Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
De ki: O size, üstünüzden yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeye yahut sizi fırkalara bölüp kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya kâdirdir. (Mâide 65)
Allah hâşâ insanları birbirine kırdıran bir fitneci değildir. O yüzden altı çizik ifadeden benim anladığım, insanları fiilen infaz eden insanlardır. Allah’ın bu olaylarla ilişkisi ise yaratılışa dair kuralları O’nun koymasından ibaret; Allah, insanları kuşatan olayları fiilen değil kevnî olarak etkiliyor.
De ki: Sapmış olanlara Koruyan istenildiği kadar süre verse de bir şey değişmez! Sonunda kendilerine söz verilen azabı ya da kıyameti gördüklerinde kimin yeri daha kötüymüş, kimin yandaşları daha zayıfmış bilecekler. (Meryem 75)
Açık ve net. Allah insanları ne zaman infaz edecek? İnsanlar kıyameti ve onun kopmasıyla birlikte zamanı gelmiş olan azabı gördüklerinde.
Sevgi ile,
Hasan Akçay
*
ZÜLÜFyüzün iki yanından inen saç lülesi anlamında Farsça bir kelime.
Yalnızca Kuran'da değil bizim halk edebiyatımızda da kullanılıyor (Karacoğlan):
güzel ne güzel olmuşsun, görülmeyi görülmeyi, siyah zülfün halkalanmış... örülmeyi örülmeyi.
Hûd 114’te geçen "zulefen minel leyl"deki ZULEFEN tek mi, iki mi, çok mu?
Görüşler farklı. Örneğin Süleyman Ateş "zulefen"i çoğul olarak zamanlar diye tercüme ediyor ama hemen ardından ekliyor: "yahut başka bir kıraate göre… bir zaman demektir (Keşşâf: 2/297)."
Lane’in Kur’an sözlüğüne göre de "ZuLF"den türemiş olan ZuLFE eğer ZuLeFE okunursa çoğuldur, ZuLuFE okunursa tekil. (Ayman)
Bilemiyoruz. Çünkü "Şöyle okunursa tekil olur, böyle okunursa çoğul olur" dediğimiz kelimenin ilk muhataplar tarafından nasıl okunduğuna dair elimizde kanıt yok. Öyle ki Frasça "ZuLFE"yi yanlış kullanmış bile olabilirler. Hani Türkçe konuşanlar zaten çoğul olan SALAVAT kelimesini bir daha çoğul yapıp yanlış kullanırlar ya; onun gibi:
"Arefe günü geleneğe uyup önce dualar, SALAVATLAR eşliğinde mezarlığı dolandık; sonra yakınlarımızın kabirlerini ziyaret ettik."
Ama ona iki zülef anlamını yükledikleri kesin çünkü gündüze ait iki uç ifadesine uyan anlam odur. Gün batımı + gün doğumu . Malûm, yerkürenin belli bir noktasında örneğin İstanbul’da güneş günde yalnızca bir kere doğar, bir kere batar. 1 + 1 = 2. İşte bu kesindir; sünnetullahtır; asla değişmez .
Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri VE zulefen minel leyl - Gündüzün iki ucunda VE gecenin zülüflerinde salât et. (Buradaki VE bağlacı için bkz 33:40, 36:21).
Görüldüğü üzere bir vaktin namaz vakti sayılması iki şarta bağlı:
(1)Gündüzün ucunda olacak
(2)Gecenin gündüze yakın zülfünde olacak.
Buna göre
akşam namazının vakti
-gündüzün ucu olan "gün batımı"nda başlar
-akşamleyin "gasakil leyl"in başında kara ip ak ipten seçilemeyince biter.
Bu, akşamki zülüftür, ki İsrâ 78'de de var: Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyl– Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl.
Sabahki zülüf ise
-sabahleyin "gasakıl leyl"in sonunda kara ip ak ipten seçilince başlar
ZÜLÜFyüzün iki yanından inen saç lülesi anlamında Farsça bir kelime. hasakçay
Ufacık bir ara...
Zulf (ze-lâm-fe): Farsça'da saç ve saç bölüğü manasınadır. Siyahlıkta geceye benzetilerek Arapça'daki gece iptidasından bir bölük manasından alınmıştır. Farslılar verdikleri bu manadan "zulfeyn", "muzellef" gibi kelimeler de yapmışlardır. Farsça - Türkçe Lûgat Gencinei Güftar Ferhandi Ziya Yazan Ziya Şükün.
Farslar saçın siyahlığını gece karanlığına benzetmişler ve Arapça'da gece karanlığının bir bölüğü anlamına olan "zulf" kelimesini saçın bir bölüğü anlamında isim yapmışlar. Kelime aslen Arapça'dır. Daha önce de yazdığım gibi, kelime fiil olarak da çeşitli anlamlarıyla kullanılmaktadır. Bu fiil köklerinden bir çok anlama gelen bir çok da kelime üretmişlerdir. Halbuki Arapça'nın aksine Farsça'da fiil olarak kullanılmamaktadır. Yani kelime Farsça'da camit/çekimsizdir. Arapça'da ise kök itibariyle munsarif/çekimlidir. Kuran'da geçen ZULEF çoğul, tekili ZULFETUNdur.
Tâ Hâ 130'da olduğu gibi gündüzün 2'den çok ucundan söz edebilmek için güneşin battığı yerler olarak Ankara + Konya + İstanbul... gibi 1’den çok yeri kastediyor olmak gerekir.
Yerkürenin böyle yalnızca üç değil sınırsız sayıdaki yerinden söz ediliyorsa gündüzün de sınırsız sayıdaki ucundan söz ediliyor demektir. Ama yer sayısı sınırlandığında gündüze ait uç sayısı da sınırlanır.
Bu açıklamama itiraz edildi:Ankara için iki uç, İstanbul için iki uç... şeklindeki açıklama çabanız hikaye.
Cevapladım: Yeryüzünün İstanbul gibi belirli bir yerinde güneş bir günde yalnızca bir kez doğar, bir kez batar. "Sünnetullah"tır bu, hikaye değil. 1 + 1 = 2. Lütfen!
Kelime aslen Arapça'dır... Kuran'da geçen ZULEF çoğul, tekili ZULFETUNdur.
Kelimemiz aidiyet açısından Arapça mı, Farsça mı, Sanskritçe mi ya da miktar açısından tek mi, iki mi, çok mu... zerre kadar önemli değil. Çünkü ZULEFEN yerkürenin belli bir noktasında gündüzün iki ucuna bağlıdır, hep iki tanedir.
Bir kimse hem aklen sağlıklı olacak ve bilecek ki ZÜLÜF, insanın iki omzuna inen saçıdır hem de kalkıp "zülüf"ün 2'den çok olduğunu öne sürecek. Allah aşkına 2'den çok nasıl olur, insanın 2'den çok omzu yok ki.
Aynı şey. Bir kimse hem aklen sağlıklı olacak ve bilecek ki ZULEFEN gündüzün iki ucuna yakındır hem dekalkıp öne sürecek ki İstanbul’da gecenin 2'den çok "zulefen"i var. Tamam, tamam. Öne sürebilir... eğer İstanbul’da güneşi bir günde 1'den çok kere doğdurup batırabilirse. Buna gücü yeter mi? Cevap 2:258'de.
Kelimemiz aidiyet açısından Arapça mı, Farsça mı, Sanskritçe mi ya da miktar açısından tek mi, iki mi, çok mu... zerre kadar önemli değil. Çünkü ZULEFEN yerkürenin belli bir noktasında gündüzün iki ucuna bağlıdır, hep iki tanedir.
Bir kimse hem aklen sağlıklı olacak ve bilecek ki ZÜLÜF, insanın iki omzuna inen saçıdır hem de kalkıp "zülüf"ün 2'den çok olduğunu öne sürecek. Allah aşkına 2'den çok nasıl olur, insanın 2'den çok omzu yok ki.
Aynı şey. Bir kimse hem aklen sağlıklı olacak ve bilecek ki ZULEFEN gündüzün iki ucuna yakındır hem dekalkıp öne sürecek ki İstanbul’da gecenin 2'den çok "zulefen"i var. Tamam, tamam. Öne sürebilir... eğer İstanbul’da güneşi bir günde 1'den çok kere doğdurup batırabilirse. Buna gücü yeter mi? Cevap 2:258'de.
Sevgi ile,
Hasan Akçay
Hasan hocam,
Bunu siz söylüyorsunuz. Ne Arap Arapça'sında ne de Allah Kitabında saça zülüf demiyor ki! Zülüfün Arapça'da "saç" anlamı, saç anlamına kullanıldığı da yok ki! Zülüfün Farsça olduğunu söyleyen sizdiniz, şimdi de; "Kelimemiz aidiyet açısından Arapça mı, Farsça mı, Sanskritçe mi ya da miktar açısından tek mi, iki mi, çok mu... zerre kadar önemli değil. Çünkü ZULEFEN yerkürenin belli bir noktasında gündüzün iki ucuna bağlıdır, hep iki tanedir." diyorsunuz. Bu sizin takıntınız. Akıl takıntı yaptı bir kere. Akıl takıntı yapınca da tekrar eder durur alakalı alakasız. Kuran zulefi gece ile ilişkilendiririyor, gündüzün iki ucu ile ilişkilendirmiyor. İkiye taktınız... Gündüzün iki ucu iki zülüf, iki omuz iki zülüf! Omuzlara inen saç iki zülüf halinde mi iniyor? Saç bir bütündür ve bütün halde iki omuza iniyor. Omuzların sadece ön cephesi yok, arka cephesi de var. Saçları iki zülüfe, iki bölüğe, iki taifeye ayırmadıkça zlüflerden iki zülüf anlaşılmaz. Hele Arapça'da zülüfün böyle bir kullanımı bulunmuyor. Zülüf gece ile ilişkili, geceden bir tayfa, bir bölük. ZULEFEN MİNELLEYL de gecenin bölümleri/gece saatleridir. Kuran kelimeyi çoğul olarak kullamış ikili olarak değil. Hem gündüzün iki ucu ile de ilişkilendirmemiş. Farslar, ceceye, gece karanlığına benzettiklerinden, saça zülüf demişler. Bilgilerinizi tashih ettikten sonra savunuza dayanak yaparsanız bu sıkıntılara düşmezsiniz.
Kuran zulefi gece ile ilişkilendiririyor, gündüzün iki ucu ile ilişkilendirmiyor.
Merhaba Abdurrahman Bey. ZULEFEN "yakın vakitler" demek. İletimde bunu vurgulamak için yakın kelimesinin altını çizmiştim. Hangi şeye yakın yani hangi şeyle ilişkili?
Siz onu gece ile ilişkilendiriyorsunuz. Yani ZULEFEN denen gece vakitlerini gece ile... Bunu ilk kez duyuyorum ve ne diyeceğimi bilemiyorum. Gece vakitlerini gece ile ilişkilendirmek... Saçma değil her halde. Çünkü tarafınızdan saçma görülmemiş. Ama kusura bakmayın, ciddiye alınacak bir laf hiç değil.
ZULEFEN MİNEL LEYL - gecenin yakın vakitleri. Size göre gecenin geceyle ilişkili vakitleri yani gecenin geceye yakın vakitleri. İyi ama gecenin içinde o vakitler; geceye uzak mı olabilirler ki yakın olduklarını söyleme ihtiyacı duyulsun?
Gece ile ilişkilendiririlen gece vakitleri ekmek arası simit gibi bir şey olsa gerek. Gündüz ile ilişkilendirilen gündüz vakitleri, sabah ile ilişkilendirilen sabah vakitleri, kuşluk ile ilişkilendirilen kuşluk vakitleri, akşam ile ilişkilendirilen akşam vakitleri... Daha neler.
Üstelik kendisiyle gûya ilişki kurulacak olan GECE, ayette hiç ama hiç anılmadığı halde. Ya ne anılıyor?
"Gündüzün iki ucu"nda ve gecenin "yakın vakitleri"nde salât et. - Ve ekımis salâte "tarafeyin nehâr"i ve "zulefen" minel leyl...
Gündüzün iki ucu. Sağ kulağını sağ eliyle gösterebilecek kadar bir sağduyuya sahip her insan için ZULEFEN elbet gündüzün o iki ucuyla ilişkilidir.
Bir de tıpkı Hûd 114 gibi "Salât et…" diyen İsrâ 78 var. İki ayeti birlikte okuyan herkes "zulefen"in gündüzün ucu ile ilişkili olduğunu görür. İki ayet te başı ve sonu belli aynı zaman dilimini tanımlıyor.
Hûd 114: Gündüzün iki ucunda ve gecenin yakın vakitlerinde salât et - Ekımis salâte…
İsrâ 78: Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar salât et - Ekımis salâte…
Katılma Tarihi: 13 ocak 2010 Yer: Turkiye Gönderilenler: 288
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
SELAMLAR ..
DEĞERLİ.. hocalar. inanın siz den öğrendiğim o kadar şey varki bilmenizi isterim. şunlar işinize yarar mı bilmiyorum.
hz alinin kılıcı: zülfikar. ve kuranda adı geçen zülkarneyn peygamber bunlar da arabi lisan olup. bizim bu gün tartıştığımız. zülf kelimesine yardım olacağı kanısındayım.
saygılarımla. sayın hocalarım..
__________________ ben yanlız kendimi kurana adadım.
Saptırmayın, ne dediğimi çok iyi anladığınızı biliyorum. Gece ile ilişkilendiren ben değilim, ifade öyle; ZULFETUN MİN ELLEYL: TÂİFETUN MİN ELLEYL = Geceden bir bölük. ZÜLEFEN MİN ELLEYL:TÂİFÂTUN MİN ELLEYL = Geceden bölükler/Gece bölümleri. ZULEF gecenin yakınları/gecenin akrabaları değil, gecenin bölümleridir. Gecenin her anı her saatı ondan bir bölümdür. Sabaha akşama yakın veya gündüzün iki ucuna yakın anlamı, namaz saikıyla kelimeye yapılmış yama. Sizin de yaptığınız bu. Polemiğe girmek size yakışmıyor. Benim "gece ile ilişkilendirme" sözüme "gecenin geceye yakın vakitleri" şekline sokup üzerinde polemik yapmanızı yadırgadım. Hem ben hiç bir ifademde yakın anlamını zülefene yakıştırmadım. O sizin yakıştırmanızdır. Benim gece ile ilişkilendirmeden ne kast ettiğimi gayet açık anladınız. Örnek: "Hasan'ın kolu" derken, kol Hasan'la ilişkilendirilmiş. Çünkü kol Hasan'ın bir parçası. "Zulfetun minelleyl" de gecenin bir parçası/bir bölüğü demek. Parça gece ile ilişkilendirilmiş. Ha, ben Türkçe ifade edememiş olabilirim, onu düzeltirsiniz, memnun olurum, size teşekkür ederim. Ama ne demek istediğimi anladığınız halde, mal bulmuş mağribi misali ganimet bulmuş gibi seviçle sarılmanız ve üzerinden prim kazanmaya çalışmanız cidden size yakışmadı. Yanlıştan dönmek her nedense çok ağır geliyor size. Mesela zülüf kelimesinin kökeninin Farsça olmadığını öğrendiğinizde konuyu saptırıp benimle cedelleşmeye, polemiğe gireceğinize, ben yanlış biliyormuşum diyebilirdiniz. Ben tartışmayı bırakmış ve çekilmiştim. Ne zaman ki siz zülüfe Farsçadır dediniz, yanlışı düzeltmek için "küçük bir ara" ile araya girdim.
Şu husus dikkatlerden kaçıyor yada kaçırılıyor:
Kuran'da iki yerde salat, "EQİMİSSALÂTE TARAFEYİNNEHÂRİ VE ZULEFEN MİNELLEYL" ve "EQİMİSSALÂTE Lİ DULÛKİŞŞEMSİ İLÂ ĞASEQİLLEL" şeklinde zamanla ilişkilenmdirilmiş ve emir Allah'ın elçisine. Dört yerde daha "eqimissalâte" emri tekil halde Pegamber(ler)e yönelik geçiyor. Bilmem dikkatinizi çekti mi, ardından "VE ÂTİZZEKÂTE" ile devam etmiyor? Buna karşın inananlara hitaben de, Kuran'da 11 kere "EQİMÛSSALÂTE" çoğul kipi ile geçiyor ve hiç birinde zaman mefhumu bulunmuyor. Ne sabah, ne akşam, ne gece nede gündüz bir ifade geçmiyor. Üstelik bütün bu "EQİMÛSSALÂTE"lerin ardı sıra "VE ÂTÛZZEKÂTE" ile devam ediliyor. Bu şu demek: İnananlar her zaman, yaşadıkları her an salatı ikame ve zekatı ita ile görevliler. Peygamber'e gelince, onun vazifesi sabah akşam, gece gündüz, her fırsat buldukça, gücü yettikçe inananlara salatı ikame ettirmekti. Demek tir ki, Salat sabah ile akşam yada günün 5 vaktinde kılınan namaz değildi. Zekat da maldan verilen bir vergi değildi.
