Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Katılma Tarihi: 24 mart 2005 Yer: Germany Gönderilenler: 95
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Aslında, İslam tarihi olarak adlandırılan müslümanların tarihlerini incelediğimiz zaman, İslam anlayışındaki birçok çarpıklığın temelinde, ‘Kur’an dışı Vahy’ anlayışı yatmaktadır. Bu yanlış anlayış; inancımıza Kur’an dışı düşünce ve pratiklerin girmesine davetiye çıkarmıştır. Her zaman olduğu gibi minareyi çalan kılıfını da hazırlamıştır. Veya daha sonraları çalacağı minareye kılıflar aramaya başlamıştır. ‘Kur’an dışı Vahiy’ anlayışı bunun güzel örneklerindendir. Bektaşî mantığı dediğimiz mantık da bu insanlar için biçilmiş kaftandır. Çünkü konuya destek arama gayretleri ve ileri sürdükleri mazeretler kendilerini ele vermiştir. Savundukları anlayışların Kur’anî delili sorulduğunda, böyle bir gayret içine girmişlerdir. Konu ile ilgili ileri sürdükleri ayetler bunu açıkça ortaya koymaktadır. Aslında bu anlayışı savunanlar arasında, ileri sürülen deliller konusunda da bir ittifak yoktur. Zaten konunun tarihi ve mantıkî bir mesnedi de yoktur. Boyutları fazlaca düşünülmeden ortaya atılmış bir iddiadır bu. Kimisi bunu Hikmet kelimesiyle izah etmeye kalkmış. Allah; Kur’an’da ‘kitap ve hikmet verdik’ diyor ya, bu anlayışta olanlar da Kitap’tan kastedilen Kur’an olduğuna göre, Hikmetten murad ise sünnet/ hadistir diyerek işin içinden çıkmışlardır. Kitab’ın ve hikmetin Kur’an’da nasıl kullanıldığını incelemeden hükümlerini verivermişlerdir. Kimisi de; ayetlerin siyak ve sibakını, Kur’an’ın üslubunu, anlatım tekniğini göz önünde bulundurmadan Necm; 3-4, Nisa; 113, Bakara; 151, Tahrim; 3 gibi ayetlerle gûya anlayışlarını pekiştirmişlerdir.
Ancak, Bektaşî’nin ‘namaza yaklaşmayın’ mantığıyla Kur’an’a yönelemeyeceğimizi, anlatılmak istenenin o konu içerisinde bir anlama sahip olabileceğini söyleyebiliriz. Iddia edildiği gibi bu ayetler; Resulullah’a Kur’an dışında vahy geldiğinin değil, gelmediğinin delilidir. Özellikle ‘o hevasından konuşmaz’ (53/3) ayeti Resulullah’a Kur’an’ın Allah’tan geldiğinin isbatı içindir. Eğer Kur’an dışında bir vahy olsaydı, yukarıda numarasını verdiğimiz ve benzeri bir çok ayetin Kur’an’da yer almaması gerekirdi. Çünkü ayrıntı kabilinden, hatta Resulullah’ın şahsı ve ailesiyle ilgili bilgiler, yazılmayan(Kur’an’da olmayan) vahyle de anlatılabilirdi.
Tabii; bu arada ‘Kur’an dışı vahyi’ kabul edenlerin Hz. Peygamberin hadislerinin niçin Kur’an gibi tutulmadığını, yazılmadığını, hatta bizzat Peygamberimizin yazılmasını yasakladığının açıklamasını da yapmalıdırlar. ‘Hadislerin Kur’an’la karışır’ endişesidir gibi cevapların onları daha da zora soktuğunu da belirtelim. Çünkü; madem ikisi de Allah’dan kuluna gelen vahiylerdir o halde Resulullah hepsine aynı hassasiyeti, aynı özeni göstermiştir. Madem ikisi de vahiydir; Resulullah niçin vahyler karışır diye böyle bir endişe duysun ki.. Tersine böyle bir olay; (Peygamber efendimizin hadislerin yazılmasını yasaklaması) Peygamber efendimizin Kur’an’daki ayetlerden başka vahy olmadığına, Peygamber efendimiz tarafından verilmiş güzel bir cevaptır. Yoksa buna rağmen Peygamberin Kur’an dışındaki sözlerinin vahy olduğu iddiası büyük bir sorum-suzluğu gerektirir.
Şöyle ki; Şimdi Allah’ın kitabı’ndan konu ile ilgili ayetlere bakalım:
‘ Az daha seni sana vahyettiğmizden ayırarak ondan başka-sını bize iftira etmen için fitneye düşürecek-lerdi. Işte o zaman seni dost edinecekler-di. Eğer biz seni sağlamlaştımasaydık onlara bir parça meyledecektin. O takdirde sana hayatın da kat kat ölümün de kat kat(acısını) taddırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.’(17/73)
‘ Biz o(Kur’an)nu hak olarak indirdik ve o hak olarak inmiştir. Seni de ancak bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. O’nu bir Kur’an olarak ayırdık ki onu insanlara dura dura okuyasın. Ve onu parça parça indirdik’(17/105,106)
‘ Yemin ederim gördüklerinize ve görmediklerinize ki; o mutlaka şerefli bir elçinin sözüdür. O bir şairin sözü değildir, ne az inanıyorsunuz. Bir kahin sözü de değildir, ne de az düşünüyorsu-nuz.Alemlerin Rabbından indirilmiştir. Eğer o bazı sözler uydurup bize iftira etseydi elbette onun gücünü alırdık. Sonra onun can damarını keserdik. Sizden hiç kimse buna engel olamazdı. O korunanlar için bir öğüttür. Ve biz içinizde yalanlayıcıların olduğunu elbette biliyoruz.’(69/39-49)
‘ Dikkat et. O bir tezkire(uyarı)dir. Dileyen onu düşünür. Onurlandırılmış sayfalarda... Yüceltilmiş temizlenmiş... Elçilerin ellerinde. Saygı değer, dürüst. Canıçıkası insan ne kadar nankör-dür.’(80/11-17)
‘ Ey elçi Rabbından sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafir toplumu yola iletmez.’(5/67) (Ayrıca bknz:56/75-84; 11/12).
Yukarıdaki ayetleri okuduktan sonra, eğer Kur’an dışında bir vahy varsa, üstelik bu vahyler insanlar için bağlayıcı oluyorsa ve Resulullah da bu vahyi, Kur’an’ı yazdırmadığı gib yazdırmıyor, hatta yasaklıyor, bu ayetleri sadece bir kaç kişiye bildirerek topluma saklıyor, başka bir deyişle insanlara duyurma görevini yerine getirmiyorsa, o peygamberin dünyada ve ahirette yerinin olması mümküm müdür? Böyle bir şeyi iddia ederken insanın en azından Kur’an’ı okuması gerekmez midir? Hiç olmazsa Kur’an’ı okuyan bir insan bu ayetleri görür de, bu ayetler üzerinde düşünür de, bilmeden Peygamberimiz için iftiralarda bulunmaz. Biz bu konuyu bağlarken diyoruz ki; eğer Resulullah’a Kur’an dışında bir vahy gelseydi, aynen bunu da Kur’an’ı koruduğu gibi korur, onu yazdırdığı gibi yazdırırdı. Yine biz diyoruz ki Resulullah’a Kur’an dışında bir vahy gelseydi O’nun güzide ashapları Kur’an için gösterdikleri gayreti ve titizliği bunlar için de gösterirlerdi. Hadislerin toplanmaya başladığı dönem ortadadır. Bu dönemin zalim Emevi Hanedanlığı ve sonrasına denk gelmesi hep onların iyi niyeti ve samimiyetlerini mi göstermektedir? Iddia sahipleri bunları da düşünsünler lütfen...
Katılma Tarihi: 24 mart 2005 Yer: Germany Gönderilenler: 95
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Kürşat Atalar - Hocam, namaz konusunda şöyle bir görüş var:“ Peygamberimiz namazı, kendinden önceki ümmetlere de namaz emri olduğu için, öncekilerin kıldığı gibi kıldı. Yani Allah ona ‘namazı şöyle kılacaksın, böyle kılacaksın’ demedi. Kendisi kıldı; Allah da bunu onayladı. Bu görüşün amacı vahy-i gayri metluv ya da hadis-i kudsî gibi müracaat kaynaklarını önlemek olarak görünüyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Prof. Dr. M. Sait Hatipoğlu - Büyük bir probleme parmak bastınız. Bu da Peygamber Efendimizin kültürünün kaynakları meselesi. Yani bizde Peygamberin Sünneti konusunda bir bilgi var; bu bilginin kaynakları nereden geliyor? Yani Rasulullah mesela bahsettiğiniz namaz mevzûunu, namaz kılmayı kimden öğrendi, nasıl öğrendi, nasıl tespit etti meselesi var. Bu meselede hadis kaynaklarının verdiği cevaplar, “Rasulullah bunu Cebrail (A.S.)’dan öğrenmiştir ve öğrendiği şekilde de tüm müslümanlar kendisinden öğrenmiştir” şeklindedir. Bunun dışında bazı kimseler Rasulullah bunu kendisinden önceki geleneklerle öğrenmiştir demektedir; tabii bir namaz geleneği var, ibadet geleneği var. Bunlardaki şirk unsurlarını temizlemiş ve ideal bir ibadet olarak kendisi tertip etmiş şeklinde bir iddia da var...
Mehmed Durmuş - Kendi “içtihadı” mı oluyor yani hocam.
M.S.H.- Kendi içtihadı olarak görenler de var. Ama, kaynak kim olursa olsun, Hz Peygamber ve ashabının kıldıkları namaza hiçbir Kur’anî itiraz yoktur. Yani Cenab-ı Hakkın tasvibine mazhardır namaz. Mamafih Rasulullah’ın bütün yaptıklarının bizzat aldığı talimatla, vahiyle olduğu şeklinde bir iddia ileri sürmek mümkün değildir. Yani bir 23 sene Peygamberliği devam etmiş bir zatın bütün fiillerinin ilahi talimatla olduğu şeklindeki bir iddiayı kabul etmek durumunda değiliz. Çünkü bunun aksini gösteren hadisler var. Bizzat Peygamberimizin Cenab-ı Hakk tarafından itâba maruz kaldığı yerler vardır. Ayetlerde bunun delilleri var. Yani her hareketi Allah’ın emriyle olsaydı, Rasulullah böyle bir tenkide maruz kalmazdı, diyoruz. Onun dışında, bizzat kendisinin, kendi fillerine getirdiği değişik yorumlar vardır. Yani değiştirdiği fikirleri vardır.
M.D.- Örnek verebilir misiniz?
M.S.H.- Mesela Rasulullah, korkunç bir cinayet işlemiş birilerinin “yakılması” emrini vermiş. Rivayetlerde böyle. Daha sonra bu emrinden vazgeçmiş. “Yapmayın” diyor, “bize yakışmaz; Yakmak, Allah’a mahsustur” diyor..
“Ben size şöyle şöyle demiştim. Bundan sonra artık böyle yapmayın” gibi tasarrufları var. Eğer diyoruz, ilahi talimatın gereği böyle birşey yapmış olsa, böyle bir fikir değişikliğine gerek kalmazdı. Onun dışında bizzat sahabenin müdahalesiyle değiştirdiği fiilleri vardır Rasulullah’ın. Tarihî hayatında bunların misallerine sahibiz. Böyle olunca, Peygamberimizin, 1) vahiyle malumat sahibi olduğu hususlar var, 2) kendi içtihadını kullandığı yerler var. İslam dünyasında bu iki kaynağın sınırını ayırdedebilmek ölçüsünü tam olarak koyan, ben şahsen hiçbir alimi göremedim. Yani bizim için ilahi olan nedir, ilahi olmayan nedir? Bunun ayrımını tam yapamıyoruz bugün. Çünkü bunun ayrımını Peygamberi-miz “benim şu emrim ilahidir, şu emrim gayr-i ilahidir, bendendir” diye her fiilinde söylemiş değildir. Söyledikleri birkaç fiildir. Bunun dışında, Peygamberimize bizzat icrâ hürriyeti tanıyan ayetler var:“istersen yap, istersen yapma!” diyen ayetler var. Peygamberimizin siyaset ve devlet idaresi ile ilgili tatbikatlarında tamamen kendi içtihadlarıyla hareket ettiği sahalar var. Şimdi bu sahaların ilahi ve gayr-i ilahi noktaları ayırt etmemiz mümkün değil bizim için. O bakımdan, vahiy gayri metluv diye bir kaynağı ben hâlâ sarâhaten anlayabilmiş değilim. Yani bir Kur’an’ı Kerim var. Bütün müslümanlar bunun vahiy mahsulü olduğunda müttefiktirler. Bunun dışındaki bir görüş, İslama aykırıdır. Ama Kur’an’ın dışında da vahiyler olduğu şeklinde pekçok alimden gelen ifadeler var. Peygamberimize de dayıyorlar ve bunların fiili örnekleri olarak ta kudsî hadisler dediğimiz, bir takım rivayetlere başvuruluyor. “Allah bana şöyle söyledi...” Peki neyle söyledi? vahiyle mi, ilhamla mı, yoksa siz burada “Allah’ın bu mevzuda şöyle söylemesi bana uygun geliyor” şeklinde bir anlayışamı gideceksiniz? Çünkü bazı alimler vardır ki, “Peygamberimiz Allah adına konuştuğu zaman yine kendisi konuşuyor” diyorlar. Yani, Cenab-ı Hakk, bu mevzuda hüküm verseydi ne derdi? Bundan bahsediyorlar.
Furkan Şahin- Yani yine içtihad ediyor.
M.S.H.- Evet, içtihadta bulunuyor. “Allah adına böyle birşey söylüyor” diyor bazı alimler ki benim için de bu mümkündür. Yani, bu hadisler için:“Cenab-ı Peygambe-rin, Allah’ı en iyi tanıyan bir fert olarak, Allah adına herhangi bir mevzuda söylenmiş bir görüşüdür” şeklinde bir tarife gitmek mümkün olur gibi geliyor bana şahsen. Çünkü bizde, gündelik hayatımızda bile, herhangi bir meseleyle, mühim bir meseleyle karşılaşsak, Allah adına hüküm vermeye kalkıveriyoruz hemen. Diyelim biz çok sevimli bir kediyi ezerek öldüren bir adamı görsek ne deriz? “yahu, Allah bunu bilmem kaç kamyon odunla yakar!” deriz mesela. Yani Allah adına biz orada hüküm veriyoruz. Neye dayanarak bu hükmü verebiliyoruz? Çünkü Cenab-ı Hakk’ın adaletine, merhametine ve şefkatine dair bizim Kur’an’dan aldığımız bir kanaatimiz var. O kanaat çerçevesinde “Allah adına” bir içtihadta bulunuyoruz.
K.A.- Hocam, bu vahy-i gayri metluv konusunu sadece hadise değil, bizzat Kur’an’a dayandıran-lar var. Mesela, Hz Zeynep’le ilgili Tahrim suresinde bir ayet var: “Biz onu sana bildir-diğimiz zaman...” şeklinde geçiyor. Bunun gibi, Mevdudi de kitabında 10 küsür ayet sıralamış. Acaba bunlar delil olabilir mi?
M.S.H.- Kur’an-ı Kerim’de metnen olmadığı halde, kendisine Allah’ın bildirdiğinden bahseden bazı ayetler var. Diyelim ki o Tahrim Suresi’ndeki ayette: “bunu sana kim bildirdi.Allah bildirdi” deniyor. Şimdi Allah’ın bildirmesi meselesi ayetle mi olmuştur yoksa Allah’ın imkan verdiği, bir durumla mı olmuştur? Bu nokta açık değildir. Siz, Cenab-ı Hakk’ın verdiği bir imkanla güç birşeye eriştiğiniz zaman, onu Allah’a nispet edersiniz. Ama bu, fiili olarak sizin yaptığınız bir iştir. Ama yalnız başınıza kendinizin yapamıyacağını tahmin ettiğiniz için, onu, Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu olarak görürsünüz. Burada da benim anlayışım o. Hz. Zeynep’le ilgili Tahrim Suresi’ndeki ayette, dışarıdan bir bilgi olarak durumu anlamıştır Peygamberimiz, öğrenmiştir; fakat bu bilgiyi Cenab-ı Hakk’a nispet eder. Bunun pekçok örneği var Kur’anı Kerim’de. Mesela “borçlandığınız zaman katipler bunu yazsın” diyen ayette, “Allah’ın öğrettiği şekilde yazsın” diyor o katibe. O katip, Allah’ın mektebinden çıkmış değil ki, Yani Allah öğretmedi ona, değil mi? Ama Cenab-ı Hakk, o katibin hesap yapmayı öğrenmesini mümkün kılmıştır. Siz mesela fakültede okudunuz, değil mi? Sizi Allah mı okuttu öne diz çöktürüp te? Hayır, öyle birşey yoktu. Ama siz ne diyorsunuz? “Allah’ın yardımıyla okudum; Allah bana imkan verdi, okuttu” diyorsunuz. Aynı ifadenin, aynı esprinin Kur’an-ı Kerim’de misalleri vardır. Peygamberimiz bu yolla gelmiş olan bilgilere de sahiptir. Yani bilgi beşeri vasıtayla geliyor, ama onun kaynağı Cenab-ı Hakk’tan olduğu için, Cenab-ı Hakk’ın lütfu olduğu için, bir imkan olduğu için, onu Cenab-ı Hakk’a nispet ediyor. Yani bu yoldaki ayetleri böyle anlamak gerektiğine inanıyorum.
Kur'an dışı vahiy(kusdi hadis, gayri mevlüt) şafii nin ileri attığı bir görüştür. ben bunu hadisleride hakka erdirmek için vede Kur'an ı yetersiz bulup kendine yeni Kur'an arayan müşriklerin savunduğu bir görüş olarak görüyorum. Zaten adı bile saçma Kuran dışı vahiy Kur'anın kendisi zaten vahiy değilmidirki Kur'an dışında bir Kur'an olsun..
Üstelik Kur'an gökten zaten kitap şeklinde inmemiştir. Peygambere Allah tarafından vahiy gelmiş o da bunları yazarak kitap haline getirilmiştir zaten.
Birde bu kudsi hadis savunucularının bu görüşü savunmak için ileri sürdüğü bir iddia vardır. onlar Kudsi hadisin sadece peygamberi ilgilendirdiğini söylerler. Bu idda delilden mahrum ve Kur'anla çelişen bir iddiadır şöyleki:
Tahrim/1"Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir."
Bu yaet açıkça peygameri ilgilendiriyor(elbette bizde peygamberin haram kılma yetkisi olmadığını buradan çıkarıyoruz ama lafzız peygamber için söylenmişolduğu açık). Hal böyle olunca peygamberin kendine gelen tüm vahyi müminlere ilettiği açıktır. Üstelik bence peygamberin kimi yaetleri Kur'ana yazdırmadığını söylemekse açık bir iftiradır.(hoş kudsi hadisi savunan sünniler miraç olayında peygamerle Allahı pazarlık yapacak duruma getirecek kadar ileri gitmişlerken peygambere bu iftirayı atmak onlar için hafif bile kalır)
Kuran dışı vahy olup olamayacağı üzerine bir kaç ay önce araştırma
yapmıştım.İlgili bir kaç ayet bulmuştum.Kesin bir kanıya varmamakla
beraber Kur'an dışı vahy peygamberlere gelebileceğine inanıyorum.Tabi
bu yinede şu gerçeği değiştirmez.Biz yalnızca Kur'an dan sorumluyuz.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma