Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Ra'd 41: Görmüyorlar mı ki biz o yerküreye geliyor, onu uçlarından eksiltiyoruz. Allah hükmeder; O'nun hükmünü denetleyecek de yoktur. Hesabı çok çabuk görür O. (Y N Öztürk)
Benim anladığım, Allah’ın o yere gelmesi orada işlerin Allah’ın programladığı şekilde yürümesidir. Örneğin Allah güneşin doğudan gelmesini programlamıştır; güneş doğudan gelir, hiç kimse onu batıdan getiremez (2:258).
Allah’ın o yeri uçlarından eksiltilmesini de buna yoruyorum. Ve gündüzle geceyi bir birinin üzerine yuvarlamasını (39:5, 13:3), gündüzü geceden soyup almasını (36:37) - نسلخمنهالنهار...
Yani dünya Kuranen portakal gibi yuvarlak* olup güneşin çevresinde dolanırken kendi etrafında da saat yönünde döner. Ve böylece Allah gündüzün aydınlığını gecenin üzerinden portakal soyar gibi soyup alır.
O kürenin uçları gün batımında eksilip gün doğumunda yeniden belirir.
Örneğin güneş bugün Ankara'da 16.40'ta batacak; Konya'da 16.47, İstanbul'da 16.52. Gündüzün bu üç ucunda yerkürenin üç ucu eksilecek. Önce Ankalara'lılar görecek eksilmeyi, sonra Konya'lılar, en sonunda İstanbul'lular.
Ve hiç durmadan eksiliyor uçlar. Çünkü yerküremiz hiç durmadan dönüyor.
Vel arda ba'de zalike dehâha: Ondan sonra Arzı dahv etti, buyurulmaktadır. Bir şeyi bir yerden bir yere götürmek anlamına gelen DAHV ve DAHY köklerinde bir yuvarlaklık anlamı da vardır. Çocukların topu yerde eşilen bir çukura düşürmelerine DAHV denir. Deve kuşunun yuva yapmasına, yatacağı yerdeki taşları temizlemesine İDHÂ dendiği gibi yumurtladığı yere ve yumurtasına İDHİYY denir. Lisânu'l-'Arab sâhibi İbn Manzûr bu kelime hakkında şu bilgiyi veriyor... Hasılı, DAHV döşemek, düzeltmek demek ise de sadece basit bir döşemek ve düzeltmek değil, yuvarlak olarak düzeltmek, döşemek anlamını verir ki bu âyetten Yer'in yuvarlak yaratıldığı anlamı çıkar. Bunun için biz, meâlde ayete "Yer'i yayıp yuvarlattı" anlamını uygun gördük.
Hasan hocam, yukarıdaki açıklamalarınız için teşekkür ediyorum.
7/34: VE Lİ KULLİ UMMETİN ECELUN FE İZÂ CÂE ECELUHUM LÂYESTE’XİRÛNE SAÂATEN VE LÂ YESTEQDİMÛN – Her (inkarcı) milletin bir (hesabının görüleceği/ azap edileceği) bir zamanı vardır. Onların zamanı celince onu ne bir saat ileri nede geri alabilirler.
13/38: …Lİ KULLİ ECELİN KİTÂB – Her dönem için (Allah’ın ) bir hükmü vardır. (Veya, lafızların arasında takdim tehir olduğunu kabul edersek; Lİ KULLİ KİTÂBİN ECEL ŞEKLİNDE: Her hükmün bir zamanı vardır. Zamanı gelince Allah o azap hükmünü indiriveriyor).
39: Allah dilediğini yeryüzünden siler dilediğini bırakır. Çünkü ana yasa O’na aittir (tüm yetki ve karar O’nundur).
40: Kesinlikle, onlara vazettiğimiz azabın bazısını (dünyada olanını) sana göstereceğiz. Ve seni çekip aldıktan sonra da onlar bize dönecekler! Onun için sana düşen bunu onlara duyurman, bize de hesap görme düşer (onların hesabını biz göreceğiz.).