Benim "gece ile ilişkilendirme" sözüme "gecenin geceye yakın vakitleri" şekline sokup üzerinde polemik yapmanızı yadırgadım.
Polemik yapmadım; sizin "gece vakitleri" anlamındaki "zulefen"i gece ile ilişkilendirmenizi akla aykırı buldum. Neden aykırıdır, onu da yeteri kadar net bir şekilde açıkladım. Ama siz yine de anlamamış gibisiniz. Bir daha okusanız?
Hem ben hiç bir ifademde yakın anlamını zülefene yakıştırmadım.
ZULEFEN "zulef"in türevi. Siz kelimenin birden çok anlamı bulunduğunu belirttiniz ve onları sayıp döktünüz. Ben buna tepki gösterip kelimemizin vakit dışındaki anlamlarını sayıp dökmenin lüzumu yok çünkü konumuzla ilgili değil onlar, dedim.
YAKINLIK eğer o sayıp döktüğünüz anlamlar arasında yok idiyse o da ayrı bir tutarsızlık. Neyse, kelimemizinyakınlık anlamı da taşıdığını زلف yazıp tıklayın diyerek ben açıkladım. O anlam Kuranî gerçeğin ta kendisi.
Kuran'da iki yerde salat, "EQİMİSSALÂTE TARAFEYİNNEHÂRİ VE ZULEFEN MİNELLEYL" ve "EQİMİSSALÂTE Lİ DULÛKİŞŞEMSİ İLÂ ĞASEQİLLEL" şeklinde zamanla ilişkilenmdirilmiş…
VAKTEN BELİRLİ anlamındaki mevkûta (4:103) budur ve Nisâ 102’de geçen kıyamlı-secdeli "salât"ın namaz olduğuna olan inancım buna dayanır.
Siz "mevkûta"nın bu anlamına da itiraz ettiğiniz için anadili Arapça olan kimselerin açıklamasını verdim. Tepkiniz alınganlık şeklinde oldu; onun için şimdi yalnızca hatırlatmakla yetiniyorum.
GASAK kelimesine de kendi iddianıza uyan bir anlam verdiniz. Buna karşı wikipedi’ye yollama yaptım. Orada verilen bilgiyi aktarıyorum.
(2)gündoğumundan önceki yarı aydınlığın başı (dawn)
Anadili Arapça olanlar GASAK kelimesini böyle açıklıyor. Size bunu hatırlattım. Alındınız; onun için bunu da yalnızca hatırlatmakla yetiniyorum.
Üstelik bütün bu "EQİMÛSSALÂTE"lerin ardı sıra "VE ÂTÛZZEKÂTE" ile devam ediliyor.
Bu müzakerenin konusu Kuran’da geçen bütün "salât"lar değil yalnızca Nisâ 101-103, Hûd 114, ve İsrâ 78'dekiler; onların ardından ise VE ÂTÛZZEKÂTE gelmiyor. Açıklamanız ilgisiz ve yanıltıcı.
Salat sabah ile akşam yada günün 5 vaktinde kılınan namaz değildi.
Sabah ve akşam namazları inananların üzerine vakitleriyle yazılmıştır, ötekilerin bu ayrıcalığı yok. Artı, sabah ve akşam namazlarını Allah ismen anıyor (24:58); ötekilerin bu ayrıcalığı da yok. Farkı Allah açıkça ortaya koymuş. Görün o farkı. Lütfen.
...ve emir Allah'ın elçisine.
Bu iddianız kabul edilemez. İslamın peygamberi vakten belirli kıyamlı-secdeli "salât"ı yerine getirecek ama sözüm ona müslümanlar omuz silkecek. Elçi gidecek Mersin’e ümmet gidecek tersine. Öyle bir dinde ciddiyetin zerresi kalmaz; o dine kargalar bile güler.
Üstelik kendisiyle gûya ilişki kurulacak olan GECE, ayette hiç ama hiç anılmadığı halde. Ya ne anılıyor?
"Gündüzün iki ucu"nda ve gecenin "yakın vakitleri"nde salât et. - Ve ekımis salâte "tarafeyin nehâr"i ve "zulefen" minel leyl...
Gündüzün iki ucu. Sağ kulağını sağ eliyle gösterebilecek kadar bir sağduyuya sahip her insan için ZULEFEN elbet gündüzün o iki ucuyla ilişkilidir.
Bir de tıpkı Hûd 114 gibi "Salât et…" diyen İsrâ 78 var. İki ayeti birlikte okuyan herkes "zulefen"in gündüzün ucu ile ilişkili olduğunu görür. İki ayet te başı ve sonu belli aynı zaman dilimini tanımlıyor.
Hûd 114: Gündüzün iki ucunda ve gecenin yakın vakitlerinde salât et - Ekımis salâte…
İsrâ 78: Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar salât et - Ekımis salâte…
Gün batımı, yani karanlığın çökmesi ile salatın ikamesi başlıyor. Girişi karanlığın çökmesi. Ne zamana kadar devam ediyor? İlâ ğaseqilleyel; gece karanlığına dek devam ediyor. Gece ne zaman son buluyor? Şafak sökmesiyle, günün ışımasıyla. Salat gece boyu devam eden bir eylemin adı burada. Peki neden gece, neden gece karanlığı? Nedeni; Müzzemmil1-7 ve 20.
Tarafeyinnehâr da zulefen minelleyl de ve li dulûkişşems ilâ ğaseqilleyl de geceyi tarif ediyor, geceye işaret ediyorlar.
"Bu müzakerenin konusu Kuran’da geçen bütün "salât"lar değil yalnızca Nisâ 101-103, Hûd 114, ve İsrâ 78'dekiler".
Neden? Bunların dışında ikamesi emredilen, ikame fiiliyle birlikte zikredilen salatlar başka salatlarsa, hangi salatlar oluyor bunlar ve bunlar nasıl ikame ediliyordu?
"Sabah ve akşam namazları inananların üzerine vakitleriyle yazılmıştır, ötekilerin bu ayrıcalığı yok. Artı, sabah ve akşam namazlarını Allah ismen anıyor (24:58); ötekilerin bu ayrıcalığı da yok. Farkı Allah açıkça ortaya koymuş. Görün o farkı. Lütfen".
24/58'de ES_SALÂT ve ES_SALÂT'ın ikamesi söz konusu bile değildir. Konu hizmetlilerin beyefendi ve bayanefendilerinin yanlarına izinsiz/çağrılmadan, buyur edilmeden girmeyecekleri, girmemeleri gereken anları ihtar eden, düzenleyen ayet. Ayet haram üç vakitten bahsediyor, iki namaz vaktinden değil. Sabah akşam adında iki namaz farz kılındıysa şayet, adlarıyla ile zikredilecekleri yer ve mevzu bura olmamalı. Veya daha başka , daha ilişkili ayetlerde, namaz kılmak konu edilirken mevzubahis edilmeliydi.
Salatul-fecrden önce ve salatul-'işâdan sonra'dan ne anlıyorum? Biri geceye; yatsıya giriş; yatma zamanı. Evde görevli olanların sahip ve sahibeleriyle ilişkileri, birlikteleri kesiliyor, o andan itibaren onların yattıkları yere girmeleri yasak. Diğeri de sabaha çıkma, uykudan kalkma zamanı. Gün başlıyor. Hizmetliler görev başı yapıyor. Sahip ve sahibelerinin kalkmış olduklarını gördüklerinden itibaren onlarla temas, birliktelik (salat) başlıyor. Bu iki vakitle birlikte Arabın adeti uyku saati bir de öğle vakti var.
Gün batımı, yani karanlığın çökmesi…Yani mi?Güzel hocam, günbatımı başkadır karanlığın çökmesi başka.
Sizin karanlığın çökmesidediğiniz, İsrâ 78’deki "gasakıl leyl"dir; günbatımı ise Tâ Hâ 130’daki gurûb - غرب.
Verdiğiniz bilgi böyle yanlış olunca ona dayandırdığınız iddianız da yanlış oluyor:
karanlığın çökmesi ile salatın ikamesi başlıyor.Hayır.Osalâtın ikamesi karanlığın çökmesini beklemez; güneşin batmasıyla başlar.
Hûd 114: Gündüzün iki ucunda ve gecenin yakın vakitlerinde salât et…
İsrâ 78: Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar salât et...
Günbatımı, güneşin batması, güneşin sarkması, gündüzün ucu… Hepsi aynı, hepsi zaman çizgisinin üzerinde bir nokta.
Anılan salâtın ikamesi işte o noktada başlar. Ama bitmez. Çünkü nokta boyutsuz olup sürenin yalnızca ya başıdır ya sonu. O nokta burada sürenin başıdır. Sürenin sonu belli değil; sürenin sonu yok. Namevcut zamanda hiçbir iş olmaz, bitmez.
Allah İsrâ 78'de onun için "gecenin kararmasına kadar" diyor ve anılan salâtın bitme anını belirliyor. Gündüzün bir ucundan öteki ucuna kadar ikame edilmiyor o salât; güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar ikame ediliyor.
Gasakıl leyl ise, bir önceki iletimde açıklamaya çalıştım, iki tanedir.
(1)akşamleyin alaca karanlığın sonu. (Alaca karanlık çıkarken gecenin kör karanlığı girer*.)
(2)sabahleyin yarı aydınlığın başı. (Yarı aydınlık girerken gecenin kör karanlığı çıkar.)
Hûd 114 ve İsrâ 78'deki salâtı ikame edenler, "gasakıl leyl"e kadar diyen Allah'a inat, zaman yolculuklarının üstündeki ilk "gasakıl leyl"i neden es geçsinler de ikinci "gasakıl leyl"e atlayıversinler?
Dikkat edilirse bir İslam ülkesinin gümrüğünden bir kafir ülkesine geçmeye benzemez bu; portakal soyar gibi olur. Allah akşamleyin geceyi gündüzün üzerine yuvarlar; sabahleyin gündüzü gecenin üzerine (39:5) - yukevvirul leyle alen nehâri ve yukevvirun nehâre alel leyl.
-->-->
gece karanlığı (gasakıl leyl) ---------------->alaca karanlık ----------------------> günbatımı (gurûb)
Bunların dışında ikamesi emredilen, ikame fiiliyle birlikte zikredilen salatlar başka salatlarsa, hangi salatlar oluyor bunlar?
Örneğin Hâc 35: Onlar öyle kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer. Başlarına gelene sabrederler, salatı ikame ederler ve kendilerine verdiğimiz şeylerden harcarlar.
…ve bunlar nasıl ikame ediliyordu?
Şuayb nebi salâtını nasıl ikame ediyor idiyse (11:87) öyle ikame ediliyordu. Şuayb nebi salâtını yalnızca "başı sonu belirli zaman dilimleri"nde değil sürekli yani sabah akşam, gece gündüz… ikame ederdi. İslamı yaşardı ve başkalarının da yaşamasını sağlamaya çalışırdı.
Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar "başı sonu belli zaman - mevkûta"dır (4:103).
Sabah akşam, gece gündüz… ise başı sonu belirsiz zaman.
Bu ikisinin arasındaki farkı görenler inananların üzerine mevkûtan yazılmış olan salât ile yaşamın her anında yerine getirilen salât arasındaki farkı görürler. İki salât ta farzdır. Bu iki salâtın birisini onaylayıp ötekisini reddetmek... Sizin deyiminizle,
8- Zikredilen mânâlardan her birini bir misâl ile izah kabilinden olarak ğâsık, beşeriyete ârız olan ve muradına engel olan elem ve ıztırabına sebep olabilen her hangi bir kara musîbet demek olduğu da söylenmiştir ki, insanın vicdanına her hangi bir karanlık koyabilen kara şey demek olur. Zira maddî veya manevî şer ve zarar, gam ve keder, karanlık ve karalık ile nitelenir. Bu takdirde vukubu, hücumu demektir. Yukarıda izah ettiğimiz vechile gece ile açıklamanın sonucu da Ragıb'ın "tarık gibi her gelip çatan musibet" diyerek işaret ettiği üzere bu mânâya dönüştürülebilir. Hakikatte İbnü Cerir de gece, Süreyya, Kamer (Ay) rivayetlerini kaydettikten sonra demiştir ki: "Bence görüşlerin doğruya en yakın olanı şöyle demektir: "Allah Teâlâ Peygamberine ğâsıkın şerrinden Allah'a sığınmasını emretmiştir. Ğâsık ise karanlık olandır, gece karardığı zaman denilir. de karanlığın girdiği zaman demektir. Katade nin mânâsında "gitti" derdi. Gece, karanlığa girdiği zaman ğâsiktır. en-Necm (yıldız) battığı zaman ğâsıktır. Ay da vukubunda ğâsıktır. Allah Teâlâ bunların hiç birini tahsis etmemiş, genelleştirmiştir. O halde ğâsık denilebilenin her birinin de vukubu zamanındaki şerrinden sığınma ile emrolunmuştur."
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma