Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
ve tekrar ediyorum;Bizim içimizde Vahyi oğullarımızı tanıdığımız gibi tanıyanlar var...Bu esaslı bir sözdür...Bilirseniz eğer.
Eyvallah...
Şöyle devam etsin bu söz,
Onlar (kitap ehlinden oldukları için ayetleri öz oğullarını tanıdıkları gibi tanıyanlar) ayetleri işittiklerinde ağlayarak ve itaatle çeneleri üzerine kapanırlar / başları önlerine yıkılır. Bu /yani vahiy, onların imanını arttırır.
Bu arada ağzımda bakla falan yok, ne biliyorsam bildiğimden anlatıp yazıyorum işte...
Esen kal...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Kuran'ın dili konusunda çok önemli bir noktaya değindiğiniz kanaatindeyim.Gerek yukardaki ayet olsun gerekse benzeri ayetlerde dil söz konusu olduğu zaman dilden kastın lisan olduğu anlaşılmış ve ayetler bu doğrultuda meallendirilip yorumlanmıştır.Ben bu ve benzeri ayetlerde DİL kavramının içine lisanda girmekle beraber, o dönem arap toplumunun anladığı format, üslup,araç,ölçü,hitab ve anlatım tarzlarının da dahil olduğunu düşünüyorum.Basitçe örneklemek gerekirse Türkçede de sık sık kullanıldığı şekliyle '' senin anladığın dilden de konuşmasını bilirim '' cümlesinde geçtiği tarzla, dilin lisan dışındaki mecazi anlamına atıf vardır.Burada cümlenin muhatap aldığı şahıs türkçe lisanına vakıf olmakla birlikte, kişinin anlayacağı dilin onun anlayacağı üslup olduğu kastı vardır.
Yukardaki ve benzeri ayetlerde de dilden kastın sadece arapça lisanı olmadığını düşünüyorum. Kuran'ın bu üslubu hemen bütün diğer ayetlerde de kendini göstermektedir.Kuran indirildiği arap toplumunun o günkü anlayabileceği format , ölçü ve kavramlar ile hitabetmiştir.Hükümleri inşa ederken o günkü arap toplumunun anlayış seviye ve tarzına son derece dikkat etmiştir.
Ramazan ayında olmamız sebebi ile popüler olabileceğini düşündüğüm bir örnekle konuyu biraz daha açmaya çalışayım. Oruçla ilgili hükümler inşa edilirken o günkü arap toplumunun anlayacağı ölçü ve formatlar kullanılmıştır ve orucun zamanı , süresi onların kullandıkları ölçü vasıtaları ile anlatılmıştır.Yani su saati, kum saati, güneş takvimi yerine onların anladıkları kullandıkları kameri takvim (ay takvimi) ve güneşin doğuş ve batış zamanları baz alınmıştır. Orucun zamanlaması güneş takvimi, sirius takvimi veya herhangi bir başka takvime veya o dönem araplarının kullanmadığı saat gibi zamanı ölçme vasıtalarına endekslenmiş olsa idi, '' Arab'a yabancı dilden (kitap) olurmu? '' itirazı oruç ayetleri için de gündeme gelirdi.
Yine aynı şekilde ölüm ötesi yaşam, ahiret, cennet, cehennem gibi uhrevi aleme ait soyut kavramlar anlatılmaya çalışılırken de o günkü insanların anlayacağı formatlar kullanılmıştır.Örneğin ödül yurdu, cennet (arabın anlayacağı şekilde bahçe ) kelimesi ile, ceza yurdu ise cehennem ( ca hinnom ) kelimesi ile ifade edilmiştir.
Sevgili Mermus,
Bu yazınla Kuran beyanının "tarihselliğini" çok güzel anlatmışsın.
Kardeşlerim,
Beşer hukukunun bile (!), hukuk ve ceza yargısında bir çok prensipleri / kaideleri vardır.
Mesela, muhatap nezdinde bir sürenin işlemeye başlaması için (Örneğin itiraz süresi, temyiz süresi gibi) bu durumun muhataba tebliğ edilmesi gerekir.
Yani birinci kural bir metnin muhataba erişmesidir.
Ancak muhataba erişen her metin kabul olmaz. Metin, başlatılacak hukuki süreci "açıklıyor" olmalıdır. Bu açıklık muhatabın dilinde olmalıdır ki onu anlayabilsin.
Onun için mesela Türk hukukunda yabancı ülkede yaşayan ve yabancı dil konuşan bir kimseye tebligat gönderileceği zaman, zarfın üzerinde yazılı olan her şey ve zarfın içerisinde bulunan tüm evraklardaki tüm yazılar yeminli tercümana tercüme ettirilerek gönderilir.
Böyle yapılır ki, muhatab;
a) Benim hiç bir şeyden haberim yok
b) Bana bir şeyler geldi ama içinde ne yazdığını anlayamadım diyemesin.
Çünkü bunun aksi tutum "adaletsiz / haksız" kabul edilir. Ki... Bu "beşer" yargısıdır.
Eğer mutlak olarak adil olduğuna inandığımız bir Yaratıcının muhakemesinden bahsediyorsak, beşerin eriştiği adalet ölçüsü tabiri caizse "solda sıfır" kalmalıdır.
Yine beşer yargısı, "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" prensibine erişmiştir. Yani nasıl ki, Allah uyarıcı göndermediği kavimleri helak etmeyeceğini söylüyor, beşer yargısı da diyor ki, bir şeyin suç olduğu ve buna ne ceza verileceği kanunla yazılıp düzenlenmedikçe, o eylemi yapan kişi suçlu ilan edilemez, ona bu sebeple ceza verilemez.
Bakınız bu kusurlu olmak zorunda olan beşer adaleti... Allah ise mutlak adildir...
Kuran beyanının bağlayıcılığı yani mükellefiyet doğurması sadece dil ile ilgili bir mesele değildir. Dil bunun küçük bir parçasıdır.
Dil, sadece "kelimeler"den ibaret değildir. Mecaz anlamlar, deyimler, atasözleri gibi motamod çeviri ile asla anlaşılamayacak ifadeler de içerebilir. Bunun gibi, yer isimleri, teknik terimler ve sair unsurlar dili ve o dil ile yazılmış / okunmuş bir metni karmaşıklaştırır.
Bu karmaşanın örneklerini onca Profesörün çevirdiği "meallerde" ve hatta onlardan önce gelip geçmiş tefsircilerde bol miktarda görebilirsiniz.
Örnek, "bana müslümanların ilki olmam emredildi" ...
Bir çok mealde mota mod çeviri var... Doğru mu ? Muhtemelen yanlış !
Yine "Gece-gündüz, sabah-akşam, yaya-süvari, ayakta-otururken-yanları üzerine yatmış haldeyken" tanımlamaları motamot çeviriliyor.
Dünya kelimesi bile... Arapça'da kullanılan "dünya" kelimesi ile Türkçe'de kullanılan "dünya" kelimesi karşılık olarak biribirin aynısı mı? Arz kelimesi ile karşılaştırınız.
Mesela,
"Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek hiç bir kuvvet yoktur"
"İsa Allah'ın kelimesidir"
Muhammed Esed, "kelime" sözcüğünün vaad anlamına da geldiğini söylüyor... Siz ne dersiniz ?
Bunlar dilin özellikleri ile ilgili basit misallerdi...
Bir de dilin zaman içerisinde eğilip-bükülmesi, bazı kelimelerin başka anlamlara kayması meselesi var...
Bunu Kuran lafızları nezdinde şöyle söylemek daha doğru olur:
Bazı kelimelere yüklenen anlamların, kitapla diller eğilip bükülmek suretiyle kitapta olmayan bir anlama karşılık tutulması, daha acı ve sert bir tabirle; bazı kelimelerin, onlar Allah'ın kitabında yerli yerine oturduktan sonra, yani siyak ve sibak bütünlüğü içerisinde bir anlam kazandıktan sonra, yerlerinden kaydırılması yani anlam / mana yönüyle TAHRİF EDİLMESİ meselesi var...
Kelimelere, indirildiği günün güncel Arapça'sının karşılıkları verilmek yerine "Dini Istılah Anlamı" isimli uyduruk bir dil ile tercüme edilme meselesi var...
Kuran sadece Arapça inmemiştir. Kuran, vahyedildiği gün Mekke'de ve Medine'de kullanılan GÜNCEL / PÜRÜZSÜZCE ANLAŞILABİLEN Arapça ile indirilmiştir. Kuran'ı dil yönüyle tam olarak anlamak ve bize karşı da "mübin" olması için o Arapça'nın eksiksiz bilinebiliyor olması şarttır.
Dil sorunu böyle...
Dil gibi, zaman ve mekanın gerektirdiği bilgilere vakıf olmak anlaşılmayı kolaylaştırır.
Örneğin, Mescid-i Aksa'nın neresi olduğu konusunu bizler tartışıyoruz. Ama Kuran'ın ilk muhataplarının tartışmamış olması gerekir. Eğer bu husus o dönemde anlaşılamamış olursa, Kuran "mübin" vasfını kaybeder.
Mescid-i Aksa'nın neresi olduğunu bilmekle mesela "Büyük Arş"ın neresi olduğunu bilmek aynı önemi haiz olmayabilir. Çünkü metni anlayarak okuyabilen o günün insanı birisinin zaten bildiği bir yer adı, öbürünün kendisinin görme ve erişme imkanı olmayan bir yer / nokta veya başka bir şey olduğunu yani kendisine işin başından gayb olduğunu kavrayabilir. (Belki de "Büyük Arş" tabiri, o günün insanları içerisinde kullanılan ve yücelikle eşleştirilmiş bir deyimdir, onu da bilmiyorum)
Örneğin, Hz. Peygamber'in eşlerinin rızasını arayarak neyi kendisine haram kıldığı konusu, hadisenin iç yüzü bilindikçe daha anlaşılır olur. Elbette bu ayette verilen mesaj, Hz. Peygamber'in eşlerinin rızasını aramak için bir şeyi kendisine haram kılmaması gerektiği, kendisinin kendisi için bile böyle bir yetkiye haiz olmadığı konusudur. Ama, bu konunun iç yüzünü şahitlikle bilenler, sadece metni okuyanlardan "daha bilgili"dirler.
Mesela, forumumuzda yakın zamanda tartışılan Zeyd'in boşadığı hanımı ile evlenme meselesi gibi, tarihsel bir vakıaya / hadiseye yönelik meselelerde o vakıanın iç yüzünün bilinmesi vahyin anlaşılmasını kolaylaştırır. Kuran benzeri bir çok meselede "zaten bilinen" olguları, tekrar etme, açıklama gereği duymamış olabilir.
Öte yandan malumunuz Kuran salt bir yazılı metin değil, bir "okuma"dır. Sevgili malik kardeşimizin defalarca dile getirdiği gibi, okuyanın / söyleyenin ses tonu ve mimikleri, kelimeler üzerindeki vurgusu dahi metni daha anlaşılır kılabilir.
Kuran, muhataplarının vahyin manasını iyiden iyiye kavraması için "her manadan nice türlü misaller" irad ederken, o toplumda zaten bilinmekte olan kıssaları kullanır. O kıssaları "zaten bilmeyen(!)" kimseler, kıssanın neresinin düzeltilip dikkat çekildiğini bilemeyebilirler.
Yahut o kıssalar, o kıssaları hiç duymamış kimseler üzerinde aynı etkiyi doğurmayabilir.
Bir şeyi / bir eylemi okuyarak öğrenmek ile onu dosdoğru uygulayan birisine bakarak öğrenme arasında inkar edilemez bir fark vardır. Hz. Peygamber'in dizinin dibinde Kuran okumak, dinlemek ve öğrenmekle, 1400 sene sonra olmadık bilgi kirliliğinin içinde, birbirini tutmayan 20 küsur çarpıtılmış mealler yoluyla Kuran'ı öğrenmeye gayret etmek eşdeğer değildir.
Yine biz şanslı bir nesiliz. İnternet var, bilgisayar var, böyle forumlar var, bir şeyler öğrenebiliyoruz. Okuduğum bir makalede, Cumhuriyetin ilanından önce Türkçeye çevirilen Kuran yazmalarının 10'dan fazla olmadığı yazıyordu.
Düşünebiliyor musunuz ?
Kitap dediğin şey, el yazması, matbaa yok, koskoca bir coğrafyada, yüzyıllar boyunca milyonlarca insan "Yahu ben şu çeviriyi alıp bir okuyayım, bizim cami imamı ezbercilerden mi, bilerek söyleyenlerden mi" deme şansına hiç sahip olmadı...
Şimdi Allah için vicdanınızdan konuşun, "bilenle bilmeyen bir olur mu" diyen Yaratıcı nezdinde, Kuran'ı, "leb demeden leblebiyi anlayacak kaabiliyet / imkan ve vasıfla" dinleyen ilk muhataplarla az yukarıda örnek verdiğim milyonlarca insan bir tutulabilir mi ?
Bu iki grubun ikisinin de kendisini "müslüman" olarak tanımlamış olması, bu iki grubu vahyin getirdiği mükellefiyetler, sorumluluklar yönüyle eşitler mi ?
Tabligat, hangi gruba daha iyi yapılmış ?