41: Görmüyorlar mı bizim o yurda (o keferenin yurduna veya dünyaya) nasıl geldiğimizi ve etrafından/çevresinden nasıl eksilttiğimizi (görmüyorlar mı)? Allah hükmediyor ve hiç bir kimse/ hiçbir güç O’nun hükmünü iptal edemez ve O hesabı seri görendir.
Dikkat ettiyseniz, bu ayetlerin tümü korku dehşet ve tehdit içeriklidir. Devamındaki ayetler de öyle.
Allah dünyaya her taraftan geliyor ve milletler, şahıslar hakkında verdiği hükmünü infaz ediyor. Nice milletleri zamanı gelince yeryüzünden siliyor. Onları da bununla tehdit ediyor. Kendilerinden önce de kendileri gibi Allah’ın elçilerini tekzip eden nice milletleri nasıl yok ettiğinihatırlatıyor (Ad, Semud, Lut kavimleri gibi).
Sizin anladığınız gibi ben anlamıyorum. Sizin, “Benim anladığım, Allah’ın o yerküreye gelmesi işlerin orada Allah’ın programladığı şekilde yürümesidir.” Şeklinde ifade ettiğiniz anlayışa kısmen katılıyorum. Şöyle ki: Allah yerküreye, milletlerle ilgili ezeli hükmünün zamanı gelince, azabıyla sevabıyla geliyor. İbrahim ile Firavun arasında geçen konuşmada İbrahim’in verdiği “Rabbim güneşi doğudan getiriyor, hadi sen de batıdan getir” örneğinin burada verilmek istenene uygun düştüğünü sanmıyorum. O örnek, daha çok “Göklerde ve yerde ve ikisi arasında olan her şey Allah’a ait, her şeye; güneşe aya, yıldızlara… hükmeden O’dur” tarzında bir örnek.
41: Görmüyorlar mı bizim o yurda (o keferenin yurduna veya dünyaya) nasıl geldiğimizi ve etrafından/çevresinden nasıl eksilttiğimizi (görmüyorlar mı)? Allah hükmediyor ve hiç bir kimse/ hiçbir güç O’nun hükmünü iptal edemez ve O hesabı seri görendir.
Neden veya? Yani Allah hangisinden söz ediyor; o keferenin yurdundan mı, dünyadan mı? Bunu aşağıdaki cümlenizde açıklığa kavuşturmuş olduğunuz düşünülebilir mi?
Allah dünyaya her taraftan geliyor ve milletler, şahıslar hakkında verdiği hükmünü infaz ediyor.
Kuran'da "Arz"ın, yerine göre, hem dünya hem de "o ülke" için kullanılmış olduğu örnekleri var.
"Allah'ın arza geldi/gelir" ifadesi mecaz.
Cezalandırmak üzere o arza Allah geliyor ve o arzın üzerinde yaşayanlardan eksiltiyor. Yani Allah arza ceza olup geliyor. Nitekim, "Allah bir çok karyeyi helak etti/yok etti" derken, o şehri/kasabayı yok ettiği anlaşılmıyor. Yok edilen o kasabaların halkları. Karyeden kasıt karyede yaşayanlar. Arzdan/arzın doğusundan batısından, kuzeyinden güneyinden Allah'ın bir şeyler eksilttiği ve onların da bunu gördükleri falan yoktu. Kaldı ki, Allah yerkürenin etrafından gözle görülür bir şeyleri eksilttiğini biz de görmüyoruz. O gün o kafirler bunu nasıl göre biliyordu?
Allah "o arza geliyor" derken, o arzın hepsine geliyor ve "o arzın etrafından eksiltiyor" derken de, o arzın tümünden eksiltiyor. Siz neye dayanarak arzın uçları ile günün uçlarının aynı uçlar olduğunu iddia ediyor ve "etraf" çoğul iken "iki uçtur/ doğu ve batıda ufukta iki noktadır" diyorsunuz? Ankara için iki uç, İstanbul için iki uç... şeklindeki açıklama çabanız hikaye.
Madem üzerinde durduğumuz ayet 13:41'dir başka ayetlerden önce bu ayete bakmak zorundayız. Allah bu ayette "Dünyaya her taraftan geldiğimizi görmezler mi?" demiyor; "Dünyayı onun uçlarından eksilttiğimizi görmezler mi?" diyor - اولميروااناناتيالارضننقصهامناطرافها.
13:41'deki مناطرافهاgelme eylemine değil eksiltme eylemine aittir ama ayetin alttaki iletinizde sunduğunuz versiyorundan مناطرافها atıldığı için bu anlaşılmıyor: Görmediler mi bizim geldiğimizio arza... اولميروااناناتيالارض .
Bir de ENNE NE'Tİ -اناناتي- kelimelerini vurgulamışsınız, ben göreyim diye. Sanki onu görmüyormuşum ya da yok sayıyormuşum gibi. Hayır, o var. Ama sorun o değil. Sorun sizin, yerkürenin etrafından" ifadesini görmemiş olmanız.
*
Allah dünyaya her taraftan geliyor ve milletler, şahıslar hakkında verdiği hükmünü infaz ediyor.
Hayır. 13:41'in konusu Allah'ın insanlara değil "elArd"a ne yaptığıdır. Asıl vurgulanması gereken o olduğu halde siz Allah'ın "elArdı uçlarından eksiltmesi"ni gözardı ediyorsunuz.
Ayeti böyle değiştirmenizin gerekçesi ise siyakta şahısların infazından söz ediliyor olması. Oysa infaz uyarısı yalnızca bu ayetin siyakında değil Kuran'ın her yerinde var.
O genel uyarıyı yeryüzünün uçlarından eksiltilmesi gibi özel olayları dışlamamıza gerekçe yaparsak Kuran'daki bazı olayları dışlarız dışlamasına da iyi mi ederiz? Örneğin aynı genel uyarı Fetih 13, 14'te de var. Savaştan geri kalmış olan münafıkların Fetih 15'te dile getirilen sonraki özel tavırlarına o genel uyarıyı gerekçe yapıp göz yummamızı haklı kılar mı bu?
*
Allah... "o arzın etrafından eksiltiyor" derken de, o arzın tümünden eksiltiyor.
Bu sizin iddianız. İddia olarak kaldığı sürece başım üzre yeri var. Ama "Allah'ın gerçeği bu!" derseniz ben almıyım (Argo kaçmayan bir ifade şu anda aklıma gelmiyor. Gerçi sizin "hikaye"niz kadar kaba değil ama yine de özür dilerim.)
*
Siz neye dayanarak arzın uçları ile günün uçlarının aynı uçlar olduğunu iddia ediyor ve "etraf" çoğul iken "iki uçtur/ doğu ve batıda ufukta iki noktadır" diyorsunuz? Ankara için iki uç, İstanbul için iki uç... şeklindeki açıklama çabanız hikaye.
Arzın uçlarını gündüzün uçlarından ayıramazsınız. Çünkü gündüz, yeryüzünün güneşe dönük olduğu zamandır yani gündüzün tanımında yeryüzü ile güneş ışıklarının birlikteliği var. Bunu ise güneşin karşısında "yerküre"nin kendi ekseni etrafındaki dönüşü sağlıyor. O yüzden güneşin batmasıyla birlikte arzın akşamki ucu da karanlığa karışıp eksilir. Allah "geceyi gündüzün üzerine yuvarlıyor"un anlamı bu (39:5) - yukevvirul leyle alen nehâr, يكورالليلعليالنهار.
Daha önce bir Urfa türküsüne yollama yaparak anlatmaya çalıştım ki arzın "etraf"ı onun "uçlar"ıdır:
Urfa'nın "etraf"ı dumanlı dağlar
Dışarım gülüyor aney içerim ağlar.
Urfa'nın "etraf"ını kentin orta yerine taşıyıp orayı dağ taş yapamazsınız. Yerkürenin etrafını da. Onları ortalayamazsınız; güneşi yerkürenin ta göbeğinde doğdurup batıramazsınız. "Allah güneşi doğudan getiriyor; hadi sen batıdan getir!" (2:258)
İKİ uç ve İKİDEN ÇOK uç ifadelerini de açıkladım:
Güneşin İstanbul gibi belli bir yerde yalnızca bir kez doğup bir kez batması sünnetullahtır, hikaye değil. 1 + 1 = 2. Lütfen! Ama size göre sahiden hikaye ise izin verin o iddianızı da almıyım efendim.
İKİDEN ÇOK uç (etrafen nehâr - اطرافالنهار) ifadesini ise yeryüzünün örneğin iki noktasında güneşin bir günde iki kez doğup iki kez batmasına yollama yaparak açıklamaya çalıştım. 2 + 2 = 4.
Ankara + Konya + İstanbul gibi üç yerden söz etseydim şu denklemi kurardım: 2 + 2 + 2 = 6.
Bu sayfanın sol ucunda da hiç durmadan dönen bir yerküre var. Bakar mısınız. Hiç durmadan dönüyor ve gün batımında hiç durmadan onun bir ucu eksiliyor. Öyle üç tane, milyon tane, milyar tane değil sınırsız sayıda uç var.
Güneşin Ankara, Konya, İstanbul'da üç ayrı saatte battığını hatırlattım; 16.40, 16.47, 16.52. Akşamleyin oralarda beliren, işte gündüzün toplam 3 ucu bunlar.
Ama bir günde o üç kentin her biri için gündüzün yalnızca iki ucu var: tarafeyin nehâr - طرفيالنهار.
Gına gelmedi mi? Bıktırırcasına böyle bir daha bir daha anlatmak bile yetmiyorsa Abdurrahman Bey, artık bırakalım bu müzakereyi.
"Allah'ın elleri olmadığı gibi gündüzün iki ucu da olmaz; GÜNDÜZÜN İKİ UCU bütün gün anlamına gelir" iddiasını gerçekten ciddiye alamıyorum.
Başka ayetlerden önce bu ayete bakmak zorundayız. Allah bu ayette "Dünyaya her taraftan geldiğimi görmezler mi?" demiyor; "Dünyayı onun uçlarından eksilttiğimi görmezler mi?" diyor - اولميروااناناتيالارضننقصهامناطرافها.
21/44: EFELÂ YERAVNE ENNÂ NE'TİYE-LERDA NENQUSUHÂ MİN ATRÂFİHÂ; EFE HUMU-LĞÂLİBÛN? - Görmiyorlar mı bizim yere geldiğimizi (ve) etrafından eksilttiğimizi, onlar mı(bize baskın gelecek?
50/4: Qad a'limnâ mâ yenqusu-l'ardu minhum Ve 'indenâ kitâbun hafîz - And olsun yer/toprak ne eksiltiyorsa onlardan biz biliyoruz. (her şeyin içinde) korunduğu kütük bizdedir/biz aittir.
Salat tartışmasının dışında olmak üzere, arzın uçlarından eksiltilmesi meselesi, ayetleri bilimsel verilerle açıklayan görüşlerce;
1) Gezegenimizin kutuplar bölgesinde mevcut (ve bir görüşe göre git gide artan) basıklığa,
2) Yeryüzüne sonradan gök taşları / buz yüklü astroidler tarafından getirelen suyun miktarındaki artışlarla, karaların sular karşısındaki oranının azalmasına,
3) Yeryüzündeki su ve kara parçaları dengesinde iklim değişiklikleri sırasında su seviyesinin inişler ve çıkışlar gösterdiği devrenin su seviyesinin çıkış gösterdiği dilimine
işaret ediyor olarak açıklanabilir.
Ancak ben, Kuran'ın ilk muhataplarınca anlaşılamayacak durumda olan delil ve sözlerin onlar üzerinde hiç bir etki doğurmayacağı için göreceli olarak anlamsız olduğuna inanırım. Öncelikli anlam, ilk muhatapların anlamaları muhtemel kavramlar üzerine bina edilmelidir.
Zaten Kuran'ın ve tüm kutsal metinlerin tarihsel olduğuna inandığım için Kuran beyanının ilk muhataplarına verdiği anlam esas olmalıdır.
Bu nedenle, bu tarz ayetler her çağın keşiflerince başka başka yorumlanmaya müsaittir ve zorlamalarla yüzlerce çeşit anlam yüklenebilir.
Esen kalın.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yerin etrafı yerin yüzü. İnsanlar yerin yüzünde yaşıyorlar. Allah yere geliyor, Allah yeryüzünde yaşayanlara geliyor. Allah'ın gelmesi de azabının gelmesi. Tabir caizse, Allah azap olup geliyor. Allah'ın yerin etrafından eksiltmesi de üzerinde yaşayanların hayatlarına son vermesidir. Ra'd 41 40'ın devamıdır. 40'ta Vadettiği cezayı kesinlikle vereceğini, Resulüne, onlara (dünyada) vereceği zazabı göstereceğini söylüyor, arkasından da (41'de) "görmediler mi..." uyarısında bulunuyor.
Öncelikli anlam, ilk muhatapların anlamaları muhtemel kavramlar üzerine bina edilmelidir.
Haklısınız. İlk muhataplar Allah'ın elArdı, onun "etraf"ından eksilttiğini okuyunca ya da dinleyince ne anlamışlardı; tartışabiliriz. Ama taraf ve etraf* kelimeleriyle oynamamalıyız. Örneğin:
13:41'deki مناطرافهاgelme eylemine değil eksiltme eylemine aittir ama ayetin alttaki iletinizde sunduğunuz versiyorundan مناطرافها atıldığı için bu anlaşılmıyor: Görmediler mi bizim geldiğimizio arza... اولميروااناناتيالارض .
Bir de ENNE NE'Tİ -اناناتي- kelimelerini vurgulamışsınız, ben göreyim diye. Sanki onu görmüyormuşum ya da yok sayıyormuşum gibi. Hayır, o var. Ama sorun o değil. Sorun sizin, yerkürenin etrafından" ifadesini görmemiş olmanız.
Bundan önceki iletimin son cümlesini lütfen bu açıdan okur musunuz:
"Allah'ıniki eli,çok eli olmadığı gibi gündüzün de iki ucu, çok ucu olmaz; GÜNDÜZÜN UÇLARI bütün gün anlamına gelir" iddiasını gerçekten ciddiye alamıyorum.
Sevgi ile,
Hasan Akçay
________________________________
*TARAF, ETRAF
Süleyman Ateş (Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri):
Gündüzün iki tarafı, gece ile birleşen iki ucudur. Bu iki uç güneşin tam doğma ve batma zamanlarıdır...
O inkârcılar görmüyorlar mı ki, biz kudretimizle yere geliyor onu etrafından eksiltip duruyoruz. Yani, bizim mahvimizi ve isbatımızı kabul etmek istemiyen o inkârcılar, baksalar ya, yukarıda açıklandığı üzere, önce rahmet ve kudretimizle meddetmiş ve ayaklarının altına sermiş olduğumuz yeri aynı durumda bırakıyor muyuz? O serili yeri, üzerinde yaşadıkları o geniş toprakları, etrafından kudretimizle sarıp sıkıştırmıyor, onu eksiltmiyor muyuz? Daraltmıyor muyuz? O ilk medde karşılık onda cezirler yapmıyor muyuz? Veya çeşitli yeryüzü olayları ile onu aşındırıp parçalamıyor muyuz? Veya o kâfirlerin vatanlarını peyderpey çevresinden eksiltip durmuyor muyuz? Nüfuslarını, topluluklarını kırarak, dağıtarak, feyiz ve bereketlerini azaltarak, arazilerini, yurtlarını daraltarak, güçlerini ezikliğe, kemallerini noksana dönüştürmüyor muyuz? Yerdeki bu değişikliği veya vatanlarındaki bu daralmayı, bu sıkışmayı görmüyorlar mı? Allah, öyle bir hüküm ve hükumet yapar ki, O'nun hükmüne muakkıp yoktur. Onun verdiği hükmü, arkasından takip edecek, ona yetişip de onu değiştirecek, nakzedecek ve engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet, hiçbir devlet, hiçbir makam ve merci yoktur. Ve O, hızlı hesap görendir. Şu halde o hesap ve azap demleri çok uzaktır, belki bize hiç sıra gelmez şeklinde boş hayallere hiç kimse kapılmasın. O'nun hesabı da, azabı da bir anlık meseledir. Allah murad edince göz açıp yummadan geliverir.
Tarafeyinnehéri ve zülefen minelleyl: Gündüzün iki ucu ve gece satleri...
Bu listede gündüzün iki ucu ve (onlara) yakın gece saatleri ne arıyor? Listelenen öteki "zaman ifadeleri"nden tamamen ayrı bunlar.
Bir: ZULEFEN MİNEL LEYL yalnızca gece saatleri değil gündüzün iki ucuna "yakın gece saatleri"dir. GÜNDÜZÜN İKİ UCU ise gün batımı ve gün doğumu demek.
Gündüze yakın gece saatleri birer süre olduğu halde gündüzün iki ucu uçtur yani boyutsuz birer nokta.
İki: Birbirlerinden elbet farklılar ama sabah-akşam, gece-gündüz, önce-sonra gibi iki zıt uçlu ikili zaman ifadeleri de değiller.
Bakın. Gündüzün iki ucundan biri, örneğin gün batımı ona bitişik gece saatlerine bırakın zıt olmayı; tam aksine, yakındır; daha doğrusu bitişik. Adı üstünde, ZULEF yakın demek.
"Zulefen"le ilgili başka hususlar da var. Anlaşılan, onların söylenmesi gerekiyor. Devam edeceğim, Allah isterse.
Sevgi ile,
Hasan Akçay
Bu kadar ısrarcı, inatçı olmasanız, illa da benim dediğim demeseniz!
Siz diyorsunuz ki: Tarafeyinnehâr= gündüzün iki ucu. Zulefen minelleyl/ de = gündüzün iki ucu. Yani şunu diyorsunuz: Gündüzün iki ucu =gündüzün iki ucu. "Tarafeyinnehâr; gündüzün iki ucu", dedikten sonra arkasından aynı anlama gelen "ve zülefen minelleyl; gündüzün iki ucu" demeye ne gerek var? Sabah ve akşamdeyince, sanasıl ki, sabah = akşam olmuyorsa, tarafeyinnehâr = zulefen minelleyl olmaz. Bu, "Bukraten ve esîlâ"nın hemen peşi sıra "bil'aşiyyi vel'ibkâr" demeye benziyor. Bu da gayet tabi saçmalamak oluyor. Kuran'da saçmalık olmaz.
Sakin olun lütfen. Sakin olursanız hem okuduğunuzu doğru anlarsınız hem de benim saçmaladığım gibi sonradan pişman olacağınız bir iddiada bulumazsınız. Lütfen! Benim Abdurrahman Hocam bu değil.
Örneğin, gûya demişim ki Zulefen minelleyl/ de = gündüzün iki ucu. Asla. ZULEFEN MİNEL LEYL iki uç değil "(gündüzün iki ucuna) yakın gece saatleri"dir yani süre. Lütfen önce bu kırmızı alıntıdaki yanlışlarınızı sonra öteki yanlışlarınızı buna göre sakin sakin düzeltin.
Yardım edeyim:
Gecenin akşamki "zulef"i gün batımında başlayıp "gasakil leyl"de sona erer. Bakın, bunun sonu gündüzün ucuna bitişik olmadığı gibi yakın da değil.
Gecenin sabahki "zulef"i ise seherin ak ipini kara ipinden seçebildiğiniz anında başlayıp gün doğumunda sona erer. Bunun ise başı gündüzün ucuna bitişik olmadığı gibi yakın da değildir.
*
Arap dilini bilmediğimi hep söyledim. Bil-mi-yo-rum. Bu bilgileri ana dili Arapça olan kimselerden aldım; sonra kendim de araştırıp örneğin Kuran'da görmeye çalıştım.
ZULEF için tıklayın: زلف." dedim. Ama belli ki siz tıklamadınız; yoksa "ZULEF şu anlama da gelir, bu anlama da gelir!" demezdiniz.
Artı, Allah aşkına, zaman ifadelerinin ele alınığı bu müzakerede zamanla ilgisi olmayan o anlamları ortaya sürmenin lüzumu var mı?
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma