beyyine_45 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 131
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
AHİDLERİN BOZULMASI
İnsanlar toplu olarak bir arada yaşadıkları sürece,
toplumun her ferdinin, toplumca kabul görmüş, birlikte yaşamanın kural ve
kaidelerine uyma zorunluluğu vardır. Bir arada yaşamanın olmazsa olmazı ve
vazgeçilmez şartlarından biridir. İlkel kabile toplumlarında sözlü gelenekler
geçerli ve belirleyici olup, gelişmiş toplumlarda, beraber yaşamanın kanunları
o toplumun yetki verdiği organları tarafından düzenlenir. Daha sonra uyulması
gerekli hükümler haline getirildikten sonra, o topluma, yayın organları
vasıtasıyla duyurularak, toplumun fertlerinin uyulması istenir. Her fert,
içinde yaşadığı toplumla, konulan kurallara uymaları için sözleşme yapar. Sözleşmeler
toplumlara göre ya sözlü, yada yazılı olur. Buna biz ahitleşme de (beyatlaşma, misak)
diyebiliriz. Antlaşmalarına uymayan veya kendi başına yeni kural koyanlara
engelleyici kurallar konur ve yaptırım uygulanır. Bu uygulama vatandaşlıktan
çıkarmaya, hatta ölüm cezasına kadar gidebilir. Beşeri sistemlerde ölüm cezası
uygulandığında birey için her şey biter, ama ilahi sistemde ölümden sonra
yeniden diriltilip, dünyada yaptıklarının hesabını verdikten sonraki yaşayacağı
ölümsüz hayat, Rabbinin vereceği hükümle, ya ebedi azap, yada ebedi mutluluk
yurdu olarak belirlenir.
Yüce Rabbimiz yaşadığımız arzda insanı yaratıp,
kendisini tanıması için programladıktan sonra “Ben sizin Rabbiniz değimliyim”
diye sorduğunda “Evet” cevabı alınması sonrasında, Yaratıcı Allah (c.c.)
ile insan arasında sağlam bir ahitleşme (misak) yapılmıştır ki, kıyamet gününde
“Bizim bundan haberimiz yoktu
demeyesiniz.” (Araf suresi 172) diye kendi nefsimize şahit tutulmak
suretiyle insanın mazeret yollarını kapatmış olmaktadır. Yaşadığımız bu dünyada
insanların kendilerine manevi olarak yardımcı olacak bir takım güçler aramaları
ve tespit ettikleri maddi manevi güçlere kulluk etmeleri, yaratıcıyı doğru
tespit etsin veya etmesin, yaratılışta insanın yaratıcısını bulmak için
programlandırıldığı doğrulanmaktadır. Henüz İbrahim (a.s.)’a peygamberlik
verilmeden önceki, yıldızı, ayı ve güneşi gördüğünde “İşte benim Rabbim”
demesi, sonra kaybolduklarında ben kaybolanları sevmem diyerek vazgeçip doğru
ve gerçek Rabbini araması Enam suresi
76,77,78 ayetlerinde anlatılmaktadır. O halde insan, eğer kötü niyetli
birileri(şeytanlar) tarafından yönlendirilmemişse doğruyu bulma ihtimali
elbette daha yüksektir.
Yaratıcımız, insanın yaradılışındaki zayıf, hırslı,
şehvetli, mala düşkün, inkarcı, azgın, dünyayı seven özelliğini çok iyi bildiği
ve özellikle aldatıcı güç şeytanın, insandaki bu zafiyetleri kullanarak
aldatıp, doğru yola girmelerini engelleyeceği için, insanların arasından
seçilmiş elçilerle sorumluluklarını öğretmiş, itaat edip yanlışlardan
sakınanlara, hesap gününde yaptıklarının karşılığını alacaklarına dair sağlam
bir ahit (misak) alınmış, aksi
durumda antlaşmanın aksini yaparsa ebedi kalacakları ceza yurduna gireceklerini
bildirmiştir “Size ne oluyor da Allah’a
inanmıyorsunuz, Resul sizi daha önce
inanmanız için ahitleştiğiniz Rabbinize çağırıyor.” (Hadid suresi 8) ayrıca
kitabımızın Ali İmran suresi 187 nci ayetinde “Allah, ehli kitaptan, doğruları gizlemeyip insanlara açıkça
anlatmaları için söz almıştı, fakat onlar bu sözleşmeyi çok ucuza satarak
arkalarına attılar. Satın aldıkları şey ne kadar kötü.” Rabbimizle aramızda
yaptığımız sözleşmeler bizim için mutlak uyulması gerekli olan şartlar. Ne
yazık ki daha önce kitap ehlinin yapmış olduğu, kendilerinin uyması ve
korumaları gerekli kitabı tahrif ettikten sonra, kendi elleriyle yazdıkları
tahrif olmuş kitabın hükümlerine dahi uymamışlar, bunlardan sonra başlarına
gelen musibetler ve belalar akıllarını başlarına getirmemiş, Allah’ın
hükümranlık hakkını İsa ya, Meryem’e, Cibril’e ve din adamlarına vererek,
sürekli Allah adına yalan söylemişler ve Allah’ın dinini bozmuşlar.
Yüce Yaratıcının insanlardan bunca nimetlerine
karşılık isteği, güç yetirilemez ağır ve sıkıntılı uygulama değil, bilakis çok
basit ve yapılması kolay şeyleri istiyor. Ayetin muhatapları her ne kadar
İsrail oğulları olsa da, onlara emredilen bütün insanlara.emredilen hükümlerdir.
“Biz İsrail oğullarından, Allah dan
başkalarına kulluk yapmamaları, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere ve yoksullara iyilik yapmaları, insanlara
güzel söz söylemeleri, namazı kılmaları ve zekatı vermeleri için söz almıştık.
Daha sonra bu anlaşmalardan yüz çevirerek pek azınız hariç döndünüz.” (Bakara
suresi 83) Yahudi ve Hıristiyanların kitapta anlatılan cüretkar
davranışları, olumsuz ve yanlış olduğu tekrar tekrar anlatıldığı halde,
kitabımız Kur’an’ın hak ve gerçek doğruya ileten bir hidayet rehberi olduğu
bilinmekte olmasına, ayrıca Kitabın içindeki sözlerin yalnızca Allah’a ait
olduğunun, içerisinde hiçbir kimsenin katkısının olmadığı bilinmesine ve
inanılmasına rağmen, Kur’an’a inandım diyenlerin, kitapta olmayan, Allah adına
söylenmiş uydurma sözlere daha çok sarılıp rağbet etmeleri korkunç derecede,
verilen söze ihanet ettikleri anlamını taşımaktadır. Bu hususta Allah (c.c) kitabında
inananlara şunu hatırlatıyor “Kitaptan
öğrendikleri halde, Allah (c.c) adına doğru olandan başka bir şey
söylemeyeceklerine dair yazılı bir söz almadık mı.” (Araf suresi 169) Peki bu hatırlatma sadece İsrail oğullarına mı hitap ediyor? Muhatap onlar diye biz
hiç üzerimize alınmayacak mıyız? Bizde diyoruz ki, Allah’a ve Kitabına inanan
her müslüman, inandım dediği andan
itibaren resmen bu sözleşmeye imzasını atmış olup, sorumluluğunu her halükarda
yerine getirmesi zorunludur. Bilmedikleri konularda Allah adına hiçbir şey
söylememelidirler.
Karşılıklı ahitleşme, anlaşma yapanlar için yerine
getirilmesi gereken bir sorumluluk ve aynı zamanda Allah’a karşı kulluk görevi.
Özellikle insan olarak Rabbimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmekle
kendimizi Allah’ın azabından korumuş, aynı zamanda merhametine teslim olmuşuz
demektir. ”Rabbinden sana indirilenin
hak olduğunu bilenle, kitabı görmemezlikten gelen (kör davranan) bir olur mu? bunu
ancak akıl sahipleri düşünebilir. O akıl sahipleri Allah’la olan sözleşmelerine
uyarlar, asla verdikleri sözü bozmazlar ve Allah’ın emrettiği nihai nokta
olarak belirlediği, ulaşılması gereken yere (Allah’ın rızası, iman, teslimiyet,
takvaya ) ulaşanlardır. Onlar Rablerine saygı ile boyun eğenlerden olup,
hesabın kötüsünden de korkanlardır. Onlar Allah’ın rızasını kazanmak için
sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine rızık olarak verilenlerden gizli ve
açık olarak infak eder, kötülükleri iyilikle karşılarlar. İşte böyle yapanlar
için ebedi kalacakları Adn cennetleri yurt olacaktır.” (Rad suresi l9-24) Rabbimizin
antlaşmalarına uyanlar için vaat ettiği sonuç, gerçekten Allah’a ve kitabına
teslim olan, antlaşmaların gereğini yerine getirenlerin coşkusunu, azmini,
gönülden yönelişini ve Rabbine tevekkülünü artırıyor.
Ahitlerini bozanlara karşı elbette ki yüce yaratanımız
nimet yurtlarına koyma ahdini yerine getirmeyecektir. Daha doğrusu verdiği
sözleri yerine getirmeyenlere verilen ceza da antlaşmanın bir parçası, böyle
bir karşılığın verileceğini, ahdi bozan taraf biliyor, Allah’da vaadinden
dönmeyeceğine göre, adil davranan ve asla zulmetmeyendir. Ahdi bozmakla
nefisler, yalnızca kendilerine zulmetmektedirler. “Ahitlerini bozmaları, Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri, haksız yere
peygamberleri öldürmeleri ve kalplerimiz doğruya kapalı (Başka bilgilerle dolu)
demelerinden dolayı, Allah onların kalplerine mühür vurmuş olup, bundan sonra
pek azı hariç iman etmezler.” (Nisa suresi 155) Bu kadar açık, hiçbir
yoruma ihtiyacı olmayan ayetler karşısında, inatla şeytandan yana tavır alarak
direnenleri, Rabbimiz tanıtmaya devam ediyor. “ Ahitlerini bozmalarından dolayı, biz onlara lanet ettik ve kalplerini
katılaştırdık. Onlar Allah’ın sözlerinin yerlerini değiştirdiler, kitabın
onlara verdiği öğütlerden almaları
gereken hisseleri unuttular (bıraktılar). Sen pek azı haricinde onlardan hep
ihanetle karşılaşacaksın. Artık onları bağışla (yaptıklarından dolayı onlardan
hesap sorma), sadece yüz çevir. Elbette ki Allah, iyilik edenleri sever.” (Maide
suresi 13) Şeytanlaşmış (kelime anlamıyla : doğrudan uzaklaşmış, doğruya
yabancılaşmış ve yozlaşmış) kimseler Allah’ın doğru yolunun üzerine oturmuşlar,
kendi yanlışlarını insanlara çeşitli aldatmacalar ile kabul ettirmişlerdir. Daha
sonra ilahi mesajlara muhatap olan bu zavallılar, doğrularla karşılaştıkları
zaman, doğruları kabullenmeleri çok zor ve imkansız hale gelmiştir. ”Sözleşmelerinden sonra Allah’la yaptıkları
ahitleri bozup, Allah’ın uygulanmasını emrettiği hükümlerden uzaklaşıp, yer
yüzünde fesat (bozgunculuk) çıkaranlar, işte onlar kendilerine yazık
edenlerdir.” (Bakara suresi 27)
Yukarıda önemini anlatmaya çalıştığımız, Rabbimizle, yaratılışla
birlikte gelen ahitleşmenin yanı sıra, İnsanların aralarında yapmış oldukları
sözleşmelerin önemi üzerinde de durmak ve bunun, Allah’la (c.c.) yapılan
ahitleşme kadar önemli olduğunu belirtmemiz, her halde abartılı sayılmaması
gerektir. ”Allah’la olan ahitleşmenizi
yerine getirin. Aranızda ahitleşme yaptığınızda, Allah’ı sözleşmenize kefil (şahit)
göstererek, güçlendirdiğiniz yeminlerinizi bozmayın. Allah bütün yaptıklarınızı
elbette biliyor. Örgüsünü sağlamca tamamladıktan sonra, tekrar örgüsünü söken
kadın gibi olmayın, Zira sizden bir gurup inanç sahipleri, diğer inanç (Yahudi,
Hıristiyan, Mecusi, Ateist) sahiplerinden daha kalabalık olduğuna güvenerek, aranızda
yeminleşmek suretiyle yaptığınız ahitleşmelerinizi bozuyorsunuz.” (Nahl suresi
91-92) Beşeri sistemlerin amacı, güçlülerin bir araya gelerek
oluşturdukları güç odakları vasıtası ile, kendilerinden daha zayıf topluluklara
tahakküm etmek ve her türlü karar aşamalarında belirleyici taraf olarak, güç
gösterisinde bulunmaktır. Günümüzde en açık örneği; Birleşmiş Milletlerdeki
veto hakkına sahip ülkeler, istedikleri kararları, diğer ülkelere rağmen,
rahatlıkla çıkarabiliyorlar. Kendileri alınan kararlara istedikleri zaman
uyuyorlar, işlerine gelmediği zaman, kararları tanımadıklarını ilan edip, rahatlıkla
ulusal çıkarlarına zarar veriyor bahanesiyle, sözleşmeleri askıya
alabiliyorlar. Halbuki Alemlerin Rabbi olan Allah, insanların aralarında adil
olmalarını, hükmettikleri zaman, ister fakir olsun, isterse zengin olsun, adaletle
hükmedilmesini istiyor. Bununda ötesinde, kendi aleyhimize, ana babamızın
aleyhine veya yakın akrabaların aleyhine dahi olsa, Allah’ın adaletinin temsili
olan, yeryüzüne insanlar için indirilmiş, dininin ayakta tutulması için,
şahitliklerin doğru olarak, özelliklede inandım diyen insanların yapması gerekiyor.
“Nisa suresi 135”
Biz, Nahl suresi 92 nci ayette “En tekune ümmetün hiye erba min ümmetin” Sizin ümmetinizin, diğer bir
ümmetten fazla (sayıca) olmanız.” geçen “ümmet” kelimesinin çoğunlukla
yanlış tercüme edildiğini, veya kelimenin orijinal kullanımını “Ümmet” olarak
tercüme edilmeden yazıldığını gördük. Meallerde genellikle topluluk, gurup
şeklinde tercüme edilmiş. Doğru manası: Aynı inanç sistemine mensup insanlar
topluluğu. Yani aynı dinin mensupları demektir. Örneğin: Müslüman, Yahudi, Hıristiyan,
Budist, ateist vs..bunlar kendi aralarında bir ümmettir. Burada Rabbimizin
emrettiği, çoğunlukla aynı dine mensup insanların yaşadığı bir coğrafyada,
beraber yaşadıkları azınlık sayıdaki diğer din mensuplarıyla yaptıkları her
türlü sözleşmelere uymaları gerektiğidir. Sayıca çoğunlukta olan tarafın
anlaşmalarını sayı üstünlüğüne güvenerek bozmaları, Yüce Allah’ın (c.c.)
öfkesine ve lanetlemesine sebep olduğunu, bunun da ebedi bir azap anlama geldiğini
bilmeleri gerektiğidir. Daha iyi anlaşılması için Muhammet Esed’in
Meal-tefsirinde “Sırf içinizden bir
gurubun, diğerinden daha güçlü olmasına dayanarak… İşaret yayınları Eylül
l999 basımı” bu şekilde tercüme
edilmiş. Doğru olan şudur: Hiç bir inanç sistemi, başka bir inanç sistemini kendi
bünyesinde barındırmaz, devlet içerisinde devlet olmaz, buna tahammülü asla yoktur.
İlk fırsatta, fark ettiği andan itibaren bünyesinden temizler. İslam dininde bu
tür girişimlere “batıl din” ismi verilerek ret edilmiş, mensuplarının da
(müslümanların) yazılı belgelerin, yani Kitabı-Mübin’in dışında, hiçbir unsurun
belirleyici olmadığını kabul etmelerini istemiştir. Bu nedenle ümmet içerisinde
ümmet olmaz, din anlamında kullanmıştır. Kur’an’ı kerim de ümmet kelimelerinin geçtiği
diğer ayetler incelendiğinde anlam daha da netlik kazanacaktır.
Ahitleşmenin ve sorumluluğunun ne kadar ciddi bir
mesele olduğunu Allah’ın ayetlerinden anlamaya ve anlatmaya çalıştık. Bu konu
bizce İslam dininin onurudur. Mensupları basit çıkarları için, Allah’ın dinini
zedelememelidir. Müslümanların yanlışları hak dine mal edildiği için,
Rabbimizin belirlediği kurallara titizlikle uymamız, kulluğumuzun gereği
olduğunu bilmeliyiz. Yazımızı yine yüce Kur’an dan bir ayetle bitirelim.” Allah katında en şerliler inkar edenler
olup, onlar asla iman etmezler. Ahitleşme yaptığın inkar edenler, her seferinde
antlaşmalarını bozarlar, çünkü onlar sakınmazlar.” (Enfal suresi 55-56)
Doğru yolu
bizlere gösteren, O şanı yüce Rabbimize sonsuz övgülerimiz olsun. Selamı da tüm
Nebiler ve inananların üzerine olmasını Allah’dan dilerim.
ilyas yorulmaz.
|