Hayrullah meral kardeşim bir iki ileti önce "bir yazı anlaşılmak istendiğinde önünde hiç bir engel yoktur" dedi. İyi güzel de, bir grup anlamak için hiç bir çabaya muhtaç değilken, diğer grup çok farklı koşullarda ise bu iki grup birbirine denk olur mu?
Kardeşlerim, bu yazıda dil ve vahyin indiği ortama ilişkin hususlar hakkında yazdım. Bu forum başlığına sebep teşkil eden makaleyi tekrar okuduğunuzda Kuran'da bu konu ile ilişkilendirilebilecek bir çok ayetin yukarıda sayılan hususlarla paralellik arzettiğini ve bu durumun "mutlak adalet" ölçütünün zaten zorunlu bir sonucu olduğunu görebilirsiniz.
Şu hususu bu tartışma başlığında belki üçüncü kez tekrar ediyorum ki,
1) Kuran'ın evrenselliği ile Kuran hükümlerinin insanlar üzerinde doğurduğu mükellefiyetten / sorumluluktan bahsediyorum ve uyarılmamış kimselerin veya metni tam olarak anlayamayan kimselerin metni tastamam / pürüzsüz olarak anlayanlarla eş tutulamayacağını söylüyorum.
2) Kuran hükümlerinin mesuliyetler yönüyle evrensel olması ile Kuran'ın her toplumda görülebilecek ve bu nedenle "evrensel" olarak nitelendirilebilecek "ilkeler" içermesi farklı konulardır. Kaldı ki, sevgili Malik bin Nebi kardeşimin bir kaç ileti önce vurguladığı gibi bir çok toplumda görülen ortak ilkelerin dahi "mutlak" manada evrenselliği tartışılabilir bir konudur. Görecelidir. Mutlakiyet, istisna kabul etmez. İstisna kaideyi bozmaz derseniz göreceli olarak, bazı ahlaki ilkelerin evrensel değer olduğu söylenebilir. Görecelilik ise, mekandan mekana, zamandan zamana değişebilir. Yeryüzünde hali hazırda yaşamakta olan insan toplulukları, kabileler ile ilgili belgeselleri izleyen, buna dair materyalleri irdeleyen kardeşlerimiz, bize çok garip hatta çarpık gelecek davranış modellerinin az veya çok kişiden oluşan TOPLULUKLAR tarafından kabul edilmekte olduğunu bilirler. Elbette bunlar genel içerisinde bir istisna teşkil edebilir.
Başka yazılarda Allah imkan verirse evrensellik konusuna Tevrat ve İncil bahsi ile değineceğim.
Yine önceki tartışmalarımızın özeti kabilinden Kuran'ın korunmuşluğu meselesine de değineceğim.
Esen kalın.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
zaten herkesin sorumlu olduğu şeyleri bir kere daha hatırlatmıştır...
evrensel olan şey her insanın yaptıklarından sorumlu tutulacağıdır...
herkesin ameli boynuna bağlanacak ve onunla uygun sona varacaktır...
insan için ancak yaptığının karşılığı vardır...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Katılma Tarihi: 02 haziran 2010 Gönderilenler: 137
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Merhaba aliaksoy,
aliaksoy Yazdı:
Kuran'ın evrenselliği ile Kuran hükümlerinin insanlar üzerinde doğurduğu mükellefiyetten / sorumluluktan bahsediyorum ve uyarılmamış kimselerin veya metni tam olarak anlayamayan kimselerin metni tastamam / pürüzsüz olarak anlayanlarla eş tutulamayacağını söylüyorum.
Katılıyorum ve ekliyorum: Kuran insanlar için bir “hesaba çekilme aracı” değil, kendisini onu izleme anlamında sorumlu hissedenler için bir hayat rehberidir, kılavuzdur. Allah’ın kullarına yaptığı bir çağrıdır. Bu çağrıya olan icabet, zorla değil, ancak bir arayışın sonucu olarak gerçekleşirse istenen etkiyi yaratabilir. Herkesin diline doladığı “Dinde zorlama yoktur” cümlesi de bunu anlatır.
Allah, Kuran’ı nebisi için farz kılmıştır (28/85). Kişi ancak isterse onu kendisine farz kılar ve dosdoğru bir yola girer. Peygambere ve onun toplumuna yapılan her seslenişi, bütün insanlara yönelik addetmek, Kuran’ın üzerine almadığı bir misyonu ona yüklemek demektir. Bunun ayırdına varılamadığı için de sonu gelmeyen ve muhtemelen de gelmeyecek olan malum tartışmalar sürüp gitmekte ve bu kısır döngü içerisinde Kuran’ın potansiyelinin farkına varılamamakta, adeta es geçilmektedir.
Hesaba çekilmek için ille de bir kitap istiyorsak işte:
[Casiye/28-29]: Her toplumu/topluluğu diz çökmüş görürsün. Her toplum/topluluk kitabına çağrılır. O gün, işlemiş olduğunuz şeylerle karşılıklandırılırsınız. “Bu kitabımız, aleyhinize gerçek ile konuşuyor. Şüphesiz Biz, işlediklerinizi kopyalıyorduk.”
aliaksoy Yazdı:
Kuran hükümlerinin mesuliyetler yönüyle evrensel olması ile Kuran'ın her toplumda görülebilecek ve bu nedenle "evrensel" olarak nitelendirilebilecek "ilkeler" içermesi farklı konulardır. Kaldı ki, sevgili Malik bin Nebi kardeşimin bir kaç ileti önce vurguladığı gibi bir çok toplumda görülen ortak ilkelerin dahi "mutlak" manada evrenselliği tartışılabilir bir konudur.
Kuran ilkelerinin evrensel olması için her toplumda görülüyor olması gerekmez. Bu ilkeler, Allah tarafından olduğu için “mutlak” evrenseldir. Toplumlar bu ilkeleri uyguladıkları/hayatlarına yansıttıkları ölçüde evrenselleşirler. Bu yüzden “Biz Kuran’a göre ne kadar evrenseliz?” sorusu da çok önemlidir. Bana göre yapılması gereken şey, Kuran’ın o günün toplumu/şartları için öngördüğü hükümleri/uygulamaları ayırt ederek, evrensel olduğuna kanaat getirdiğimiz ilkeleri Kuran’a arz etmek olmalıdır.
Tebbet süresini senin ırkından,soyundan ve kanından oldukları halde iman ve inancından dolayı sana cephe alanların rezil edildiği bir süre olarak düşünebiliriz.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Bu evrensellik meselesi benim aklıma takılan bir konudur. Bazı sureleri okuyunca bana ilk bakışta çok lokal ve kişisel geliyorlar. Bir Kureyş, bir Fil, bir Tebbet suresi bunların başındadırlar.
Kureyş'e olan özel hitabın sebebinin hem peygamberin kabilesi hem de Kabe'nin yöneticileri oldukları olarak düşünürseniz ortada bir yerellik olduğu söylenemez.
Tebbet suresini peygamberin amcası yerine ateş (halkının) babası olarak düşünürseniz, o ateş babalarının mallarının, kazandıklarının kendilerine fayda vermeyip cehennemi boylayacağı, böylelerine eş olanların da aynı tehlikede olduğunu düşünürseniz ortada bir kişisellik olduğu söylenemez. Velev ki Abduluzza bin Abdulmuttalib'e hitaben bir sure olsun yine pek birşey fark etmez. Bu seferde akrabalığın (peygamber amcası olmanın) insanı kurtarmayacağı bilakis bazı akrabalıkların (cehennemlik işler yapan adamın eşi olmanın) büyük bir tehlike olduğu dersi alınabilir. Paranın, malın kimseyi kurtaramayacağı, dünyada taşıdığın çalıların (kötülüklerin) sana yarın cehennemde odun (azab) olarak döneceği dersi alınabilir.
Fil olayını da Allah'a karşı hiçbir süpergücün galip gelemeyeceğine bir örnek olarak düşünebiliriz. Yeryüzünün en gelişmiş silahların, vasıtaların (o gün için fillerin) Allah'a karşı sökmeyeceğine bir ders olarak düşünebiliriz. Ve en önemlisi kuşların saldırısını bugünkü savaş uçaklarına bir ilham, bir esin kaynağı olarak düşünebiliriz. Atılan taşları bomba ya da mermilere ilham, esin kaynağı olarak düşünebiliriz. Filleri bugünkü tanklarla eşleştirebiliriz. Bu olaydan, hava saldırılarının yer saldırılarından daha başarılı sonuç verdiği dersini çıkarmak da mümkündür.
Bununla birlikte, evrensellik mevzusundaki en büyük sorunlardan biri, çarpıtılmış genellik (evrensellik) anlayışıdır. Sistem(ler)in bizlere dayattığı algılardır. Bu sistemlerin dayattığı algıları (perdeleri) kaldırabilir ve algılara mahkum olmadan özgürce İslam'ı ifade edebilirsek ortada bir sorun kalmayacaktır. "Efenim şimdi genelgeçer evrensel zort kuralı var o halde ben bu kuralara uygun yorum-tevil yapayım" deyip çarpıtmaca olmayacak. Önce şöyle esaslısından bir "LA" çekmek gerekiyor. Yani "Allah'tan gayrı boyun bükülüp itaat edilecek yoktur" denecek. "Only God can judge me" denecek. Kınayıcının kınamasından korkulmayacak. Tağutu red etmeden Allah'ın kulpuna yapışmak mümkün müdür? Bina yıkılmadan üzerine bina inşa edilebilir mi? Cık edilmez. Önce binayı ta dibinden dinamitleyip havaya uçuracaksın ancak o zaman sapasağlam bir temel atabilirsin. Sapasağlam bir temel atabildin mi de gerisi gelir Allah'ın izni olursa.
Kaldı ki kaç kişi insanlara dayatılıp yutturulan şeyleri, evrensel denen kuralları (algıları) düşünüp de gerçekten oluşturulmuş sahte bir algı değil de mutlak doğru olduğuna kanaat getirdi? Dahası Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir? Biz evrensel tağutların sözüne mi inanacağız yoksa Allah'a mı? Biz sahibine mi inanacağız yoksa anıran eşeğine mi? Daha da dahası evrensellik de nedir? Bismillah; daha Ay'a çıkıp çıkmama meselesi bile tartışmalıyken nedir bu gözünü Andromeda'lara dikmeler? Hele biz bi' Dünya'yı halledek de sonra evrene sıra gelsin.
Katılma Tarihi: 25 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 156
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Kuran dan daha iyi, insanı arındıran, huzura kavuşturan,
iyiliğe ulaştıran bir rehber tanımadım. Üstelik Arab değilim. Üstelik O nunla 1400
yıl sonra tanıştım.
Kuranla tanışanların hemen onu tasdik etmesi ve ona uyması şartı yoktur. Bu
zamanla kendiliğinden olabilecek bir inanç durumudur. Özellikle inananların
örnek kişiliği ve yaşamı dinin yayılmasını sağlar.
Bu durumda hayatı boyunca Kuran a ikna olmazsa durumu Allah a kalmıştır. O
dilerse yaptığı iyiliklere karşılık kişiyi temize çıkarıp kurtarabilir.
Kuranla tanışmamış insanlar için iki grup var, biri kitap ehli diğeri ümmi yani
kitap verilmemiş olanlar.
Kitap ehli içinden şirk koşmayanlar, kötülük yapmayanlar, arınmayı başaranlar
kurtulacak. Ümmilerin ise sadece arınamayanları, kötüleri hüsranda. Hz.İbrahim gibi
hanif olursa ne ala mertebesi yükselir. Ateist olanların durumu Allah a kalmış.
Sonuçta tekrar dirildiklerinde inançları tam olacak ama inançsız birinin
arınmayı başarması çok zor. ( Burada Hz. İbrahim in resul olmadan önceki haline
atıf yaptım )
Kurana göre mesuliyetlerin durumu ise şudur:
Salat, oruç, sadaka verme gibi ibadetlerin yapılmaması durumunda ceza yoktur.
Bunlar insanın esenliği ve arınması için tavsiyedir. Kuran bunları yapanları
yüceltmiş ve müjdelemiş, yapmayanları kınamamıştır.
Uzak durulması istenen içki ve zina gibi çirkin kabul edilen davranışların
dünyevi kötü sonuçları olduğu gibi kişinin tamamen sapıtmasına da neden
olabilir. Bunların günahı sebep oldukları kötülüklerle beraber ortaya çıkar.
Hiç bir kötülüğe sebep olmaması mümkün değildir. Bu nedenle mutlak olarak değil
bağlamı nedeniyle günahtır.
Cinayet, işkence, faiz, hakka-adalete engel olma gibi kişinin kendine ve
başkasına yaptığı kötülükler, yapan kişi bunlardan tövbe edip arınmadığı sürece
kişiyi sürekli olarak kalacağı azaba götürür.
Öte yandan Kuran ı toplum olarak kabul edip şeriatını uygulamak gerekmektedir.
Kuran ın asıl mesuliyet kısmı burada ortaya çıkıyor. Birey olarak uygulamakta
serbest olduğumuz kuralların, toplumsal tatbikinde uyma zorunluluğu vardır.
Örneğin, salat kişisel bir ibadetken, cuma salatı toplumsal kaynaşmanın gereği
olduğundan kişilere kanunen şart koşulabilir. Tıpkı oy kullanmanın, kazazedeye
yardımın, askere gitmenin şart oluşu gibi.
Yada örtünmek toplumsal düzenin sarsılmaması için şart
koşulabilir. Günümüzde sigara ve içkinin bir çok yerde içilmesinin yasak oluşu
gibi.
Ki zaten de işin içine ikinci kişi girdiğinde hukuk ortaya çıkıyor. Kuran
hukuku uygulanmayan toplumun Kuran ın dışına sürüklenmesi doğaldır. Bu nedenle
Müslümanlar Kuran hukukunu tatbik etmeye çalışmıştır. Zamanla uygulama zor
gelince terki veya yorumu yoluna gidilmiş. Mezhepler ortaya çıkınca da din
siyasetin eline geçmiştir.
Kuran nın içeriğinde evrensel (zaman ve mekan ayrımı yapmayan) olduğu şüphe
götürmeyen kısımlar bir tarafa, bazı kişilerin bu konu bizi ilgilendirmez veya
sadece o dönemde yaşayanları bağlar dedikleri kısımlar var. Bakış açısı farklı
olduğundan veya mahalle baskısından bu söylem öne çıkıyor.
Eğer bir olaya Kuran da yer verilmişse bu herkesi ilgilendirecek diye bir şart
zaten yoktur. Bu anlatım bir dönemi kapatıp yenisini açmış olması muhtemeldir.
Veya kelimelerinin daha iyi anlaşılması için farklı anlatımlara yer verilmiş de
olabilir. Çünkü, bazı kelimeleri basit olayların anlatımı yardımıyla
kavrayabildim.
Sonuçta evrensel değil diyenlerin de, karşı itirazların da tutarlı savunmaları
var. Burada gelinen nokta; zorla dayatılamayacağından hareketle bu kadar yaygın
kabul görmesinin, Kuran ın yekpare olarak evrensel olduğu sonucudur. Kuran ın
evrensellik iddiası yok diyenlerin iyice düşünmesi gerekir. Ayetlerde sadece
insanlara değil cinlere de hitap var. Ayrıca Adem den beri aynı yasaların
tekraren Kuran la hatırlatıldığı beyanı var. Burada ilk insandan beri
değişmeyen ilkelerden söz ediliyor. Örneğin, salat ve oruç gibi her ümmete
yazılan ibadetler. Kısas gibi cezalar v.s.
Tabi bazı hükümlerin kaldırılıp, başkalarının geldiği de bildiriliyor.
Buna istinaden denirse ki, ‘öyleyse 1400 yıl önceki hükümler şimdi
uygulanmamalı’ o zaman bu, revizyon hakkını Allah tan almaya kalkışmak olur.
Toplum ve kültür farkı öne sürülse de bir çok ayrıntıya giren Kuran şartlara
göre değişen uygulamaları da zaten beyan etmiştir. Örneğin, yolculukta salat,
su bulunmaması durumunda teyemmüm, hac ibadeti için uzaklardan gelenle Kabe de
ikamet edenlerin farkına değinilmesi gibi. Yada uygulamalarda yerellik olgusuna
pek rastlanılmaması gibi. Çöl hayvanı olmayan domuzun haram kılınması gibi. O
kadar sıcak olan iklime rağmen örtünmenin, dış elbise giymenin istenmesi gibi.
Yerellik ve zaman kayıtı eleştirilerini göğüslemekte
zorlanan konuların başında cezalar ve medeni hukuk gelmekte. O dönemde cezalar
tehir edilmeyip hemen uygulandığından kırbaç, el kesme ve kısas gibi cezalar
vardı. Zaten devlet diye bir şey olmadığından suçluların tutulduğu bir
hapishane pek ayakta kalamazdı. Sonuçta hapishaneleri kim finanse edecek?
‘Kısasta hayat vardır’ ayeti içeriğindeki derin paradoksla
insanlık tarihinin en tartışılan cümlelerinden olmalı. Günümüzde kısasın yerini
tazminat ve hapis cezası almıştır. Almıştır da kısas kadar etkili midir?
İnsancıl olmadığı eleştirisi haklı mıdır? Sonuçta suçu işleyen de insanlık dışı
bir iş yapmış olmuyor mu?
Cezaların tatbiki için Kuran delil şartı aramaz. Belli
sayıda şahit ve yemin etme yeterlidir. Kuran bilimsel delillere pek güvenmiyor,
O nun için insan sözü daha muteber. Öte yandan
yalancı şahitliğin cezası 70 celde.
Bilimsel delillere güvenmeme konusu kadınların iddetinde de
göze çarpıyor. Boşanmış kadının hamile olmadığının anlaşılması için belli bir
süre evlenmeden beklemesi gerek. Oysa günümüzde hamilelik testi var, var ama
acaba ne kadar güvenilir? Çok eskiden beri bilinen kurbağa testi de var ama
Kuran ona da pek güvenmemiş olacak ki kesin kes bekleme süresi koymuş.
Aslında tüm bunlara Kuran zaman üstü değildir deyip
geçilebilir ve bu yüzden kimse kınanamaz ama şu var ki bu kadar kuralın hükmün
şaşmaz bir kesinlikle bir kitapta toplanması ve uygulanabilir olması yaşam gibi,
evren gibi büyük bir mucizedir.
Kuran ın bir başka iddiası da, Kuran var olduğu sürece bir
benzerinin gelmeyeceğidir. Bu nedenle seleflerini tasdik eden Tevrat, İncil ve
Kuran insanlık tarihinde sonlandırılmış bir ilahi seridir. Tamamını incelemiş
olarak söylüyorum ki, gerçekten bir seridirler. Özellikle Tevrat ve Kuran da
geçen olaylar nerdeyse aynıdır. Bazı olay ve kişiler farlılık arz eder. Tevrat
tan Kuran a gelişen kavramlar da var. Örneğin, cennet ve cehennem kavramı
Tevrat ta yokken İncil de çok kısa, Kuran da detaylıdır. Kutsal Ruh ve öldükten
sonra dirilme de Tevrat ta geçmez. Kuran a göre; Tevrat evrenseldir ancak,
Yahudiler onun evrenselliğini bozmuşlar kendi ırksal kitapları haline
getirmişler. Aynı şekilde İncilin evrenselliğini fesada uğratan kısımlar da ona
gölge düşürücüdür. Yinede her üç kitap oluşturdukları kuşaklar boyu devam eden
kültürleriyle evrenselliklerini tescil etmişlerdir. Binlerce yıllık Mısır,
Roma, Mezopotamya, Anadolu, Astek, Maya gibi kültürleri alaşağı
etmişlerdir.Temeli İslam olan bu üç
kitap, özelliklede Kuran, inananları bir
yana inanmayanlarını dahi kendi rotasına sokmuştur.
Davut Eroğlu
__________________ Artık sadece kainat kitabını okuyorum. Daima Rabbime teşekkür ederek.
"....Birey olarak uygulamakta serbest olduğumuz kuralların, toplumsal tatbikinde uyma zorunluluğu vardır. Örneğin, salat kişisel bir ibadetken, cuma salatı toplumsal kaynaşmanın gereği olduğundan kişilere kanunen şart koşulabilir..."
cuma zaten tolumsal bir ibadettir.bireysel olarak uymak zorunda olmadığın şeye toplumsal olarakda uymak zorunda olmazsın.bazı şeyler toplumsal olarak düzenlenmişdir.
size katıldığım yerler var.ama katılmadığım yerlerde var.bana göre zorunluluk heryerde vardır.insanların bireysel zorunlkuluğuda vardır.salat ,oruç gibi dediğiniz şeylerde uymak ve uygulamak zorunludur.tavsiye değildir.ister yap ister yapma olmaz.yapmak zorundasındır.yapmamak suçtur.ve her suç bir cezayı gerektirir.
tevrat ve incilede evrensel demişsiniz.kur'an dan önceki bütün kitaplar ehline gönderilmişdir.ve onlara kitap ehli diye hitap edilir.evrensellikden ziyade kavmi hükümler içerir.ama ilimde üstün kılınan ve içinde ibretler olan çok örnek bir kavme verildiği için geniş bir tatbikat alanı bulabilir.kur'an ise herkavimden birşeyler içerir.bütün kavimleri ve bütün insan karekterlerini içine alır.yeryüzünde nefes alan herkes kur'an na uymak zorundadır.
De ki: "Ey Ehlikitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni tam uygulamadıkça hiçbir şey değilsiniz." Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun küfür ve azlığını elbette artıracaktır. Küfre batan topluluk için tasalanma artık.
ayet açık.yahudiler ve nasaralar;tevratı,incili ve RAB lerinden onlara indirileni(kur'anı)tam olarak uygulamak zorundadır.hem kaldıki tevratın aslıda ellerinde yok.incilin aslının ellerinde olmadığı gibi.
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma