela ile ilgili haberleri pazar günü web sayfasında “Kerbela'da kanlı ibadet Uyarı: 18+” başlığıyla verdi.
Sinema filmlerinde, televizyon ekranlarında benzer uyarıları sıkça görüyorduk ama doğrusu bir internet haberinde ilk defa denk geldim. Gözden kaçmasın diye “Uyarı 18” yazısı hareketli yapılmış, gidip geliyordu. Resimlere 18 yaşın altındakilerin bakması istenmiyordu.
Yaşım 18’i aştığından olsa gerek ben resimlere baktım. Keşke bakmaz olaydım demeyeceğim. Dikkatle baktım… Resimlerin üzerinde düşündüm ve kendimce önemli dersler çıkardım. Bunları yazının sonunda kısaca sizlerle paylaşacağım. Ama önce yazıya başlık olan konuyu vermemiz gerekiyor ki, mesaj yerine otursun.
Renklerin anlamı…
Bir bayram günü Peygamber Efendimizin torunları Hz. Hasan'la Hüseyin'in elbise istediği rivayet edilir. Peygamber Efendimiz yoksul… Damadı Hz. Ali ve kızı Hz. Fatıma fakir. Hz. Cebrail'in bile gözünü yaşartan güzide torunların bu isteği, iki tane bembeyaz kumaştan elbiseyi Peygamber Efendimize hediye etmesiyle neticelenir. Ama çocuklar pek memnun kalmazlar ve "keşke renkli olsaydı" diye ağlamaya başlarlar.
Torunları Hasan ve Hüseyin’in elbisenin rengini beğenmemesi üzerine Peygamberimiz Hz. Cebrail'e bakar. Hz. Cebrail, Efendimiz'e, "su atın üzerine Efendim, çocuklar hangi rengi istiyorsa o renge bürünsün" der. Efendimiz elbiselerin üzerine biraz su serptiğinde Hz. Hasan'ın elbisesi sarıya, Hz Hüseyin'in elbisesi kırmızıya dönüşür. Hz. Cebrail ağlamaya başlar. Peygamber Efendimiz bunun üzerine, "Çocuklar memnun kaldılar. Niye ağlıyorsun ki?" der. Hz. Cebrail, "Ne acı ki, Hz. Hasan ileride zehirlenerek vefat edecek. Hz. Hüseyin al kanlarla öbür âleme yürüyecek". Bu renkler onun rengidir.
Of anam of… Bitti mi bitmedi… Şunu da okuyalım.
Taberani'nin Mu'cemu'l-Evsat'ta belirttiğine göre, Enes bin Malik (R.A)'dan şöyle rivayet edilmiştir: Bir gün Hz. Cebrail alışılmışın dışında bir saatte Hz. Peygamber (S.A.V)'e geldiğinde yüzünün rengi iyi değildir. Hz. Peygamber kendisine: "Niye yüzünün renginin uçuk olduğunu" sorduğunda Hz. Cebrail şöyle der; “Cehennem ateşinin, kabir azabının her şeyden ağır olduğunu bilen kimsenin bunlardan emin olmadıkça (yani oraya girmeyeceği garanti olmadıkça) yüzü gülmemelidir" der.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) Cebrail'e: "Ey Cebrail! Bana cehennemi anlat" der. Cebrail yüreklere korku salan müthiş şeylerden bahseder. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Bu kadar yeter, daha anlatma! Nerdeyse kalbim parçalanıp öleceğim" der ve ağlamaya başlar.
Fakat Cebrail'e bakınca onun da ağladığını görür. Bunun üzerine, "Ey Cebrail! Allah katındaki mevkiine ve derecene rağmen sende mi ağlıyorsun?" der. Hz. Cebrail şöyle cevap verir: "Neden ağlamayayım ki? Kim bilir belki de benim de başıma Şeytan’ın başına gelen şeyler gelebilir. Zira (başlangıçta) o da meleklerdendi. Kim bilir Harut ile Marut'un uğradığı akıbete ben de uğrayabilirim." Cebrail’in bu sözleri üzerine ikisi beraber ağlamaya devam ederler. Nihayet kendilerine şöyle bir ses gelir: "Ey Muhammed ve Ey Cebrail! Allah sizleri kendine asi gelmekten emin kıldı."
Kendi halimize ağlayalım…
Gelelim yukarıda yer verdiğimiz iki anekdotla, Kerbela Olayı’nın yıldönümünde yaşananlar arasında ne tür bir bağ olduğuna…
Televizyonlarda yayınlanan görüntülerde de görüldüğü gibi, Irak’ın Kerbela şehrindeki törenlerde insanlar öylesine kesip biçmişler ki kendilerini, Hz. Hüseyin’i manevi âlemde mutlu etmek ve bugün onu daha hoşnut edecek davranışlar sergileyebilmek için çok daha uygun işler olabileceğini düşünmeden edemiyor insan.
Milliyet’in haberine göre İstanbul Halkalı'daki Aşura Meydanı'nda düzenlenen anma töreni sırasında konuşmalar sıklıkla "Vay vay, Hüseyin vay!" sloganlarıyla kesilmiş. Hâlbuki ben, yukarıda zikrettiğim ve Hz. Peygamber’le Hz. Cebrail’in yüreğini ağzına getiren konuları okudukça, ne “Vay Hüseyin vay” diyorum, ne de “Vay Hasan vay…” diyorum. Olsa olsa içinde bulunduğum hal karşısında, “Vah Osman vah…” demem gerektiğini düşünüyorum. Çünkü biliyorum ki, onların durumu yanında bizim halimiz bin kere duman.
Diyorum ki kendi kendime, “Bırakayım ben şimdi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için dövünmeyi… Onlar dedeleri Hz. Peygamber ile beraberler şimdi… Kaldı ki dedeleri Hz. Peygamber’in, babaları Hz. Ali’nin kendilerinden razı olacağı dört dörtlük bir ömür sürdürdüler bu insanlar… Ya bizim halimiz…
Biz bırakalım da onlar için dövünmeyi, kendi halimize dert yanalım. Biz kendi halimiz için dövündükçe ve içinde bulunduğumuz durumu sorguladıkça, onlara layık insanlar olma şansımız daha da artacak diye düşünüyorum. Yani kendi halimizi hiç gözden geçirmeden sırf onların başına gelenler için asırlar boyunca dövünmenin bizi aydınlığa çıkartmaya yetmeyeceği kanaatindeyim.
Dövünecek değil, övünecek işler yapma zamanı şimdi…
Irak’ta Amerikan işgali, nerede ise düne ait bir hiçbir tarihi ve kültürel kalıntı bırakmamaya azmetmişçesine sürüp gidiyor.
Dövünecek ve hüznü ruhlarımızda derin iz bırakacak o kadar olay var ki… Önemli olan sadece onlara takılıp kalmak değil, bir paket program gibi hayatın her karesinde onların razı olacağı bir insan profili olarak ömür sürmektir.
Bugün bizler, ne Kabil’in hışmına uğrayan Habil’e, ne testere ile kesilip biçilen Hz. Zekeriya peygambere, ne kuyuya atılan Hz. Yusuf’a, ne uğursuz sayılıp deniz ortasında gemiden aşağıya atılan Hz Yunus’a, ne de Taif’te taşlanan Hz. Peygamber’in içine düşürüldüğü duruma ağıt yakarak yıllarımızı dövünerek geçirecek durumda değiliz. O hadiselerin her biri bizler için ibret olmalı… Önemli olan o olaylardan dersler çıkararak, ne zaman ne şekilde davranmamız gerektiği konusunda stratejik adımlar atabilmek ve kendimize bir yol haritası çıkarabilmektir.
Bugün İslam âleminin mensupları olarak bizler, içinde bulunduğumuz haller karşısında ne ölçüde “Vah benim insanlık kalitem, vah ailemin durumu, vah ülkemin hali, vah yok olup giden değerlerim” diye dövünüp bir özeleştiri anlamında kendimizi gözden geçirebilirsek, o ölçüde o insanlara layık birer fertler haline geleceğiz.
Sözün kısası… Hz. Peygamber’in ve Hz. Cebrail’in, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in kendilerini emin hissetmediği bir akıbetten bizler ne ölçüde kendimizi güvende hissediyoruz ki, kendimiz için dövünmek varken, o kıymetli değerlerin sanki öbür taraftaki hali dumanmış gibi kendimizi yırtıp paralıyoruz… Çözüm, içinde bulunduğumuz kendi halimize dövünmekte… Eğer bir kere de bu işi kendimiz için yapabilirsek, inanın bir çıkış yolu da bulabileceğiz. Olaylara bir de bu pencereden bakalım. Ne dersiniz..
http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=141116
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
|