Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Bir: ZULEFEN MİNEL LEYL yalnızca gece saatleri değil gündüzün iki ucuna "yakın gece saatleri"dir. GÜNDÜZÜN İKİ UCU ise gün batımı ve gün doğumu demek. Uçtur onlar, süre değil, boyutsuz birer nokta. Gündüze yakın gece saatleri ise süredir. Hasakçay
Kısmen doğru, ama sadece "gündüzün iki ucuna yakın gece saatleri"dir, başka da değildir, başka anlama da gelmez diye iddia ettiniz mi bu, "Arap Dilinin yaratıcısı benim, kimse bu dili benim kadar bilemez" iddiasıyla eşdeğer bir olur. Gündüze ve geceye uzanan saatlere de zulef deniyor doğru. Ama bu, zulefin anlamlarından sadece bir tanesidir. Daha başka anlamları da vardır. Onlardan bir kaçı: Derecét: Basamaklar; menzilét: Konaklar; tâifét: Kısımlar, bölümler, gruplar. Lugatlarda "Zulefun min-elleyl" karşısına, iki noktadan sonra "Tâifetun minelley" yazmışlar. Yani geceden bölümler, gece bölümleri.
Fiil olarak "zelef" tek "yaklaşmak" anlamına gelmiyor. "İlerlemek, aşırı gitmek, mübalağa etmek" anlamlarına da geliyor. Zelef dalkavukluk, yağcılık için de kullanılıyor. İlerlemek anlamından hareketle, zulefen min-elleyl'e "ilerleyen gece saatleri" anlamını vermek yanlış olmaz.
Bu kadar ısrarcı, inatçı olmasanız, illa da benim dediğim demeseniz!
Diyorsunuz ki: Tarafeyinnehâr= gündüzün iki ucu. Zulefen minelleyl/ de = gündüzün iki ucu. Yani şunu diyorsunuz: Gündüzün iki ucu =gündüzün iki ucu. "Tarafeyinnehâr; gündüzün iki ucu", dedikten sonra arkasından aynı anlama gelen "ve zülefen minelleyl; gündüzün iki ucu" demeye ne gerek var? "Sabah ve akşam" deyince nasıl sabah = akşam olmuyorsa, tarafeyinnehâr da = zulefen minelleyl olmuyor. Bu, "Bukraten ve esîlâ"nın hemen peşi sıra "bil'aşiyyi vel'ibkâr" demeye benzer ki, gayet tabi saçmalamak oluyor. Kuran'da saçmalık olmaz.
GÜNDÜZÜN UÇLARI konusunda daha önce mealen bir de şöyle diyerek itiraz etmiştiniz: "Arzın uçları" başkadır,"günün uçları" başka.
Önce... Yanlışlıkla mı "günün uçları" yazdınız? "Tarafeyin nehar"ın doğru çevirisi "gündüzün iki ucu"dur. "Gün"ün Arapçası: yevm. Elbet bilirsiniz.
Siz neye dayanarak arzın uçları ile günün uçlarının aynı uçlar olduğunu iddia ediyor ve "etraf" çoğul iken "iki uçtur/ doğu ve batıda ufukta iki noktadır" diyorsunuz? Ankara için iki uç, İstanbul için iki uç... şeklindeki açıklama çabanız hikaye.
Arzın uçlarını gündüzün uçlarından ayıramazsınız. Çünkü gündüz, yeryüzünün güneşe dönük olduğu zamandır. Yani gündüzün tanımında yeryüzü ile güneş ışıklarının birlikteliği var. Onu yok edemezsiniz. Eğer çöl fırtınası olup esebilirseniz arzın yüzünden çölün kumlarını bile süpürüp atabilirsiniz ama güneşin ışıklarını kazıyıp atmaya gücünüz asla yetmez.
Birliktelik günbatımında sona erer ama gün doğumunda yeniden başlar. Gün batımından sonra ne olduğunu anlamak içinse isterseniz Ali Aksoy'un önerisine uyalım: Öncelikli anlam, ilk muhatapların anlamaları muhtemel kavramlar üzerine bina edilmelidir.
Çölde üç vaha düşünelim. En batıdaki Bedr Vahası'nda güneş batmaktadır ve orda bir bedevi var. Onun on kilometre doğusunda Omar Vahası, onun da on kilometre doğusunda Doha Vahası.
Bedevi doğuya bakar. Doha Vahası'nı göremez çünkü onun "gasakil leyl" dediği gece karanlığı orayı kaplamış ve çöl, o ucundan eksilmiştir. Bedevimiz, Omar Vahası'nı ise görür ilkin. Çünkü orası henüz tam değil alaca karanlıktır. Ama biraz sonra gecenin tam kararmasıyla çölün o ucu da eksilir.
Allah'ın yerküreye gelip onu uçlarından eksilttiğiyle ilgili ayeti duyan o bedevînin aklına ilk gelen bu olmuştur. Çünkü onun kendi çöl yaşamındaki bir doğal olayı anlatıyor ayet. Ve der ki: "Allah çölü de onun uçlarından eksiltiyor. Ona ben tanığım."
*
Yeryüzü güneşe dönük olmayı bıraktığı an gün ışığıyla vedalaşmış olur. Ondan sonrası gecedir, karanlık.
Güneşin batmasıyla birlikte arzın akşamki ucu karanlığa karışarak görüntüden düşüp eksilir. Allah "geceyi gündüzün üzerine yuvarlıyor"un anlamı bu (39:5) - yukevvirul leyle alen nehâr, يكورالليلعليالنهار.
Eğer Tâ Hâ 130'da yapıldığı gibi gündüzün 2'den çok ucundan söz ediliyorsa aynı zamanda güneşin 1'den çok yerde doğup batmasından söz ediliyor demektir. Örneğin Ankara + Konya + İstanbul. O üç yerde güneş üç kere doğar, üç kere batar. 6 uç. Etrafen nehar işte odur.
Bu sayfanın sol alt ucunda hiç durmadan dönen bir yerküre var. Bakar mısınız. Hiç durmadan dönüyor ve gün batımında hiç durmadan onun bir ucu eksiliyor. Yani üç tane, milyon tane, milyar tane değil arzın sınırsız sayıda ucu var. Bu aynı zamanda gündüzün sınırsız sayıda ucu var demek. Çünkü arzın uçları başka zamanda değil gün batımında eksiliyor. Bakın sol alt uçtaki o yerküreye. Bir daha bakın. Açık ve net göreceksiniz.
Ama yeryüzünün sınırlı sayıdaki yerlerinden söz edildiğinde uç sayısı da sınırlanır. Buna dair bir itirazınızı cevaplamıştım:
Ankara için iki uç, İstanbul için iki uç... şeklindeki açıklama çabanız hikaye.
Yeryüzünün İstanbul gibi belirli bir tek yerinde güneşin bir günde yalnızca bir kez doğup bir kez batması "sünnetullah"tır, hikaye değil. 1 + 1 = 2. Lütfen!
Enbiya 42-46'ya bakar mısın! O tehdit yüklü cümlelerin göbeğinde "Efelé yeravne enné ne'til'erda nenqusuhé min etrâfihé efehumulğâlibûn ?" cümlesinin ne görevi var? O arada prantez içi bir cümle olarak mı bulunuyor? Burada kendine nasıl, ne diye yer bulmuş? Sizin yüklediğiniz anlam ve yoruma göre konu bütünlüğü ile hiç bir alakası kurulamayacak olan bu cümlenin burada değil de, tasvir ettiğiniz, çölde güneşin batışını izleyen, "vay be, Allah'ın kudretine bak, çöller bir bir nasılda kayboluyor/eksiliyor!" diyen, Allah'ın kudretini düşünen, Allah'ın beğenisini kazanmış örnek mü'min bedevi kulunu övdüğü bir pasajın içinde yeralması gerekirdi. Halbu ki, sözkonusu cümleye, Allah'ın kafir bir kavme yönelik olan ve baştan sona azap ile tehdit içereren bir psajın göbeğinde yer verilmiş.
Enbiyâ 44'te Allah'ın "Yeryüzüne gelip onu uçlarından eksilttik" demesini O'nun kafirlerin cezasını infaz ettiğine yoruyorsunuz. Bu yoruma Kuran ne der?
1.Allah süre tanımıştır. Sizin yorumunuz onu iptal ettiği gibi üstelik bir de sözünden dönmeyen Allah'ı (3:9) sözünden döndürüyor.
Nahl 61: Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden cezalandırsaydı, yeryüzünde kıpırdayan hiçbir şey bırakmazdı; ama onları belirli bir süreye kadar erteliyor - velâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ. (Ayrıca bkz. 14:42, 35:45)
2.Allah "Biz mucizeleri yalnızca korkutmak için yollarız," diyor - ve mâ nursilu bil âyâti illâ tahvîfâ. Çünkü mucize görüp ödü kopan insan, içten değil korkudan "İman ettim!" deyiverir ve münafık olur. Allah bunu istemiyor. Onun için mucize yollamayı bırakmıştır (17:59). Sizin yorumunuzda ise mucizevi infazlar var.
3.Ayetin önünde ve ardında uyarı var bahanesiyle ilahî mesajın kapsamını daraltıp yalnızca ilk muhataplara indirgiyorsunuz.
Oysa Kuran'ın her yerinde bulunan GENEL bir uyarı o. Öreğin Fetih 13, 14'te de var. Savaştan geri kalan münafıkların Fetih 15'te dile getirilen sonraki ÖZEL tavırlarına o GENEL uyarıyı gerekçe yapıp göz yummamızı haklı kılar mı bu?
*
Öte yandan benim yorumumdaki bedevi, size göre, örnek mü'min bir kul imiş.Doğrusu bu benim aklıma gelmemişti. Ben onu Enbiyâ 44'ü kendi elindeki "evren kitabı"na bakarak anlayan, sizin ve benim gibi, sıradan bir insan olarak tanıtmak istemiştim. Becerememişim.
Kıssadan hisse: Kuran ile birlikte "evren kitabı"mızı biz de okumalıyız; öyle ki Allah'ın Kuran'a koyduğu mesajı evrensel olsun, ÖLÜ BİR MESAJ olup çıkmasın.
"Evren Kitabı"mıza ek olarak geçmiş toplumlar hakında Kuranî kıssalar ve çevremizde onların acı sonuna dair arkeolojik kalıntılar var. Elbet okuyup görerek ders almalıyız. Ama çok tanrılı Yunan dinindeki baştanrı Zeus'un tavrını Allah'ımıza layık görmemeliyiz.
İslamın Allah'ı, insanların arasına dalıp onlarla didişmez ve kızdıklarını oracıkta infaz edivermez.
*
Her ne kadar kafirlerin cezalanması suçlarının doğal sonucu olarak kendiliğinden yerine gelirse de (5:33) ve her ne kadar Allah kafirleri hemen cezalandırmaya NİYETLİ DEĞİLDİR, yoksa "yeryüzünde kıpırdayan hiçbir şey bırakmaz" ise de (16:61) size göre Allah o işe NİYETLİDİR, sonuç olarak kafirleri ve onların yurtlarını ceza olarak eksiltti.
Enbiyâ 44'te Allah'ın "Yeryüzüne gelip onu uçlarından eksilttik" demesini O'nun kafirlerin cezasını infaz ettiğine yoruyorsunuz. Bu yoruma Kuran ne der?
1.Allah süre tanımıştır. Sizin yorumunuz onu iptal ettiği gibi üstelik bir de sözünden dönmeyen Allah'ı (3:9) sözünden döndürüyor.
Nahl 61: Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden cezalandırsaydı, yeryüzünde kıpırdayan hiçbir şey bırakmazdı; ama onları belirli bir süreye kadar erteliyor - velâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ. (Ayrıca bkz. 14:42, 35:45)
....
Saptırmaya üzerinize yok. Ayetleri tez,nizi desteklemek için istediğiniz doğrultuda delil kullanmaya oldukça ustasınız! "İlé ecelin musemmé" Ahirete kadar uzanan bir süre mi?
"Sen içlerinde olduğun halde Allah onlara azap edecek değildi... (8/32). Onların nesi var/neleri kaldı ki; onlar Mescidi Haram'dan uzaklaştırıyorken, onlar O'nun (Allah'ın) müttefikleri/dostları da değil (düşmanları) iken, Allah onlara hangi (kalan) sebeple azap etmesin?
O söz konusu ettiğiniz "belirlenmiş süre", Mekke'den Allah'ın Elçisi çıktıktan itibaren bitmiş/gelmiş olamaz mı? Ahireti, yeniden dirilişi inkar eden bir toplumu ahiret azabıyla tehdit etmenin, korkutmanın bir anlamı var mıdır? 22'de "Ey Allah, şayet bu (va'dettiğin azap) gerçekse durma hemen üzerimize gökten taş yağdır ve o (sözünü ettiğin) elîm azabı bize getir, dediler. Allah ise, Elçisine hitaben 23 ve devamındaki ayetlerle yanıtladı. Sağır misali, söylediğim ayetleri/dellileri duymuyorsunuz, hep ezberinizi okuyorsunuz.
Allah’ın savaşlarla ve onların sonuçlarıyla olan kevnî ilişkisinifiilîinfaz ilan etmektir asıl saptırma.
KAFİR Komunist Çin ile KAFİRMilliyetçi Çin arasındaki savaşı Allah mı çıkardı? KAFİR Komünistler milliyetçilerin ülkesini uçlarından eksiltmekle kalmadılar, topyekun kendi topraklarına kattılar. BöyleceAllah KAFİR komunistleri koruyup KAFİRmilliyetçileri infaz mı etti?
Ya şu doğal yıkımlar? Allah onları yollayıp oralardaki insanları infaz mı etti?
1995 Japonya depremi. Şiddet: 7.2, ölen: 6 000.
1999 Türkiye depremi.... Şiddet: 7.4, ölen: 50 000.
Allah KAFİRJaponları hafifce, MÜSLÜMANTürkleri acımasızca mı infaz etti?Yani Abdurrahman Hocam, siz de "7.4 YETMEDİ Mİ?" diyorsunuz; farkında mısınız?
Söz konusu olan kendilerine peygamberlerin geldiği kavimlerin tekzibi ve Allah'ın bunlara azabı. Kuran'ın o söylemlerinin evreselliği ise ayrı bir tartışma konusu. Siz tartışmamızın konusu olan ayetlerdeki söylemi evrensel görüyor oalbilirsiniz, bense görmüyorum.
NAHL 61: Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden cezalandırsaydı, yeryüzünde kıpırdayan hiçbir şey bırakmazdı; ama onları belirli bir süreye kadar erteliyor - velâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ. (Ayrıca bkz. 14:42, 16:61)
....
Saptırmaya üzerinize yok. Ayetleri tez,nizi desteklemek için istediğiniz doğrultuda delil kullanmaya oldukça ustasınız! "İlé ecelin musemmé"Ahirete kadar uzanan bir süre mi?...
O söz konusu ettiğiniz "belirlenmiş süre", Mekke'den Allah'ın Elçisi çıktıktan itibaren bitmiş/gelmiş olamaz mı? (haktansapmaz)
Sakın Allah'ı zalimlerin yapmakta olduğundan habersiz sanma. O onlarıgözlerin donup kalacağı bir güne erteliyor, hepsi bu... -li yevmin teşhasu fîhil ebsâr.
GÖZLERİN (KORKUDAN) DONUP KALACAĞI GÜN, bırakın elçinin Mekke’den çıktığı günü, Mekke’yi fethettiği gün bile değil.
Bakın, Huneyn savaşı fetihten sonradır. Müşrikler o zaman bile korkmuyordu; tam aksine, gözleri donup kalacak derecede korkanlar inananlardı:
Tevbe 25: Yemin olsun ki Allah size birçok yerde yardım etti. Huneyn gününde de. Hani, çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de bu hiçbir işinize yaramamıştı. Tüm genişliğine rağmen yeryüzü size dar geldi; sonra sırtınızı dönüp kaçtınız -velleytum mudbirîn.
GÖZLERİN KORKUDAN DONUP KALACAĞI GÜN ahretteki "yargı günü"dür. Bu kesin. Çünkü Kuran'daki tarifi açık ve net. Mekkî sûrelerde "gözlerin korkudan donup kalması"na ek olarak bir sürü nitelikleri sayılıp dökülüyor.
*
Değerli hocam! 21:44’teAllah’ın"Bizim, arza gelip onu uçlarından eksilttiğimizi görmüyorlar mı?" demesini yanlış yorumladınız -min etrâfihâ. Şimdi onu onur meselesi mi yapıyorsunuz? Lütfen rahat olun. Yanılmayan bir Allah.
Benim yorumum da yanlış olabilir. Yorumlar kesin gerçek değil ki.
İzin verin, "zulefen minel leyl"in namaz vakitleriyle ilgisini anlatayım artık. Çünkü okuyan dostlara bir bakıma sözüm var. Allah isterse.
Sizden talebim namaz vakitleri konusuna gelmeden önce, Allah'ın azabı konusuna ilişkin En'am 65 ve Meryem 75 ayetlerine dair kısa bir açıklama yaparmısınız?
__________________ ..İNANAN BİR KULA ALLAH YETER.. ..YALANI ANCAK, ALLAH'IN AYETLERINE INANMAYANLAR UYDURURLAR...
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma